Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır izleyicilerle değerlendiriyor: Yeni kabineden beklentiler

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, yeni kabineyi Çankaya Köşkü’nde açıkladı. Kabinede dikkat çeken isimler yer aldı. Özellikle Mehmet Şimşek’in kabinede yer alması nasıl bir ekonomi politikası izleneceği konusunda merak yaratıyor.

Ruşen Çakır, yeni kabineyi canlı yayında izleyici soru ve görüşleriyle yorumladı.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Kabineyi konuşacağız sizlerle birlikte. Medyascope’un ve benim YouTube sayfalarımızdan, chat bölümünden sorularınızı, yorumlarınızı, eleştirilerinizi getirebilirsiniz. Soru: “Neler beklenir? Bir şey beklemek gerekir mi? Ne fark olacak? Giden isimler, gelen isimler…” Bütün bunları bir şekilde konuşmak istiyoruz. Şimdiden gelmiş çok sayıda soru var. Daha da devam edecektir.

İlki en anlamlısı: “Yeni kabine son 5 yılda muhâlif olarak yaşadıklarımızdan daha farklı ne sunacak bize? İsimler dışında değişen ne sizce?” Tabiî ki sonuçta bir Erdoğan kabinesi ve Erdoğan her şeye karar veriyor. Baktığımız zaman da kabinede çok fazla siyâsî isim gözükmüyor. Sonuç olarak Türkiye’de Erdoğan’ın elindeki otokratik rejimin devâmına, belki de daha sertleşmesine tanık olacağız. Buradaki bakanlar da bunun bir anlamda uygulayıcısı olacak. Fakat baktığımız zaman, bakanların içerisinde Hakan Fidan’ın durumu biraz değişik — onu ayrıca konuşuruz. Süleyman Soylu gibi bir figür karşımıza çıkmıyor. Büyük ölçüde bir teknokrat kabinesi gibi gözüküyor. Belli işlerde uzmanlaşmış kişiler, AKP içerisinde, cumhurbaşkanlığında ya da bakanlıklarda üst düzey görevler almış kişiler var. Bir anlamda sıralarını beklemiş, bakan olma sırasını beklemiş kişilerin bakan olduğunu görüyoruz. Bakan yardımcılığından, Meclis’te komisyon başkanlığından, AKP yöneticiliğinden bakanlığa terfî etmiş isimler görüyoruz. Bu isimlerin önemli bir kısmı da ilk kez kamuoyu karşısına çıkıyor. Adını bilmediğimiz çok isim var. Daha önceki Erdoğan kabinelerinde de böyleydi. Ama bu seferki de herhalde en fazla olanı, onu özellikle söylemek lâzım. Bir diğer husus da tabiî ki Mehmet Şimşek’in Hazîne ve Mâliye’nin başına getirilmiş olması. Sonuçta beklenti deyince, ekonomi konusunda neler olacağını sormak anlamlı. Mehmet Şimşek’in neyi yapacağını, neyi yapamayacağını, ne yapmayacağını… bütün bunları açıkçası merak etmekte bence bir sakınca yok. Ama sonuç olarak tabiî ki Erdoğan yönetiminin devâmı söz konusu. Genel hatlarıyla çok fazla şeyin değişmesini beklememeliyiz. Fakat şunu da unutmamak lâzım: Bu, Erdoğan’ın son dönemi. Dolayısıyla Erdoğan bir anlamda cumhurbaşkanlığında, Rusya’da Putin’in yaptığı gibi bir ara verip sonra tekrar dönmek ister mi bilemiyorum ama, bir anlamda Erdoğan’ın jübilesi gibi de olacak. Onun için geriye bırakacağı şeyleri daha fazla önemseyebilir.

“Ali Yerlikaya’nın İçişleri Bakanı olması Soylu’nun bakanlıktaki kadrolaşmasını kırmak için mi? Ali Yerlikaya ile Soylu’nun arasının iyi olmadığı çok yazıldı.” Araları kötü müydü çok emin değilim, ama farklı oldukları muhakkak. Ali Yerlikaya’nın şu âna kadar İstanbul’da, özellikle CHP’li Büyükşehir Belediyesi ile zaman zaman sorun yaşadığını biliyoruz. Ama hiçbir zaman Soylu gibi sert çıkışlar yapmadı. Bundan sonra yapar mı? Bildiğim kadarıyla yapmaz. Ama Soylu’dan farklı bir içişleri politikası izleyeceğini de düşünmüyorum. Sonuçta üslûbu farklı bir içişleri bakanımız olacak, öyle söyleyelim. Soylu’nun hükûmette olmaması başlı başına önemli bir şey olacak. Ve tabiî ki Soylu milletvekili olarak bir şekilde sürekli bu konularda gündeme girmek ve rol çalmak isteyecek. Bu anlamda önümüzdeki süreçte Ali Yerlikaya ile Süleyman Soylu arasında böyle bir rekabete belki tanık olabiliriz.

“Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı’nın dâvetine katılmasını nasıl yorumlarsınız?” Açıkçası hiç şaşırmadım. Hani insan bâzen hayret ediyor, ama burada hayret edecek bir şey yok. Abdullah Gül zâten seçim öncesi de aktif bir şekilde, alenî bir şekilde Erdoğan’ın karşısında bir pozisyon almadı. Sonuç olarak Erdoğan’dan bir önceki cumhurbaşkanı olarak –ayrıca Erdoğan’la uzun bir süre birlikte hareket etmiş birisi olarak– dâvete katılmasını normal görmek lâzım. Tabiî ki şöyle bir sorun var: Özellikle DEVA Partisi Abdullah Gül’ün bir şekilde kanatları altında kuruldu, ama oradan bir şey çıkmadı açıkçası. Dolayısıyla Abdullah Gül’ün Türkiye’de siyâsî ağırlığının çok da fazla olmadığını bu seçimlerde gördük. Şimdi o da herhalde çok sorun yaşamadan kendi vakıf işlerini vs. bunları sürdürmeyi tercih edecek; Erdoğan’ın karşısında zâten açıkça durmamıştı, bundan sonra durması diye bir şey söz konusu olmaz. Çok da yanında gözükmek istemeyecektir herhalde; ama o bir parantezdi, kapandı diyelim.

