Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır izleyicilerin katılımıyla değerlendirdi: Sizce Türkiye’nin en önemli sorunu nedir?

Türkiye’nin pek çok farklı sorunu var. Ekonomi, gelir eşitsizliği, hukuk, eğitim, göç, insan hakları, Kürt sorunu…

Bunların yanında Türkiye siyasette ve devlet yönetiminde de problemlere sahip. Peki, bunlar içindeki en önemli sorun nedir?

Ruşen Çakır, sizlerden gelen cevap ve yorumları değerlendiriyor.

Yayına hazırlayan: İrem Yavuz

Merhaba, iyi günler. “Türkiye’nin en önemli sorunu sizce nedir?” diye sorduk. Sizin görüşlerinizi bu yayın boyunca yayınlayacağız. Nasıl olacak? Medyascope’un ve benim YouTube sayfalarımda canlı yayında “chat” bölümüne görüşlerinizi, varsa sorularınızı yazabilirsiniz. Şimdiden gelmeye başladı. Birbirinden farklı şeyler var. Tek sorun diye sorduk; ama bazı izleyicilerimiz şimdiden birden fazla yazmaya başlamışlar. 

Umut Onur’la başlayalım: “Rasyonel akıl yolundan çıkmış, hukuka ve veriye, uzmanlığa dayalı çözümleri reddeden siyâsî devlet aklı” demiş birincisi. Devlet hakkında bir sorun olduğunu söylüyor. İkincisi: “Kontrolden çıkmış göçmen sorunu” – ki bunu başka yerlerde de gördüm, herhalde daha da göreceğim. Üçüncüsü de: “Eğitim sistemindeki çöküş, nitelikli işgücü kaybı” demiş. Özellikle bu son söylediğiyle ilgili, izleyenleriniz biliyordur, “Büyük Göç” diye bir yazı dizisi yaptım ve bunun da devâmında konuyu bayağı ele aldım. Çok ciddî, yüzlerce, binlerce iyi eğitim görmüş insanın Türkiye’yi terk etmesi diye bir olay. Herhalde Türkiye’nin en önemli sorunu değildir, ama önemli bir olgu olarak karşımızda duruyor ve aslında orada konuştuğum kişiler, Umut Onur’un söylediği gibi devlet aklıyla sorunları olan kişilerdi. Devletin kendilerine güven vermediğini, hukuk olmadığını ve kendilerini huzurlu ve güvenlik altında hissetmediklerini söylemişlerdi.

Fahri Şen, “Kürt sorunu” demiş. Şimdi hemen, “Nedir bu Kürt sorunu anlatsana” diyecekler çıkabilir. Bu hep böyle oluyor. Kürt sorunu dendiği zaman, birileri de muhakkak bunu söylüyor. Bence de Türkiye’de Kürt sorunu tüm sorunların anası bir sorun. Çözülür gibi oldu, çözülmedi. Daha da çözüleceğe benzemiyor. Bu benim yorumum olsun. Fahri Şen buna ek olarak “Atatürk devrimlerinin tamamlanamayışı” diyor, yani “bir Avrupa devleti olamadık” diyor. Batılılaşma serüvenini söylüyor ve Türkiye’nin batılılaşması, Avrupalılaşması meselesinde, biliyorsunuz AKP iktidârının ilk yılları Avrupa Birliği’yle çok iç içe geçti. Avrupa Birliği’nin de desteğini aldı AKP yönetimi. Sonra öyle gelişti ki, AB reformlarıyla berâber tam üyelik müzâkereleri başladı; ama belli bir târihten îtibâren iki taraf da bundan vazgeçmiş gözüküyor. Geçenlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan lâfın gelişi gündeme getirmişti; ama Türkiye’nin Avrupa Birliği üyesi olma meselesinde, önümüzdeki dönemde Türkiye’nin yakın bir vâdede böyle bir şeyi tekrar yakalayabileceğini sanmıyorum. 

