Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Daron Acemoğlu, Ruşen Çakır’ın sorularını yanıtladı: “Faizleri birden artırmak problem yaratabilir”

Ekonomist Prof. Dr. Daron Acemoğlu, Ruşen Çakır’ın sorularını yanıtladı. Acemoğlu, Hazine ve Maliye Bakanlığı’na atanan Mehmet Şimşek’in Türkiye’deki ekonomik sorunları tek başına düzeltemeyeceğinden ve hükümetin faiz politikasındaki muhtemel değişimlerin yaratacağı etkilerden bahsetti.

Ruşen Çakır sözlerine, Süleyman Demirel’in “Boş tencere iktidar götürür” sözlerini hatırlatarak başladı. Erdoğan’ın ekonomik sorunlara rağmen nasıl iktidarını koruduğunu sordu. Daron Acemoğlu, ekonomik sorunlara rağmen AKP ve Recep Tayyip Erdoğan’ın nasıl kazandığını anlattı: “1970’lere, 1960’lara, hatta 1980’lere ve 1990’lara gidersek, her ülkede ekonominin seçim sonuçlarına etkisi olduğunu görürüz ama bu giderek zayıflayan bir ilişki. Bunun nedeni de kutuplaşma. Türkiye özelinde, bu çok daha kuvvetli. Birkaç ana nedeni anlamak lazım. Hem Erdoğan dönemini anlamak için, hem de belki gelecek seçimler için bir ders niteliğinde. Ortada, kutuplaşmayan az insan var artık. Onlar ekonomiye göre sağa veya sola gidiyor artık. İkincisi, dünyadan daha kuvvetli bir şekilde, Türkiye medyası bağımsızlığını kaybetmiş durumda. Bilgiler, seçmene gitmiyor ve farklı şekilde ulaşıyor. Üçüncüsü, son dönemde ekonomi çok kötü durumda. Tüm Erdoğan dönemine bakarsanız, onun temsil ettiği gruplar için çok önemli adımlar atıldı: Altyapı, hastaneler, eğitim… Erdoğan seçmeni ekonomik acıyı hissetse de, büyük bir minnet de var. Sonuncusu da, AKP büyük bir yandaş hizmet ağı kurmuş durum da. Kendini destekleyenlere büyük bir kaynak akıtıyor. Bu dördünü bir araya koyunca, Erdoğan nasıl kazandı, daha iyi anlıyoruz.”

Acemoğlu, Mehmet Şimşek’in yeniden Hazine ve Maliye Bakanı olmasını da yorumladı: “Şu anki konjonktüre bakarsanız, seçim öncesi Erdoğan’ın ekonomi yetkililerine göre Mehmet Şimşek daha bilgili ve güven veren bir insan. Aynı zamanda ama, yabancı sermayede hala Türkiye hakkında optimist olma isteği var. Bir iyimserlik arıyorlar. Kısa dönemde iyimser bir hava esmesi normal. Şimşek ve grubu başarılı olursa, Türkiye için çok iyi bir şey. Benim de içtenlikle isteyeceğim bir şey. Soru, başarılı olabilirler mi? Anladığım üzere, Mehmet Şimşek tek başına gelmiş bir insan. Sistemde büyük bir değişim olmadı. Mehmet Şimşek gibi elli insan gelmedi bürokrasiye. Bana şu mesajı veriyor bu, Erdoğan ve grubu aktif bir şekilde ekonomi politikalarıyla ilgilenmeye devam edecek. Bu da bir soru işareti yaratıyor.”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan & Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek

Ruşen Çakır, Daron Acemoğlu’na iktidarın faiz politikasındaki muhtemel değişimlere ve yabancı yatırımcıların bundan “güvensizlik” duyma ihtimalini sordu. Acemoğlu, “Türkiye’de faizler reel olarak çok negatif. Ekonomi böyle sağlıklı gidemez. Enflasyon yüzde 45 desek, -30 düzeyinde faizler var reel olarak. Bu dünyanın hiçbir yerinde sürdürülebilir bir şey değil. Faizler birden artırmak, büyük problem yaratabilir. ABD’de iki banka battı böyle.” Ruşen Çakır, “Onlardan birinin yöneticisi de bizde Merkez Bankası’nın başına geldi” diyerek, Hafize Gaye Erkan’ı hatırlattı. Erkan, First Republic Bank’te, CEO olarak görev almıştı.