“Sinan Oğan’a herhangi bir bakanlık verilmemesi, bir pazarlık yapılmadığı anlamına gelir mi? Yoksa başka planlar söz konusu olabilir mi?” Benim burada aklıma gelen; Sinan Oğan’ın önerdiği Âfet Bakanlığı meselesi var. Öyle bir bakanlık yok. Öyle bir bakanlık oluşturulabilir. Onun yasası çıkartılabilir ve o zaman Sinan Oğan görevlendirilebilir. Ama şu hâliyle baktığımız zaman, Sinan Oğan yerini çok yadırgamış gibi durmuyor. Erdoğan onu bir şekilde değerlendirecektir. Bakan olarak, dediğim gibi Âfet Bakanlığı kurulursa o olur; yoksa başka yerlerde Sinan Oğan’ı kullanacaktır. Onu zâten eleman olarak tanımlamıştı. Lâzım olduğu zamânlarda, milliyetçi çıkış yapmak gerektiğinde; meselâ Türk dünyasına yönelik birtakım şeylerde de Sinan Oğan’ın adının yeni dönemde geçmesine tanık olabiliriz.

“Tüm bunlar Bayraktar’a hazırlık mı?” “Bayraktar’a hazırlık” derken; damat Bayraktar diyorsunuz anladığım kadarıyla. “Erdoğan yerini ona bırakacak” söylentileri olabilir; ama o kişinin şu hâliyle baktığımız zaman, çok da Türkiye’nin cumhurbaşkanı, tek adamı olabilecek bir kıvamda olduğunu düşünmüyorum açıkçası. Ama Erdoğan’dan sonra kim olur dendiği zaman, akla ilk olarak damâdın geldiği, küçük damadın geldiği –daha önce büyük damat vardı, Albayrak’tı, şimdi Bayraktar oldu– orası muhakkak. Ama şu anda çok erken diye düşünüyorum. 

Mehmet Tamer: “Öğretmen olarak, eğitimden ellerini çekerlerse diye beklentim var. Çok mu hayalperestim?” Çok değil; epey, hayli, alabildiğine hayalperestsiniz. Eğitimden elini çekecek bir iktidar söz konusu değil ve zâten Bakan Yusuf Tekin de daha önce müsteşarlık yapmış ve bu konuda –hattâ karma eğitim aleyhine sözleriyle de tekrar gündeme geldi biliyorsunuz, eskiden söylediği sözlerle– hiç eğitimden elini çekecek bir iktidar gibi görünmüyor. Ama şunu özellikle vurgulamak lâzım: AKP iktidârının en çok çuvalladığı yer eğitim. Şu âna kadar çok sayıda, neredeyse iki yılda bir eğitim bakanı değişti. Bu bakanın ömrü ne kadar sürecek açıkçası çok bilmiyorum. Ama eğitimde her gelen bakan bir öncekinin yaptığını bozarak yola başladı ve sonra gelen de onun yaptıklarını bozdu. Bu sefer de eğitimi boş bırakmayacaklardır, ama eğitimde her şey yine iyice karışacaktır — öyle tahmin ediyorum.

Mehmet Köse: “Hakan Fidan konuşmayı kâğıttan okuyamadı. Ne diyorsunuz?’’ Açıkçası izlemedim. Yani kâğıttan okuyamaması heyecandan olabilir. Çünkü ilk defa alenî olarak kamuoyunun karşısına çıkıyor Hakan Fidan ve bundan sonra da hep öyle olacak. Herhalde zamanla öğrenir. Yoksa sistemin içerisinde ve Erdoğan iktidârının en kilit isimlerinden birisi, belki de birincisidir. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde Erdoğan’dan sonra en çok Hakan Fidan’a bakacağız, öyle görülüyor. Şu an, kâğıttan okuyamamak gibi şeyler ilk günün heyecânından olabilir.

“Şimşek Erdoğan’ın sözünden çıkarsa haleflerinin âkıbetini yaşamaz mı?” Yaşar, ama biliyorsunuz Mehmet Şimşek’le bayağı bir görüşüldü, bayağı bir pazarlık yapıldı. Belli ki taraflar bir yerde buluşmuşlar. Bunun nasıl bir buluşma olduğunu göreceğiz. Ama Mehmet Şimşek’i oraya getirdiklerine göre, uluslararası piyasaların ve iç piyasaların önemsediği adımlar atmaya râzı oldukları anlamına geliyor. Ama diğer yandan Mehmet Şimşek’in kendi hâline bırakılması durumunda, Erdoğan’ın bugüne kadar izlediği ekonomik politikaların hepsini reddetmesi anlamına gelir bu. Gerçekten önümüzdeki sürecin en ilginç olayı ekonomi olacak; ekonomide neyi yapıyorlar, neyi yapamıyorlar ona bakılacak. Mehmet Şimşek’i daha önceki bakanların başına geldiği gibi beğenmeyip kapının önüne pekâlâ koyabilir Erdoğan. Ama bu seferki pazarlıkların çok uzun sürmesi nedeniyle, herhalde birtakım detaylarda anlaşmışlardır. En azından kısa vâdede çok ciddî bir sorun çıkmayacaktır. Yerel seçime kadar nasıl gittiğine bakacağız. Eğer Mehmet Şimşek yerel seçimi kazâsız belâsız götürürse ve Erdoğan yerel seçimlerde istediğini elde ederse, ondan sonra Mehmet Şimşek’in önü iyice açılacaktır diye tahmin ediyorum.

Kasım Karakaya: “Kabinedeki Kürt isimler neyi ifâde ediyor? Yerel seçimlerde Kürt oylarına mı oynanmak isteniyor?” Kabinedeki Kürt isimler denince akla kim geliyor? Mehmet Şimşek geliyor öncelikle. Ondan sonra Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, Bingöllü bir Zaza, o geliyor. Hakan Fidan’ın da kimilerine göre aslen Kürt olduğu söyleniyor. Onun dışında bir de Mardinli Çalışma Bakanı var: Vedat Işıkhan. Onun Kürt olup olmadığını bilmiyorum açıkçası. Muhtemelen Kürt’tür, ama Mardin’de sadece Kürtler yaşamıyor; Araplar, Türkler de var. Onun emin değilim etnik durumundan. Hakan Fidan’ın Kürtlüğü, zâten olup olmadığı bile tam net değil. Diğerlerinin ise Kürt kimliğine çok fazla sâhip çıkan insanlar olduğu söylenemez. Dolayısıyla Kürt oylarına oynamak gibi bir düşünce… Yani Cevdet Yılmaz’ın Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak seçilmesinde Zaza ya da Kürt olması çok da belirleyici olmamıştır. Bir etkisi muhakkak olmuştur. Meselâ Mehmet Şimşek’inki de aynen öyle. Yani Mehmet Şimşek, Mehmet Şimşek olduğu için, uluslararası piyasalarla ilişkisi olduğu için oraya getirildi. Dolayısıyla Kürt oylarına oynamak için kabineyi böyle yapma yorumu çok gerçekçi olmaz.

