Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can ve Ruşen Çakır ile Haftaya Bakış (174): CHP’de değişim tartışmaları, İYİ Parti’nin CHP’ye bakışı, Davutoğlu’nun açıklamaları

CHP’de değişim tartışması sürüyor. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun “manifesto”su toplumda pek ilgi uyandırmadı. Neden böyle oldu? İmamoğlu ne yapabilir, ne yapamaz? Kemal Kılıçdaroğlu’nun hedefi ne?

Seçim sonuçları İYİ Parti’de nasıl yankılanıyor? İYİ Parti’nin özeleştiri süreci nasıl gidiyor? Muhalefet neden kaybetti? Seçmen muhalefete nasıl bir mesaj verdi? Yerel seçimde ittifak olacak mı? Seçim sonrası istifaların nedeni ne? Akşener neden hâlâ sessiz?

Ruşen Çakır ve Kemal Can, Haftaya Bakış’ta bu haftanın önemli gelişmelerini yorumladı.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. “Haftaya Bakış”la karşınızdayız. Kemal Can’la yine haftanın öne çıkan olaylarını konuşacağız. Kemal, merhaba.

Kemal Can: Merhaba Ruşen. 

Ruşen Çakır: Bu hafta çok da fazla bir şey öne çıkmadı aslında; ama yine de ufak tefek birtakım siyâsî gelişmeler var, bunlara bir bakalım. İstersen önce benim Pazartesi günü yaptığım Ahmet Davutoğlu söyleşisinin olay yaratan kısmını konuşalım. Davutoğlu’nun, “Benim en son tercihim Cumhuriyet Halk Partisi listelerinden girmekti. Ondan önce her şeyi denedim: ‘Üç parti birlikte girelim’ dedim, olmadı. İYİ Parti’ye teklif götürdüm: ‘Sağ seçmen CHP’ye oy vermez, berâber olalım’ dedim, olmadı” sözleri çok yankı uyandırdı. Aslında bildiğimiz şeyler de, onun bunu açıklıkla ifâde etmesi… İlk defa böyle bir şeye tanık oluyorum. Normalde bizim yaptığımız yayınların bâzı bölümlerini, işine gelen medya kuruluşu ya da internet sitesi alır kullanır. Kimisini iktidar yanlıları kullanır, kimisini muhâlefet kullanır. Davutoğlu’nun bu sözlerini Sabah gazetesi, Takvim gazetesi, Yeni Akit, Cumhuriyet, Aydınlık, Yeniçağ… hepsikullandı. Yani çok çarpıcı sözlerdi bunlar. CHP’liler cevap verdiler.Aslında Davutoğlu’nun orada kastettiği, ittifakın içerisinde ittifakkurma çabasıydı. “CHP en son tercihimdi” sözü çok vurgulu oldu. Ama sonunda CHP’den de on milletvekilliği kazandı. Zâten söyleşide on milletvekilliğini de fedâkârlık olarak târif ediyor Davutoğlu. Yani bunun hak edilmemiş on milletvekillik olduğu kanısında da değil. Tabiî Davutoğlu’nun bu sözleri, özellikle muhâlefet çevresinde seçim yenilgisinin ardından yaşanan rahatsızlıkları iyice alevlendirdi. Gelen tepkilerde hep bunu gördüm. Aslında bu meseleyi çok konuştuk. Gelecek Partisi’nin CHP’ye ve Kılıçdaroğlu’na oy olarak ne getirdiği çok tartışmalı; ama kendi kazandığı çok tartışmasız. DEVA Partisi 15, Gelecek Partisi 10 milletvekili birden aldı. Bu konu tekrar gündeme geldi, bayağı konuşuldu. Tabiî geçmişin bir olayı olduğu için zamanla unutulacak; ama yarın öbür gün kurulması söz konusu olan yeni ittifaklarda… ki Davutoğlu’nun ülke çapında ittifak beklemediğini, yerel olarak birtakım ittifaklar olabileceğini söylemesi, CHP tabanının ve kadrolarının rahatsızlığını bir kere daha açığa çıkarmasına vesîle oldu. Ne dersin?