Bir izleyicimiz göç meselesine değinmiş. Tahmin ettiğim gibi çok karşılaşacağımız bir husus. Diyor ki: “Düzensiz göç en önemli sorun. Bunu engelleyeceğini bilsem Erdoğan’ın tüm hatâlarını affederdim. Bu sorun nedeniyle ülke bölünürse şaşırmam. Ekonomi akılcı bir politikayla iki yılda düzelir, göç 100 yıllık sorun. Ülke bölünürse şaşırmam”.Bunu Kürt meselesi bağlamında da çok duyduk. Duymaya da devam edeceğiz. Bu ülkenin bölünmesi meselesi öteden beri Türkiye’nin temel tartışma, kaygı noktalarından birisi. Ama Kürt meselesiyle bölünmeyen Türkiye’nin göçmen meselesiyle, düzensiz göç meselesiyle bölüneceğine çok emin değilim. Fakat bir sorun olduğu ve bu sorunun toplumda çok ciddî bir rahatsızlık yarattığı muhakkak.

Arlin Şimşek demiş ki:“Demokrat olmayan ve güvenilmez olan muhalefet”. Bu da çok karşılaşacağımızı tahmin ettiğim bir husus. Çünkü Türkiye’de bir kesim zâten sorunların temelinde Erdoğan yönetiminin olduğuna inanıyor, onu mutlak olarak bir sorun kaynağı olarak görüyor. Yani en önemli sorun olarak bu yönetimi görüyor. Dolayısıyla bunun karşısındaki muhâlefetin başarısızlığını bir temel sorunu olarak görmüş. Anlaşılır bir şey. Demokrat bulmuyor. Evet, demokrat olmadıklarını, bu süreçlerde kendi içlerinde de demokrasinin pek olmadığını gördük. “Güvenilmez” meselesini hepinizin takdirine bırakıyorum. 

Evet, demin dedim ya: Türkiye’nin temel sorunu olarak Erdoğan yönetimini gören geniş bir kesim var. Meselâ bir izleyicimiz, “RTE” demiş. Recep Tayyip Erdoğan diye kısaca sorunu kendi açısından özetlemiş. 

Rıfat Bey, “Cehâlet” demiş. Evet, yani dünyanın her yerinde sorsak birçok yerde insanlar bundan şikâyet edecektir. Ama Türkiye’deki sorunlar doğrudan cehâletten mi kaynaklanıyor? Yoksa bâzı şeylerin ne olduğu biliniyor da çözülemiyor mu? Çözmek konusunda gayret mi sarf edilmiyor? Bu tartışmalı bir konu. Yani olaylar gerçekten cehâletten kaynaklanıyor olsa, belki bir yerde çözme ihtimâli olur diyeceğim.

Muhammet Mahmut Aktaş, “En önemli sorun adâlet” demiş. Evet, adâlet meselesi gerçekten çok yakıcı bir mesele. Adâletin olmadığı bir yerde, adâlette sorun olduğu, hukuk devletinin olmadığı bir yerde güven ortamının oluşması da mümkün değil. Vatandaşın devlete güvenmesi gerekiyor, vatandaşın diğer vatandaşlara güvenmesi gerekiyor. Sorunlarının çözüm mercii olarak adâleti görmesi gerekiyor; ama eğer adâlet inancı yoksa, adâletin olmadığı düşüncesi varsa, artık iş bir yerden sonra düzeltilemiyor. Bu her anlamda geçerli. Ekonomide de siyâsette de, her yerde geçerli ve biliyoruz ki Türkiye’de siyâsetçiler, hangi yönetim olursa olsun, işler iyi gitmediği zaman öncelikle adâletin alanını daraltmaya ve adlî mekanizmalara müdâhil olmaya çalışırlar. Geçmişte Erdoğan’a yapıldı bu. Bugün meselâ Ekrem İmamoğlu’na yapılmak isteniyor ya da HDP’den seçilen belediye başkanlarına, milletvekillerine yapılıyor. 