Bir izleyicimiz demiş ki: “Kılıçdaroğlu istifâ edene kadar siyâseti tâkibi bırakıyorum”. Bayağı bir süre dönmeyeceğe benziyorsunuz, diye cevap vereyim o zaman.

Mehmet Tamer: “Kabinenin göstermelik bir vitrin olduğunu bildiğimizden hiçbir beklentim yok” demiş. Böyle düşünen çok kişi var. Anlaşılır bir tepki, ama her yiğidin ayrı bir yoğurt yiyişi var. Sonuçta bu kabinede de Erdoğan’a bakacağız tabiî. Bakanların isimlerini öğrenemeden, belki de bir bakacağız ki görevden alınmışlar. Ama yine de sonuçta yeni bir kabineyle karşı karşıyayız.

“Erdoğan Millet İttifâkı’ndaki sağ partileri yanına çekip, 360’ı bulup anayasayı değiştirerek görev süresini uzatmayı dener mi Putin gibi?” Görev süresini uzatmayı denemek yerine başka birtakım anayasal değişiklikleri yapmaya çalışabilir. Bu konuda da destek alabilir gerçekten. Özellikle Millet İttifâkı’ndan CHP listelerinden giren bâzı milletvekillerinin –ki bir izleyicimiz de bunu sormuş: “İlk günden tavırları ne diyor?” diye– Erdoğan’ın yemin töreninde CHP, Yeşil Sol Parti ve İYİ Parti ayağa kalkmazken, onların ayağa kalktığını okudum. Bu da bir şeyin işâretidir. Tabiî ki esas olarak yerleri muhâlefettir; ama birçok alanda –bu anayasa değişiklikleri de olabilir– pekâlâ, “Bunu doğru buluyoruz” diye iktidârın söylediği bâzı şeyleri de destekleyebilirler.

Berker Ünsal: “Öncekilere göre daha teknokrat bir kabineyle bir mesaj mı verilmek isteniyor?” Yani daha öncekiler de büyük ölçüde teknokrattı; bu daha fazla teknokrat. Bir mesaj; bu mesajı genel kamuoyuna değil de ilgili yerlere veriyor olabilirler. Bakanların kontrolündeki alanlarda iş yapan iç ve dış güç odaklarına böyle bir mesaj veriliyor olabilir.

Cihan Orhan: “Mehmet Şimşek başkanlık sistemine uyum sağlayabilir mi? Batı sermâyesi uzun vâdeli güven duyar mı?” İlk başta uyum sağlayacakmış gibi durmadı, ama sonuçta anlaştı. Büyük bir ihtimalle seçimden önceki yaptığı görüşmelerde, “Eğer siz kazanırsanız olabilir” dedi ve kazanınca da girdi. Sonuçta şunu söyleyeyim: DEVA Partisi’nin ilk kurulma sürecinde ve kurulduğu zaman, önde gelen isimlerine, “Mehmet Şimşek niye yanınızda yok?’’ diye sormuştum. Hepsi, birbirinden farklı birkaç kişi, “Aslında o da bizimle berâber, ama birtakım şirketlerle sözleşmeleri var. O sözleşmelerin bitmesini bekliyor” demişti. Ama belli ki baktı DEVA Partisi’nde bir gelecek yok; Erdoğan da kendisini istiyor. Sonuçta kabul etti. Risk mi aldı? Çok fazla risk almış olduğunu söyleyemem. En fazla, daha önce yaptığı gibi Erdoğan onu bir kere daha kovar. Geçen sefer kovulduğunda işleri açılmıştı. Mehmet Şimşek’in bakanlığı biterse –diyelim ki bir yıl sonra Erdoğan görevden aldı ya da istifâ etti–, kimse Mehmet Şimşek’e suç bulmaz, Erdoğan’a bulur. En fazla, “Ya, böyle olacağını bilmiyor muydun? Niye girdin baştan?” derler. Ama sonuç olarak Mehmet Şimşek, şu hâliyle kaybetme riski az, kazanma imkânı çok olan bir işe girdi. Kendince akıllıca bir şey yaptı.

“Ekonomi, dış politika ya da başkaca sorunlu olan bir sürü konu var. Bu isimler de eski mâkul politikalara dönüş olacağı konusunda Batı’yı iknâ edebilirler mi sizce?” Batı’yı iknâ etmek istiyorlar mı? Batı’yı iknâ etmenin yolları ne? Batıyı iknâ etmenin yolu; mâkul politikalar belli bir yere kadar. O konuda Kemal Can’ın söylediği çok doğru bir şey var: “İçeride sert, dışarıda yumuşak”. Ben de hattâ ona demiştim ki: “İçeride sopa, dışarıda havuç”. Sonuçta Batı’nın hoşuna gidebilecek öncelikli iş sığınmacıların Türkiye’de kalmasını devam ettirmek ya da Batı’ya geçmelerine izin vermemek. Bunu yaptığı zaman zâten Batı o iktidâra büyük ölçüde destek veriyor. Bunu kabul etmemiz lâzım. Ama içeride birtakım şeyleri daha sert bir şekilde bastırabiliyor, bastırmaya da devam edecek. Bâzı konularda; özellikle ekonomi konusunda Mehmet Şimşek’in görevi devraldığı zaman söylediği gibi; rasyonel zemine gelmek zorundalar. Ama bu zeminin sınırlarını da yine Erdoğan seçecek, saptayacak. Bakalım bu sınırları çizerken “Nass” dediği olaya ne kadar yer verecek.

“Murat Kurum, Mevlüt Çavuşoğlu ve Hulusi Akar gibi ağır topları belediye başkanlıkları için düşünüyor olabilir mi Erdoğan?” Murat Kurum’un İstanbul için düşünüldüğünü duydum. Diğerlerinden pek emin değilim. Onlar herhalde önümüzdeki süreçte Meclis’te kalacaklar. Hulusi Akar’ı nerenin belediye başkanı yapsın? Yani Kayseri’ye belediye başkanı mı yapacak? Zâten Kayseri’de her istediği kişiyi belediye başkanı seçtirebiliyor. Mevlüt Çavuşoğlu’nu Antalya’nın belediye başkanı yapsa, yani o kadar yıl Dışişleri Bakanlığı’ndan sonra belediye başkanlığı herhalde ona hafif gelir. Onları Meclis’te değerlendirecektir; ama Murat Kurum’u özellikle İstanbul’da düşünebilir.

