İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, Ruşen Çakır’ın sorularını yanıtladı.
Tunç Soyer, Ekrem İmamoğlu ile ne konuştu? Seçim sonuçlarını, CHP ve muhalefetin seçim sonrası içinde bulunduğu durumu nasıl değerlendiriyor? CHP’de kurultay yerel seçimden önce mi yapılmalı, sonra mı? İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na tekrar aday olmak istediğini söyleyen Tunç Soyer yerel seçimler için ne düşünüyor?
Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer canlı yayın konuğumuz. Kendisiyle İzmir’i, ama daha çok Cumhuriyet Halk Partisi’ni konuşacağız. Merhaba Tunç Soyer.
Tunç Soyer: Merhabalar Ruşen Çakır.
Ruşen Çakır: CHP’de “değişim” kavramı var; seçim sonrası çok telaffuz ediliyor. Sizin kaleme aldığınız uzun bir metinde de bu değişim kavramı vardı. Ama seçimin birinci turunun ardından bunu ilk dile getiren Ekrem İmamoğlu’ydu. Siz de Ekrem İmamoğlu ile geçtiğimiz günlerde bir araya geldiniz. Bununla ilgili birtakım açıklamalarınız da oldu. Yine oradan başlayalım. Ne konuştunuz İmamoğlu’yla? Tabiî ki CHP ile ilgili şeyler de konuştunuz. Nerelerde benzeşiyorsunuz, nerelerde farklılaşıyorsunuz?
Tunç Soyer: Tahmin edeceğiniz gibi değişimi konuştuk. Ama bizim özellikle konuşma sebebimiz: Medyada söylediklerimiz üzerinden birbirimizi anlamaya çalışmak doğru değil. Çünkü onlar sonuçta bir algıyı yaratıyorlar. Oysa biz birbirimizin gözünün içine bakarak, birbirimizi dinleyerek anlamak mecbûriyetindeyiz diye düşündük. O nedenle bir araya geldik ve değişimden ne anladığımızı, Cumhuriyet Halk Partisi’ndeki değişimin nasıl bir değişim olması gerektiğini, mevcut durumun ne olduğunu, bunun tespitini, üç aşağı beş yukarı bunları konuştuk.
Ruşen Çakır: Peki Tunç Soyer nasıl görüyor? Şu anda bir seçim yenilgisi var. Ama açıkçası, seçim yenilgisini yaşayan CHP tabanında, bu yenilgiye denk gelecek adımların atılmadığı yolunda da çok güçlü eleştiriler var. Seçimden bu yana, özellikle ikinci turdan bu yana geçen süre içerisinde yaşananlara baktığımız zaman, bir muhâsebenin sağlıklı bir şekilde ilerlediğini söylemek mümkün mü?
Tunç Soyer: Benim “Yeni Siyâset Belgesi – İzmir Duruşu” adını verdiğim o metni yazma sebebim de aslında bu sorunun cevâbı. Önce şunu söyleyeyim müsaade edersen: Gerçekten ikinci bir yüzyıla giriyoruz. Yani Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra, bir yüzyıl geride bırakılıyor ve yeni bir yüzyıla giriyoruz. Bu yeni yüzyıla girerken, yüz yıl boyunca Cumhuriyet Halk Partisi bu devletin kurucu ilkelerini târif etmiş, kurucu bir parti olmuş ve yüz yıl boyunca da aslında bu değişimi hep yaşamış. Yani Cumhuriyet Halk Partisi’nin 100 yıllık varlığının sırrı, tek bir sözcükle ifâde edilecekse aslında “değişim” olmuş. CHP, değişe değişe bugüne kadar ayakta kalmayı başarmış bir parti.
“Değişim” benim îcat ettiğim bir sözcük değil. Aslında hayatta iki tâne böyle sihirli sözcük var: “değişim” ve “gelecek”. Değişim o iki sözcükten birisi. Kısacası gerçekten ciddî bir değişime ihtiyaç var. Bu, hem Türkiye’nin kendi içindeki dinamikler nedeniyle böyle, hem bütün dünyada yaşanan iklim krizi, giderek otoriter ve popülist iktidarların güç kazanıyor olması ve benzeri nedenlerle, bir değişime ihtiyaç var. Bu değişim Türkiye’yi ve dünyayı doğru anlamak, doğru okumak ve buna dâir doğru çözümler üretmek anlamına da geliyor.
