Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

“Askeri vesayet”ten geriye ne kaldı?

Siyasetin gündemi hâlâ muhalefet… Muhalefet partileri seçim yenilgisini üzerinden atamasa da gündemde konuşacak başka konular da var… Dün (9 Ağustos) AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, MGK toplantısına son kez katılan generallere hediye takdim etti. Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Musa Avsever’in Erdoğan ile sohbeti gündem oldu. Avsever, Erdoğan’a “Bir subayın gelebileceği en üst seviyeye geldim. Size müteşekkirim. Sarılmak istiyorum” dedi.

Ruşen Çakır bu videonun anlamını değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. Türkiye’de konuşacak çok şey var; ama konuşmamızı mümkün kılacak bir atmosfer yok. Baskılardan vs. bahsetmiyorum; Türkiye’de gündemi muhâlefetin seçim yenilgisi belirlemeye hâlâ devam ediyor ve siyâsete yönelik ilgi aslında her iki tarafta da azaldı — çünkü iktidar siyâsetsizliği tercih ediyor; her şeyin sâkin olmasını, insanların siyâset konuşmamasını tercih ediyor. Muhâlefet tam tersine siyâset konuşturarak, siyâsî eylem yaparak gücünü göstermek, geliştirmek durumunda. Ama onlarda da çok ciddî bir atâlet var ve böyle bir ortamda, aslında konuşacak çok şey olmasına rağmen birçok şeyi konuşamıyoruz. Çünkü gündem denen olay Türkiye’de yok. Şu anda Türkiye’nin gündemi –yazın da etkisiyle belki– çok kısır. Ama özellikle ekonomiye baktığımız zaman, kimileri Mehmet Şimşek bu işten anlar diye umutla baksa da, açıkçası ben o konuda çok iyimser değilim. Ekonomide krizin özellikle yoksul kesimlerin ve orta sınıfın aleyhine her geçen gün derinleştiğini ve daha da derinleşeceğini düşünüyorum. Ama ekonomi konuşacak durumda değilim. Boğaziçi Üniversitesi’ni kazandığımda, ekonomiyi yazmıştım ama okuyamamıştım. Ekonomi önemsediğim, ama çok bilmediğim bir alandı. Siyâset konuşuyorum ve siyâsette konuşacak çok şey var. Bunlardan bir tânesi bugün benim sâdık bir okuyucum, izleyicim tarafından bana e-posta yoluyla yollanan bir video. Bu aslında bir gizli saklı bir video değil, açık bir şey. Son Millî Güvenlik Kurulu toplantısında, emekliye ayrılan Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Musa Avsever’in Erdoğan’la vedâlaşma videosu; onu bir izleyelim, ondan sonra devam edelimİ 

Evet, Org. Musa Avsever, gözleri dolu, diyor ki:“Bir subayın gelebileceği en üst seviyeye geldim, size müteşekkirim.”

