Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Tarikatlar dine dönebilir mi? Menzil örneği

Menzil Cemaati’nin üçe bölünmesinin ardından başlayan tartışma, büyük kardeş Saki Erol’un Serhendî Vakfı’nı kurmasıyla devam ediyor. Serhendî Vakfı, Semerkand Vakfı, TÜMSİAD, Beşir Derneği ve GENÇKON ile ilişiğini kestiğini duyurdu ve müritlerine dergahlarda artık para toplanmayacağı talimatını verdi. Ruşen Çakır, bu yayında “Menzil tarikatı dine dönebilir mi?” sorusuna yanıt aradı.

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. Bugün tarîkatlardan söz etmek istiyorum, özellikle de Nakşibendîliğin Menzil kolundan. Biliyorsunuz, Menzil’in şeyhi Abdülbaki Erol 12 Temmuz’da öldü. Yerine üç oğlu birden atandı — öyle söyleyelim. Sağlığında içlerinden herhangi birini özel olarak göstermediği için ve üç oğluna birden –tüm oğullarına değil, sâdece üç oğluna, daha fazla oğlu var– halifelik verdiği için, tarîkat üç oğul tarafından bir şekilde paylaşıldı, ilginç bir olay oldu. 

Daha yolun başındayız, ama biraz gergin geçeceğe benziyor. Normal şartlarda çocukların, yani yerini alan kişilerin birisinin Adıyaman-Menzil Köyü’nde, birisinin İstanbul’da, birisinin de Erol Âilesi’nin aslında geldiği Siirt’te olması bekleniyordu. Fakat rekabet o kadar güçlü çıktı ki üçü birden Menzil’i kendilerinin ana merkezi olarak îlân ettiler ve dolayısıyla köy de üçe bölündü, köydeki câmiler de üçe bölündü — böyle ilginç bir durumla karşı karşıyayız. Bu normal şartlarda tarîkat olmayıp bir holding olsaydı, bir yerde anlaşılırdı; holdingin paylaşılması ya da şirketin paylaşılması… Ama burada binlerce mürîdi olduğu düşünülen bir tarîkat var, Türkiye’nin en popüler tarîkatlarından birisi. Devlette Sağlık Bakanlığı başta olmak üzere bayağı bir kadrosu da olduğu bilinen, ticârî faaliyetleriyle bilinen; hastaneleriyle, okullarıyla –yavaş yavaş, eskiden pek yoktu–, yayınlarıyla, televizyonuyla vs. bilinen bir yer var ve bu üç kardeş arasında paylaşılıyor. 

Bu hal bile aslında bize tarîkatların ne kadar dünya işi birer kurum hâline geldiğini gösteriyor. Biz tabiî ki Menzil Tarîkatı olarak biliyoruz, Menzil Köyü’nü biliyoruz. Ama bu tarîkat esas olarak vakıfları, birtakım iş adamları, dernekleri, birtakım gençlik kuruluşları, birtakım yardım kuruluşlarıyla daha çok biliniyor, yayıneviyle biliniyor. Semerkand Yayınları, Semerkand televizyonuyla biliniyor. Yani bir yönüyle uhrevî ayağı, yani dinsel ayağı Menzil’de; ama diğer ayakları tüm Türkiye’de, hattâ yurtdışında, esas olarak da İstanbul’da. 

Bu üçe bölündü. Normal şartlarda ne olacağını beklerken ilk farklılık ortaya çıktı: En büyük oğul Saki Erol, tarîkatın diğer vakıflarıyla ve yayın kuruluşlarıyla hiçbir ilişkisi kalmadığını îlân etti. Serhendî Vakfı’nı ve Dehlevî Yayınları’nı kurdu. Aslında normal şartlarda tarîkatta, baba, yani Abdulbaki Erol’un ölümünün ardından yerine en büyük oğlu olan Saki Erol’un geçmesi bekleniyordu, geçmedi; üç kardeş paylaştılar ve tarîkatın en önemli vakfı ve yayınevleri, birçok şirketi en küçük çocukta, yani Mübarek Erol’da kaldı ve büyük abi Saki Erol kendi yapısını kurdu — bu zâten başlı başına bir ayrışmanın işâretiydi. 