Dediğin gibi, Cumhuriyet Halk Partisi bir yenilgiyle çıktı bu seçimden, doğru. Bu süreç içinde, toplumun siyâset mekanizmasının önünde yol aldığını hep söylemiştik. Toplum aslında siyâset mekanizmasının dinamiklerinin daha önünde ve âdeta biraz onları belirleyen bir duruş sergiliyor. Aslında belki de toplum bir nesne olmaktan çıktı ve bir özne hâline geldi. Bu şu demek: Örneğin, Motorlu Kara Taşıtları Vergisi diye bir şey çıktı. KDV %18’den %20’ye çıktı, %8 olanlar %10’a çıktı, 8’den 20’ye çıkan kalemler var. Bütün bunlar olup bitiyor ve biz Cumhuriyet Halk Partisi’nin kendi içinde yaşaması gerekenleri; içeriğinin, felsefesinin, ideolojisinin ne olması gerektiğini; bunu hayâta geçirecek yöntemlerin ne olması gerektiğini konuşuyoruz. Biz bunları konuşarak, aslında topluma siyâsî önderlik etme irâdesini bir tarafa bırakmış oluyoruz. Şu anda toplum çok büyük bir öfkeyle, çok büyük bir hayal kırıklığıyla, içine düştüğü yüksek enflasyon, hayat pahalılığı gibi sorunlarla kendi başına mücâdele etme telâşında. Tam da bu noktada, toplumdaki değişim beklentisini, bütün bu ekonomik sorunlarla, siyâsî sorunlarla başa çıkma irâdesini doğru hedeflere yönlendirecek ve buradan da doğru çözümlerle buluşturacak mekanizmalara ihtiyaç var. Değişim talebi ve beklentisi tam da hayâtın şu ânında karşımıza çıkıyor. Mesele heyetlerin, liderlerin, yapının, kurumların değişmesinden ibâret değil. Bakış açısının, perspektifin ve felsefenin değişmesi gerekiyor ki doğru anlayabilelim, bu dinamikleri doğru tespit edelim ve bunlara dâir çözümler üretebilelim.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Özetle, soruya dönersek: Evet, Cumhuriyet Halk Partisi ciddî bir değişimin eşiğinde ve bu değişim, Cumhuriyet Halk Partisi yüz yıl boyunca olduğu gibi, bu ülke ikinci yüzyılına girerken de, yine doğruları söyleyen, doğru çözümler üreten ve insanların refâhını, insanların özgürlüklerini, mutluluğunu güvence altına alan bir irâdeyi ortaya koymak zorunda.
Bunun iki ana başlığı var: birincisi içerik, ikincisi yöntem. İçerikle ilgili neler olması gerektiğini yayınladığımız o bildiride ifâde etmeye çalıştık. Yöntemle ilgili, delege sistemi, üyelerin genel başkana kadar tüm yapıları belirleyebilecek hâle getirilmesi gibi birçok öneri var; bunların olması lâzım. Ama bu, tek başına, benim ortaya koyduğum bu belge çerçevesinde kalacak bir şey değil. Tam tersine, bu süreç bir ortak akıl inşâsını gerektiriyor. Yani daha çok birbirimizi duyup dinlemeliyiz, daha çok birbirimizi anlamalıyız ve buradan da ortak akılla çözümler üretmeliyiz.
Ruşen Çakır: Şimdi en önemli husus yerel seçimler ve doğrudan sizi de ilgilendiriyor bu. En büyük yoğunlaşma da, değişim tartışmaları, “Yerel seçimlere nasıl girmeli?” tartışmalarıyla berâber sürüyor. CHP nezdinde çok temel bir soru ortaya çıktığı çok açık. Kurultayı yapıp yeni yönetimle yerel seçimlere girmek mi? Yoksa bu şekilde yerel seçimlere girip yerel seçimlerden sonra kurultaya gitmek mi? Bu, doğrudan sizi de ilgilendiren bir seçenek. Hangisi daha gerçekçi?
