Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Transatlantik: Trump yeniden seçilirse dünyada kimler sevinir? Fidan’ın Irak temasları & ABD ile Çin gerilimi

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “sır küpüm” dediği ve en çok güvendiği isimlerden biri olan Hakan Fidan, Dışişleri Bakanı sıfatıyla ilk resmî ziyaretini Irak’a yapıyor. Dün başlayan ve üç gün sürecek Irak ve Erbil ziyaretinin ana gündem maddesi ne olacak? Fidan, Irak ve Türkiye arasındaki petrol ihracatı sorununu çözebilecek mi?

Amerika Birleşik Devletleri, Danimarka ve Hollanda’nın elinde bulunan F-16 savaş uçaklarının, pilotların gerekli eğitimleri tamamlamasının hemen ardından Ukrayna’ya gönderilmesine onay verdi. F-16’lar ne zaman Ukrayna’ya gidecek? Ukrayna’nın savaşı kazanmasına yetecek mi?

Eski ABD Başkanı Donald Trump’ın yargıyla başı belada. Dava süreçleri devam eden Trump hâlâ Cumhuriyetçi Parti’nin en güçlü adayı. Peki Kasım 2024’te seçimleri kazanması halinde Ukrayna’ya verilen destek sürer mi? Bizi nasıl bir ABD bekliyor olur?

Ruşen Çakır, Gönül Tol ve Ömer Taşpınar, Transatlantik’te değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Duygu Laleoğlu

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. “Transatlantik”” ile karşınızdayız ve Washington’daki Gönül Tol ve Ömer Taşpınar ile yine dünyayı konuşacağız, biraz da Türkiye’yi konuşacağız. Arkadaşlar merhaba. Ömer, geçen hafta dedin ki: “Amerika Ukrayna’ya F-16 vermiyor”. Bayağı bir analiz yaptın ve yanılmıyorsam bizden bir iki gün sonra, Kongre’de verme kararı çıktı. Bir süreç var, eğitim vs.; ama uçak da veriyorlar. O zaman Harp Okulu öğretim üyesi olarak seninle başlayalım. Bu önemli bir adım herhalde.

Ömer Taşpınar: “Yine yanıldın” mı diyorsun bana Ruşen?

Ruşen Çakır: Yok, hayır demiyorum. Estağfurullah. Sonuç olarak, gündemde olan bir şeydi ve verdiler, daha doğrusu verecekler gözüküyor.

Ömer Taşpınar: Evet, “Verecekler” demek daha doğru. Bir de bir altını çizerek şunu da söylemek gerekiyor: Kongre, Avrupa’da iki ülkenin –bunların içinde Hollanda, Danimarka var zannediyorum ve eğitimde de bulunacaklar–, bunların ellerindeki F-16’ları vermesine yeşil ışık yaktı. Avrupa’ya satılan Amerikan silâhlarının –F-16’lar da dâhil– Ukrayna’ya verilmesi Amerikan Kongresi’nin onayına bağlı. Yani şunu söylemek istiyorum: Amerika kendi elindeki F-16’ları vermek yerine, NATO içindeki müttefiklerinin elindeki F-16’ların Ukrayna’ya verilmesine yeşil ışık yaktı. Bu ne anlama geliyor? En azından Rusya’ya karşın bir cephe oluşturduğunda, kendi F-16’larını vermek yerine, NATO içindeki başka ülkelerin bunu yaptığını söyleyebilir. Fakat tabiî ki, işin içinde Amerika’nın bu konuda bir karar vermesi, Kongre’nin de bunu onaylaması önemli. Kendi başına önemli. Ama bu şu gerçeği ortadan kaldırmıyor. Amerika çok daha önce kendi elindeki F-16’ları Ukrayna’ya verme kararı verebilirdi ve bu aslında belirli bir âciliyet de teşkil eden bir konuydu. Çünkü Ukrayna’nın karşı taarruza geçeceği yaklaşık 6 aydan beri konuşulan bir meseleydi ve Ukrayna 6-7 aydır uzun menzilli füze ve F-16’ları bekliyordu Amerika’dan. Bu konuda Amerika gecikti ve şu anda da hâlâ gecikme söz konusu. Çünkü bu F-16’ların Avrupa’daki müttefikleri tarafından Ukrayna’ya verilme karârı aynı zamanda Ukrayna Hava Kuvvetleri’ndeki pilotların eğitilmesine de bağlı. Bu eğitim süreci de aylar alacak bir eğitim süreci. F-16’lar konusunda, başta Danimarka olmak üzere birkaç ülkede eğitim alınacak. 11 ülkeden oluşan bir platform oluşturuldu ve bu ülkelerde hem F-16 alımı, hem de eğitim süreci oluşturulacak. Bunun sonucunda aylar sürecek bir dönem sonrası F-16’lar Ukrayna’nın eline geçecek. Bu durumda sâhaya bunun yansımasının vakit alacağı kesin. Şu anda Ukrayna, taarruzu çok yavaş götürüyor. Hattâ Amerikan istihbâratının son yaptığı değerlendirmelere göre, Kırım ile oluşturulmuş yol köprüsünün bir şekilde kırılması için, Ukrayna’nın Mariupol şehrini ele geçirmesi gerekiyor. Amerikan istihbâratı tarafından bunun hiç de gerçekçi olmadığına dâir analizler yapılıyor. Ukrayna ordusunun, Rusya’nın kendi elindeki işgal bölgeleri ve Kırım arasında karadan oluşturmuş olduğu köprünün kırılmasının imkânsız olduğu yönünde analizler yapılıyor. Amerika’da, Ukrayna’nın taarruzunun şu günkü şartlar içinde başarılı olamayacağı yönünde artık kabul edilen bir algı var. Bunun temel nedeni de Ukrayna’nın elindeki silâhlar arasında uzun menzilli füze eksikliği ve F-16 uçaklarının olmayışı. Ukrayna’nın taarruz yapabilme gücü sınırlı. Bu nedenle, ne kadar önemli olsa da, Amerika’nın F-16’lar konusunda Kongre’den yeşil ışık yakması Ukrayna açısından gecikmiş bir karar. Ve Amerika’nın, İngilizce’de “ plausible deniability ” dediğimiz, “Ben bunları vermiyorum ama NATO’daki müttefiklerim veriyor” diyebilmesi ve dolayısıyla en azından söylem olarak Rusya’yla sanki direkt savaşmıyormuş gibi bir platformda da kendini tutması mümkün.