Bunda ne var diyeceksiniz, bunda çok şey var: Türkiye’de yaşanan büyük dönüşüm var; çünkü Türkiye’de AKP’nin iktidâra gelmesinin ilk yıllarında, özellikle hükûmetle Türk Silâhlı Kuvvetleri (TSK) arasında muazzam bir gerilim vardı. O dönemde iktidar tarafı, iktidârını koruyabilmek ve güçlendirebilmek için, seçilmemiş kesimlerin siyâset üzerindeki etkisini ya da o zamanların meşhur tâbiriyle vesâyetini kırmaya çalışıyordu. “Askerî vesâyet” diye bir lâf vardı. Di’li geçmiş zaman kullanıyorum, çünkü bu olay büyük ölçüde geride kaldı; ama ikinci neden de, özellikle yaşı genç olan kesimlerin bunları yaşayıp görmüş olmamaları. Yani AKP iktidârıyla berâber doğmuş olanlar, 20’li yaşlarında olanlar için bunlar uzak şeyler. Ama bizler için, askerî vesâyet lâfı bir zamanlar çok popülerdi. AKP iktidârında, özellikle Erdoğan başbakanken, bu konuda çok ciddî sorunlar yaşadı, çok ciddî mücâdelelere girdi: Ergenekon, Balyoz gibi süreçler, AKP’ye kapatma dâvâsı… Tabiî burada çok önemli bir başka aktör vardı, o da Erdoğan’la ittifak hâlindeki Fethullahçılar’dı; Erdoğan lehine Fethullah Gülen’in o meşhur network’ü, şebekesiydi. Sonra anlaşıldı ki bu şebekenin en güçlü olduğu yerlerden birisi bizzat orduymuş; daha sonra darbe girişimiyle gördük. Fethullahçılar’la birlikte, hattâ yer yer Fethullahçılar’ın başını çektiği bir şekilde, ülkeyi askerî vesâyetten arındırma süreci yaşandı. Çok sert şeyler yaşandı, e-muhtıralar verildi; Erdoğan’ın elini sıkmayan subaylardan, Abdullah Gül’ün eşi başörtülü olduğu için cumhurbaşkanı olamayacağını ileri sürenlerden vs.. Emekli askerlerin bir şekilde faal olduğu birtakım sivil iktidar karşıtı eylemler oldu. Böyle bir sürecin içerisinde, AKP karşıtı çevrelerin en büyük dayanağı orduydu. Orduya bayağı bir bel bağlamışlardı. Orduyla berâber hareket etmeye çalışıyorlardı. Hattâ bâzı yerlerde, bâzı gösterilerde, ”Ordu göreve!” pankartları açıldı — ki bunların kimler tarafından nasıl açıldığı hâlâ tam netleşmiş değildir, belki de bir tür provokasyondur, bu konuların hepsi bir anlamda geride kaldı. Şimdi Erdoğan, iktidârını korumak için ordunun siyâset üzerindeki nüfûzunu… ki bu hiç de azımsanacak bir nüfuz değildir, çünkü Türkiye’de değişik dönemlerde, 1960’ta, 70’te ordu defalarca müdâhale edip, sivilleri devirip, bir geçiş sürecinden sonra ülkeyi tekrar sivil yönetime bıraktı. Arada başarısız darbe girişimleri de oldu ve bütün bu süreç içerisinde, sonrasında da ordu hep bir şekilde siyâsî iktidarların üzerinde bir gölge olarak durdu. Örneğin YAŞ dediğimiz Yüksek Askerî Şûrâ atamalarında sivil yönetimin etkisi çok fazla olmazdı. Bu nedenle de uzun bir süre temel arayışlardan birisi, Genelkurmay’ın Millî Savunma Bakanlığı’na bağlanması talebi oldu. Bu talep Türkiye’de birtakım aydınlar tarafından –liberal, sağ, sol fark etmiyor– ciddî bir şekilde benimsendi. Yani askerî vesâyetin kırılması meselesi Türkiye’de demokratikleşmenin çok önemli bir adımı olarak görüldü, pazarlandı. Ama sonra baktık ki bu aslında, evet, demokratikleşmek için olmazsa olmaz bir şey; fakat askerî vesâyetin ortadan kalkmasıyla berâber Türkiye’ye otomatik olarak demokrasi gelmedi, demokrasi ilerlemedi. Tam tersine, askerî vesâyetin kalkmasından sonra, yaşanan değişik olaylardan sonra, özellikle de en son 2016’daki 15 Temmuz darbe girişiminin ardından, çok daha otoriter bir yönetime tanık olduk. Ve sonuçta askerî vesâyetin yerini, o dönemlerde –askerî vesâyet tartışmaları sırasında– dile getirilen, bâzı çevreler –meselâ Nuray Mert söylerdi bunu– “sivil vesâyet” olayıyla karşı karşıya kaldık. Ve Türkiye’de askerî vesâyetle mücâdele ettiğini söyleyen kesimler –meselâ Fethullahçılar– Türkiye’de bir başka askerî darbeye kalkıştılar. Daha sonra, askerî vesâyete karşı demokrasiyi savunma iddiasındaki Erdoğan, ülkeyi demokrasiden alabildiğine uzaklaştırdı. Bu arada tabiî ki Fethullahçılar’la savaştan sonra, savaşla berâber, dünün kavgalı olduğu isimlerinin bâzıları –hepsi değil, haksızlık etmeyelim– Erdoğan’ın yanında yer aldılar. Ergenekon süreçlerinde hapis yatmış birtakım isimlerin Erdoğan’la berâber olduğunu gördük. Meselâ bunların ilk akla geleni tabiî ki Doğu Perinçek ve onun partisidir, ama sâdece onunla sınırlı olmayan bir yakınlaşma oldu. Meselâ Mavi Vatan önermesiyle –özellikle emekli denizci subaylarda- Erdoğan yönetimine yakınlaşanları gördük. Bütün bu süreçte ordunun siyâset üzerindeki etkisi kırılırken –ve iyi de olurken– ilginç birtakım gelişmeler yaşandı. Meselâ nedir? Türkiye’de en çok ısrarla söylenen, “Genelkurmay Millî Savunma Bakanlığı’na bağlansın” önermesi gerçekleşti. Ama ne oldu? Genelkurmay eski başkanı Millî Savunma Bakanı oldu: Hulusi Akar. Şimdi kimi kime bağlamış oluyorsunuz? Hulusi Akar sivil mi? Tamam, emekli oldu, sivil hayâta geçti; ama şu anda Erdoğan iktidârının orduyla ilişkisi bence hâlâ bir muammâ — en azından benim açımdan muammâ. Birileri bunu çözdüğünü düşünebilir ama… Hem bir taraftan sivilleşme ve orduyu sivillere tâbi kılma iddiası var; ama Genelkurmay’ı Genelkurmay eski başkanına bağlamak da var. Üstelik yeni dönemde, yeni kabinede de ne yaptı Erdoğan? Hulusi Akar’ı göstermedi, yerine var olan Genelkurmay Başkanı’nı Millî Savunma Bakanı yaptı. Hattâ yerine geçici, vekâleten Kara Kuvvetleri Komutanı baktı ve sonra da Kara Kuvvetleri Komutanı emekli olup yerine 2. Ordu komutanı Genelkurmay Başkanı oldu. Şu anda sorsanız, Google’a bakmadan adını bilemem; çünkü artık Türkiye’de Genelkurmay başkanları artık eskisi kadar önemli değil. Eski önemlerinin çok çok uzağındalar. 