Erdoğan’ın yapısal sorunları için, iktidarın değişmesinin mi gerektiğini sordu. Acemoğlu: “İktidar değişse bile yapısal problemlerin nasıl düzeleceğinden emin değilim. En büyük yapısal problemin görüntüsü, Türk ekonomisinin verimliliğinde. Türkiye’de hemen hemen hiçbir ilerleme yok 2006’dan beri. Üretkenlik artmıyor. Teknolojik ihracatımızda ilerleme yok. Bunun nedeni de öncelikle kurumsal problemler. Rekabet düşük, yolsuzluk fazla, kaynaklar yanlış yere gidiyor, mesela inşaat sektörü kaynakları fazla yiyor. Eğitimi ve kalifikasyonu yüksek olan iş gücüne ihtiyacı var Türkiye’nin. İnşaat dışında sektörlere yapılan yatırımlar da düşük. Bunların düzeltilmesi için önce kurumların, yargının düzelmesi lazım. Bu kısa bir sürede çözülemez. İyimser olmak zor.”

Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi akşamlar. Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nden (MIT), dünyaca ünlü ekonomist Prof. Dr. Daron Acemoğlu konuğumuz. Kendisiyle, Mehmet Şimşek yönetimindeki ekonominin nereye gideceğini konuşacağız. Merhaba Daron. 

Daron Acemoğlu: Merhaba Ruşen, nasılsın? 

Ruşen Çakır: İyi olmaya çalışıyoruz diyelim. Geçen hafta sosyal medya hesâbından görüşlerini epeyce paylaştın. Onları biraz daha açmanı isteyeceğim. Çok önemli şeyler söylüyorsun. Ama öncesinde şunu sorayım: Süleyman Demirel’in “Tencere iktidar götürür” diye bir lâfı vardı. Dünyada da, seçmen tercihlerinde esas belirleyici olanın ekonomi olduğu tezi çok güçlü. Türkiye’de bu kadar büyük bir ekonomik sorunun ardından, 20 yılı aşkın bir iktidârın yine ayakta kalabilmesi, herhalde ekonomistler için ya da ekonomi siyâseti çalışanlar için çok ilginç bir vaka olsa gerek. Sen de bu ülkenin bir vatandaşı ve yakından izleyen birisi olarak, bu soruya nasıl bir cevap verirsin? Ne oldu da Erdoğan bu kadar ekonomik soruna rağmen yeniden iktidarda kalabildi?

Daron Acemoğlu: Burada hem Türkiye özelinde hem genel olarak dünya açısından çok önemli birkaç konu var. 1960’lı, 70’li yıllara dönersek, hattâ 80’lerde, 90’larda, dünyanın her ülkesinde, ekonominin seçim sonuçları üzerine çok büyük etkisi olduğunu görüyoruz. Ama bu, giderek zayıflayan bir ilişki. Bunun da nedeni biraz kutuplaşma ve belki de sosyal medya. Ya da medyanın bağımsızlığını kaybetmesinden dolayı, bilgilerin seçmenlere aynı netlikte ulaşmaması. Amerika’da olsun, Avrupa’da olsun, aynı gelişmeleri görebiliyoruz. Ekonominin seçim üzerindeki etkisi zayıflamaya başladı. 

Türkiye özeline baktığımız zaman bunun çok daha kuvvetli olduğunu görüyoruz. Bunun da belki birkaç ana nedeni var. Hem Erdoğan döneminin ana çizgilerini anlamak hem de bundan sonraki seçimler için bir ders olması açısından bunları anlamak çok yararlı. Tabiî bunları söylerken, “Ben bunları daha öncesinde gördüm. Seçim öncesinde çok net bir şekilde önümüzdeydi” demek istemiyorum. Hepimiz seçim sonrası bir arayış içinde bunu anlamaya çalışıyoruz. Bir kere, Türkiye’de kutuplaşma çok arttı. Kutuplaşma arttıkça, ekonominin seçimin üzerindeki etkisi daha da azalıyor. Çünkü bir kutuptakiler, zâten CHP’yi ya da muhâlefeti destekleyecek, diğer kutuptakiler de AKP’yi destekleyecek. Ortada kutuplaşmayan daha az insan kalıyor. Bir tek onlar ekonomiye göre sola ya da sağa gidiyorlar. 