Çakır: Şimdi geçen hafta “Trump meselesini konuşalım” demiştik. Onu konuşmaya başlayalım. Ömer, sen buçukta ayrılmak zorundasın, biliyoruz. Onun için onu erkene alalım. Mâdem Ukrayna’yla başladık: Gönül, Putin dört gözle “Amerikan seçimleri bir an önce olsun, Trump aday olsun ve kazansın” diye bekliyordur herhalde. Peki, Trump’ın kazanması durumunda Washington’ın bütün Ukrayna politikasını tamâmen değişmesini mi bekliyoruz?

Gönül Tol: Ondan önce bir şey söyleyeyim Ruşen: Ömer bahsetti, F-16’ların teslimi zaman alacak bir şey. En az 3 ilâ 6 ay arasında diyorlar. Ukrayna’nın bâzı pilotları eğitim almaya başladı. Bir kısmının 3 ayda hazır olacağı söyleniyor; ama diğerlerinin 6 ayda hazır olması bekleniyor. Bir de Ukrayna’nın eline bu F-16’ların ne kadar çabuk geçeceğini belirleyecek bir başka faktör var. O da Danimarka ve Hollanda’nın ne kadar hızlı bir şekilde F-35’leri Amerika’dan alabileceği. F-16’ların yerine F-35’ler alacaklar, F-16’ları verebilmeleri için Amerika’dan F-35’leri almaları gerekiyor. Bu da zaman alacak bir şey. Bir de pilotların eğitimi kadar, F-16’ların uçurulabilmesi için bakımlarının yapılması da sorun olacak bir şey. Bakımlarının yapılabilmesi için de eğitim verilmesi gerekiyor ve aynı zamanda bunun finansmanı da Amerika’dan gelecek. Yani Biden’ın Kongre’ye sormadan harcayabileceği bir bütçesi var. O bütçeden vermesi gerekiyor ve bütün bunlar da zaman alacak meseleler. Askerî analistler şöyle bir şey de söylüyor: Diyelim ki bütün bu sorunlar aşıldı… ki Ömer’in dediği gibi, aslında 18 aydır istiyor bunu Zelenski. F-16’lar gecikti ve Amerika’nın vermemesinin altında önemli çekinceler yatıyordu. Bir tânesi, “Rusya’yı provoke etmek istemiyoruz, Putin’i provoke etmek istemiyoruz” diyorlardı. Bir de eğitim verme vs. konusunda çekinceleri vardı. Şimdi eğer düşünüldüğü gibi, “Üç-beş ay içerisinde F-16’lar Ukrayna’nın eline geçerse, savaşın seyri radikal bir şekilde değişecek mi?” sorusuna askerî analistler “hayır” yanıtını veriyor. Tabiî ki Ukrayna’nın hava kuvvetleri ciddî bir şekilde güçlendirilmiş olacak. Çünkü Ukrayna’ya 60’dan fazla F-16’nın gönderilmesinden bahsediliyor ve bunlar Rusya’nın Kruz füzelerini vs. düşürmede etkili olacak. Fakat savaşın seyrini dramatik olarak değiştirmeyeceğinden bahsediliyor. İkinci sorun: Trump-Rusya meselesi. Öncelikle şunu söylemek lâzım: Bence sâdece Putin değil, Erdoğan da dâhil dünyanın bütün otokratları aslında Trump’ın yeniden seçilmesini istiyor – Körfez ülkeleri, Suudi Arabistan da dâhil, Çin de dâhil. Putin neden istiyor? Çünkü herkes şunu bekliyor: Eğer Trump seçilirse Amerikan dış politikasında radikal değişiklikler olacak. Aslında bu beklentinin gerçekçi olup olmadığını anlamak için Trump’ın birinci dönemine bakmak lâzım. Seçildikten sonra nasıl bir dış politika izledi? Trump aslında söylem düzeyinde çok radikal değişiklikler yapmayı istedi. Amerika’yı NATO’dan çıkarmayı, bütün ticâret anlaşmalarından çıkmayı, müttefikliklere son vermeyi… Bütün bunlardan bahsetti. Bunların bir kısmını