Tunç Soyer: Aslında tam da bunu söylemeye çalışıyorum. Bu kısmı partinin yönetici kadrolarının kararlaştırdığı, belirlediği bir tablo. Buna benim söyleyeceğim bir şey olamaz; biz o karar mekanizmaları içinde değiliz çünkü. Ben İzmir Büyükşehir Belediyesi olarak hizmete devam edip, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin seçimlere hazırlanması konusunda yapmam gerekenlere konsantre olmak istiyorum. Biraz önce ifâde ettim; bir kere daha söyleyeyim: Benim değişimden anladığım, parti içindeki heyetlerin, liderin, yapıların nasıl değişeceğine dâir öngörülerim var, ama bu değişimle bitecek bir şey değil. Bu değişim sâdece metodolojiyle ilgili bir şey, ama bizim içerikle ilgili değişimi konuşmamız lâzım. “Niye yenildik? Ne yapmalıydık da yenilmemeliydik? Bundan sonra ne yapmalıyız? Nasıl bir perspektifle hayâta bakmalıyız?” Bu konular üzerinde durmalıyız.
Somut olarak söyleyeyim ne demek istediğimi: İttifak süreçleri boyunca, partiler birbirlerinin görüşlerini, bakışlarını törpülemeye gayret ederek ortak zeminlerini büyütmeye çalıştılar. Başka türlüsü de olabilirdi diye düşünüyorum. Partiler birbirlerini törpülemeye gayret etmeden, gerçekten hayâta dâir, siyâsete dâir ne diyorlarsa, onu bütün açıklığıyla, berraklığıyla ve tamâmıyla ortaya koymalıydılar. Bu ittifak, farklılıklarıyla bir araya gelen bir ittifak olabilirdi. Daha iyi anlaşılsın diye örnek vererek ifâde edeyim: Böyle bir ittifak süreci Türkiye için çok büyük bir ihtiyaçtı. Bu kadar ötekileştirilen, ayrıştırılan bir toplumda, farklılıkların bir araya gelerek ortak irâde koyması son derece kıymetliydi — bunu bir tarafa koyalım. Ama bizim, bu süreç nedeniyle ne söylediğimiz, nasıl baktığımız, nasıl çözümler ürettiğimiz kaybolup gitti; yani net olarak anlaşılamadı. Bizim, hem ne söylediğimizi, ne düşündüğümüzü, nasıl çözümler ürettiğimizi daha net anlaşılacak biçimde duruşumuzu gözden geçirmemiz lâzım; hem de 21. yüzyıla girerken, yani Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında, bu partinin altı ilkesi, Mustafa Kemal Atatürk’ün bıraktığı mîras, sosyal demokrasi, sol politikalar, emekten yana, haktan yana, adâletten yana, eşitlikten yana politikalar nasıl olmalı, nasıl târif edilmeli, bunlar üzerinde kafa yormalıyız. Yoksa kurultay seçimden önce mi olur, seçim bittikten sonraya mı bırakılır, gerçekten işin bu kısmıyla çok ilgilenmiyorum. Bizim öncelikle kafa yormamız gereken mesele, toplumun şu can yakıcı sorunlarla boğuştuğu dönemde, biz ne demeliyiz, nasıl örgütlenmeliyiz, nasıl toplumdaki o değişim beklentisini karşılayacak çözümler ortaya koyabiliriz, toplumdaki bu büyük hayal kırıklığını ve bu büyük öfkeyi nasıl ortadan kaldırırız da yeniden bir umut hâline getirebiliriz, bunun üzerinde çalışmalıyız diye düşünüyorum.