Peki, bu videoya bakacak olursak –Musa Avsever olayı– gerçekten Türkiye’nin 20 küsur yılda, 21 yılda nereden nereye geldiğini gösteriyor. Eskiden böyle bir sahneyi değil AKP iktidârının ilk yıllarında, yarısında bile görmek mümkün değildi. Bu gerçekten sembolik olarak çok çarpıcı; o günleri yoğun bir şekilde yaşayan benim gibi insanlar için gerçekten çok şaşırtıcı ve siyâsî olarak da çok anlamı olan bir video, bir an — bir âna tanıklık ediyoruz. Erdoğan orada gerçekten hep taraftarlarının kendisi için ısrarla söyledikleri “Başkomutan” figürü olarak çıkıyor ve orada Kara Kuvvetleri Komutanı, eskiden mümkün olduğu kadar mecbur olmadıkça AKP yönetimiyle –hem Başbakan Erdoğan, hem daha sonra Cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül ile üst düzey subaylar yan yana görülmeyi çok fazla tercih etmezlerdi. Uzun bir süre böyle devam etti. Bir yerden sonra bunun kırıldığını gördük ve olayın artık tamamlanmış olduğunu gördük. Dolayısıyla hâlâ muhâlefetteki bâzı çevrelerin dile getirdiği, “Hükûmet ayrı, devlet ayrı” önermesinin çok da fazla bir anlamı kalmadığını bu tür videolar bize gösteriyor. “Hükûmet ayrı, devlet ayrı” derken esas olarak kastettikleri, umdukları –ya da “ummak istedikleri” diyelim–, hâlâ Genelkurmay’ın Erdoğan’a bir tür muhâlif, AKP muhâlifi bir yapı olarak varlığını sürdürdüğü düşüncesi… Bunun gerçekle hiçbir alâkası olmadığını biliyorduk ve bu tür olaylar da bize bunu gösteriyor. 

Bu noktaya gelinmesinde kim, nasıl etkili oldu? Orada şöyle bir husus var, onu özellikle söyleyeyim: Burada askerî vesâyet diye adlandırılan şeyle mücâdele etmede, ilk aşamada Erdoğan’a en büyük desteği Fethullahçılar verdi, bunu çok iyi biliyoruz. Ama bunun gerçek anlamıyla tamamlanmasının da en büyük desteğini, tamâmen ters bir şekilde, Erdoğan’ın yanında durarak değil, Erdoğan’ın karşısında durarak yine Fethullahçılar verdi. 15 Temmuz gerçekten Türkiye’de askerî vesâyetin artık tabutuna çivi çakıldığı an oldu. Çünkü orada görüldü ki artık bu olay sâdece askere atfedilen Kemalizm vs. gibi bir ideoloji değilmiş; bâzen ordunun içerisine sızmış, örgütlenmiş birtakım yapıların kendi ideolojileri ya da perspektifleri de olabiliyormuş. 15 Temmuz’dan çıkarılan en önemli ders bu oldu. Bu bağlamda başta söylediğim, bu videodan haberdar eden izleyicim, takipçim –ki kendisi de 10 yıla yakın Kara Kuvvetleri’nde görev yapmış birisi– diyor ki: 

“Çok garip duygularla izledim. Siyâsete ayar veren paşalardan siyâsete minnet duyup sarılan generallere geldik. ‘Vay be!’ demekten kendimi alamıyorum.” En çarpıcısı bu: “Fethullahçılar âdeta üzerlerine bomba bağlayıp, askerî vesâyetin üstüne kapanıp kendilerini de askerî vesâyeti de patlattılar.” 

Yani Fethullahçıların bir tür intihar bombacısı gibi olup, kendileriyle birlikte askerî vesâyeti de patlattıklarını söylüyor, ”Ülkeye de tek faydaları bu oldu” diyor. Evet, Fethullahçılar’ın ülkeye faydası olmuş mudur? İzleyicimin söylediği gibi, askerî vesâyetin kendileriyle birlikte sonlanması diyelim; hâlâ Fethullahçılık tam olarak bitmiş değil, ama buna çok ciddî bir katkıları olduğunu kabul etmek lâzım. 

Evet, sembolik olarak çok önemli bir şey ve Türkiye’de siyâseten hesap yapan kişilerin çok ciddîye alması gereken bir şey. Bu özellikle Erdoğan’ın artık devlet içerisindeki kontrol gücünü bize gösteren çok sembolik bir video. Onun dışındaki birtakım geçmişe özlemlerin, yani “Ordunun bir gücü olsun da gerektiğinde siyâsete müdâhale etsin” vs. gibi özlemlerde pek bir gerçek payı olmadığını –iyi ki de yok– bize gösteriyor. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.