yaptı. Meselâ Paris İklim Anlaşması’ndan çıktı, NAFTA’dan çıktı. Bir kısmını yapamadı. NATO’dan çıkamadı ya da meselâ ticâret anlaşmalarını bütünüyle sona erdirmek yerine, NAFTA meselesinde olduğu gibi Amerika’nın çıkarlarını önceleyen yeni ticâret anlaşmaları imzâladı. Trump’ın radikal gündeminin bir kısmını hayâta geçirip, bir kısmını geçirememesinin altında ne yatıyordu? İlk olarak kurumsal taraf vardı. Amerika’nın NATO üyeliğinde, tabiî pek çok kurumla bağlı bu üyeliğe Amerika, o kurumlarla olan bağlantısını birden kesmek mümkün olmadı, birinci sebebi bu. Trump’ın radikal politikalarına karşı, dış politika açısından bir kurumsal direnç vardı. İkinci sebep, Trump radikal gündemini bütünüyle hayâta geçiremedi çünkü Kongre’deki Cumhuriyetçi vekillerin önemli bir kısmı Trump’ın dış politikadaki o izolasyonist reflekslerine katılmıyordu. Amerika’nın daha globalist bir güç olduğuna inanıyordu ve ittifaklara, müttefikliklere önem veriyordu. O da Trump’ı frenleyen bir faktör oldu. Üçüncü faktör de, Trump dış politika konusunda hiçbir şey bilmediği için, etrâfına kıdemli danışmanlar aldı. Dışişleri Bakanlığı’nı Jim Mattis yaptı, millî güvenlik konusundaki danışmanlığını McMaster, John Bolton gibi isimler yaptı ve bu isimlerin hepsi Trump’ın radikal reflekslerini frenlemek isteyen ve aslında özünde Trump’tan nefret eden insanlardı. Dolayısıyla pek çok konuda iknâ ettiler. Meselâ John Bolton söyledi; “NATO’dan ciddî ciddî çıkıyordu Trump, biz durdurduk” dedi. Yeni bir Trump döneminde, 2024’te Trump yeniden seçilirse, Trump’ı daha önce frenleyen bu faktörler orada olacak mı? Onu sormak lâzım. Bence birçoğu olmayacak. Birincisi, bu kez muhtemelen kendisine tamâmen bîat eden insanlar olacak etrafında danışman kitlesi olarak. İkincisi, Cumhuriyetçi Parti içerisinde radikal reflekslerini frenleyecek isim çok olmayabilir. Çünkü Trump’ın parti üzerindeki kontrolü de çok artmış durumda, bürokrasiyi ve kurumları da çok fazla politize edecek. Dolayısıyla ikinci dönemde Trump’ın radikal reflekslerini frenleyecek insanlar ve kurumlar olmayabilir. Bu ne anlama geliyor? Trump, Amerika’nın Ukrayna’ya yaptığı yardımı ciddî oranda azaltmaya çalışabilir. Zâten toplumda böyle bir talep var. Hâlâ Cumhuriyetçi Parti içerisinde Ukrayna’ya yardıma devam edelim diyen önemli isimler var; fakat tabanda da, “Artık yeter bu kadar yardım” diyen önemli bir kitle var. Bunları dinleyebilir. Bu nedenle de Putin Trump’ın seçilmesini istiyor. Trump’ın seçilmesini istemesinin ikinci sebebi, transatlantik ittifakta çatlaklar olacak. Avrupalı müttefiklerle, Trump seçilirse, yine gerginlik olacak ve bu da Amerika’nın Ukrayna konusundaki politikasını sekteye uğratacak bir gelişme olacak bence.

Ruşen Çakır: Ömer, sen ne dersin? Gönül’ün söylediklerinden devam edecek olursak, gerçekten tüm otokratlar Trump’ı dört gözle bekliyor, onu görüyoruz; ama içerideki birtakım mekanizmalar, her istediğini yapmasını, meselâ Ukrayna’da Rusya lehine hızlı bir şekilde adımlar atmasını engelleyebilir mi?