Emin Merih demiş ki: “Mehmet Şimşek geçmişte işçi, emekçi ve emeklilere karşı bir politika yürütmüş ve âdeta onlarla alay etmiştir. Sermâyeye faydası olanın bizlere olmaz. Ne zaman anlaşılacak bu?” Evet, tabiî ki kendisi neoliberal düzenin bir ismi. Onun yapmaya çalışacağı şeyler neoliberal sisteme tekrar tam anlamıyla dönülmesini sağlamak ve o dönüldüğü ölçüde, özellikle çalışan kesimlerin bundan çok fazla istifâde edemeyecekleri de bir gerçek.

Berk Çirişçi: “Sizce Süleyman Soylu Meclis’in etkili isimlerinden mi olacak, yoksa sessiz kalıp, giderek gündemden silinen biri mi? Bunlar kendine çok mu bağlı, yoksa Erdoğan ve Bahçeli’ye mi bağlı?” Ben ilkini tahmin ediyorum. Kendini göstermeye devam edecek. Etkili olacak. Özellikle Meclis’te Yeşil Sol Parti, HDP’lilere, TİP’lilere yönelik birtakım çıkışlar yapabilir. Tabiî ki CHP’ye de bunları yapabilir. Ve başta da söylediğim gibi, gölge içişleri bakanı gibi davranmaya çalışabilir. Fakat burada önemli olan kendisine kimin nasıl destek vereceği. Bakan olduğu zaman Bahçeli’den çok ciddî destek alıyordu. Ama milletvekili olarak aynısı olur mu çok emin değilim.

“İsmail Saymaz, Erdoğan’ın partiyi Selçuk Bayraktar’a bırakacağını yazmış. Öyle olsaydı kabinede Bayraktar’ı görmemiz gerekmez miydi? Bakanlık yapmadan direkt partinin başına geçmesi sizce mümkün mü?” İsmail’in yazısını okumadım ya da yayında söylediyse izlemedim. Selçuk Bayraktar adı, demin de bahsettik, geçiyor. Ama partinin başına geçmesi çok gerçekçi gözükmüyor şu hâliyle bakıldığı zaman. Partinin başına şu hâliyle daha deneyimli bir isim olabilir. Zâten Erdoğan partinin genel başkanı yasal olarak. Onun yerine Numan Kurtulmuş ya da belki bir başkası olur. Ömer Çelik partide önemli bir isim; başka isimler de var. Selçuk Bayraktar’ın partiye böyle bir monte edilmesi çok akıllıca bir şey olmaz. Ama belki ilerideki süreçte bakan yapabilir onu ve öyle hazırlayabilir — eğer gerçekten bir hazırlık olacaksa. 

Berk Çirişçi: “Mevlüt Çavuşoğlu en uzun süredir kabinede olan isimlerden biriydi. Seçim stratejisi nedeniyle mi görevden alındı, yoksa Hakan Fidan üzerinden planlanan farklı bir dış politikaya mı geçiliyor?” Çok uzun süredir yaptığı için, her seferinde “Mevlüt Çavuşoğlu’nun son dönemi mi?” denirdi ve uzadı. Artık bir yerde nokta konuldu. Dış politikada bir değişiklik olacağını düşünmüyorum. Çünkü zâten dış politikanın şekillenmesinde Hakan Fidan’ın MİT Başkanı olarak da bayağı bir rolü vardı. Büyük ölçüde eskisi gibi devam eder. Tabiî Erdoğan’ın dış politikasının en önemli özelliği alabildiğine pragmatist olması. Sürekli 180 derece dönüşler yapan bir dış politikası var. Bunu Körfez ülkeleriyle, Mısır’la, başka yerlerle gördük. Şimdi Suriye’yle olacak; muhtemelen Suriye ile yeniden ilişkilerin kurulmasının temelini de herhalde Hakan Fidan atacak. Zâten kendisi istihbâratçı olarak Suriyeli istihbâratçılarla buluşuyordu. Şimdi işi doğrudan kendi eline alabilir. 

Yalçın Gümüşay: “Herkes yeni kabinede Mehmet Şimşek’i konuşuyor, ama asıl etkinin Hakan Fidan yönetiminde dış politikada olabileceğini düşünüyorum. Mehmet Şimşek’in yapması gerekenler bile belli, ama Hakan Fidan’ın defteri bomboş”. Tam öyle değil. Demin söylediğim gibi, zâten var olan ve Hakan Fidan’ın da dâhil olduğu bir dış politikanın sürdürülmesi meselesi var. Bir de şöyle bir husus vardı tabiî: Seçimden önce özellikle Batı ülkelerinden bâzıları ve kurumları, Erdoğan seçilemezse diye bir anlamda ayaklarını frene basar gibi olmuşlardı. Şimdi artık tekrar Erdoğan’la bir 5 yıl daha gideceği düşüncesiyle kaldıkları yerden devam edecekler. Sonuçta çok büyük değişiklikler beklememek gerekiyor. Hakan Fidan’ın Erdoğan’a rağmen birtakım dış politika açılımları yapmasını beklemek de tabiî ki gerçekçi değil. Erdoğan ve Hakan Fidan’ın hep yan yana olduklarını akılda tutalım. Eskiden beri yaptıklarını şimdi farklı bir şekilde, Hakan Fidan’ın Dışişleri Bakanı olmasıyla sürdürecekler. 

Mehmet Köse: “Ruşen Bey, seçim sonrası istifâ eden tek genel başkan Ercüment Akdeniz”. EMEP Genel Başkanı, evet öyle. HDP’de ise Mithat Sancar ve Pervin Buldan da kongrede aday olmayacaklarını söylediler. Onun dışında pek bir değişiklik yok. 

“Ali Babacan ve DEVA Partisi’nin gelecekte AK Parti’ye katıldığını görebilir miyiz sizce?” Çok mümkün değil. Ama yani sıfır ihtimâl de değil tabiî ki. Yani sıfır da diyemeyiz. Şu anda önlerini görebildiklerini düşünmüyorum. Çünkü zâten seçimde pek bir etkileri olmadı. Şu anda 15 milletvekilleri var. Ne yapacakları tam belli değil. Erdoğan’la birlikte hareket etmelerinin şu anda bir zemini yok. Ama yarın öbür gün Erdoğan diyelim ki MHP ile ve Büyük Birlik Partisi’yle olan ilişkilerini dondurmaya karar verirse, Meclis’te milletvekillerine ihtiyaç olacaktır ve bu anlamda DEVA’ya, Gelecek’e, Saadet Partisi’ne yönelebilir. Ama şu hâliyle bu bugünün meselesi değil.