İkincisi, dünyayla kıyaslandığında, dünyadan daha kuvvetli bir şekilde Türkiye’deki medya bağımsızlığını tamâmen kaybetmiş durumda. Böyle olunca, bilgiler seçmene net bir şekilde gitmiyor ve farklı yapılar içinde sunuluyorlar. Seçmenin ekonomiye bir tepki vermesinin nedeni… Çünkü bu konudaki bilgileri hem kendisi hissediyor hem de bunun sorumluluğunun politikacılarda olduğunu, basından ya da televizyondan görüyor. Türkiye’de bu yok. Deprem konusunda bile bu yok. Meselâ, Nisan ayı içerisinde sosyal medyada bir paylaşım görmüştüm. Bence bu konuyu çok iyi anlatıyordu. 1999 depremiyle, 6 Şubat depremindeki gazete manşetlerini gösteren bir paylaşımdı. 99 depremindeki bütün gazete manşetleri, “Bu, hükûmetin suçu. Binâları niye denetlemediler?” gibisinden başlıklarla çıkmıştı. 6 Şubat depreminde ise gazetelerde, “Bu, Allah’ın getirdiği korkunç bir depremdi. Hükûmet elinden geleni yapıyor” sonucuyla karşılaştık. Seçmenin karşısına bu şekilde gelince, seçmen bunu değişik bir şekilde anlıyor, değişik bir şekilde tepki veriyor ve bunun da tabiî ki seçim üzerinde çok büyük bir etkisi var. 

Üçüncüsü, yanlış ekonomi politikaları nedeniyle son dönemde ekonomi çok kötü durumda.  CHP’yi, İYİ Parti’yi destekleyenler, bunu görüyorlar ve vurguluyorlar. Ama aynı zamanda, Erdoğan döneminin bütününe bakarsanız, onun temsil ettiği gruplar için çok önemli adımlar atıldı: Altyapı, hastaneler, eğitim… Erdoğan seçmeni her ne kadar şu anda ekonomik olarak bu acıyı, ekonominin durgunluğunu, enflasyonu hissetse de, aynı zamanda, büyük bir minnet de hissediyor; bunu unutmamak lâzım. Sonuncu neden de, AKP, bir yandaş hizmet ağı kurmuş durumda. Kendi yerel organizasyonunu, devlet kaynaklarını çok iyi kullanarak, özellikle kendisini destekleyen gruplara, coğrafyalara, çok başarılı bir şekilde kaynak akıtıyor. 

Bu dört nedeni bir araya koyunca, bu kadar ekonomik zorluklara, deprem problemlerine rağmen Erdoğan’ın nasıl kazandığını daha iyi anlıyoruz.

Ruşen Çakır: Seçimden önce yapılan kamuoyu araştırmalarında, “Ekonomiden memnun musunuz?” sorusuna, %50’den fazlası “Hayır” cevâbı veriyordu. “Ekonomi sorunlarını muhâlefet çözer mi?” sorusuna da %50’den fazlası “Hayır” cevâbı veriyordu. Bir de olayın böyle bir yönü var.

Daron Acemoğlu: Doğru. Bunu da beşinci neden olarak koyabiliriz. Ama ben bunu medyayla da ilgili olarak görüyorum. Açık konuşursak, ben kendimi her ne kadar muhâlefete yakın hissetsem de, birçok açıdan söylediklerini beğensem de, ekonomi konusunda çok somut bir şey getirmediler. Ama senin söylediğin anket sonucu, bence medyayla da çok ilgili. Çünkü her ne kadar somut bir şey getirmiş olmasa da, muhâlefetin az çok söyledikleri AKP’nin şu andaki ekonomi programlarından çok daha iyi. Fâizlerin reel olarak bu kadar negatif olması, yapısal problemlerle ilgili hiçbir şey yapılmamasının, ekonominin kötü durumda olmasında çok büyük etkisi var. Ama medya bunu açık bir şekilde anlatmadığı için, hattâ “Muhalefet, özellikle CHP bu ekonomiyi yürütemez” kozunu çok oynadığı için belki de biraz böyle oluyor. 