Ömer Taşpınar: Gönül’ün söylediğinde şu önemli: Etrafındaki danışmanlar kimdi? Bunların çoğu asker kökenli insanlardı. Meselâ Mattis’ten bahsetti. Mattis, sonuçta bir generaldi veya McMaster bir generaldi. Bolton sivildi; fakat o da çok dayanamadı sonuçta ve gitti. Şunu söylemeye çalışıyorum: Trump’ın danışmanı olacak uzmanlar, sivillerden çok yine askerler olacak bence. Çünkü askerlerde şöyle bir kültür var: Ülkeye hizmet. Ülkenin başında, devletin başında, hükümetin başında kim olursa olsun, kişilikten çok makam daha önemli. Sonuçta devlette devamlılık var ve askerlerin genelde Cumhuriyetçiler’e yakınlığı var. Emekli generallere bir görev verilirse; Trump onlara gidip, “Seni dışişleri bakanı yapmak, güvenlik danışmanı yapmak istiyorum” derse, kendisiyle çalışabilecek askerler bulacaktır. Kendisiyle çalışacak askerlerin bir kısmının, NATO’dan çıkma ve Rusya meselesinde Trump’ın istediklerini yapmak gibi konularda belirli refleksleri olacaktır ve Trump’ı nasıl dengeleyebilecekleri ya da frenleyebilecekleri konusunda kendilerine müttefik arayacaklardır. Trump’ı dengelemek için en önemli iki müttefikleri Kongre ve medya olacaktır. Dolayısıyla Kongre ve medyayla çalışan bir bürokrasi olsun isteyeceklerdir. Bürokrasi her zaman için Trump’ı dengeleyen bir şey olacaktır. Amerikan bürokrasisinde, hem orta düzey hem de üst düzey bürokratlar da devlet kültürüne ve devlette devamlılığa sâhip oldukları için, böyle radikal adımlara; NATO’dan çıkmak, Rusya’yla Ukrayna konusunda bir pazarlığa girişmek, masaya oturmak gibi konularda direneceklerdir. Ama şu önemli: Sonuçta burası bir başkanlık sistemi. Trump’ın Putin ile bir zirve yapmasına engel olamazlar ve “Putin’i anlamak lâzım” diye Amerikan basınına, FOX televizyonuna konuşacak Trump’ın bir şekilde Amerikan kamuoyunu arkasına alma ihtimâlini de göz ardı etmemek lâzım. Çünkü Amerikan kamuoyunda, senin de söylediğin gibi, “Niye bu kadar Ukrayna’ya milyarlarca dolar veriyoruz? Ülkede bu kadar emniyet sorunu var, Amerika’da suç oranı artıyor, Amerika’da ekonomik sorunlar var. Bu kadar parayı Ukrayna’ya harcayacağımıza, içeriye harcayalım” diyen izolasyonist bir kamuoyu da var.

Bunları Trump kendi lehine kullanacaktır. Dolayısıyla Trump’ın kazandığı durumda… ki Trump’ın kazanma durumuna ben yüzde 50’nin altında bir ihtimal veriyorum, çünkü Cumhuriyetçi Parti içinde eski desteği yok. Her ne kadar tabanda varsa da, Cumhuriyetçi Parti içinde geçen programda konuştuğumuz gibi Trump’a karşı mücâdele edecek bâzı yeni isimler çıkabilir; Biden’ın da, eğer ekonomi iyi giderse kazanma ihtimâli var. Fakat azımsanmayacak, yüzde 50’ye yakın, Trump’’ın dönüş ihtimâli durumunda, Amerika-Rusya ilişkilerinin çok daha farklı bir platforma gireceği, Amerika’nın Ukrayna konusunda diplomasiye döneceği ve “Rusya ile masaya oturalım” diyeceğini tahmin etmek zor değil; ama NATO’dan çıkmak gibi daha radikal konularda bence zorlanacaktır. Bürokrasi, askerî danışmanlar, Kongre ve medya zorlayacaktır. Bir de şunun altını çizmek lâzım: Amerika şu anda iki büyük otoriter ülkeyle mücâdele içinde. Bunların biri Rusya diğeri de Çin. Acaba Çin konusunda bir değişim getirir mi?