İbrahim Tuncel: “İnsan hakları konusunda AİHM kararlarına uyulması gibi gelişmeler olur mu?” Keşke olsa, ama eskisi gibi süreceği kanısındayım. Bâzı yerlerde çok fazla inat etmeyebilirler. Ama birtakım kritik yerlerde, meselâ bir Osman Kavala, Gezi tutukluları gibi olaylarda Erdoğan’ın buradaki o uluslararası hukuka aykırı, insan haklarına aykırı tutumunu değiştirmesini beklemiyorum. Onu yapmasına şu anda bir ihtiyaç hissettiği kanısında değilim. Batı’dan da kendisine öyle çok büyük baskı filan da gelmiyor. Dolayısıyla bu tür iyimser beklentiler şu aşamada çok gerçekçi değil. 

“Emekli târih öğretmeni gibi giyinmeyi seviyor musunuz?” Emekli târih öğretmenlerinin böyle giyindiğini bilmiyordum. Fenâ giyinmiyorlarmış. Sağ olun.

“Erdoğan’ın ekonomide yapacağı gibi hukuk konusunda da birtakım reformlar yapması beklenebilir mi? Yoksa seçimin yeni bitmiş olmasını fırsat bilip daha da sertleşir mi?” Bana daha da sertleşecek gibi geliyor. Bunun sınırları ne olur, nereye kadar gider kestirmek mümkün değil. Bu biraz da tabiî muhâlefetin göstereceği performansla alâkalı. Kendine bir tehdit hissettiği ölçüde sertleşme artar. 

“CHP’nin yeni A takımı belli olmuş. Yeni olan birilerini görmedim. Eren Erdem MYK’da. Sanırım torpili yüksek. Yeni MYK heyecan vermiyor.” Ben henüz görmedim. Yayından çıkınca görürüm herhalde. Ama açıkçası çok da fazla merak etmiş değilim. Eden varsa da çok şaşırırım.

Amer Mehmedi: “Süleyman Soylu’nun İstanbul Belediyesi’ne aday gösterilmesi mümkün mü?” Kendisi ister; Ama Murat Kurum ismi bana daha gerçekçi geliyor. Oraya daha teknokrat birisini isteyecektir diye düşünüyorum. Tabiî Süleyman Soylu’nun gönlünde yattığını… yani herkesin gönlünde İstanbul var. CHP’de de öyle, AKP’de de öyle; hepsi İstanbul’u almak, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni kazanmak isteyecektir ve kendisi aday olmak isteyecektir. Sayılar giderek artacaktır. Bakalım göreceğiz.

“Bu kabinede ülkücü ağırlık yok gibi. MHP ile AKP arasında bir kırılma olma ihtimâli var mı?” Evet, ülkücü ağırlık yok. Ama bundan dolayı bir kırılma olmaz. Çünkü burada ülkücü ağırlık yok, ama İslâmcı ağırlık da yok. Yani buradaki kişiler tam ortalama Türk sağı profiline yakın isimler. Meselâ Mehmet Özhaseki ülkücülükten gelip Refah Partisi’ne dâhil olmuş birisi. Yani bunlar sonuç olarak MHP’yi rahatsız edecek isimler değil. O anlamda MHP’yle bir sorun çıkmaz.

Melih Güven demiş ki: “Burak Bilgehan mı Berk Esen mi? İkisi de seçimin kaybedileceğini gördü”. Vallahi onlar da vardı Medyascope’ta; benim gibi Kılıçdaroğlu’nun kazanacağını düşünenler de vardı. Onların söylediği doğru çıktı. Benim, Kemal’in, başkalarının söylediği yanlış çıktı. Önemli olan burada çoğulcu bir platformu sağlayabilmek. Burak Bilgehan’ın ve Berk’in söyledikleri, yazıp çizdikleri yüzünden onlara bayağı bir baskı uygulamaya çalıştı bâzı kişiler. Ama onlar da tanıktır, sonuna kadar kendilerine sâhip çıktık. Aynı görüşte olmasak da –ben meselâ olmasam da– onların yayın yapmasına, yazı yazmasına hiçbir zaman karışmadım. Tam tersine, inadına daha fazla yazmalarını istedim. Ama Burak Bilgehan belli bir aşamada, çok ısrar etmemize rağmen yayınlara çıkmama kararı aldı. Seçimden sonra kaldırdı. Neyse; bu çok ilginç bir dönem oldu gazetecilik açısından da — öyle söyleyeyim.

“İbrahim Kalın MİT Müsteşarı –müsteşar değil artık, başkan– olacak denildi, ama henüz bir açıklama gelmedi. Neden Dışişleri Bakanı olarak düşünmemiş olabilir? Deneyimi de vardı. Hakan Fidan zorlanmayacak mı?” Aslında ikisi de olabilirdi. Burada tercihi Erdoğan yapmış anlaşılan. İbrahim Kalın’ın da MİT Başkanı olacağı kesin gibi; ama henüz hakîkaten açıklama yapılmadı. Sonuçta Kalın eğer Dışişleri Bakanı olsaydı, Hakan Fidan MİT’te kalsaydı da çok şaşırmayacaktık. Bu da çok şaşırtıcı değil bence.

“Demirtaş bir 5 yıl daha içeride o zaman.” Umarım öyle değildir. Ama şu hâliyle bakıldığı zaman, Demirtaş ve diğer HDP’liler ve Gezi tutukluları için çok umutlu bir dönem başlamış değil — ki biliyorsunuz, Can Atalay milletvekili seçilmiş olmasına rağmen hâlâ tahliye edilmedi. Bu anlamda rejimin insan hakları konusundaki tutumu şu hâliyle devam ediyor. Düzeleceğine dâir bir işâret şu aşamada gözükmüyor.