“Kontrolsüz göç” – Emre Demirbağ’dan gelmiş. Herhalde bayağı bir karşılaşacağız bunlarla. 

Muharrem Palaz uzun bir liste yapmış. Altı madde: “Ekonomik kriz. Yani hayat pahalılığı ve enflasyon. Muhâlefetin siyâsetsizliği, ekonomik krizin gelecek beklentisinde umutsuzluk  yaratması ve özgürlük alanlarının daraltılması kaynaklı dış göç -yani benim bahsettiğim büyük göç, beyin göçü-, eğitim sorunları, gericilik ve yaşama müdâhale hareketleri, devlette kadrolaşma” demiş. Ve en son olarak da: “Orta sınıfın yok olması”. Evet, bu çok ciddî bir olay. Özellikle büyük göç olayında bunu gördüm. “Orta sınıf” denen, bir zamanlar Turgut Özal’ın “Orta direk” dediği kesimin Türkiye’de giderek etkisi azalıyor, sayısı azalıyor. Zâten yok olmaya başlıyor ve bu nedenle de kendilerini orta sınıf hisseden, orta sınıf gibi yaşamak isteyenler de tercihlerini Türkiye değil başka yerlerde, yapabilirlerse başka yerlerde yapmaya çalışıyorlar. Ve orta sınıfın bir anlamda Türkiye’de adım adım, dil bilen, ilişkileri olan kişilerin, doktorların, yazılımcıların, mühendislerin dünyanın dört bir tarafına, başta Avrupa ama Avrupa’nın dışında Asya ülkeleri de var, Amerika kıtası da var, buralara gittiklerini görüyoruz. Orta sınıfın yok olması, erimesi, etkisizleşmesine paralel olarak, nitelikli kadroların, elemanların, bireylerin kaybını yaşıyor Türkiye.

Bir izleyicimiz demiş ki: “Türkiye’nin en büyük sorunu karakter sorunudur. İş, ilişki, her konuda karakteri oturmayan bir ülkeyiz”. Biraz kimlikle ilgili bir mesele. Evet, Türkiye’nin kimlik meselesi, şimdi doğrudan sizin kastettiğiniz olmayabilir, ama Türkiye’nin Doğulu mu Batılı mı; Avrupalı mı Asyalı mı olduğu meselesi öteden beri hep tartışılan bir husus; ama bu iki arada bir derede kalma durumu aslında pekâlâ işine de yarayabiliyordu. Bir anlamda köprü işlevi görüyordu. Ama belli bir aşamadan sonra, tabiî ki ağırlık dengesi Batı’dan yana ve hedef Batı’ya doğruydu. Belli bir yerden sonra, özellikle son yıllarda bu denge, ayar bozulmuşa benziyor.

Arzu Arcan demiş ki: “Laikliğin içselleştirilmemesi, dolayısıyla her konunun dine, Allah’a bağlanması, hesap sorulamazlık”.Evet, laiklik meselesi Türkiye’nin ciddî bir meselesi olarak duruyor. Devlet eliyle insanların dini hayâtına ya da düşüncesine, hayat tarzına müdâhale ve burada dinin bir araç hâline getirilmesi olayını çok ciddî bir şekilde yaşıyoruz. Bunun bir sorun olduğunu da görüyoruz ve ilginç bir şekilde de muhâfazakâr âilelerin yeni kuşak gençlerinde de, eski tâbirle laiklik olmasa bile, şimdi daha çok kullanılan tâbirle sekülerliğin geliştiğini görüyoruz. Sekülerleşmenin özellikle yeni kuşaklarda çok yaygın olduğu söylenebilir. Ama devletin laikliğe aykırı uygulamaları olduğu ya da laikliğe müdâhil olabilecek birtakım çıkışlara göz yumduğu, laikliğe uymayan birtakım yaptırımlarda bulunduğu, meselâ dinî gerekçelerle birtakım insanların söylediklerine, sosyal medya paylaşımlarına müdâhil olunması, yasak getirilmesi gibi olaylar yaşıyoruz.