Kemal Can: Bir kere, “Medyascope’un bu yayını hem muhâlefet çevrelerinden hem iktidar çevrelerinden niye bu kadar çok ilgi gördü?” kısmıyla ilgili bir şey söyleyeyim: Erdoğan’ın bir süre önce ve sonra da birkaç kez tekrar ettiği, “Türkiye’nin asıl sorunu muhâlefettir” cümlesi konusunda, seçim sonrasında bir genel mutâbakat var. Yani hem iktidar tarafı hem muhâlefet tarafı, “Türkiye’nin asıl meselesi muhâlefettir” cümlesi etrafında bir oydaşma içerisinde herkes. Muhâlefet meselelerinin, muhâlefetin iç meselelerinin, muhâlefetin geçmişteki meselelerinin, muhâlefetin güncel meselelerinin, muhâlefetin etkili aktörlerinin ya da partilerin yönetimleri üzerine, iktidar zâten daha önceden olduğu gibi olayı köpürtmek için sürekli yoğun bir kampanya yürütüyor orada. Ama aynı şekilde muhâlefet tarafında da en canlı tartışma bu. Yani iktidarla ilgili konuların neredeyse tamâmı şu anda ikincil hâle gelmiş durumda. Ne ekonomik kriz ne “boş tencere” ne başka bir şey konuşuluyor. Sürekli, muhâlefetin durumu, ne olacağı, ne olduğu konuşuluyor. 

Dolayısıyla, tam da senin söylediğin gibi, Davutoğlu’nun en çok reaksiyon toplayan meseleye ilişkin, hiç bilinmedik, birdenbire ortaya çıkmış büyük bir ifşaat olmamasına rağmen bu lâfları söylemesi birdenbire büyük bir ilgi uyandırdı, hattâ tepki çekti. O tepki meselesinin iki tarafı var. Önce, senin ikinci olarak bahsettiğin “fedâkârlık” kısmından söz edeyim. Davutoğlu diyor ki: “Benim CHP’nin mitinginde çıkıp Kılıçdaroğlu için oy istemem zâten büyük bir fedâkârlıktır. Kaç oy getirdi, ne getirdim hiç önemli değil. Bunu yapmış olmam zâten, fazlasıyla aldığımın üzerinde bir hak edişi kazandırıyor bana”. 

Şimdi bu iki türlü bir tuhaflık içeriyor: Birincisi, aslında “çoğunluk kibri” diyebileceğimiz sağ aklın, sağ kibrin, yani lütfetmenin, düşmanlaştırılıp ötekileştirilen herkesle ilgili bir pozitif açılım yapmanın büyük bir fedâkârlık gibi gösterilmesi… Normal bir ittifak yapmışsın. İttifâkın bir adayı var ve sen ittifâkın adayı için çıkıp oy istiyorsun. Bunun bir politik fedâkârlık gibi lanse edilmesi ya da böyle içselleştirilmesi, bütün olup bitenlerden sonra, seçim yenilgisinden, üstelik bu al-ver ilişkisinden çok rahatsız olunmasına rağmen bunu hâlâ fedâkârlık diye târif etmek, en azından ismini böyle koymak, hakîkaten çok rahatsız etti. Yani şunu söyleyebilirdi: “Hakîkaten bizim açımızdan da durum kolay değildi. Biz de kendi bölgelerimizde çok zorlandık, bunu aşmaya çalıştık” diye bir şey anlatabilir, yaşadığı pratiğe ilişkin bir şeyler söyleyebilirdi. “Evet, Türkiye önemli bir deneyim geçirdi. Bu ittifak daha önce deneyimlenmemiş bir şeydi, o yüzden birtakım zorlukları vardı” diyebilirdi. Bunun hikâyesini de anlatabilirdi. Ama burada kendisini konumlandırdığı yer ve bunu bir fedâkârlık diye târif etmesi, bence bir yaklaşımı gösteriyor. Bu da, senin de söylediğin gibi bir tepki gördü. Sâdece, “O kadar milletvekilini bedâvadan aldığı” meselesinden öte, bir yaklaşım problemi olarak da tepki çekti.