Ruşen Çakır: Gelelim Mehmet Şimşek yönetimine. Sen geçen hafta sosyal medya hesâbında uzun uzun yazdın. Sırayla gidelim. “Mehmet Şimşek’in Hazîne ve Mâliye Bakanlığı’na atanması, birçok yabancı ve Türk yatırımcıda iyimser bir hava yarattı” dedin ve “Ama…” diye devam ettin. Bu iyimser havanın nedeni, Mehmet Şimşek’in o hep söylenen ortodoks ekonomi politikalarına yakın ve onun iyi bir uygulayıcısı olduğu önermesi midir?

Daron Acemoğlu: İki nedeni var. Birincisi, şu andaki konjonktüre bakarsanız, Erdoğan’ın seçim öncesindeki ekonomiden sorumlu yetkililerine kıyasla Mehmet Şimşek bu konuda daha bilgili, daha ortodoks ve hem deneyim olarak hem bundan önce yaptığı açıklamalar açısından daha güven verici bir insan. Ama şunu da unutmamak lâzım: Yabancı sermâyede, Türkiye ile ilgili bir iyimserlik isteği hâlâ var. Çünkü Türkiye çok büyük bir piyasa ve Türkiye’ye bir yatırımda bulunabilirlerse çok iyi. Şu anda gelişmekte olan ülkelerin hiçbirinde dinamikler çok iyi değil. O yüzden bir iyimserlik arıyorlar. Bunun ikisini bir araya koyarsak, kısa dönemde daha iyimser bir hava esmesi normal aslında.

Ruşen Çakır: Paylaşımlarında iki sorun ortaya koymuşsun. Birincisi, ipler Erdoğan’ın elinde. İkincisi, yerel seçimlere yönelik olarak, “Erdoğan ekonomide yine birtakım müdâhalelerde bulunabilir” diyorsun. 

Daron Acemoğlu: Evet. Önce şunu söyleyeyim: Mehmet Şimşek ve ekibinin başarılı olması Türkiye için çok iyi. Bu, benim içtenlikle isteyebileceğim bir şey. Birinci soru, başarılı olabilirler mi? İkincisi de, başarılı olmaları için hem kamuoyundan hem genelden onlara doğru ne tür bir baskı ve istekler olması lâzım? “Bu konuda biraz daha iyi düşünmemiz gerekir” şeklinde baktığım için bu paylaşımları yaptım. Problem şu ki, anladığım kadarıyla Mehmet Şimşek tek başına gelmiş bir insan. Sistemde çok büyük bir değişim olmadı. Yani Mehmet Şimşek ve onun gibi elli insan daha gelmedi bürokrasiye. Bu da bana, “Erdoğan ve grubu, hâlâ aktif bir şekilde ekonomi politikalarıyla ilgilenmeye devam edecek” mesajını veriyor. Hattâ onun grubundan birçok insan, hâlâ önemli yerlerde oldukları için etkileri devam edecek. Tabiî bu da soru işâreti yaratıyor: Ekonomi politikasında ne kadar büyük bir değişim olacak? İkincisi de, bugün olsa bile, yerel seçimler geldiği zaman ne olacak? Sonuçta Erdoğan cumhurbaşkanlığını kazandı. Çok büyük bir zafer bu gerçekten. Ne kadar yetenekli bir politikacı olduğunu gösterdi. 

Ama aynı zamanda bu, Erdoğan’ın kazandığı en zor seçim. Bu nedenle bundan sonraki yerel seçimlerin büyük bir önemi var. Yani gerçekten halk hâlâ Erdoğan’ı ve onun ajandasını destekleyecek mi? Ve yerel seçimlere geldiğinde, yine harcamayı artırmak, fâizleri düşürmek gibi politikalar öne çıkacak. Mehmet Şimşek tek başına ya da bir iki kişiyle geldiyse, onun daha rasyonel politikaları mı uygulanacak, yoksa bundan önceki cumhurbaşkanlığı seçiminde gördüğümüz politikalara mı döneceğiz?

