Medyascope Akbelen’de | Çocukluğunu geçirdiği ormanı, torunlarına miras bırakamayan Muzaffer Döşeme anlatıyor

Akbelen Ormanı’ndaki ağaç kıyımının ardından İkizköylüler’in doğup büyüdükleri topraklar tanınmaz hale geldi. Kendi deyimleriyle yağmura, rüzgara, güneşe, sıcağa siper ettikleri kızılçam ve zeytin ağaçları artık yok. Onlara düşen kesilen ağaçların tomruğa dönüştürülmesini ve kamyonlara yüklenip bilmedikleri diyarlara götürülmelerini tarifsiz bir acıyla izlemek. Yüreklerini en çok acıtan da ağaca sahip çıkmak istediklerinde karşılarında kolluk güçlerini bulmak, sırf binlerce ağacın kesilmesine karşı çıktıkları için ilerleyen yaşlarına rağmen biber gazına ve basınçlı suya maruz kalmak; bir de düne kadar onları hayata bağlayan ormandan geriye kalan kelleşmiş dev bir araziyle aralarına tel örgü ile çekilen sınır. Yıllardır gözlerden ırak sürdürdükleri huzur dolu yaşam, vızır vızır çalışan kepçe darbeleriyle ağır bir darbe aldı. Çocukluğunu geçirdiği ormanlık alanı torunlarına miras bırakamadığından yakınanlardan biri de İkizköylü Muzaffer Döşeme. Döşeme, elinden kayıp giden yaşamı Medyascope’a anlattı.

Muğla-Milas’taki Akbelen Ormanı’nda, Limak Holding ve IC Holding ortak iştiraki YK Enerji maden sahasını genişletmek istediği için ağaçları kesmek istiyor. Köylüler ve çevreciler ise Akbelen Ormanları’nın “doğa miras” kabul edilmesi ve koruma altına alınan ormanlardan olması sebebiyle ağaç kıyımını engellemek için 2019’dan beri nöbette. 24 Temmuz Pazartesi günü kızılçam ve zeytin ağaçları kesilmeye başlandı. İkizköylüler ve çevreciler de 12 gündür (4 Ağustos 2023) ağaçların kesilmemesi için hayatları pahasına mücadele ediyor.

Nöbet tutan İkizköylülerden biri olan 62 yaşındaki Muzaffer Döşeme’yle Akbelen Ormanı’ndaki direnişi konuştuk.

Döşeme, ilk başta Işıkdere Mahallesi’nde oturduğu zamanları anlatıyor. O mahalledeki anılarını anlatırken de ağaçlara duyduğu sevgiyi görebiliyorsunuz:

“Tamam, tarlamız önemli de ağaçlar daha çok önemli. Çünkü yağmur yağdığında korunmak ağacın dibine koştuk, hava sıcakladığında ağacın dibindeki gölgeye koştuk. Rüzgar estiğinde korunmak için ağacın dibine gittik. Yani ağaçlar bizim siperimizdi.”

Daha sonra İkizköy’ün girişine taşındıklarını söyleyen Döşeme, çocukluğunda hep toprakla ve hayvancılıkla uğraştıklarını anlatıyor, “Köy hayatında erken kalkan erken yol alır. Biz de erken kalkıp tarlamıza gider, hayvanlarımızla ilgileniriz. Hiçbir sıkıntı yoktu ama şu an işler değişti” diyor.

“Çocukluğum evimizin karşısındaki ormanlık alanda geçti”

24 Temmuz Pazartesi günü başlayan ağaç kıyımını ve ardından yaşananları anlatan Döşeme, “Şu dünyayı bize dar ettiler” diyor ve devam ediyor:

“Burada gördüğünüz zeytin ağaçları, bizim kendi mahallemizde, dedemin zamanından kalan zeytin ağaçlarıydı. Biz bu yerlerin kamulaştığını bilmiyorduk. Şirket geldi, bize, ‘Bugün burası taşınacak, ağaçlarınızı kaldırın’ dediler. Tabii bizim de kanun, nizam bilgimiz yok, yol bildiğimiz yok, öğreten de yok… Biz bu zeytin ağaçlarını kendi ellerimizle kestik. Benim çocukluğum evimizin karşısındaki ormanlık alanda geçti. O ağaçlar aşağı yukarı cumartesi günü kesildi. Cumartesi gününden önce büyük bir ormanlıktı. Şimdi oldu bir cehennem çukuru.”

Ormanlık alanda iş makinelerinin sabah 05:00 ila 05:30 arasında çalışmaya başladığını, şirketin tel örgüler çektiğini söyleyen Döşeme, “Burada uyumak mümkün değil… Sabah kalktığımızda makinenin seslerine uyanıyoruz, zaten gece de çalışıyor. Benim tarım arazimde iki tane kamyon var. Geldim, izinsiz koymuşlar. Fotoğraflarını çektim, bunlar hakkında suç duyurusunda bulunacağım” diyor.