Ahmet Burak Turgut: “Sorunlar bu kadar büyük bir şekilde patlamışken, en önemlisini seçebilmek mümkün mü?” Ve sıralamış Ahmet Burak Bey: “Ekonomi, eğitim, adâlet, göçmen” demiş. Evet, biz de bunu soruyoruz zâten, seçebiliyor musunuz diye. Evet, bunlar şu âna kadar karşımıza çıkan meseleler. 

Ömer demiş ki: “Türkiye’nin sorunu, sorunlara çözümcü hassâsiyetle yaklaşmak yerine süpürmeci, radikal yaklaşılması”. Yani halı altına süpürülüyor diyorsunuz anladığım kadarıyla Ömer Bey. Evet, bu çok var. Erteleniyor sürekli olarak, görmezden geliniyor ya da hak ettiği önem atfedilmiyor. Evet, böyle bir mesele var. Tabiî şu anda ekonomide yaşadığımız bir olay var, düne kadar “Fâiz sebep, enflasyon sonuç” diyorduk ve birdenbire bir süredir tekrar fâizlerin artırılmasına gidildi. Ve ilginç bir şekilde o târihte bu uygulamaya destek verenler, şimdi de yeni uygulamaya destek veriyorlar. Böyle de bir yönümüz var. Onu da vurgulamak lâzım. 

Şebnem Can demiş ki: “Yolsuzluk”.Evet, yolsuzluk çok çok ciddî bir olay. Acayip yaygınlaşmış bir olay. O kadar yaygınlaşmış ki artık lâfı bile edilmiyor. Normalleşmiş, kanıksanmış bir durumda. Ama çok ciddî bir şekilde olduğunu bir şekilde biliyoruz, yaşadık, gördük. Ve yolsuzluk haberlerinin herhangi bir heyecan bile yaratmaması da zâten bunun kanıtı.
 

Emrah Sevinç: “Birinci sorun Kürt sorunudur. Kürt sorununun üç yıllık Çözüm Süreci’ne bakın. Ekonomik, sosyal, sınıfsal refah ve toplumsal uzlaşının had safhasını yaşadık.”Çözüm Süreci’nin üç yılını kastediyor. Olabilir, ama olmadı; yani sonuçta o süreç de berhava edildi. Her iki taraf da bir şekilde ipleri tekrar bıraktılar ve o günden bugüne de Türkiye iflâh olmuyor. 

Deniz Şahin, “Devletin kutsal olduğu gibi fikirler en büyük sorun” diyor. “İnsanlar kendi geleceğini, çocuklarını, geleceğini değil kutsal devletin oluşturulmuş sorunlarını düşünüyor” demiş. Çok güzel bir yaklaşım diyeyim. Bireyin, kendi olmaktan ziyâde, devlete kendini endekslemesini kastetmiş Deniz Şahin. 

Bir izleyicimiz demiş ki: “Dogmalarla modern yaşamın yan yana yürüdüğü artık herkesin mâlumu”demiş. Evet, böyle gidiliyor. Aslında dünyanın her yerinde böyle şeyler var, dogmalarla modern yaşam, Amerika Birleşik Devletleri’nde de Avrupa’da da var. Önemli olan burada devletin nasıl bir tutum takındığı, bir taraf tutup tutmadığı. 

Bir izleyicimiz, “En önemli sorun din” demiş. Din tek başına bir sorun teşkil etmez. İnsanların dini yorumlayışı, hayâta geçirişi olabilir; ama dinin bir sorun olduğunu, tek başına bir sorun olduğunu açıkçası ben düşünmüyorum. Târih boyunca dinler var, târih boyunca dine inananlar var, dini eleştirenler var. Bu bir olgu. Önemli olan insanların dini nasıl uyguladığı ve başkalarının dinî inançlarına karşı nasıl bir tutum takındıkları.