İşin diğer tarafına gelince: “Sağcılar CHP’ye oy vermezler. Başka bir ittifak oluşturmak için çok uğraştım” diyor. DEVA, Saadet ve Gelecek Partisi’nin bir ittifakla seçime girmesi ya da aynı liste altında, belki Millet İttifakı’nın içinde ama kendisi tek bir liste olarak herhangi bir partinin altında girmesi –ki bu çok konuşulmuştu–; ikincisi de, İYİ Parti’yi de dâhil ederek ya da İYİ Parti ile bu partilerden bir ya da ikisinin bir tür ittifak için, sağ ittifak ya da dördüncü bir ittifak kurulması seçeneklerinin kulis bilgisi olarak seçim öncesinde epeyce konuşulduğunu hatırlıyorum. Davutoğlu da bunları aslında açık biçimde dile getiriyor. Burada temel yaklaşım, yani seçimden bir süre önceki o “Bizim tabanımız CHP’ye oy vermez’’ söylemlerinin, “Kazanacak aday” tartışmalarının hepsinin zemininde, bütün bu “Bitti, artık anlamı yok. Hiçbir geçerliliği yok. Hiçbir politik karşılığı yok” denilen sağ-sol meselesinin aslında bütün zihinlerde ve özellikle sağ blokun zihninde –hem liderler seviyesinde hem taban seviyesinde– gayet berrak olduğunu gösteren bir şey. 

Şimdi Davutoğlu’nun çıkıp bu arayışını ve CHP listelerinden seçime girmeyi en istemediği seçenek olarak târif etmesi, ittifâkın daha önce iddia ettiği temel argümanlarla çelişiyor aslında. Çünkü bu ittifâkın kuruluş gerekçesi ve iddiası, tam da, aslında kendileri arasındaki farklılıkların değil, o ittifaka dâhil olan her bir siyâsî hareketin iktidarla farkının altını çizerek bir sonuç almak, yani “Bizi ortaklaştıran şey bu iktidardan farklı olmamız” hikâyesini anlatmak, bu iktidârın sona ermesini sağlamak ve yeni bir siyâsî zemin yaratabilmek için ortak bir mutâbakat etrafında buluştukları iddiasıydı. Bunun için sayfalarca metin yazdılar, sayfalarca raporlar ve yol haritaları çıkardılar, onlarca kez konuştular. Şimdi anlıyoruz ki aslında bütün bu herkese anlattıkları hikâyeye kendileri çok iknâ olmamışlar. Tam tersine, iknâ olanlar da onlarla birlikte yanılmış ve yenilmiş sayıldı. Aslında tam ihtiyaç duyulan şeyi, doğru şeyi söylemişler, ama yanlış şeyi yapmışlar. Bu kadar açık bir durumla karşı karşıyayız. Sonradan yapılan bütün açıklamalarda, o hikâyenin, kamuoyunda böyle birtakım zorlamalarla, birbirini şikâyet ederek sürdürülen tartışmaların, masalarda açıkça yapılmayan tartışmaların, o hikâyede herkesin kafasının arkasında dönüp dolananların daha net ortaya çıktığı bir tabloyla karşı karşıyayız. 

Davutoğlu’nun söyleşisi de, buradaki bütün sinir uçlarına böyle hafif hafif dokunduğu için herkesi yerinden oynattı ve aslında tamamlanmış bir hikâyeyi, üzerine de epeyce konuşulmuş ve tartışılmış bir konuyu yeniden canlandırdı. Bu yüzden büyük bir ilgi gördü diye düşünüyorum. 

Ama buradan öğrenilecek şey, birilerine anlatacak bir hikâye kurarken, önce o hikâyeye dâhil olan aktörlerin bu hikâyeyle ilişkiyi bir sindirmeleri, gerçekten kendilerini inandırmış olmaları gerekiyor ki başka birilerine bu hikâyeyi anlatabilsinler, bu hikâyeyi kabul ettirebilsinler — hattâ bu hikâye başarılı olsun.