Ruşen Çakır: Bu noktada, herkes burada 22 Haziran’ı bekliyor biliyorsun. Yabancı yatırım şirketleri fâiz artırımıyla ilgili %25 civârında rakamlar telaffuz ediyorlar. Sen, bunun önemli olduğunu, ama Türkiye’nin yapısal problemlerine bir katkısı olmayacağını söylüyorsun. Önce şunu sormak istiyorum: Fâizleri bilinçli bir şekilde bu kadar aşağıda tutan bir iktidârın, seçimi atlattıktan sonra hızlı bir şekilde fâizleri tekrar artırması, yabancı yatırımcıların gözünde bir güvensizlik yaratmıyor mu?

Daron Acemoğlu: Emin değilim. Ama şu anda Türkiye’de fâizler reel olarak çok negatif. Ekonomi bu şekilde sağlıklı gidemez. Enflasyon % 45 desek, neredeyse –30 düzeyinde fâizler var reel olarak. Bu, dünyanın hiçbir yerinde sürdürülebilir bir şey değil. O yüzden, fâizlerin güvenilir, daha normal bir şekle gelmesi gerekiyor. Ama bunu, meselâ harcamalarla ilgili, harcamaların nereye gittiği, kaynakların nasıl kullanıldığı gibi daha geniş bir çerçeve içerisinde görmemiz lâzım. Fâizleri birdenbire artırmak çok büyük problemler yaratabilir. Amerika’da bunun örneğini gördük. Amerika’da çok daha ufak bir fâiz artışı oldu ve iki büyük banka battı. 

Ruşen Çakır: Onlardan birisinin yöneticisi de Türkiye’de Merkez Bankası’nın başına atandı. 

Daron Acemoğlu: Bu batışın nedeni, buradaki bankaların suçu. Ama burada yapısal problemler de var. Fâizleri artırdığın zaman, özellikle bonolara yatırım yapmış bankaların bilançolarına negatif etkisi oluyor. Türkiye’de Hazîne bonoları bankalar için çok önemli. Birdenbire fâizleri artırdığınız zaman, bunun çok büyük etkileri olacak. Bunu hazırlıklı bir şekilde yapmak gerekiyor. Doğru kaynakları getirmek, hangi politikaları kullanıp bankalara destek vermenin gerektiğini, batık kredilerle nasıl uğraşacağını düşünmek lâzım. Bunun hazırlığı ne kadar yapıldı bilmiyorum. Ama bunları göze aldığınız zaman, zâten fâizleri birdenbire %40’a çıkartmak mümkün değil. 

Ruşen Çakır: Seninle daha önce yaptığımız yayınlarda ve Türkiye ile ilgili yaptığın bütün değerlendirmelerde, Türkiye’nin ekonomik problemlerinin daha çok yapısal olduğunu söylüyorsun. Bu paylaşımında da bunu vurguluyorsun. Özellikle 2006 senesinden beri, düşük kaliteli, teknolojik olarak ilerleme olmadan ve verimliliğin çok az arttığı bir büyümenin olduğunu söylüyorsun. Bunların hepsi AKP iktidârında oldu. Şimdi, bugün gelinen noktadan sonra, Erdoğan’ın bu yapısal sorunları çözme gibi bir vizyonu, vizyonu olsa bile bunu yapabilme kapasitesi var mı sence? Yoksa Türkiye’nin bu yapısal sorunları çözebilmesi için iktidârın da değişmesi mi gerekir?