Serpil Odabaş, “Demokrasi, cumhuriyet, adâlet ve ABD ile ilgili gizli anlaşmalar” demiş. Bu gizli anlaşmaları anlamadım; ama demokrasi, cumhuriyet, adâlet, bunlar çok genel kavramlar. Tabiî ki Türkiye’de çok ciddî bir demokrasi sorunu var. Cumhuriyet’in değerlerinden uzaklaşma sorunu var ve adâlet sorunu var. Ama gizli anlaşmaları gerçekten anlamadım.

Sema Tufan demiş ki: “Eğitimdir elbette”. Evet, zâten ne denir? Her işin başı eğitim. Bu da bugünün meselesi değil aslında. Yıllardır, ben kendimi bildim bileli bu söylenir. Eğitimin önemli bir sorun olduğu muhakkak; ama tek başına eğitimden ibâret değil, yani eğitimle çözülebileceğini söylemek bana çok mümkün gelmiyor.

Tufan Aslan demiş ki: “Türkiye’de insanların şöyle bir algısı var: Eşek gibi çalışıp kral gibi yaşıyorum. Halbuki insan gibi çalışıp insan gibi yaşamak istediğimiz zaman bence her şey çok daha düzgün olacaktır.” Eyvallah. 

Mustafa Aslan, “Muhâlefet gerçekten seçim kazanmak istiyor mu? Neden kaybetme ihtimâli en yüksek olan kişi aday olarak gösterildi? Türkiye’de şu an muhâlefet sorunu var. Ne yapmak istedikleri belli değil” demiş. Evet, bu da başlarda geçmişti. Sorunu esas olarak Erdoğan yönetimi, iktidar olarak gören insanlar tabiî ki burada bu sorunu kanıksamış durumdalar ve bunu alaşağı edemediği için, yerine gelemediği için muhâlefeti şimdi çok daha ciddî bir şekilde sorgular oldular. Özellikle son seçimden sonra yaşadığımız olay bu. Artık Erdoğan’dan ziyâde muhâlefet eleştiriliyor. Çünkü Erdoğan, kazanmasının en zor olduğu dönemde bile seçimi kazandı. Dolayısıyla Erdoğan’ın başarısından ziyâde muhâlefetin başarısızlığını görüp, ana sorun olarak ona bakmaya başladı geniş bir kesim.

Alper Ecer, “Türkiye’nin bence en önemli sorunu, en basit dâvâların bile senelerce sürmesi ve bunun artık doğal kabul edilmesidir. Böylece kimse hak arayamıyor ve araması da istenmiyor zâten” demiş. Evet bu en sıradan meselede bile olabilen bir husus. Daha siyâsî olan davalar apayrı bir şey tabiî ki. Zâten adâlet meselesinden bahsettik.

Bir izleyicimiz en büyük sorunun “toplum” olduğunu söylemiş. Yani toplumu suçlamak, sorunların sorumlusu olarak göstermek, bilmiyorum, solcu birisi olarak benim bunu kabul etmem mümkün değil.

Bir izleyicimiz, “İğneden ipliğe her şeyin ahbap-çavuş ilişkileriyle çözülmesi, hemşeri dernekleri ve bunların normalleşmesi” demiş. Hemşeri derneklerinin çok fazla fonksiyonel olduğuna emin değilim açıkçası; ama ahbap-çavuş ilişkilerinin, özellikle siyâsî iktidarla kurulan ilişkilerin çok önemli olduğunu biliyoruz. Bunda bir şüphe yok. Öteden beri vardı. Buna literatürde “kayırmacılık” deniyor. Bu hep olan bir şeydi. Şimdiki dönemde çok daha bâriz, göstere göstere yapılan bir şey olduğu muhakkak.