Ruşen Çakır: Yani ortada bir hikâye yokmuş, aslında “hikâyeden” bir şey varmış diyorsun. 

Kemal Can: Hayır, hikâye var. O yenilgi hissini taşıyan bilmem kaç milyon insan bu hikâyeye inandılar ve bu hikâye için o oyu verdiler. Ama hikâyeyi anlatanlar, hikâyeyi kuranlar, aslında kendi anlattıkları hikâyenin doğruluğu eğriliğinden bağımsız olarak başka hikâyelerin peşindelermiş.

Ruşen Çakır: Ben şunu söylemeye çalıştım: Olumsuz anlamda bir hikâye kullanımı vardır ya? Hikâyeyi anlatırken, aslında “hikâye okumuşlar”.

Kemal Can: Evet, hikâyeden bir şey. 

Ruşen Çakır: İttifak meselesiyle ilgili olarak, İYİ Parti’den her vesîleyle birtakım sesler çıkıyor ve yerel seçimlerle ilgili “İstemezük” açıklamaları geliyor. Önce Eskişehir’den bir milletvekili, Eskişehir’de AKP ya da MHP’yi desteklemenin daha akıl kârı olduğunu söyledi. Daha önce Yeşil Sol Parti/HDP bu tip açıklamalar yapmıştı. Ama onlar kurumsal olarak yapıyorlar. Açıklamaları, temsilî olan insanlar, eş başkanlar yapıyor. İYİ Parti’de ise açıklamalar “birtakım isimler”den geliyor. Tıpkı daha önce “Kazanacak aday” meselesinde olduğu gibi şimdi de, “İttifak olmaz, gerek yok. Biz kendi başımıza girelim” şeklinde açıklamalar var. Seçime ittifak halinde girerlerse kazanabilme ihtimalleri nedir bilmiyorum, ama bugünden baktığımızda, birçok büyükşehirde kazanmış olduklarını korumalarının bayağı zor olacağını kestirebiliyoruz. İYİ Parti neyine güvenerek bunu söylüyor? Çünkü hatırlarsan beş yıl önceki yerel seçimde, CHP birçok ilde aday göstermemiş, İYİ Parti’yi desteklemişti. Yanlış hatırlamıyorsam, mesela Balıkesir’i kıl payı kaybetti. Manisa’yı MHP’ye karşı kaybetti. Ama bir tâne bile il belediyesi kazanabilmiş bir parti değil İYİ Parti. 

Şimdi 5 yıl sonra, bu ağır seçim yenilgisinin ardından, kendi başına seçime girme iddiasını dile getirmenin siyâsî anlamı nedir? Yani muhakkak kendilerince bir şey düşünüyorlar. Ama düşündükleri şey, seçime kendi başlarına girerlerse birtakım önemli belediyeleri kazanacakları iddiası değil herhalde. “Biz geçen sefer Balıkesir’i alamadık. Ama şimdi kendi başımıza girersek Balıkesir’i ya da Manisa’yı alırız” diyebilecek durumda değiller. Şimdi, Balıkesir’de, Manisa’da, diğer illerde, CHP de dâhil olmak üzere bütün partilerle yarışmaya tâlip olduğunu söyleyen önemli isimler var. Burada nasıl bir siyâsî hesap var? Hani “Öleceksek kendi başımıza ölelim” ya da “Kaybedeceksek tek başımıza kaybedelim” anlayışını görüyorum. Yerel seçime tek başına girdiği zaman belediye kazanma ihtimâlini artırmıyor, ama kaybederken bir şey kazanmayı hesaplıyor olabilirler. Bunun da ne olduğunu tam çıkartamadım açıkçası. Yani şöyle bir şey: “Bir daha CHP ile birlikte girmiyoruz. Tamam, girdik, şu kadar da oy aldık“. Bunu mu hesaplıyorlar?  Tabiî pazarlıkta el yükseltmek için de yapıyor olabilirler. 