Daron Acemoğlu: Ben, iktidar değişse bile, bu yapısal problemlerin doğru bir şekilde düzeltileceğine emin değilim. Çünkü bu yapısal problemler zor problemler. Bunların ne olduğunu biraz açayım, çünkü bunu anlamak önemli. En büyük yapısal problemi, aslında Türkiye ekonomisinin verimliliğine baktığımızda görüyorsunuz. Bu, Dr. Murat Üçer ile yazdığımız birkaç makalede vurguladığımız bir şey. Türkiye ekonomisinin verimliliğine baktığınızda, 2006 senesinden beri hemen hemen hiçbir ilerleme görmüyorsunuz. Yani üretkenliğimiz artmıyor. Türkiye’nin ihrâcâtına baktığımızda, teknolojik olarak ihrâcâtımızda da bir ilerleme yok. Bunlar sâdece Murat Üçer ve benim söylediğim şeyler değil. Türkiye ekonomisi üzerine çalışan birçok insanın analizleri de aynı görüşte. Örneğin, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları’ndan çıkan Çıkmaz Yol: Dünden Yarına Türkiye Ekonomisi kitabında yazılan birçok makalede, bu üretkenlik, verimlilik düşüşü ve Türkiye’deki ekonomik büyümenin düşük kaliteli olduğu vurgulanıyor. Bunun nedenlerinden birincisi, kurumsal problemler. Yani, kurumsal olarak rekabet düşük, yolsuzluk çok fazla, kaynaklar yanlış yere gidiyor. Örneğin, Türkiye’de inşaat sektörü kaynakların çoğunu yiyor. Tabiî ki Türkiye’nin altyapıya çok ihtiyâcı var. Ama inşaat sektörünün kaynakları bu kadar yemesi, verimliliği artırmıyor. 

Örneğin eğitim konusu. Türkiye’nin, eğitimi ve kalifikasyonu yüksek olan işgücüne ihtiyâcı var. Bu, tam tersine gidiyor. Yani eğitim düzeyi hızla iyileşmiyor. Yüksek eğitim veya lise eğitimi olsun, bunun kalitesindeki artış çok yavaş. İnşaat sektörü dışındaki sektörlere yapılan yatırımlar, örneğin teknoloji yatırımları ya da üretkenliği artıracak diğer yatırımlar çok düşük. Bunların düzeltilmesi gerçekten büyük bir proje. Aynı zamanda, kurumların düzeltilmesi, yargı sistemininiyileştirilmesi lâzım. Bankalar çok daha rasyonel kredi verecek, yolsuzluk azaltılacak, hükûmetin verdiği krediler ve desteklerin çok daha rasyonel bir şekle gelmesi lâzım. Bu çok büyük bir proje. Ben, bu konulara hemen, kısa bir sürede bir çözüm getirileceğini sanmıyorum. Ayrıca, bu düşük kaliteli büyüme Mehmet Şimşek döneminde çok hızlı bir şekilde devam etti. Bu problemlere daha önce, niye Mehmet Şimşek liderliğinde bir çözüm getirilmedi? O yüzden, yapısal problemlerin kısa sürede bir sonuca varacağı konusunda iyimser olmak zor. 

Ruşen Çakır: Sosyal medyadaki paylaşımında, “Türkiye’nin önündeki en büyük tehlike bir 10 sene daha böyle vasat bir şekilde devam etmesi. Bu arada nüfus da yaşlanacak” diyerek, bayağı karamsar bir tablo çiziyorsun. Bir ülkenin bu vasatta ilerlemesi nasıl bir şeye yol açabilir? Ama bir yandan da, Türk ekonomisinin potansiyelinin çok yüksek ve çok daha kaliteli olarak büyümesinin mümkün olduğunu da ifâde ediyorsun.