Ersin Taş, “Başkanlık sistemi değil miydi en önemli sorun?” demiş. Evet, ironik bir cevap olmuş Ersin Taş’tan. Bir dönem Türkiye -bir dönem dediğimiz: seçimden önce-, başkanlık sistemi diye söylüyordu ve seçim sonrasında artık başkanlık sistemi tartışılmaz oldu. Bu anlamıyla seçim sonuçları aslında başkanlık için de bir tür referandum oldu. Dolayısıyla Türkiye’nin en önemli sorununu başkanlık sistemi olarak görüp, karşısına da çözüm olarak güçlendirilmiş parlamenter sistemi çıkaran muhâlefet perspektifi açığa düşmüş oldu. 

Onur Akel, “Sanıyorum en önemli sorunumuz muhâlefetin kifâyetsizliğiyle orantısız özgüveni. Tekrar çözülmesi istenen her ne sorun var ise muhâlefet kazanabilecek kapasiteye erişmeden bu mümkün olmayacaktır” demiş. Tam ikinci dediğini anlamadım, ama kifâyetsiz olmasına rağmen muhâlefetin özgüveninin çok yüksek olması saptamasını bir not almakta yarar var. 

Kemal Acat da “En önemli sorun muhâlefet. Muhâlefet olmadığı sürece diğer sorunları çözemezsin. Oraya da Kılıçdaroğlu ve adamları çökmüş durumda maalesef. O yüzden çözüm de yok bence” demiş. Evet. Muhâlefet meselesini bir kere daha gördük.

Kadir Ömer, “En temel sorunumuz kaliteli karakterli insan sorunudur” demiş. Bu da daha önce bir şekilde dile getirilmişti; ama bunlar çok genel şeyler gibi geliyor bana. Yani bunların hepsini 10 yıl önce de 20 yıl önce de söyleyebilirdik; ama bugüne özgü olarak temel sorun, yani insanlara karaktersiz demek de bence tek başına bir anlam ifâde etmiyor. Kusura bakmayın ama…

Hasan Dursun, “En önemli sorun adâlet ve ekonomi” demiş. Ahmet Erden de, “En önemli sorun kalitesiz insan” demiş. İnsanı suçlayan, insanı eleştiren, toplumu eleştiren yaklaşımlar çok var. Belli ki bunu yazan izleyicilerimizin her birinin bayağı bir canları acımış, yaşadıklarından dolayı bir anlamda, anlıyorum. 

“Devletçi olmak sorun” demiş. Bir tâne daha gelmişti buna benzer bir şey. “Devlet güçlü ama halk güçsüz. Bunun olmaması lâzım” diye söylemiş. Evet, AKP’nin ilk yıllarında tam tersi söyleniyordu biliyorsunuz. “Halk için devlet” deniyordu; ama şimdi bayağı bir otoriterleşmeyle birlikte artık“Devlet için halk”gibi bir yere geldik.


Mustafa Ünalmış, “Ne iktidar ne de muhâlefetin halkın ve ülkenin yanında olmaması” demiş.
Mustafa Bey bayağı bir herkese küsmüş görüldüğü kadarıyla. Yani halkın ve ülkenin sâhipsiz olduğunu söylüyor.

Atalay Mete, “Siyâsette solun olmaması”demiş. Evet, bu bana da anlamlı gelen bir şey. “Ama siyâsette solun olmaması olabilir mi? Ne zaman olur? Nasıl olur?” soruları berâber gelince, bu tespiti yapmış olmak tek başına yetmiyor. Çünkü sol açısından çok parlak bir gelecek gözükmüyor bana göre.

“Laiklik ve elbette ona bağlı olan her şey, yani medeniyet eksikliği” demiş Sema Hanım. Evet, laiklik önemli bir mesele. Bence bir ülkenin, Türkiye gibi bir ülkenin en önemli çimentolarından birisi. Bundan uzaklaşıldıkça bu binânın sallandığını görüyoruz. Buna sâhip çıkmak gerektiğini düşünüyorum; ama laikliği de devletin dinî hayâta doğrudan müdâhalesi olarak yorumlayan şekilde değil, devletin bütün herkese eşit mesâfede, bütün dinî anlayışlara ve tabiî ki inançsızlığa da eşit mesâfede durmasıyla olabileceğini düşünüyorum. 