Kemal Can: Evet. Bunun iki nedeni olabilir. Tabiî kafalarından geçenleri tam olarak bilmiyoruz. Ya da bu tek tek konuşanlar, kendi başlarına konuşanlar, bir biçimde ortak bir politikanın sesini dile getirenler kısmına girmiyor. Bence galiba belirleyici faktörlerden biri şu: O pazarlık kısmını ikinci aşamaya bırakıp, ilk önce şunu söyleyeyim: Seçimden hemen sonra çok net biçimde seçim sonuçlarını ve seçim sonuçlarındaki kendi pozisyonlarını CHP’nin, dolayısıyla Kılıçdaroğlu’nun adaylığı ve CHP’nin pozisyonu üzerinden târif eden bir çıkış yaptılar. Bunu en başta Meral Akşener yaptı ve neredeyse bütün İYİ Parti isimleri ya da ona yakın duran bütün yorumcular böyle bir çerçeve çizdiler. Hattâ şimdi onların bir kısmı, yoğun biçimde CHP üzerine akıl yürütmeye çalışıyorlar. Burada temel mantık: “CHP kaybettiği için biz de kaybetmiş sayıldık” açıklamasının zorunlu sonucu olarak, bu çıkışları yapmak mecbûriyetindeler. Aksi takdirde, CHP’nin veya Kılıçdaroğlu’nun başarısızlığı ya da zâten kazanamayacağı varsayımına ilişkin kendilerinin yaptıkları sonuç analizlerinin hepsi, İYİ Parti’nin kurulduğu günden îtibâren bütün o patlama iddialarına rağmen ilk girdiği seçimde neden bir oy artışı sağlayamadığı, iddia ettiği tabanı neden genişletemediği sorularını tekrar ve canlı biçimde gündeme getirecek. 

Partiyi ayakta tutmak, canlı tutmak, bu yenilginin geriliminden kurtarmak, toparlamak için de bütün sorumluluğun büyük ölçüde CHP’nin üzerine bırakıldığı, kendileriyle ilgili kısmı ise, “Bakıyoruz, değerlendiriyoruz. Ders aldık” deyip geçilen bir mesele olarak koyup ilerlemek zorundalar. Çünkü iki seçimde de, bence İYİ Parti seçmeninin de bir biçimde dikkat gösterdiği iki önemli sonuç değişmedi. Birincisi, iki seçimde de, küçük farklarla da olsa MHP’nin oy oranının altında kaldılar. MHP’den kopmuş bir parti olarak, MHP’yi aşıp büyüme istîdâdını gösterecek sayısal sonucu sağlayamadılar.

İkincisi, senin de söylediğin gibi, yerel seçimi de dâhil edersek, üç seçimde de, bütün teşkîlâtı memnun edecek milletvekili kazanımları, belediye kazanımları gibi konularda, bu beklentiyi karşılayabilecek, siyâsî etkinlik iddiasını büyütecek önemli başarılar elde edemediler. Bu ikisi, bir imkân olarak görülen ve iktidârın değişmesinin önemli anahtarlarından biri olarak sayılan İYİ Parti’nin, başkasını suçlayarak da olsa, bu sonuca kendi iddiası kadar katkı veremediğini, bunun yanı sıra kendi “merkez sağ parti” iddiasının altını dolduracak, hattâ daha sonra Akşener’i başbakan yapacak genişlemenin işâretlerini vermediğini gösteriyor.  O yüzden, elde kalan tek argüman, bir tür bağımsız parti kimliği… Eğer bunu, “Çünkü biz ittifakla girdik. Üstelik orada ‘kazanamayacak bir aday’ı desteklemek zorunda bırakıldık. Dolayısıyla bütün hikâye bu yüzden çöktü” diye anlatırsan, şimdi mecbûren daha bireysel, kendi daha müstakil siyâsetini öne çıkartmak ve bunun altını çizmek zorundasın. Tabiî seçim zemininde yeniden pazarlıklar söz konusu olabilir; ama en azından seçim sürecinden önce, şu anda partiyi toparlamak, seçmeni –o çok sevdiğim kavramla– “konsolide etmek” için, bu müstakil tavrı göstermek zorunda. Bunun için de sebep olarak ortaya koyduğu, CHP’ye ilişkin senin söylediğin türden açıklamalar oluyor; muhtemelen daha fazlası da olacak. Çünkü meseleyi baştan böyle koydukları için, şimdi de müstakilliği göstermenin yolunu CHP’ye bir şeyler söylemek gibi görüyorlar.