Daron Acemoğlu: Evet, potansiyel var aslında. Yani bu kadar yolsuzluk, kaynakların yanlış dağıtılması, bankacılık sisteminde kredilerin tamâmen devlet bankaları ve özel bankalar üzerinde baskıyla yanlış şekilde dağıtılması… Bütün bunlara rağmen Türkiye ekonomisi büyüdü. Bu, potansiyelin nerede olduğunu gösteriyor. Türk şirketlerine baktığınızda, yurtdışında da başarılı olan birçok şirket var. Ama Türkiye’de de çok dinamik, çok girişimci, genç bir toplum var. Genç nüfustan dolayı talep çok yüksek. Ayrıca, Türkiye stratejik konumu açısından Afrika, Asya, Ortadoğu ve Avrupa’daki küresel pazarlara erişim sağlayan bir noktada. İhrâcat için uygun bir merkez konumunda. Bu potansiyel orada. Ve Türkiye bu potansiyel sayesinde son 15 senede büyüyebildi. Ama vasat; çünkü gerektiğinin çok daha altında büyüyor. Ve bu büyüme üretkenlik getirmiyor, eşitsizliği azaltmıyor, ücretlerin yeterince artmasını sağlamıyor. Bugün Türkiye’de işçi sınıfı hâlâ fakir ve işçilerin büyük oranı hâlâ asgarî ücretle geçinmek durumunda. Asgarî ücret çok düşük. Çünkü üretkenlik yüksek değil. Üretkenliğin artması lâzım ki ücretler artsın, halk yoksulluktan çıksın, gizli işsizlik azalsın, istihdam daha fazla artsın. Bunlar için de üretkenlik ve verimliliğe, teknolojiye, yatırıma ve tabiî aynı zamanda eğitime ihtiyâcımız var.

Ruşen Çakır: İki hafta kadar önce İstanbul’da düzenlenen “Yakın Gelecekte Dünya ve Türkiye” konulu bir panelde konuştun ve orada da Yapay Zekâ konusunu gündeme getirdin. Bu, senin çok üzerinde durduğun bir konu. Sosyal medya paylaşımında, Yapay Zekâ teknolojisinin gelişmesinin bugünkü Türkiye’nin aleyhine olacağını söylüyorsun. 

Daron Acemoğlu: Evet, Yapay Zekâ, üzerinde çok çalıştığım bir konu. Simon Johnson ile birlikte yazdığımız Power and Progress: Our Thousand-Year Struggle Over Technology and Prosperity isimli kitabımız Mayıs ayında İngilizce olarak çıktı. Türkiye’de de Doğan Kitap tarafından Türkçeye çevrilerek sanıyorum Ekim veya Kasım ayında yayınlanacak. Bu konuya bayağı odaklanıyoruz. Bir tek Yapay Zekâ değil, dijital teknolojilerin hem Amerika’yı hem gelişmiş olan diğer ülkeleri hem de gelişmekte olan ülkeleri nasıl etkileyecekleri konusu üzerine çalışıyoruz. Bizim tezimiz, Yapay Zekâ başta olmak üzere, bu teknolojilerin değişik şekillerde kullanılmasının mümkün olduğu. Doğru kullanıldığında, Türkiye gibi bir ülkede üretkenliğe çok büyük katkıları olabilir. Ama şu anda gördüğümüz gidişâtın, iki nedenden dolayı Türkiye’nin aleyhine olacağını düşünüyorum. Nedenlerden birisi, Türkiye şu anda bu konuda çok aktif değil. Amerikan gazetelerine veya İngiliz gazetelerinde her gün, Yapay Zekâ ve bu tür yeni teknolojilerin neler getirdiğiyle ilgili bilgi verici birkaç makale görürsünüz. İnsanlar bunu anlamaya çalışıyorlar. Şirketler bu konuda yatırım yapıyorlar, öğrenciler bilgilenmeye çalışıyorlar. Ama Türkiye’de böyle değil. Biz başka şeylerle, “Seçim olmuş, enflasyon şu kadarmış” gibi şeylerle ilgileniyoruz. Tamam, bunlar çok önemli problemler; ama teknolojinin geleceğiyle ilgili çok az vurgu var. Bu bence, bir ülke olarak, büyük olasılıkla Yapay Zekâ’yı kullanmakta geriye kalacağımızı gösteriyor. 