Daha sonra, geçen hafta –biz bunu bir şekilde edindik–, müritlerine yollanan bir tür yönerge, vakıf imzâlı, ama aslında Saki Erol’un söylediği bir şeyle karşılaştık: 10 maddelik notlar — ki bunların her biri çok ayrı öneme sâhip. Benim gibi hayatının önemli bir bölümünü dinî oluşumlar üzerinde çalışmaya vakfetmiş birisi için bunlar gerçekten çok heyecan verici, çok ilgi çekici. Sizlerin de bir şekilde ilgisini çekeceğini düşünüyorum; çünkü biz bunu haberleştirdiğimizde bayağı bir yankı uyandırdı, küçük çaplı da olsa yankı uyandırdı. Çünkü burada Saki Erol bir anlamıyla ifşâ ve îtiraf karışımı bir yönerge yayınlamış. 

Burada şöyle diyor: 

“10 yıldır yolumuzun âdaplarından çok uzaklaşıldığını gördük.” 

Bu “10 yıl” ilginç bir söz, çünkü babası Abdülbaki Erol, abisi Raşit Erol ölünce 1993’te devraldı şeyhliği ve tam 30 yıl yaptıktan sonra vefat etti. Büyük oğlu bu 30 yılın ilk 20’sinde değil, son 10 yılında, babasının yönetiminde tarîkatın yoldan çıktığını söylüyor:

“Yolumuzun âdaplarından çok uzaklaşıldığını gördük, Gavs Hazretleri üzülmesin diye sustuk.”

“Gavs Hazretleri” dediği babası. Nasıl oluyor? Normal şartlarda tarîkatın başında baba var, ama büyük oğul 10 yıl boyunca babası üzülmesin diye susuyor. Demek ki –eğer biraz araştırılırsa herhalde çıkacaktır– bu son 10 yılda diğer kardeşler baba üzerinde daha etkili olmuş –Saki Erol’un anlatımından bunu anlıyoruz– ve tarîkatı bir anlamda yoldan saptırmışlar. 

Devam ediyor: 

“Şu 10 senedir aslî vazîfemizden uzaklaştık. Artık aslî vazîfemiz olan irşad faaliyetlerine yöneleceğiz. Bizim aslî vazîfemiz tekke ve medrese hizmetleridir. Yani irşat, ilimdir ve eğitimdir. Yani dindir.”

Yani bu bir tarîkatın şu andaki şeyhinin çok ilginç bir îtirâfı. “Biz son 10 yıldır Türkiye’nin önde gelen bir Nakşî tarîkatı olarak asıl işimizi yapmadık, yani dinle uğraşmadık” diyor. Neyle uğraştınız? Dünyevî işlerle uğraşıldı, ticâretle uğraşıldı, medyayla uğraşıldı vs.. 

Zâten sonraki bölümlerde devam ediyor. İkinci husus, hemen söylediği: “Tekkelerde para toplanması kesinlikle yasaklanmıştır.”

Yani yasaklandığına göre bu çok yaygın bir şeydi ve tekke faaliyetlerinde, tarîkat faaliyetlerinde para toplamak belli ki çok baskındı: 

“Bu para toplama âdeti tasavvuf yolunun rûhuna uygun bir durum değildir. Bu sebeple dergâhlarda kesinlikle para toplanmayacaktır. Hizmetlere hayır yapmak isteyenler için teşvik vardır, ama telkin yoktur.”

Bu da yıllardır tarîkatlara dışarıdan bakan, cemaatlere dışarıdan bakan ve onlara eleştirel bir şekilde bakanların söylediklerinin hiç de yanlış olmadığını, hattâ fazlası yok eksiği var şeklinde yaklaşımlar olduğunu gösteriyor. Çünkü doğrudan tarîkatın içerisinden birisi diyor ki: “Artık böyle para toplama falan yok.” Demek ki para toplama vardı, insanlara telkin ediliyordu para vermeleri. 

“Dergâhlar için okuma evi, çay ocağı gibi tâbirler kullanılmayacaktır. Dergâh, tekke tâbirleri kullanılacaktır.”

Bu da bir eskiye dönüş. Bir de, “Dergâhlarda başkan kelimesi kaldırılmıştır” deniliyor. 

“Başkan” yani “dergâhın başkanı”… Bu hakîkaten çok acayip bir durum. Galiba bu da Ülkü Ocakları referanslı bir şey, “başkan” tâbiri daha çok Ülkü Ocakları’nda kullanılıyor:

“Bunlar münâsip değildir. Başkan yerine dergâh sorumlusu denecektir. Dergâhlarda ticâret ve siyâset konuşmak yasaktır.”