Bir yetkilinin yanına gelerek, kamyonları koyanların namaz kıldığını söylediğini aktaran Döşeme, “Yetkiliye, ‘Namaz kılmanın da bir kuralları var. Namaz kılması için bir adamın, ilk önce o toprak sahibinden bir izin alması gerekir. Sen benden izin aldın mı?’ diye sordum. Bunların her şeyi sahtekarlık, başka hiçbir şey değil” diye devam ediyor.

Doğadaki denge bozulduğu için ağaçlarda zeytin kalmadığını ifade eden Döşeme, şöyle diyor:

“Zeytin gibi ağaç mı var? Zeytinyağın kilosu şu anda 200 lira. Çünkü, yok. Normalde ağacın sayısına göre bir ton yağ almam gerekiyor ama 100-150 kilo yağ alıyorum. Ağaç da her yıl zeytin vermiyor. Zeytin ağacı bir yılı verir, bir yıl vermez. Denge bu şekilde giderdi. Ama şimdi dengeler bozuldu. Zeytin verse bile bir dalında veriyor, üç dalında vermiyor. Bir yerlerden zarar görüyor. Bu zararı santrallerden, tozdan, dumandan, baca gazlardan görüyor, hep bunların etkileri.”

“Torunlarım gelmek istemiyor”

Döşeme, artık hem çocuklarının hem de torunlarının köye gelmediğini, sebebinin de Akbelen Ormanı’nda yaşananların olduğunu söylüyor, “Şu anda torunlarım, ‘Dede biz oraya gelmek istemiyoruz’ diyorlar. ‘Kızım gelin, niye gelmiyorsunuz?’ diyorum. ‘Biz televizyondan izliyoruz her şeyi, oraya gelmek istemiyoruz, biz onları görmek istemiyoruz’ diyorlar. Çocuklar yerden göğe kadar haklı. Buraya geldikleri zaman ormanı göremeyecek, düzeni bulamayacak” diye devam ediyor.

Akbelen Ormanı’ndaki ağaçları koruyanlara kötülük yaptıklarını söyleyen Döşeme, “Sen ağaç kesenleri koruyorsun, ağaçları koruyanlara biber gazı, su veriyorsun. Ondan sonra da geliyorsun o ağacın gölgesinde oturuyorsun. Nasıl bir anlayıştır? Ya buna da akıl erdiremiyorum” diyerek sitem ediyor.

Döşeme Akbelen Ormanı’ndaki direnişe katılımın az olmasının üç sebebi olduğunu söylüyor:

“Birinci baskı, şirkette çalışanlar. Ne annesi gelebiliyor, ne babası gelebiliyor, senin kızın orada çalışıyor, oraya gidersen o kızının iş hakkı feshedilir. İkinci baskı ise muhtardan çünkü şirket yanlısı. İnsanlarımızda, ‘Muhtar varsa ben varım, muhtar yoksa ben yokum’ diyor. Üçüncü baskı ise insanlarda bir siyaset algısı var, ‘Buraya toplananlar şu partili, şu partililer gelmiyor.’ Ben de aynı toprakta yaşıyorum, sen de aynı toprakta yaşıyorsun. Ben de aynı nefesi alıyorum, sen de aynı nefes alıyorsun. Yani bunun siyaset neresinde? O yüzden katılım az burada. Biraz da köyümüz yaşlı, yaşlılar gelemiyor. Tabii nasıl gelsin? 70-80 yaşındaki insan nasıl gelsin, biz bile bu yaşta zorlanıyoruz.”

Muzaffer Döşeme ile evinden ormanda nöbet tutulan alana gidiyoruz. Köy ile nöbet alanı arasında yaklaşık 15 dakikalık bir mesafe var. Jandarma barikatlar kurduğu için kısa yollardan gidemiyoruz. O yolu kullansak aslında mesafe beş dakikaya inecek.

Akbelen’e gelmeden önce üç tane kontrol noktasından geçiyoruz. Şanslıysanız arabanızı durdurmuyorlar ama genel olarak noktada durdurulmazsanız bir sonrakinde mutlaka jandarmalar veya askerler sizin aracınızı durduruyor ve kimlik kontrolünüz yapılıyor. Daha sonra alanın içerisine girmek istediğiniz zaman da yeniden çantalarınız aranıyor ve orada da bir kimlik kontrolünden geçiyorsunuz. Muzaffer Döşeme’ye soruyorum bu durumu. Sitemli bir şekilde, “Jandarmaya ‘Benim evim şurası, yabancı değilim’ diyorum ama yok… Herhalde bunu yapmaktan zevk alıyorlar” diyor.

Direniş 12. günde devam ediyor. Ormanda çevreciler ve köylülerin iki yıldır kullandığı su sağlık testi bahane edilerek kesildi ve su tankerin içeri girişine izin verilmedi. Jandarma direnişçilere, “Teste gönderdik, suyu vermek için sonuç bekliyoruz” dedi. Yaklaşık üç saat sonra su tankerinin girişine izin verildi.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.