Ruşen Çakır: Tam onu soracaktım. İstersen onu şöyle formüle edeyim. Biden, Japonya ve Güney Kore liderlerini ağırladı ve tekrar Çin’e yönelik stratejiler gündeme getiriyor. Aslında savaş olmasaydı büyük ölçüde orayla uğraşacaktı, onu biliyoruz. Siz de baştan beri anlatıyorsunuz. Bu bağlamda Gönül de başta söyledi: Tüm otokratlar, Çin dâhil, Trump’ın gelmesini istiyor. Sen de erken gideceğin için o konuya seninle girelim. Gerçekten Çin de bundan mutlu olur mu? Hatırladığım kadarıyla, siz daha iyi biliyorsunuz tabiî, Trump’ın da Çin ile meselesi vardı. Rusya ile kurduğu yakınlık gibi bir yakınlığı pek yoktu. Herhalde Çin yönetimi de Trump gibi birisini daha tercih eder gibi geliyor bana. Ama bu çok uzaktan ve çok yüzeysel bir bakış.

Ömer Taşpınar: Evet, Trump yönetiminde ABD 2017-2018’deki Pentagon’un planlarını belirleyen güvenlik stratejisi dokümanlarıyla berâber Çin’i en büyük tehdit olarak görmeye başladı. Amerika’nın Asya Pasifik bölgesine yönelmesi ve Avustralya’yla, Hindistan’la, Japonya’yla kurulan dörtlü QUAD sistemini oluşturması Trump döneminde oldu. Çin ile ticâret savaşı Trump döneminde daha da alevlendi. Salgın ortaya çıktığında Trump bunu bir “Çin salgını” olarak tanımladı ve Çin’e karşı çok sert açıklamalarda bulundu. Amerika Çin’e karşı bu kadar sert konuşurken, zannediliyordu ki Demokratlar gelirse, Biden gelirse, birazcık daha dengeli bir politika izlenir. En azından Asya Pasifik bölgesinde yapılan ticârette bu kadar korumacı bir platformdan, birazcık daha müttefikleri Amerika’nın yanına alarak en azından onlarla serbest ticâret anlaşmasına gidebileceği bekleniyordu. Biden, bunları bir bakıma boşa çıkardı. Biden döneminde de Çin’e karşı ciddî ekonomik korumacılık, ticârî korumacılık devam ediyor. Yine bu dönemde Amerikan strateji dokümanları Çin’i bir numaralı tehdit olarak görüyor. Biden döneminde Sincan’da yapılan asimilasyon bir soykırım olarak kabul edildi. Blinken, buna “soykırım” dedi ve Amerika şu anda, Doğu Türkistan dediğimiz, Sincan bölgesindeki Çin’in faaliyetlerini bir soykırım olarak kabul ediyor. Biden aslında Çin’e karşı sert bir söylem kullandı. Ayrıca Çin’i demokrasi-otokrasi gibi bir platforma oturtarak, Trump’ın yapmadığı bir şekilde, otoriter bir sistem olarak da suçlamaya başladı. “Karşımızda otoriter bir blok var” demeye başladı. Çin, bundan da rahatsız oldu. Biden bir bakıma devam ettirdiği gibi bir otoriter ve Demokratlar arasında bir denge, bloklaşma ortaya koyduğu için de, bir bakıma Trump’ın yapmadığı şekilde Çin’i ulusal tehdit olarak görmeye başladı. Trump’ın otoriterlerle hiçbir sorunu olmadığı için Çin’in de otoriter olup olmadığı onun için önemli değildi. Biden, aynı zamanda bir demokrasi söylemi de getirdiği için Çin bundan rahatsız oldu. Bu demek olur mu ki “Çin aslında Trump’ın gelmesini istiyor ve eğer Trump gelirse Biden’a oranla daha rahat bir döneme girebilir”? Ancak şöyle bir mantık yürütebilirim. Çin, Trump ile masaya oturduğunda, Biden ile yaptığından