Fatma Sezgin, “Türkiye’nin en büyük sorunu bence insanların hakkını aramayıp susmasıdır, halk kendi gücünün farkında değildir. Eğitimin önemini anladığımızda her sorun bitecektir. Muhâlefet de iktidar da biziz” demiş. Evet, halkın kendi gücünün farkında olmaması, hakkını aramayıp susması… bunlar önemli tespitler. Ve özellikle son seçimden sonra kurumsal muhâlefetin etkisini yitirmesiyle berâber gözler iyice sivil topluma döndü. Yani burada sizin “halk” dediğiniz kesime döndü. Ama sivil toplumun işinin de hiç kolay olmadığını kabul etmek lâzım bu otoriter sistemde. En son Akbelen’de yaşananlar bu anlamda önemliydi. Akbelen’de her şeye rağmen iyi bir direniş sergilendi. Ama belli bir süre sonra gündemden düştü. 

Halil Salim Haktanır: “En büyük sorun gerçek merkez sağ parti olmayışı”. Evet, bu üzerinde bayağı tartışmayı hak eden bir konu. Artık böyle bir arayış var mı? En son İYİ Parti arar gibi oldu. Sonra vazgeçti sanki. Bakalım cumartesi günü Meral Akşener’in yeni konuşmasıyla da göreceğiz. Ama merkez sağda şu anda bir parti yok. Merkez sağı büyük ölçüde AKP ve kısmen CHP kontrol ediyor. Buradan bağımsız bir parti çıkar mı? Bu gidişle çıkacak gibi gözükmüyor.

Metehan Güzel, “Bence en büyük sorun, sistemsizlik ve plansızlık. 10 yıl, 50 yıl, hattâ 100 yıl sonrayı planlamalı devlet, ona göre kendini hazırlamalı. Gündelik yaşıyoruz. Çok zor bir durum, birçok şey düzeltilebilir” demiş. Evet, planlama meselesi. Vallahi hani 10 yıl, 50 yıl değil, işte demin fâiz kararında verdiğim örnek: İktidar aynı, Erdoğan aynı ve geçen kısa bir süre içerisinde 180 derece zıt politikalar ve şu anda uygulanan politikaların da ne kadar süreceğinin garantisi yok. Böyle bir ülkedeyiz. Tamâmen günü geçirmekteyiz. 

Mustafa Murat Orhan, “En önemli sorun bir şeylerin düzeleceğine dâir umudun bitmesi ve toplumsal muhâlefet olarak üzerimize çöken atâlet hâli” demiş. Evet, çok acı bir gerçek bu. En önemli sorun mudur bilmiyorum; ama özellikle son seçimden sonra topluma yansıyan bu atâlet, siyâsete yönelik ilgisizlik, olup bitenlere karşı kayıtsızlık, ileriyi görememe… bütün bunlar gerçekten çok ciddî bir olgu olarak önümüzde duruyor.

Evet, bir izleyicimiz de, “Türkiye’nin en önemli sorunu toplum yani sâdece biziz” demiş. Buna benzer şeyler geldi. 

Bir izleyicimiz, “İklim, kuraklık” demiş. Bu ilginç. Bunun bir sorun olduğunu bu yaz iyice yaşadık. Ama bunu en önemli sorun olarak görmenin hayli uzağında olduğumuzu da söyleyelim.

Ahmet Elden, “İnsanları küçümsemek için yazmadım. Toplum gerçekten eğitimsiz ve sorgulamadan uzak” demiş. Evet, olabilir; ama sonuç olarak hep vardı bu sorun. Bunun sorumluları insanların kendileri değil diye düşünüyorum. Eğitimsizlik meselâ: Bir insan eğitimsiz olmaya karar vermiyor. Koşullar onu eğitimsiz olmaya itiyor ya da yeterince eğitim alma imkânını sağlamıyor. 