İşte bu en can alıcı noktalardan birisi. Para toplama zâten söylenmişti; ama ticâret ve siyâset konuşmak… ki son yıllarda, özellikle darbe sonrası Fethullahçılar’ın tasfiyesinden sonra Menzil cemaati siyâsetin dibine kadar girdi. Yani her yönüyle tepeden tırnağa siyâsetle ilgilendi, her seçim öncesi açıklamalar yaptı, Erdoğan’a destek verdi vs.. Burada seçim öncesinde de birçok yayında söylemiştim: Bu kadar siyâsetle içli dışlı olmaları –ki tarîkatlar hep öteden beri bir şekilde ilişkilidir, ama bu yokmuş gibi yaparlar; yani mümkün olduğu kadar birden fazla yapıyla, partiler üstü ya da partiler arası siyâset yaparlardı–; ama son dönemde tamâmen tek bir partiye ve tek bir kişiye angaje oldular ve bunun da başını ciddî anlamda Menzil çekti. Belli ki Saki Erol bundan çok ciddî bir şekilde rahatsız. “Dergâh bunların yeri değil” diyor. 

Şimdi burada şöyle bir hususu özellikle vurgulamak istiyorum: Muhammet Raşit Erol öldükten sonra ve yerine kardeşi Abdülbaki Erol geldikten sonra, tarîkatta iki kol –yeni şeyh ve onun çocukları, bir diğer tarafta da hayâtını kaybeden efsânevî şeyh Muhammed Raşit Erol’un çocukları– vardı. Muhammed Raşit Erol’un çocuklarından Fevzeddin Erol çok öne çıkan bir isimdi ve Fevzeddin Erol, amcasının çocuklarıyla ve dolayısıyla amcasıyla girdiği savaş sonucunda ayrıldı, kendi tarîkatını kurdu, Eskişehir-Buhara’ya yerleşti. Onun bu tarîkatı kurarken dile getirdiği eleştirilerin hemen hemen hepsi bugün Saki Erol tarafından dile getiriliyor, bu da çok çarpıcı. O da tarîkatın yoldan saptığını, babasından sonra dünya işleriyle çok uğraştığını, Menzil Köyü’nün artık dinî bir yer olmaktan ziyâde dünyevî bir yere dönüştüğünü, yani bir tür alışveriş merkezine dönüştüğünü söyledi ve kendi yolunu ayırdı. Kendisi babasının yolundan gittiği iddiasıyla kendi tarîkatını kurdu. Şimdi amcasının oğlu Saki Erol’un da onunla aynı şeyleri, en azından benzer şeyleri söylediğini görüyoruz. 

Bu aslında çok dramatik bir olay, biraz da trajik bir olay. Şimdi bunu izleyenler içerisinde, “Niye bu kadar abartıyorsun? Tarîkat zâten gericilik” vs. diyenler olabilir — ben öyle bakmıyorum. Bunlar Türkiye’nin önemli sosyal yapıları; târihi çok eskilere giden, bir şekilde değişerek, dönüşerek, bölünerek bu günlere gelmiş yapılar ve şu hâliyle bakıldığı zaman siz beğenin beğenmeyin, varlıklarını sürdüren yapılar. Benim gibi özel olarak bunlarla ilgilenen bir gazeteci olursanız daha fazla şey görüyorsunuz, daha fazla ilgi duyuyorsunuz. Meselâ benim Menzil Tarîkatı’na gidişim tam 28 Şubat dönemindeydi. Köye gittiğimde, o zaman âilenin birçok ferdiyle ve Abdülbaki Erol’un kendisiyle de tanışmıştım. Kendisiyle uzun boylu konuşamadık, ama çocukları ve yeğenleriyle bayağı uzun sohbet etmiş, tartışmıştık ve daha sonra da o zamandan bu zamâna, yaklaşık 25 yıldır İstanbul’da değişik yerlerde konuşma imkânım oldu, yakından tâkip etmeye çalıştığım bir yapıdır. Bu yapıdaki bu dönüşüm ve bu dönüşüme içeriden gelen isyanlar, Türkiye’de nelerin nasıl değiştiğini, değişirken nasıl dönüştüğünü, dönüşürken nasıl bozulduğunu bize gösteriyor. Şu hâliyle baktığımız zaman Menzil önce çok büyük bir tarîkattı; ticâret alanında, değişik alanlarda çok güçlüydü, çok büyük bir parayı kontrol ediyordu ve aynı zamanda çok geniş bir tâkipçi kitlesi, müritleri, sempatizanları olan bir yapıydı. Ama öyle bir nokta geldi ki, bütün bu büyümeye rağmen ortada çok ciddî bir sorun varmış — ki üç kardeş anlaşamadılar, bu yapıyı paylaşamadılar ve yapı üçe bölündü. Nasıl bölünüyor? Kim hangi parçayı alıyor? Şu anda bunu kestirmek mümkün değil. Fakat duyduğum kadarıyla ilk izlenimler, büyük çocuğun bayağı daha öne çıktığı yolunda; ama küçük çocuk olan Mübarek Erol’un da vakıf ve şirketleri kontrol altına aldığı için belli bir güce sâhip olduğu yolunda. Ortanca Fettah Erol nispeten daha geride duruyor gibi; ama bu işler belli olmaz, her an birisi öne çıkabilir, birisi daha geride kalabilir, bunları zamanla göreceğiz. 