daha ciddî bir al-ver ilişkisine girebilir. Yani otoriterler arası pazarlık, demokratlarla bir otoriter rejim arasındaki pazarlıktan farklı olabilir. Çünkü Biden aynı zamanda insan hakları gibi konularda daha bastıran, mesela “soykırım” söylemini kullanan bir tutum ortaya koyuyor. Trump kesinlikle, bence, Sincan’daki duruma fazla önem vermeyecektir. Onu soykırım olarak da görmeyecektir. Çin’in içinde ne olup bittiğiyle ilgilenmeyecek, bütün ağırlığını ticâret meselesine ve Çin’in Tayvan’ı işgal etme ihtimâline verecektir. Bu da aslında Biden’ın tutumundan çok farklı değil; ama insan hakları meselesi nedeniyle belki Çin Trump’a karşı bir nostalji duyuyor olabilir. Son olarak da şunu söyleyeyim Ruşen – oraya da girecektik: Biden yönetimi Çin’i çok ciddîye alıyor ve Çin’e karşı bir koalisyon oluşturmak için yürüttükleri dış politikaya ciddî bir mesâî harcıyor. Demin bahsettiğim Hindistan, Japonya ve Avustralya’nın içinde olduğu QUAD çok önemli. İlk defa geçtiğimiz aylarda Hindistan Başbakanı Modi, devlet ziyâreti çerçevesinde Washington’da ağırlandı. F-16’ların Hindistan’da yapılmasıyla ilgili bir askerî anlaşma imzâlandı – ki Hindistan ordusu geleneksel olarak “Bağlantısızlar Hareketi” nedeniyle Rusya’ya yakındı ve Rusya’dan çok mal alıyordu. Biden yönetimi Rusya-Hindistan arasındaki ilişkileri bir şekilde bozmak istiyor ve aynı zamanda Hindistan’ı askerî ve stratejik açıdan hem Çin’e karşı hem de Rusya’ya karşı bütünüyle yanına almak istiyor. Bu yüzden Hindistan çok önemli. Hindistan’dan hemen sonra gelen çok önemli iki ülke var: Japonya ve Kore. Târihî olarak Japonya ve Kore birbirleriyle savaşmış ve Japonya’nın emperyalist geçmişi nedeniyle de Kore târihindeki algılanışı son derece negatif. Ben Kore’ye gittiğimde bunu kendi gözlerimle gördüm. Koreliler gerçekten Japonya’ya, târihleri nedeniyle derin bir nefret duyuyorlar. Buna rağmen bugün Kore ve Japonya’nın bir araya gelmesi, askerî tatbîkatlarda bulunmaları ve stratejik askerî anlaşmalar imzâlamaları ve bu iki liderin Camp David gibi sembolik olan bir yerde geçen hafta Biden tarafından ağırlanması bütünüyle şuna hizmet ediyor: Çin’e karşı Biden ciddî bir askerî, ekonomik, stratejik ve diplomatik blok oluşturmak istiyor. Bu blokun ana cephesinin en yakınında da Kore ve Japonya var. Bir sonraki halkada da Hindistan geliyor. Hattâ Japonya ve Kore’ye Filipinler’i ve Endonezya’yı da eklemek önemli. Amerika açısından artık her ne kadar çok fazla Ukrayna konuşuluyorsa da, 21. yüzyılın en büyük tehdidi Çin ve Çin’e karşı Amerika’nın bir avantajı, bölgesel açıdan çok daha fazla müttefiklere sâhip olması. Nasıl Avrupa’da NATO Rusya’yı dengeliyorsa, Biden yönetimi Doğu Asya ve Pasifik’te de, bir şekilde NATO’ya benzer bir yapılanma içine gitmeye çalışıyor. Bence bu, Trump döneminde de devam edebilecek bir politika. Bu yapılanma içinde Hindistan’ın, Japonya’nın, Kore’nin, Avustralya’nın ve daha uzun dönemde Endonezya ve Filipinler’in de çok önemli bir yeri olacak.