İşin ikinci kısmı ise, senin dediğin gibi, seçim sath-ı mâiline girildiğinde, bu seçimde yenilgiyi kendilerince CHP’nin bir sonucu olarak gördükleri için, İYİ Parti’yi yeterince dikkate almamak ya da İYİ Parti’ye yeterince ağırlık vermemek, başka partnerlerle sonuç almaya çalışmak gibi bir hatâdan CHP’yi vazgeçirerek, İYİ Parti ile daha sıkı bir işbirliğine girmeye ve mümkünse İYİ Parti’yi daha fazla tatmin etmeye zorlamak. Yani: “Eğer CHP birtakım belediyelerini korumak istiyorsa bize ihtiyâcı var. Ama biz zâten doğal olarak bu ittifâkın parçasıyız, 2019 ittifakı yine devam eder” dedikleri takdirde, o pazarlık zemini biraz daha sıkıntıya girecek. Oysa CHP’nin içine girdiği gerilimin bir parçası olarak, bu ittifak tezini, ittifak kılıcını, CHP yönetimi üzerinde artırmak — CHP yönetimi değişecekse de, aynı kalacaksa da, her iki tarafta da, İYİ Parti faktörünü, mümkünse daha önceki seçimdeki ağırlığından daha fazla bir güçle, ittifâkın belirleyicisi hâline getirebilecek bir pazarlık zemini kurmak istiyorlar. Bence bu da önemli faktörlerden biri. Hattâ CHP’nin başına kimin geleceğinin ittifâkı belirleyeceği tezleri bile konuşuluyor İYİ Parti içerisinde.

Daha önce bu “kazanacak aday” ve daha önceki meselelerde de, Akşener’in bir tür “CHP hizbi” gibi davranmaya çalışmasının devâmı niteliğinde bir tutum alış var. İYİ Parti büyük ölçüde, seçime kadar hem pazarlık açısından CHP’yi sıkıştırmak, hem de kendi varlığını korumak için, muhâlefetini biraz CHP üzerine yapacak gibi geliyor bana. Zâten seçimden sonraki dönemde, İYİ Parti’nin çok da fazla bir siyâsî faaliyet içerisinde bulunduğu söylenemez açıkçası.

Ruşen Çakır: Evet. İYİ Parti’nin garip b”ir sessizliği var. Tabiî “Konuşsa ne diyecek?” sorusu da var. 

Kemal Can: İşte, konuşsa bunu diyor. 

Ruşen Çakır: CHP’ye gelelim Kemal. İsmail Saymaz bugün Sözcü gazetesindeki köşesinde, Özgür Özel’in bir ekiple birlikte, bir “Tutum Belgesi hazırlığında olduğunu yazmış. Geçen haftaki yayınımızda konuştuğumuz, İmamoğlu’nun Gazete Oksijen’de yazdığı yazının bir benzeri. Normal şartlarda onları birlikte hareket ediyor diye görüyorduk; ama her biri ayrı ayrı şeyler yapıyor belli ki. Bu arada İmamoğlu da partinin eski isimlerini, eski ağır toplarını yanına aldı.

Kemal Can: Evet “Abiler”i. 

Ruşen Çakır: Bir geçiş formülü önerdiği yolunda iddialar var. Sonuçta, İmamoğlu’nun Kılıçdaroğlu liderliğini istemediğini görüyoruz. Karşısına kendisini aday diye çıkartmadığını da görüyoruz. Özgür Özel diye söyleniyordu, ama şimdi “Abi” formülü de gündeme geldi. Karışık bir durum.