“HDP’de istifâlar, Selahattin Demirtaş’ın siyâseti bırakması, MİT Başkanı’nın Dışişleri Bakanı olması, İçişleri Bakanı’nın teknokrat ve daha ılımlı olması… Suriye’deki YPG oluşumuna bir operasyon mu olacak bütün bunların sonucunda?” Bakın, YPG’ye bir operasyon yapılacağı varsa bunların hiçbirisi olmadan da yapılabilirdi. Selahattin Demirtaş’ın siyâseti bırakmasıyla YPG’ye operasyonun doğrudan bir alâkası olduğunu düşünmüyorum. MİT Başkanı’nın Dışişleri Bakanı olmasının da… Yani bu operasyon her zaman söz konusuydu – ki nitekim daha önce de yapıldı birçok yerde. Bâzı yerlerde YPG duruyor ve Amerikan desteğiyle duruyor. Yine operasyon ihtimâli var. Ama operasyonun olması için Şam’ın da iknâ edilmesi, Rusya’nın da iknâ edilmesi, ABD’nin de iknâ edilmesi gerekiyor. Bunlar şu anda hep masada, ama bir ara biliyorsunuz çok ciddî bir şekilde beklenti olmuştu ve olmadı. Dolayısıyla bu söylediğiniz gelişmelerin Suriye ile doğrudan bir ilişkisi bence yok. 

Bir başka izleyicimiz daha “Kürt kökenli bakanlar” demiş. Ona daha önce de cevap verdim. 2-3 kişi var. Onlar da Kürt kimliğini çok benimseyen insanlar değil. Onun için buradan bir analiz çıkartmaya çalışmak zorlama olur.

Özgür Gözübüyük: “Daha demokratik bir anayasa çalışmasında bile engel olacak Bahçeli varken ve rejim bu kadar katıyken ekonomi düzelebilir mi?” İyi soru. İşte, bakacağız, göreceğiz nasıl olacak. Mehmet Şimşek’in atacağı, atmak istediği birtakım adımlar için Türkiye’de tekrar hukuk sisteminin düzenlenmesi, hukuk devletine dönülmesi gerekiyor. Bu olmadan nasıl olacak? Bir şekilde buna ara formüller bulmaya çalışacaklar herhalde.

Özgür Gözübüyük demiş ki: “2 yıla erken seçim bekliyorum”. Beklemeyin. Ben daha önce bekledim, olmadı. Bence siz de beklemeyin. Normal zamanda yapılacak. Ama öncesinde bir yerel seçimimiz olacak. Belli bir târihten îtibâren de esas olarak onu konuşuyor olacağız.

“Bu kabinede doğru bildiğini uygulayamadığı için istifâ edebilecek kimseyi görüyor musunuz?’’ — Kemal Fırat’ın sorusu. Tanımadığım çok isim var. Tanıdıklarımdan bağrına taş basabilecek isimler olabilir. Ama Erdoğan’a rağmen istifâ edecek kişi çıkmaz. Belki Mehmet Şimşek. O da çok ciddî bir şey olursa. Ama başta da söyledim: Çok uzun bir pazarlık sonucu oldu bu. Dolayısıyla Mehmet Şimşek’in istifâsı ihtimâli bence yok, şu hâliyle yok. Yoksa istifâ edebileceği bir görevi kabul etmezdi. 

“Kabine ya da bizzat Erdoğan’ın muhtemel sert politikalarına karşı muhâlefet doğru hamleler yapabilecek mi? İmamoğlu’nun durumu bu bağlamda ne olacak?” Şimdi hatırlıyorum; Altılı Masa zamânında “Haftaya Bakış”ta, “Adını Koyalım”da ya da tek yaptığımız yayınlarda, “Ya, bu Masa heyecan vermiyor, şöyledir böyledir” dediğimiz zaman, “Muhâlefete muhâlefet yapıyorsun” diye çok dayak yedik, çok kızdı insanlar. Ondan sonra da muhâlefete muhâlefet yapmaktan vazgeçip muhâlefette işlerin hiç de fenâ gitmediğini söyledik ve sonra yanıldığımız ortaya çıktı. Şimdi de oradan dayak yiyoruz. Dolayısıyla, “Muhâlefet doğru hamleler yapabilecek mi?” sorusuna cevap vermeyi reddediyorum. Ne desem sonuçta başıma iş gelecek. İmamoğlu gerçekten önemli. Önümüzdeki dönemde İmamoğlu’nu daha çok konuşacağız. Ama seçimi Kılıçdaroğlu kazanmış olsaydı, İmamoğlu’nun önü çok açıktı. Şu hâliyle önünde bir fırsat var. Bu fırsatı değerlendirebilirse önü çok daha fazla açık olabilir. Ama çok kritik bir dönem partisi için de kendisi için de. Dolayısıyla yanlış adımlar atarsa tamâmen siyâsî hayâtını da sonlandırabilir. Dolayısıyla İmamoğlu’na dikkatli bakmakta yarar var.

“Siyâsal İslâm radikal İslâm’a doğru evrilir mi?” — İbrahim Tuncer sormuş. Evrilmez. Zâten ortada yaşanan şeyler İslâmcılık değil. Yani bu daha pragmatist bir otoriterlik, bir sağ popülizm esas olarak. Yani burada sâdece siyâsal İslâm yok. Onun içerisinde MHP de var, BBP de var, Sinan Oğan da var. Birçok yapının olduğu bir koalisyon söz konusu. Dolayısıyla olayı sâdece siyâsal İslâm olarak okumak artık çok açıklayıcı değil.

“Cumhur İttifâkı Ankara Büyükşehir Belediyesi için Keçiören Belediye Başkanı Turgut Altınok’u aday gösterebilir. Ülkücü kökenli Altınok, yine ülkücü kökenli Mansur Yavaş’tan belediyeyi alabilir mi?” Turgut Altınok’un artık böyle bir şansı olacağını sanmıyorum. Yeni bir isim bulurlar. Kim olur, nasıl olur bilmiyorum. Ama daha güçlü, parlak bir isimle çıkmak ister diye tahmin ediyorum. 

“Özgür Özel, ‘Ben Kılıçdaroğlu istifâ etsin’ diye bir tartışma duymuyorum. Sosyal medyada, ‘Kılıçdaroğlu istifâ etsin’ diyenlerin altını kazıyın; ya AK Partili ya Cumhur İttifâkı’ndan’ dedi” O kazımış, bulmuş. Yani diyecek bir şey yok. Sonuç olarak Kılıçdaroğlu’nun istifâsını isteyen pekâlâ samîmî CHP’liler de olabilir. Bunu her söyleyeni rakip kanattan olarak tanımlamak doğru bir tutum değil.