Çakır: Ömer, çok sağ ol. Sen kalkmak durumundasın. Çok teşekkürler katkıların için. Gönül, seninle Ömer’in bıraktığı yerden aynı soruyla devam edelim. En son Japonya ve Güney Kore liderlerini bir araya getirmesi, Çin meselesi ve sen “Çin de tercih eder Trump’ı” demiştin. Bu konuyu sana da sormuş olayım.

Tol: Ömer’in söylediğinden şu noktada biraz ayrışıyorum. Evet, Trump Çin’e karşı çok sert bir politika izledi; ama Biden da Trump’ın sert, radikal Çin politikasından ayrılmadı. Onu söylemek lâzım. Çin’in Trump’ı tercih etmesinin sebeplerinden bir tânesi, bahsettiğimiz, Camp David’de Güney Kore, Japonya ve Amerika arasında yapılan târihî zirve. Bu arada zirveden Çin’e karşı çok sert mesajlar da çıktı. Her ne kadar Biden, “Bu zirve Çin’e karşı oluşturulmuş bir zirve değil” dese de, Amerikan tarafı açısından ana kaygı buydu. Bu arada, Çin’e karşı toplanmış bu zirve yıllardır Biden’ın kampanya sürecinde sözünü ettiği ve gerçekleştirmeye çalıştığı bir zirveydi. Trump gelirse bence Çin’i en çok rahatlatacak konu, tıpkı Putin gibi… Putin neden Trump’ın gelmesini bekliyor? Çünkü Biden yönetimi altında ciddî anlamda müttefiklerle çalışma meselesi kurumsallaştı. Yani Trump’ın Avrupa’yla bozduğu ilişkiler toparlandı. Biden’ın Kore ve Japonya’yla yaptığı QUAD, her ne kadar Trump zamânında başlamış olsa da, müttefiklerle eşgüdümlü çalışmak Biden dış politikasının önemli ayaklarından biriydi ve bu anlamda da çok ilerleme kaydedildi. Japonya ve Kore’yle yapılan zirvenin ardından Camp David Prensipleri diye bir grup prensip açıklandı. Bunun amacı aslında, Biden yönetimi de hep bunu söylüyordu, sâdece kısa vâdede ittifâkın prensiplerini belirlemek değil, onlarca yıl boyunca ABD’nın İndo-Pasifik politikasının ayaklarını oluşturacak, kurumsal altyapıyı belirlemek için oluşturulmuş prensipler. Dolayısıyla orada bu ilişkiye ekonomik anlamda, askerî anlamda, teknoloji anlamında çok ciddî bir kurumsal yatırım da var. Çin buna “Pasifik NATO’su” dedi. Biden tarafı bunu reddediyor, ama neredeyse bir “Pasifik NATO’su” oluşturma yönünde bir yola girilmiş durumda. Trump, ittifaklar içerisinde müttefiklerle çalışabilen bir lider değil. Eğer Trump gelirse, Demokratlar Trump’ın Biden’ın adımını attığı bu tür bölgesel, kurumsal mekanizmaların altını oymasından endîşe ediyor. Bu durum Çin’i de mutlu edecek bir şey. Bu nedenle bence Çin, Trump’ın gelmesini tercih eder. Çünkü Biden çok ciddî adımlar attı. Meselâ Camp David’in, Ömer’in söylediği gibi, sembolik bir önemi var. Zirvenin Camp David’de yapılması çok önemli. Bu, Biden yönetiminin en çok önem verdiği bir dış politika hamlesi. Afganistan’dan, Ukrayna’dan vs. çok daha önemli bir mesele. Beyaz Saray’a davet edilmekten çok daha zor bir şey Camp David’e dâvet edilmek ve Camp David’in târihî bir ağırlığı da vardır. Çok önemli zirveler yapılmıştır burada. Mesela Soğuk Savaş sırasında Roosevelt-Churchill arasında yapılan zirve çok önemlidir ya da Mısır ve İsrail arasındaki barış anlaşması Camp David’de 1978’de imzâlanmıştı. Biden da Camp David’de yapmak istedi bu zirveyi. Şu mesajı vermeye çalıştı Çin’e: “Bu, hemen bugün, yarının dış politikasını şekillendirecek bir şey değil. Bu, benden sonra kim gelirse gelsin her başkanın izinden gitmek zorunda kalacağı kurumsal, târihî bir adım”. Böyle nitelendiriyor Biden yönetimi. Bu anlamda da beklentiler yüksek. Japonya ve Güney Kore arasındaki gerginlikler aşıldı; çünkü her iki taraf da Çin’i bir tehdit olarak görüyor. Sâdece Çin’i değil, bu arada Kuzey Kore’yi de… onu da söylemek gerekiyor. Camp David prensipleri arasında alınan kararlardan bir tânesi de, Kuzey Kore’nin hem nükleer hem de füze tehdidine karşı ortak adım atabilmek ya da ülkeler arasında hızlı bir iletişim hattı kurmak vs. gibi şeyler var. Çok kapsamlı bir karar mekanizması oldu. Bu da içeriyi çok rahatsız eden bir durum ve Trump döneminde de devam edip etmeyeceği endîşesi var. Çin kesinlikle Trump’ın başkan olması durumunda bu tür kurumsal yapıların zorlanacağını düşünüyor. Çinli birkaç yetkili söyledi bunu: “Siz bu kadar emek veriyorsunuz, buna yatırım yapıyorsunuz; ama Trump geldiğinde bunu elinin tersiyle itebilir” dedi.

Çakır: Gönül, son olarak Hakan Fidan’ı bir sormak istiyorum. Irak’taydı biliyorsun. Irak ile temaslarda bulundu ve şimdi de Ukrayna’ya gidecek. Bayağı faal bir dışişleri bakanı profili çiziyor. Ne diyorsun? Bir ilgi uyandırıyor mu oralarda? Yoksa sâdece Türkiye’nin sınırları içerisinde kalan bir performans mı?