Öte yandan, Kılıçdaroğlu da “Ben adayım” demiyor; ama Kılıçdaroğlu ekibi, “Biz Kılıçdaroğlu için imzâ topluyoruz” diyor. Kurultayın ne zaman olacağı da hâlâ belli değil. “Değişimciler”in olağanüstü kurultay yapıp yapamayacakları da belli değil. Askıda duran garip bir durum var CHP’de. Bu da CHP’nin bütün siyâsî faaliyetlerini felç ediyor. Yani yapacaktı da bu yüzden mi yapamıyor? Yoksa yapabileceği çok fazla bir şey yok da bu bir vesîle mi oldu? Meselâ geçen gün Kılıçdaroğlu’nun Murat Yetkin’e Merkez Bankası için söylediği, “Merkez Bankası nihâyet aslî görevini hatırlamış görünüyor” sözü… Sonuçta, doğru dürüst güçlü bir muhâlefet görmüyoruz. Şimdi, Akbelen’le ilgili olarak Salı günü Meclis olağanüstü toplantıya çağrıldı. Orada da tam neyi söyleyecekleri belli değil. Meclis toplanamayacak, iktidar milletvekilleri yine bir hamle yapacak. 

Şöyle acayip bir durum var Kemal: İçeride bir şeyler kaynıyor, ama ne kaynadığını bile söylemiyorlar. Taraflar açık bir şekilde ne istediklerini telaffuz etmiyorlar. Meselâ Özgür Özel, “Değişimden kastımız, bir metamorfoz değildir” demiş. Ne demek istediğini tam olarak anlayamadım. 

Kemal Can: Değişime “başkalaşma” anlamında bir içerik yükleyerek kullanıyor herhalde. Ruşen Çakır: Metamorfozun ne olduğunu biliyorum, ama o neyi kastediyor? Bir de metamorfoz gibi iddialı bir şeyi kim yapacak? Özgür Özel mi yapacak? Yapabilecekti de mi yapmıyor? Partinin bugün yaşadığı şeyi hep birlikte inşâ ettiler. Bunları sâhada defalarca da gördüm. “Bir şeyler yanlış mı gidiyor acaba?” dediklerini hiç görmedik. 

Kemal Can: Zâten başkalaşma, başka bir şey yapma fikri konusunda herkes çok ihtiyatlı. İmamoğlu’nun Gazete Oksijen’deki o yazısı da başka bir şey yapmaktan bahsetmiyor. Hattâ ısrarla, mevcut birikimin üstüne kurulacak bir şeyden bahsediyor. Zâten Kılıçdaroğlu daha da sert bir “parti bekası” meselesi kuruyor filan.

Şimdi iki şey söyleyeceğim yine: Birincisi, bu metinler; yani gerek İmamoğlu’nun yazısı –ki o bir manifesto değil–, gerekse şimdi bir benzerini başkalarının çıkarması. Daha önce başka bir sürü şeyde gördüğümüz gibi, son olarak seçimde de gördük ki böyle çok parlak dokümanlar ortaya koymanın çok da bir anlamı yok. Çünkü Altılı Masa da sayfalar dolusu dokümanlar, yol haritaları, programlar çıkarttı. Bunların hiçbiri çok önemli değil. Önemli olan tutum, niyet, inandırıcılık ve cesâretin, hakîkaten insanları etkileyebilir biçimde bir araya geldiği ve hakîkaten kendi niyetiyle, söyledikleriyle yapmaya çalışacakları arasında, ya deneyimlerinden ya kurduğu cümlelerden, ya takındığı tavırdan, insanların pozitif bir enerji alması. Yani şu anda muhâlefetin ya da özel olarak CHP’nin ihtiyâcı olan şey, aslında yeniden bir şeyi umabilecekleri bir zeminin var edilmesi. Oysa bunun adayı olarak ortaya konulan isimlerin hemen hepsi, en az riskle bu ihtiyâcın içerisinden kendisinin bir formül olarak çıkabilmesinin zeminini arıyor. 