Ruşen Çakır: İttifaktan bahsettiniz. Bu gerçekten özellikle CHP tabanında çok tartışılan bir husus. Seçimlerden sonra, ittifâkın meselâ milletvekili seçimlerinde CHP’ye ne kadar katkısı olduğu, cumhurbaşkanlığı seçiminde Kemal Kılıçdaroğlu’na ne kadar katkısı olduğu konusunda bayağı rahatsızlıklar, şikâyetler var. Beklentiler karşılanmamış. Bir örnek vereyim: Millet İttifâkı ilk büyük mitingini İzmir’de yaptı. Ben de yerinde izledim. Çok büyük bir kalabalık vardı ve kalabalığın büyük bir çoğunluğu da CHP seçmeniydi, bu belliydi. O mitingde bütün partiler sırayla konuştular ve birçoğu, CHP lideri ve aynı zamanda cumhurbaşkanı adayı olan Kemal Kılıçdaroğlu’ndan belki iki katı daha fazla konuştular. Biz gazeteciler bunu kendi aramızda espri konusu yaptık, ama sonuçta dönüp bakıldığı zaman, bu ittifak meselesinin normlarını oluştururken çok hatâlar yapılmışa benziyor. Seçim ânında İzmir’de siz bunu nasıl yaşadınız bilmiyorum, ama bu miting bunun çok çarpıcı bir örneğiydi. Kemal Kılıçdaroğlu, diğer partilerin örgütledikleri birtakım yerlerde, kendine yabancı kalabalıklara konuşamadı pek. CHP tabanının oluşturduğu kalabalıklara, genellikle diğer parti liderleri konuştu. Yani CHP bir anlamda çok fazla bir şey alamadı, tersine veren oldu gibi bir durum ortaya çıkıyor.
Tunç Soyer: Evet. Ama bence asıl alınan şey, bu kadar ayrıştırılmış, bu kadar parçalanmış bir iklimde, bir arada olmayı başarmış olmaktı. Bu, Türkiye Cumhuriyeti târihinin en önemli kazanımlarından biridir. Saadet Partisi ile, Gelecek Partisi ile Cumhuriyet Halk Partisi’nin, daha ortada bir hükûmet yokken, daha ortada bir yönetim irâdesi, yönetim mekanizması konmamışken, âdeta bir koalisyon yaparak, “Ortak Politikalar Mutâbakat Metni”ni yazmış olmaları, 2000 küsur maddelik bir manzûmeyi ortaya çıkartmış olmaları, o bahsettiğiniz eksiklikler, aksaklıklar, kusurlardan çok daha temel bir kazanımdı diye düşünüyorum. Bunları inkâr ettiğim için değil; bunlar hepimizin, sizin olduğu kadar bizim de dikkatimizi çeken eksiklikler. Cumhurbaşkanı adayı tabiî ki daha fazla konuşmalı, tabiî ki ona daha geniş yer ayrılmalı. Buradaki eksiklikleri görmemek mümkün değil. Milletvekilleri dağılımında da, yapılan adaylık kampanyası sürecinde de birçok eksiklikler bulabilirsiniz; bunların hepsi doğru. Ama ben bu kısmından daha önemlisinin, o ittifâkın uzunca bir süre ayakta tutulması, bunun için karşılıklı fedâkârlıkların yapılmış olması ve sonuçta da ortaya bir “Ortak Politikalar Mutâbakat Metni”nin çıkmış olmasını görüyorum. Ama sonuçta kaybedildi, demek ki bazı hatâlar vardı. Tabiî ki o hatâların üzerinde de çalışmak lâzım.
Ama şunu da asla unutmamak gerekiyor: 20 yıllık bir iktidarla, bir “parti devleti” kurmuş bir iktidarla başa çıkmak da hiç kolay değildi. Olağanüstü eşitsiz koşullarda yürütülen bir rekabet, bir yarış vardı. Ve bu yarış, bu rekabet, çok zor şartlarda sürdürüldü. Hep dile getirilen örnekleri sıralamama gerek yok, ne demek istediğim anlaşılmıştır.
Ruşen Çakır: Önümüzdeki yerel seçimler için “Yine ittifaklar olur mu?” meselesi tartışılmaya başlandı ve değişim tartışmalarıyla paralel gidiyor: HDP, olmayacağını çok net olarak söylüyor. İYİ Parti tam olarak açık bir mesaj vermiyor. Bildiğim kadarıyla siz ikinci kez aday olmak istiyorsunuz İzmir’de.