İkincisi, şu anda Amerika’da Yapay Zekâ’nın gittiği yön, daha çok otomasyon. Zâten bahsettiğim kitabımızda, bu teknolojinin niye otomasyon değil de başka şekillerde kullanılması, yeni işler yaratması, insanların üretkenliğini artırması gerektiğinden söz ediyoruz. Ama eğer sâdece otomasyon yönünde giderse, özellikle robotlar ve Yapay Zekâ’nın birleşimi, Türkiye düzeyindeki orta gelirli birçok ülkenin ürettiği endüstriyel ürünlerin rekabetini artıracak. Örneğin Hindistan için bu daha çok servisler olacak. Türkiye ve Endonezya için hem servisler, daha da önemlisi endüstriyel ürünler için olacak. Bu da, gelen rekabetten dolayı, Türkiye’nin hızlı bir şekilde endüstriyelleşmesini zorlaştıracak. Zâten bu yüzden, Türkiye’nin önünde 10-15 senelik bir pencere olduğunu söylüyorum. Bu pencere içinde Yapay Zekâ’nın etkisi hâlâ düşük. Dünyadaki işgücü dağılımını tamâmen etkilememişken ve Türkiye nüfusu hâlâ gençken, bu 10-15 senelik pencereyi kullanmak çok önemli.

Ruşen Çakır: Bitirirken şunu sormak istiyorum: Daron Acemoğlu olarak, Mehmet Şimşek’in işleri nasıl götürdüğünü anlamak için, özel olarak nelere bakacaksın? 22 Haziran’daki fâiz artırımından başka birtakım şeylere de bakacağını düşünüyorum. Eşiklerden birinin yerel seçimler olduğunu söyledin. Başka eşikler var mıdır önünde? Yeni bir ekonomi modelini hayâta geçirip geçiremeyeceğini, başarılı olup olamayacağını anlamak için kıstasların, zamanlamaların nasıl olacak?

Daron Acemoğlu: En kısa vâdeli olarak, Türkiye’nin önünde büyük bir cârî açık var. Eğer doğru politikalara geçmezsek, bu cârî açık ve rezervlerin giderek azalması, önümüzdeki 6 ay içinde çok büyük bir problem. Yani ekonominin yapması gereken ilk şey, böyle bir krizi ortadan kaldırmak. Önümüzdeki 6 ay içinde buna bakmamız lâzım. Rezervlerin düşüşü duruyor mu? Enflasyon ne oluyor? Bunlar çok önemli. 

Peki bu konuda gerçekten doğru adımlar atıldığını anlamak istiyorsak nelere bakmamız gerekir? Açıkçası bilmiyorum. Sonuçta, bir hükûmetin iç dinamiklerinin nasıl geliştiğini dışarıdan görmek çok zor; ama meselâ ben Mehmet Şimşek’le berâber, ne tür bir yeni kadronun geleceğini bilmek isterim. Mehmet Şimşek ve bir iki isim daha geldiyse ve başka kadrolarda hiçbir değişim olmadıysa, bu, vitrinsel bir değişim demektir. İkincisi, daha derin problemler konusunda neler yapacaklar bunu görmek isterim. Örneğin, bankaların bilançoları. Çünkü negatif reel fâizleri, negatiflerden sıfıra doğru getiriyorsak, bunun bankalar üzerinde etkisi ne olacak? Bankalar üzerindeki bu etkiyi nasıl karşılayacağız? Batık kredilerle nasıl başa çıkacağız? Bu konuda bir plan yoksa bir şey yapılmıyor demektir. Bunlara bakmak lâzım.

Ama daha da önemlisi — ki benim vermek istediğim mesaj bu: Bir tek kısa dönem fâiz-enflasyon değil, yapısal problemlere odaklanmamız lâzım. Eğer bunu şu andaki hükûmette olan iktisatçılar ve politikacılar yapmıyorsa, basından ve kamuoyundan yapısal problemlere çözüm getirilmesi için destek ya da daha fazla talep gelmesi lâzım. Çünkü Türkiye’nin büyümesi, kalitesini artırması, refahı için çok önemli. 

Ruşen Çakır: Ama bütün bunların olabilmesi için, hakîkaten basının, medyanın özgür ve bağımsız olması gerekiyor. En önemli sorunlarımızdan birisi de bu. Bayağı zihin açıcı bir sohbet oldu yine. Çok teşekkürler Daron. 

Daron Acemoğlu: Ben teşekkür ederim Ruşen.

Ruşen Çakır: Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nden Prof. Dr. Daron Acemoğlu ile Mehmet Şimşek yönetimindeki ekonominin neler yapıp neler yapamayacağını, ekonominin nereye gideceğini konuştuk. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.