Senin sorduğun, “Gerçekten kafalarında yapmayı istedikleri, yapmaya niyet ettikleri, yapmanın gerekli olduğunu düşündükleri temel meseleler var da bizden mi saklıyorlar, yoksa aslında böyle bir meseleleri mi yok?” sorusuna cevap bence ikincisi. Yani çok da öyle bir şey yok. Bunu ortalama seçmen de, hattâ sâdece CHP seçmeni değil şu anda muhâlefet seçmeninin daha kalabalık bir kesimi de şunu biliyor: “Bir şey olmadı, bir şey yanlış gitti. Bir şeyler yapmak lâzım”. Ama bu “Bir şeyler yapmak lâzım”ın tek bir cevâbı yok. O “Bir şeyler yapmak lâzım” diyenlerin tamâmı, farklı farklı şeyler söylüyorlar. Fakat bunlardan sâhiden sürükleyici olan bir dinamiği eline alıp, “Ben bunu yapacağım. Başka şeyler de gerekli olabilir, ama asıl gerekli olan bu” diye ortaya çıkan, kendini ortaya koyan bir aktör yok. Bütün aktörler, dengenin diğer aktörlerinin içerisinde bir adım önde ve daha korunaklı bir pozisyonu edinerek, kendileri etrâfında bir mutâbakat kurulmasını ya da daha fenası, herkesin çekilip kendilerinin önünün açılmasını bekleyen bir pozisyon alıyorlar. Bu, çok sonuç alacak bir şey değil. Senin de dediğin gibi uzayan, tam tersine değişsin de bir şeyler olsun beklentisini sömürdüğü için daha da yıpratıcı olan, biraz daha uzarsa seçim yenilgisi kadar bir başka moral bozukluğunun, bir başka umutsuzluğun kaynağı olabilecek bir demlenme sürecine girmiş durumda. 

Şimdi bu Olağanüstü Kurultay meselesi de öyle kilitlenmiş durumda. Çünkü bir yandan kurultay süreci işliyor, bir yandan mahalleler yapıldı, şimdi ilçe kongreleri başlayacak, sonra da il kongreleri olacak. Dolayısıyla aslında bir iki ay içerisinde kongre süreci işleyecek. Bu kongre sürecinin arasına, üstelik tabandan böyle bir yeni delege tablosu gelmeden önce, mevcut delegelerle sonuca gitmenin bâzı riskleri olduğunu gördükleri için o konuda da hızlı davranmak istemiyorlar. Yani sonuçta “Yapabilirler mi?” meselesinden öte, “Yapsak iyi mi olur?” konusunda ya da “Yapsak kazanır mıyız?” konusunda da çok tereddüt içinde birtakım aktörler. Bu belirsizlik hâli dışarıya fazlasıyla yansıdığı için, giderek tıpkı seçim için iktidârı değiştirme iddiasında olduğu gibi, şimdi CHP’yi değiştirmeye iddiasında da, kendi kendini yiyen bir sürece doğru gidiyor. Tartışmalar derinleşmiyor. Senin de söylediğin gibi, elitler arasında kimi zaman pazarlık, kimi zaman en genel, en îtiraz edilmez muğlak metinler ya da ortak zeminler üretmeye doğru giden ve sonuçta hiç kimseyi tatmin etmeyecek bir kısırdöngüye doğru sürükleniyor. Bu bence seçim yenilgisi kadar yıpratıcı bir sürece neden olabilir. Burada her kim ne yapacaksa, senin söylediğin gibi açık davranması gerekiyor. Yani kafasında çok da bir şey yoksa, olan birileriyle yürümeye karar vermesi gerekiyor. Kafasında bir şeyler varsa da, kendine saklamaktan vazgeçmesi gerekiyor.

Ruşen Çakır: Evet Kemal, burada noktaya koyalım. İzleyicilerimize teşekkür edelim. Haftaya tekrar buluşmak üzere, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.