Tunç Soyer: Doğru.
Ruşen Çakır: Yeni dönemde, meselâ karşınızda İYİ Parti’den, HDP ya da Yeşil Sol Parti’den adaylar olması sizi zorlar mı? Yoksa geçen seferki gibi bir ittifak çerçevesinde girmeyi mi tercih edersiniz?
Tunç Soyer: İttifaklar olması tabiî ki kolaylaştırıcı ve tabiî ki doğru bir çözüm. Ama yerelin merkez seçimlerinden önemli bir farkı var; o da şu: Biz herkesi kucaklamak mecbûriyetindeyiz. Bir belediye başkanı adayı iseniz, o şehirde yaşayan herkesin belediye başkanlığına tâlipsiniz demektir. Yani ben o ittifâkı, kurulsa da kurulmasa da, seçmen nezdinde kurmayı başarmak mecbûriyetindeyim. Bütün İzmirlileri iknâ etmeye çalışmak mecbûriyetindeyim. Bütün İzmirlilerin sempatisini, sevgisini, oyunu kazanmaya çalışmak mecbûriyetindeyim. O nedenle özetleyerek bitireyim: İttifak olması tabiî ki doğru bir şey. Bu, Türkiye’deki demokrasi kültürünün güçlenmesi anlamında bile tek başına doğru. Ama bu olmasa da, zâten adaylık kampanyasında seçmende ittifâkı başarmak mecbûriyetindeyim.
Ruşen Çakır: İzleyicilerle birlikte yaptığım yayınlarda, çoğunlukla sorulan bir soru var: “CHP İstanbul’u, Ankara’yı, Adana’yı, Antalya’yı, Mersin’i tekrar alabilir mi?“ “İzmir ve Aydın nasıl olsa alınır” diye düşünülüyor ama, tek tük de olsa, “Böyle giderse İzmir ve Aydın da kolay olmayabilir” diyen az sayıda insan da var. Böyle bir ihtimal var mı hakîkaten?
Tunç Soyer: İzmirli seçmene büyük bir haksızlık yapılıyor. Sanki, “Aday kim olursa olsun, İzmirli seçmen Cumhuriyet Halk Partisi adayına oy verir” gibi bir algı var. Bir kere bu doğru değil. İzmir’de hiçbir zaman böyle olmamış. Mesela Burhan Özfatura, bir dönem ANAP’tan, bir dönem Doğru Yol Partisi’nden başkanlık yapmış. Genç Parti’nin aldığı %17 oyu hiçbirimiz unutmuyoruz. Yani ne İzmir’de ne Aydın’da ne Muğla’da ne bir başka yerde, Cumhuriyet Halk Partisi’ne gözü kapalı oy veren bir seçmen yok. İzmirli seçmen de Aydın’daki seçmen de tabiî ki çantada keklik değil. Ama ben şuna inanıyorum: İzmir, İktisat Kongresi ile kurtuluşun, kuruluşun şehri dediğimiz bir târifle, yüz yıl boyunca hep Anadolu’nun öncülüğünü üstlenmiş bir şehirdir. İzmir’in Cumhuriyet Halk Partisi’yle bir kader ortaklığı olmuştur. Yani bu târif böyle yapılmasa da, Cumhuriyet Halk Partisi’nin yol haritasıyla İzmir’in izlediği yol çok yakındır. O nedenle ben, İzmirli, Aydınlı, Adanalı veya İstanbullu seçmenin, Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına girerken, Cumhuriyet’i demokrasiyle taçlandırmak hedefinden vazgeçmeyeceğini düşünüyorum. Bütün öfkesine, bütün hayal kırıklığına, bütün yenilmişlik duygusuna rağmen, ikinci yüzyılda da yine aydınlık bir Türkiye yaratmak için elinden ne geliyorsa yapacaktır. Bizim de görevimiz onun güvenine lâyık olmaya çalışmak ve onun bu toplumsal irâdesini sâhiplenerek doğru çözümler üretmek olacak. Özetle: Tabiî ki Cumhuriyet Halk Partisi seçmeni İzmir’de çantada keklik değildir; ama İzmirli seçmen, aydınlık bir gelecek tasarımından asla vazgeçmeyecektir.