Tol: Özellikle Ukrayna’ya gidecek olması Washington açısından çok önemli. Irak meselesinden çok daha önemli. Çünkü “Tahıl Koridoru Anlaşması”na çok önem veriyor Washington ve bu anlaşma yeniden sağlanırsa, hem Washington hem de Avrupa açısından çok önemli olacak. O dört gözle bekleniyor. Irak meselesi birkaç şey dışında çok yakından izlenmedi bence; ama Türkiye’nin Irak’ta ne yapacağı Amerikan Dışişleri’nin bölge politikası açısından önemli. Bunu anlamak için de Türkiye’nin Irak politikasının temel ayağının ne olduğunu anlamak lâzım. Türkiye, Irak’ta ne yapmaya çalışıyor? Çıkarları neler? Onlara bakmak lâzım. Bence Türkiye açısından Irak’ta 3-4 tâne temel mesele var. Bunlardan bir tânesi, Kuzey Irak’ta iki başlılığın olması var. Bir tarafta, Talabani’nin kurduğu Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) var. Diğer tarafta, Barzani’nin Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) var. Türkiye, Erdoğan yönetimi altında KDP’yle yakın ilişkiler içerisinde oldu. Fakat KYB’yle, Kürdistan Yurtseverler Birliği’yle hep gergin bir ilişkisi oldu. Bence bugün Türkiye’nin Irak politikasının temel amaçlarından bir tânesi KYB’yle ilişkileri biraz daha toparlamak. İki parti arasındaki çekişmeye Türkiye’nin farklı mesâfelerinin olması, Türkiye’nin çıkarlarına zarar veren bir durum. Muhtemelen Hakan Fidan da her iki grupla, özellikle KYB’yle ilişkileri toparlamaya çalışacaktır. Nitekim bunu nereden anlıyoruz? Meselâ Nisan’da Türk drone’u Süleymaniye Havaalanı’na yakın bir yerde, içerisinde Suriye Demokratik Güçleri’nden aktörlerin de olduğu bir yere saldırıda bulunmuştu. Bu çok rahatsız etmişti KYB’yi. Bunun ardından hemen MİT Müsteşar Yardımcısı Süleymaniye’ye gitmişti. Muhtemelen ilişkileri toparlamak için. Öyle bir politikası olduğu görülüyor. Bunu yapabilirse eğer, daha bir denge politikası güdebilirse, hem Türkiye’nin çıkarları açısından önemli, hem de Kuzey Irak’ın stabilitesi açısından önemli. Amerika’nın da istediği bir durum bu. Türkiye’nin Irak politikasında ikinci amacı: Kuzey Irak’ta özellikle İran’a bağlı güçlerin çok etkinliği var ve bu da Türkiye’nin çıkarlarına zarar veren bir durum. Mesela KYB İran’a çok daha yakın ve Türkiye KYB’ye çok yakın değil. Meselâ geçen yıl İran’a bağlı milis güçlerinin saldırıları vardı. Musul civârındaki Türk askerî üssüne bir saldırı oldu ya da Türkiye’nin Musul Konsolosluğu’na. Bunlar tabiî Türkiye’yi rahatsız eden, Türkiye’nin bölgedeki etkinliğini azaltan şeyler. Bu yüzden İran’ın oradaki etkinliğinin altını oymak da Türkiye’nin politikasının amaçlarından. Bir diğeri de Irak’taki Sünnî grupları birleştirmek. Böyle bir Sünnî cephesi oluşturarak, Türkiye kendi etkinliğini artırmak istiyor bölgede. Özellikle bu yıl bu çok daha önemli. Çünkü 2023’te -Aralık galiba- yerel seçimler var Irak’ta. Türkiye, oluşturmak istediği bu Sünnî cephede çatlak olsun istemiyor. Çünkü çatlak olursa kendi etki alanı bundan zarar görecek. Türkiye’nin Sünnî cepheyle ne yaptığı Amerikan Dışişleri açısından yakından tâkip edilen bir şey. Çünkü İran’ın varlığından Amerika da rahatsız; bir diğeri de, Türkiye açısından ekonomik olarak Irak’la ilişkiler çok önem teşkil ediyor. Irak Başbakanı Sudanî’nin bir altyapı projesi var. Güney Irak’ı önce altyapı projeleriyle Türkiye’ye oradan da Avrupa’ya bağlamak olan çok büyük, milyarlarca dolarlık bir proje bu. Projenin hayâta geçirilmesi için de Türkiye’nin işbirliği gerekiyor. Türkiye de muhtemelen bu güçlü eli Irak’tan tâvizler almak için kullanmak istiyor. Nitekim bunu gördük, Hakan Fidan PKK meselesini gündeme getirdi. Irak’ın PKK’yı bir terör örgütü olarak kabul etmesi konusunda diretiyor. Enerji meselesinin çözümü için de Irak, bir parça Türkiye’ye bakıyor. Çünkü Kerkük-Ceyhan boru hattı önemli. O boru hattı bu yılın Mart ayında kapatılmıştı. Çünkü bir anlaşmazlık söz konusuydu. Boru hattının kapatılması Irak’ın petrol ihrâcâtına zarar veren bir durumdu. Şimdi petrol boru hattının açılması gerekiyor. Buna karşılık da Türkiye, karşı taraftan tâvizler almaya çalışıyor. Dolayısıyla bütün bu resme baktığımızda, Türkiye’nin İran’ın etki alanını daraltmaya çalışması, Sünnî grupları birleştirmeye çalışması, Kuzey Irak’ta istikrârı sağlamaya çalışması vs. Amerikan Dışişleri tarafından da tâkip edilip takdir gören politikalar.

Ruşen Çakır: Evet, Gönül. Çok teşekkürler. Burada nokta koyalım. Ömer erken ayrıldı. Ona da tekrar teşekkür edelim. İzleyicilerimize de teşekkür edelim. Haftaya görüşmek üzere. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.