Fakat burada baktığımız zaman, ortada en son karşınıza çıkan şey din ve tarîkatların en önemli özelliği olan tasavvuf. Bunların en geride konuşulduğunu görüyoruz. 

Hatırlıyorum. Menzil’e gittiğimizde –yanımda arkadaşlarım da vardı, üç kişi gitmiştik–, sohbetlerimizde dinden çok dünya işlerini konuşmuştuk, birtakım petrol istasyonlarını vs.. Meselâ Erol Âilesi’nin en gençlerinden birisi futbola meraklıydı ve değişik takımlarda Menzil’e ilgi duyan futbolcularla muhabbeti vardı ve onları anlatıyordu. Şimdi bakıyoruz: Bu tarîkat tek örnek değil, birçok örnek var, diğer Nakşibendî tarîkatları da böyle; meselâ İsmailağa Cemaati cübbe, şalvar, takke, çarşafla vs. öne çıkarak bize çok dinî bir yapıymış gibi geliyor; ama o da tepeden tırnağa dünyevî bir yapı. Meselâ Cübbeli Ahmet Hoca dinden konuşurken aslında bize bu dünyayı anlatıyor ve bu dünya nîmetlerinden daha fazla yararlanmanın kavgasını veriyor, bütün bunları görüyoruz. Artık dine dönüş bence bu yapılar için yok. Belki bir şeye dönecekler, belki birtakım ritüellere daha fazla sâhip çıkacaklar; ama bu yapılardaki tasavvuf boyutu, din boyutu her geçen gün eriyor. Ayakta kalabilmek, güçlü olabilmek, iktidar sâhibi olabilmek için dünya işlerine daha fazla yöneliyorlar. 

Saki Erol, bakalım bu dediklerini ne derece yerine getirebilecek? Ne derece aslına dönebilecek? Bu asla dönüş meselesi İslâmî literatürde –aslında birçok din literatüründe vardır, hep bir Altın Çağ vardır ve bu altın çağa dönüş hayalleri vardır–, İslâmiyet’te bu “Asr-ı Saâdet” olarak söylenir. Her hareketin de kendi bir asr-ı saâdeti vardır. Burada Saki Erol da en azından 10 yıldan önceki Menzil’e dönm’ek istiyor. Ama 10 yıldan önceki Menzil’e dönebilmesi için önce Menzil’de son 10 yılda yapılmış olan inşaatları dozerle yıkması gerekiyor. Bunlar olamayacağı için, bu saatten sonra bu dönüşler genellikle nostaljik olmanın ötesine pek gidemeyeceğe benziyor. 

Yine de bir gazeteci olarak ilk fırsatta –şu anda bu tarîkatta daha hâlâ Abdülbaki Erol’un tâziyesi sürüyor, şu hâliyle daha çok buna yoğunlaşmış durumdalar–, ama ilk fırsatta Menzil’e gidip oradaki gözlemlerimi de size anlatmak istiyorum. Çok ilginç bir döneme girdiği belli Menzil’in. Bunun da tam Menzil’in kayıtsız şartsız desteklediği Erdoğan’ın yeniden kazanmasının hemen ardından denk gelmesi başlı başına ilginç. 

Evet, çok sevdiğim bir konudan bahsettim. Hepiniz bu konulara çok ilgi duymayabilirsiniz, ama benim için önemli hususlar. Bu soruların sorulmasının Türkiye’nin hayrına olduğunu düşünüyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.