Ruşen Çakır: Peki, Tunç Soyer ikinci kez neden aday olmak istiyor? Çünkü CHP’nin geleceğinde de adınız geçiyor. Milletvekili olmanız konusunda ya da Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı seçilmesi durumunda başka görevler verilebileceği konuşuluyordu. Ama anladığım kadarıyla siz yeniden ikinci kez belediye başkanı olmak istiyorsunuz. Nedeni nedir? Yarım kalan bir şeyler mi var? Yani yerel siyâset yerine genel siyâsete yönelmeyi neden düşünmüyorsunuz?
Tunç Soyer: Bir kere çok ilkesel bir târifim var. Bunu Seferihisar belediye başkanıyken de yapıyordum. Hayat yerelde akıyor. Dünyanın ve insanlığın geleceği, bir şehirler dünyası olacak. Yerelde üretilen çözümler insanların derdine derman oluyor. Yerelde üretilen çözümler, insanların daha çok peşinde koştuğu çözümlerdir. Ben, yerelin gücüne ve geleceğine çok inanıyorum. Birinci neden bu.
İkinci neden, bu 4,5 yıl hakîkaten çok zor koşullarda geçti. Pandemi, İzmir depremi, ardından 6 şubat depremi, ekonomik krizler, siyâsal krizler… Bu süreç çok sıkıntılı geçti. Adaylık döneminde vâdettiklerimizi hayâta geçirmek için canla başla mücâdele verdik. Önemli ölçüde de bunları başardık. Ama başlattığımız, fakat istediğimiz hızda yürümeyen, yürütebileceğimiz çok iş var. “Sâkin sularda iyi kaptan çıkmaz” derler ya; biz o kadar dalgalı sularda, o kadar zor koşullar altında mücâdele ettik ki çok şey öğrendik, çok şey kazandık. Bu kazanımları ve deneyimleri bir dönem daha yapabilirsem, çok daha güçlü bir biçimde hayâta geçireceğime inanıyorum.
Ruşen Çakır: Ama bir gazeteci olarak şunu çok iyi biliyorum ki CHP’de İzmir belediye başkanlığı aday adaylığı için, herhalde çok hevesli, niyetli, kulis yapan çok kişi olacaktır.
Tunç Soyer: Doğru. Mutlaka olur, çokça olur. Bakalım. Ben de adaylardan biriyim, öyle diyeyim.
Ruşen Çakır: Peki yayını bitirmeden şunu da sorayım: İzmir’de mağazalarda Arapça tabelaların kaldırılması meselesi var. Bu olay medyaya yansıdı. Kimileri alkışladı, kimileri eleştirdi: Nedir bu olay? Belediyenin bir icraatı mı? Belediyenin ise neden böyle bir karar alındı? Yoksa doğrudan İçişleri Bakanlığı’nın, Valiliğin bir uygulaması mı?