“Önümüzdeki yıllar için Türkiye ve İslâm ülkeleri dinî alanda ne gibi etki-tepki durumuna girecektir? Yani İslâmcılığın yönü hakkında tahminleriniz var mı?” Bakın, İslâmcılığın yönünden ziyâde, İslâmcılıktan en çok korkan ülkeler Körfez ülkeleri, Mısır… ve onların hepsiyle Erdoğan’ın arası düzeldi. Dolayısıyla İslâmcılık meselesi… Suriye ile arasını düzeltmeye çalışıyor. Artık İslâmcılık, Arap Baharı’nda olduğu gibi Erdoğan’ın dış politikadaki öne çıkan özelliklerinden birisi olmayacak. İslâm dinine referans verir; ama tekrar Müslüman Kardeşler ve benzeri yapıları gözeten çıkışlar yapmayacaktır. Çünkü Körfez sermâyesine ihtiyâcı var. Uluslararası alanda Mısır’la artık kavga etmek istemiyor. En azından Akdeniz nedeniyle vs.

Yusuf Kayseri: “Muhâlefet 2022 başında erken seçim ısrârında bulunsa ve erken seçime gidilebilmiş olsaydı seçim sonucu değişir miydi?” Bu tür varsayımlar üzerinden bir şey yapmayalım. Artık olan olmuş, biten bitmiş. 

“ ‘PKK şartsız şurtsuz silâh bırakmalı’ yayını yapmıştınız. Ben fikrinizi eleştirmekten ziyâde mantığınızı eleştirmiştim. PKK, AKP ile birlikte seçim kazandı. Niye silâh bıraksın?” Neyse, bu ayrı bir konu. Bunu ayrı bir yayın yapar orada konuşuruz. PKK’nın seçim kazandığını sanmıyorum. Ama PKK’nın varlığı AKP’nin seçimi kazanmasını kolaylaştırmıştır. Onu kabul etmek lâzım.

Emre Can Gündoğdu: “Mevcut iktidar ve muhâlefet statükosunda her ne ekonomik ve sosyal gelişme olursa olsun siyâsî tablonun değişmesini beklemiyorum” demiş. Emre Bey, gelin sizi Medyascope’ta yorumcu yapalım. Ben de şu aşamada açıkçası böyle düşünüyorum. Daha bir müddet değişmeden böyle gideceğiz.

“Seçimde ‘milliyetçilik kazandı’ deniyordu, ama Bakanlar Kurulu’nda Türk milliyetçisi bir kişi bile yok. Yine ‘fikirlerimiz iktidarda’ durumu mu?’’ Teknokrat ağırlıklı dediğimiz için, illâki milliyetçiliğiyle temâyüz etmiş isim şart değil demişlerdir. Ama normal şartlarda ilk yapılan seçim totolarda, meselâ Mustafa Destici’ye de kabinede yer veriliyordu. Sinan Oğan’a da yer veriliyordu vs.. Şu hâliyle baktığımız zaman, “Bu kişi ülkücü hareketten geliyor” dediğimiz kimse yok. Kazârâ birileri vardır; izleyicilerimiz biliyorlarsa uyarsınlar sonradan. Ama şu hâliyle baktığımız zaman, meselâ bir önceki kabinede Vedat Bilgin vardı. Vedat Bilgin ülkücü hareketten gelmiş bir isimdi, ama bir akademisyendi. Öyle bir isim de, benim gördüğüm kadarıyla, bildiğim kadarıyla yok. Ama yanılıyor olabilirim.

Timuçin Gülmez: “Kabine ve muhâlefet bolca konuşuluyor. Mevcut oyuncular dışında yeni oyuncuların ya da partilerin çıkışı için ortam elverişli mi?” Hiç değil. Bir yığın yeni parti, yeni oyuncu dâhil oldu. Çok da etkili olabildikleri söylenemez ve önümüzde yeni bir oluşumun çıkması için bir motivasyon yok. Hani 2 yıl sonra seçim olsa vs. anlayacağız. Öyle bir şey yok. Kurulup ne diyecekler? Ne yapacaklar?

Erdoğan Altay: “Mehmet Şimşek’in ekonominin başına getirilmesindeki ısrar, yönetimin dış finansal piyasaları iç finansal piyasalara çekme çalışmaları, içeride ciddî ekonomik sıkışmışlığın göstergesi değil mi?” Tabiî ki sıkışmışlığın göstergesi ve bunu aşmak istiyorlar. Ama bunu aşarken de kendi birtakım hesaplarından vazgeçmek istemiyorlar. Dolayısıyla Mehmet Şimşek kendilerinin tanıdığı, Erdoğan’ın tanıdığı bir isim olduğu için, söz geçirebildiğini düşündüğü bir isim. Onunla bir orta yol bulmaya çalışacak anladığım kadarıyla. Mehmet Şimşek’e belli ölçüde gaza basmasını, belli ölçüde de ayağının frende olmasını telkin edecek herhalde.

“Bu kabine, Erdoğan sonrası AKP ve siyâsal İslâm için bir şey anlatıyor mu?” Siyâsal İslâm için bir şey anlatmıyor. Çünkü siyâsal İslâm vs. böyle bir şey kalmadı artık. Şu hâliyle AKP’yi siyâsal İslâm penceresinden okumayı ben açıkçası doğru bulmuyorum. Ama Erdoğan sonrası AKP için tabiî ki bir şey anlatıyor. Burada birtakım teknokratik isimlerin daha fazla öne çıktığını gösteriyor. Tabiî buradaki sorun şu: Erdoğan sonrası AKP dediğimiz zaman, Erdoğan’ın yerini kim alacak? O siyâsî ağırlığı kim koyacak? O belli değil. Dolayısıyla Selçuk Bayraktar ismi ortaya atılıyor ama, onun Erdoğan’ın yerini alabilmesi çok gerçekdışı bir şey olur. 

Halil Onay demiş ki: “Teknokrat bir hükûmet ile ümmetçiliğe vedâ edip Turancılığa bir yönelme mi söz konusu?” Yok, o da değil. Yani ümmetçiliğe vedâ olabilir, ama yani Turancılık mı kaldı? Şimdi bunun hayâlini filan kuranlar var; ama böyle bir dünya konjonktüründe Turancılık filan diye bir şey olacak gibi değil. Dolayısıyla onun da lâfı edilir, bunun da lâfı edilir. Önemli olan iktidârın ayakta kalabilmesi, dert bu. 

“Hakan Fidan’ın astsubaylıktan dışişleri bakanlığına uzanan serüveni hakkında ne diyorsunuz?” Vallahi çok başarılı bir kariyer. Çok ilginç ve birçok yönü de bilinmeyen bir öykü bu. Gerçekten son dönemde Türkiye’de en ilginç profillerden birisi Hakan Fidan. Onu kabul etmek lâzım. 

Sinan Oğan sorusunu yine sormuşlar. Dediğim gibi Âfet Bakanlığı kurulursa oraya konulur, yoksa bu kabinede olmaması anlaşılır bir şey. 