Tunç Soyer: Hayır, bu, belediyenin bir uygulaması. Şöyle açıklayayım: Yabancı dildeki bir tabelayı indirmek, çok marjinal ve çok ekstrem bir durum olarak anlaşılıyor. Meselâ Almanya’da Kreuzberg’te de her tarafta Türkçe tabela var, orada kimse Türkçe tabelaları indirmiyor veya Van’da Farsça çok tabela var, çünkü İranlılar geliyor ya da Antalya’da Rusça tabela var meselâ, ama kimse Rusça tabelaları indirmiyor. Peki, biz niye Arapça tabelaları indirdik? Bu verdiğim örneklerde, tabelalar teşvik için yapılır. Niye Farsça tabela asarsınız? Daha çok İranlı gelsin, turizm daha çok büyüsün diye. Antalya’da bir restoran niye Rusça tabela asar? Rus turistler daha fazla memnun olsun, daha fazla gelsin diye. Ama İzmir’deki durum öyle değil. İzmir’de Arapça tabelalar teşvik için asıldığı takdirde, yanlış sonuçlar doğurabilir. Biz, açık sınır politikasıyla ülkeye gelen ve hiçbir biçimde bir doğru politika ile gelecekleri tasarlanmamış yüz binlerden bahsediyoruz. Ne eğitimleri ne barınmaları ne sağlıkları… Hiçbir konuda çözüm üretilmesi düşünülmemiş bir politikasızlık hâkim. Sâdece rakamları biliyoruz, adet biliyoruz yani. Ne yazık ki bu politika, aslında politikasızlık gibi gözüken şey, sadece Avrupa ile, Batı ile ilişkilerde bir koz olarak kullanılacak bir enstrüman hâline getirilmiş; insânî açıdan hiçbir şekilde değerlendirilmemiş. O nedenle de tamâmen boş bırakılmış bir alandan bahsediyoruz.
Benim iki sene önce söylediğim, “Bu insanlar buradaysa, biz bunlarla birlikte yaşamayı hazmetmeliyiz ve bunların bir biçimde topluma entegrasyonunu sağlamalıyız” diye bir cümlem vardı. Çünkü eğer böyle bir politikasızlık iklimi varsa, eğer bunların hiçbir şekilde nerede nasıl yaşayacakları düşünülmemişse, o zaman, bu insanların toplum hayâtında ciddî bir tehdit hâline gelmesi gündeme geliyor. O zaman bunların önünü kesecek, bir tehdit veya tehlike hâline gelmesini engelleyecek yerel politikaları uygulamak zorundayız. İki sene öncesinde böyle bakmıştık. Ama bu iki sene boyunca, politikasızlığın uğrattığı sonuçların giderek arttığını ve daha rahatsız edici, toplum düzenini bozucu bir hal almaya başladığını gördük.
Üstelik başka bir şey daha oldu: Geriye dönüşleriyle ilgili, toplumda ve devlet mekanizmaları içinde birtakım çözümler konuşulmaya başlandı. Muhâlefet partileri de, iktidar partisi de, geri dönüşle ilgili birtakım çözümler ortaya koymaya başladı. O zaman, tabela meselesine dönersek, bizim burada kalışı teşvik edecek adımlar yerine, o teşviki ortadan kaldıracak çözümler üzerine gitmemiz gerektiğini düşündük. Özetle: “Eğer tabela bir teşvik aracıysa, biz teşvik etmemeliyiz” dedik. Bu kadar basit.
Ruşen Çakır: Yayını tekrar CHP ile bitirelim. Değişim konusunu, içerikte ve yöntemde değişim olarak ifâde ettiniz. Diyelim ki CHP bunu gerçekleştiremedi. Nasıl bir Türkiye ile karşılaşacağız?
Tunç Soyer: Türkiye çok zor bir ülke hâline gelecek. Çünkü muhâlefeti biçimlendirmiş ya da yerelde de yenmiş bir iktidar, denetim ve kontrol mekanizmaları tamâmen ortadan kalkmış bir güç kazanmış olur. Bu, demokrasi için, bu ülkenin selâmeti için, gelecek nesiller için, çocuklarımız için de çok büyük bir karanlık demektir. Mutlaka denge kontrol mekanizmalarını sağlayacak bir güçlü muhâlefete ve güçlü yerel yönetime ihtiyaç var. O nedenle, mutlaka yerel seçimleri kazanmak mecbûriyetindeyiz. Ben kazanacağımıza inanıyorum. Çünkü toplum siyâset mekanizmasının önünde. Benim burada söylediğimden çok daha fazlasını, çok daha doğrusunu içinde barındıran bir büyük beklenti var.
Ruşen Çakır: Çok teşekkürler Tunç Soyer. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’le İzmir’i, ama esas olarak CHP’yi konuştuk. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. İzleyicilerimize de teşekkürler, iyi günler.
Tunç Soyer: Çok teşekkürler, iyi günler.