“Rota Atlantik’e kırılıyor gibi mi? Dış politikada proaktiflik de devam edecek gibi” — Enes Utku Özdemir. Bu Atlantik’e kırmak, Rusya’dan uzaklaşmak filan gibi şeyler bence karşılığı olmayan şeyler. Erdoğan’ın dış politikası her şeyi bir arada götürmeye çalışmak oldu. Bu dönemde de aynısı olacaktır. Elinde mülteciler gibi birtakım kartlar var; özellikle Batı’ya karşı, jeopolitik konum var vs.. Dolayısıyla belli bir yere angaje olacağını, hele tam anlamıyla ABD’ye angaje olacağını düşünmüyorum. 

Mehmet Edip Yıldız: “HÜDA PAR gerçekten seküler Kürt hareketi için fragmantasyon üretmek düzeyinde bir tehdit mi?” HÜDA PAR’ın Kürtler nezdinde devletin, iktidârın bir aktörü olması, kurgulanan bir gerçek. Ama bunu başarabilir mi? Ona da hiç emin değilim. Ama HÜDA PAR’ın adını da önümüzdeki günlerde daha fazla duyacağa benziyoruz. 

Muharrem Palaz demiş ki: “MHP yine dışarıdan destek veriyor gibi gözüküyor, ancak devlette kadrolaşma konusunda AKP’den geri kalmıyor. Birçok bakanlıkta çok etkililer. Bahçeli neden elini taşın altına koymuyor?” Böylesi daha kolayına geliyor, öyle diyelim. Yoksa hakîkaten, dediğiniz gibi, birçok bakanlıkta ülkücü kadrolaşma çok önemli bir yerde.

Aras Kaya: “Yeni kabine muhâlif kesim üzerinde bile iyimser bir hava oluşturmuş. Erdoğan bunu nasıl başarıyor?” İyimser hava oluştuğuna ben tanık olmadım. Ama yani kabineye bakıp, “Eyvah, bu kabine de şöyle kötü, böyle kötü” de denmedi. Aslında çok da fazla anlaşılmadı. Çünkü çok insan tanınmıyor burada. Dolayısıyla bu, iyimser bir hava değil. Sonuçta şöyle: “Ya, bu kabinede kim olursa olsun çok da fazla anlamlı değil. Yine olay Erdoğan’la başlayıp Erdoğan’la bitecek” değerlendirmesi yapılıyor. Dolayısıyla Erdoğan’la başlayıp Erdoğan’la bitecek bir süreçte iyimser olabilmek çok fazla mümkün değil.

Evet, yavaş yavaş toparlayalım.

Erdem Azizoğlu: “Size saygım sonsuz, ama bu seçimin en büyük mağlûplarının siyâsî analistler olduğunu düşünüyorum. Nerede hatâ yaptınız?” Bakın, bu konu çok gündeme geldi, çok da dile getirdik. En büyük mağlûbun analistler olması diye bir şey olamaz. Mağlûp olmuş ya da yanlış çıkmış olabilir. Ama bu bir seçim ve seçimin en büyük mağlûbu aday olup kazanamayanlardır. Yani siyâsî partilerdir, adaylardır, milletvekili adaylarıdır, şunlardır bunlardır. Şu ya da bu, birtakım nedenlerle bunu yanlış okuyan kişilerin tabiî ki hatâlarını kabul etmesi, neden hatâ yaptıklarını anlatması vs. gerekir — ki ben kendimce bunu yapmaya çalıştım ve yaptığımı düşünüyorum, yine de yaparım sorun değil. Ama yani şimdi seçimi kaybetmiş birileri varken, kalkıp da, “u ya da bu şunu dedi” demek… Bakın, kamuoyu araştırma şirketleri ayrı bir şey; çünkü onlar bilimsel iddialı bir şey yapıyorlar. Dolayısıyla onlara yönelik eleştiriler farklıdır. Ama bir gazetecinin, yorumcunun yaptığı yorumların yanlış olduğunu söylemek ve bu yüzden onu izlememek, onu okumamak, onu eleştirmek… bütün bunlar anlaşılır; ama bu artniyetli vs. olan bir şey değil. En azından kendi şahsıma onu söylüyorum. Ben gittim, gördüm, çok dolaştım, çok ettim ve o gördüklerimden partilere değil, esas olarak aşağıdakilere bakarak bu sefer işin değiştiğini gördüm, öyle hissettim, öyle anladım — olmamış. Bunun olmamasının nedeni benim bunu böyle söylemiş olmam olamaz. Bunun olmamasının nedeni, bu seçime aday olarak girenlerin demek ki bâzı şeyleri tam olarak yapamamalarıdır. Tabiî ki bunu yapan, bunu söyleyen kişilerin yanlışları vs. vardır ve izleyici olarak, okuyucu olarak sizin de buna karşı bu tür yanlış yapanları, yanlış yaptığını düşündüğünüz kişilere karşı birtakım tepkiler geliştirmeniz, okumamanız, izlememeniz, destek vermemeniz bütün bunlar olabilir. Ama sonuçta esas olarak bakılması gereken olay siyâsî alandır. Siyâsî alanda esas olarak kim neyi yanlış yaptı?” diye sorgulamak gerekiyor. Ben bunu yapmaya çalışıyorum. Tatminkâr olur olmaz, onu bilemem. Yaptığım değerlendirmelerin doğrularının, yanlışlarının hesâbını kendime de veriyorum. Sizlerle de bunları paylaşıyorum. Ama bu olayın aktörü gazeteciler değil. Bize bu kadar şeyler yüklemeyin. Böyle bir gücümüz yok. Olmadı, olmayacak, olmasın da. Yani biz esas olarak aktörleri anlamaya çalışıyoruz. O aktörlere bakalım. 

Evet, burada noktalayalım. Bayağı verimli bir yayın oldu. Hepinize çok teşekkür ediyorum. Yarın iki tâne yayın yapacağım. Onları şimdiden söyleyeyim. Altan Tan ile seçimden önce bir yayın yapmıştık, bayağı bir konuşulmuştu. Altan yine Diyarbakır’dan İstanbul’a geldi. “Seçimden sonra Kürtler” başlıklı bir yayın yapacağız. Ve birçok kişinin özellikle istediği, bâzılarının da istemediği bir yayını yapacağım: Prof. Özer Sencar ile. Yarın onunla da, “Erdoğan nasıl kazandı?” başlığı altında bir yayın yapacağız. İkisini de şimdiden izlemenizi öneririm. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.