Mert Esen, “En büyük sorun kendimizi Batı’yla kıyas etmemiz ve Doğulu kimliğimizden utanmamız” demiş. Doğulu kimliğinden utanma olayı var mı bilmiyorum. Batı’yla kıyaslamaktan vazgeçeli epey bir zaman oldu. Ama bir kimlik sorunumuz olduğu muhakkak. 

Muharrem Palaz, “Dördüncü güç olan basının ortadan kaldırılması ve etkisiz hâle getirilmesi” demiş. Evet, bu çok ciddî bir sorun ve biz de zâten Medyascope olarak böyle bir ortamda, bağımsız bir medya olarak ayakta kalmaya çalışıyoruz ve işimiz hiç kolay değil. Sâdece biz değil, başka arkadaşlar da var. Türkiye’de bağımsız haber alma özgürlüğü çok zor durumda. Ama elimizden geleni yapıyoruz.

“En önemli sorun hiçbir öngörüsü tutmayan gazetecilerin ve başarısızlık kaderi olmuş siyâsîlerin koltuklarından kalkma cesâretini gösterememesi” demiş. Burada bana da bir taş varsa, olabilir, biz gazetecilerin öngörüsü tutmadığı zaman gazeteciliği bırakması diye bir şey olur mu bilmiyorum, ama öngörüsünün tutmadığını kabul etmemesi hâlinde eleştirilerin iyice yoğunlaşması anlaşılır. Ama siyâsetçilerin durumunun farklı olduğunu, yani gazeteciler ve siyâsetçileri eşitlemenin çok mantıklı olduğunu düşünmüyorum açıkçası; ama yine de siz bilirsiniz. Siyâsetçilerin bu konuda derilerinin oldukça kalın olduğu muhakkak. 

Ayşe Yaman “Kesinlikle Kürt sorunudur. Dönüp dolaşıp devletin Kürt fobisine dönüyoruz” demiş.

Adem Demir de, “Kürt sorunu dememek için çok apolitik olmak gerekiyor” demiş. Evet, Kürt sorunu bence de Türkiye’nin en önemli sorunu; ama baştan bunu söyleyerek bu tartışmayı baştan yönlendirmek istemedim. Meselâ şimdi bir izleyicimiz, “Türkiye’nin en önemli sorunu aşırı devletçilik ve insanların sorumluluk almamaları” demiş. Devletin bu kadar güçlü olmasının en temel nedenlerinden birisi zâten bu bölünme kaygısı ve bölünme kaygısının temelinde de esas olarak Kürt sorunu var. Şimdi yeni yeni düzensiz göç sorunu da buna ekleniyor gibi. Ama Kürt sorununu çözmeden Türkiye’nin çok fazla bir yol alabileceğini açıkçası düşünmüyorum. 

Evet, bir başka izleyicimizden daha “Etkili bir muhâlefetin olmaması” diye bir yorum gelmiş.

“Siyâsî İslâm’ın merkeze yerleşmesi” – Halil Salim Aktanır böyle söylüyor. Ama bu, bu senenin ya da birkaç yılın olayı değil; bu bayağı bir zaman, neredeyse çeyrek yüzyıl olacak, böyle bir olayı yaşıyoruz. Aslında bunu daha çok konuşabiliriz; siyâsetçilerin olmayan gündemleri üzerine kafa yormak yerine, daha sâhici gündem olarak…

Mustafa Aslan “Bence en büyük sorun 2028 seçimlerinde Kılıçdaroğlu’nun tekrar aday olma ihtimâli” demiş. Olmayacağını söyledi Mustafa Bey. 

“Kürt sorunu yok, muhâlefet sorunu var Türkiye’de” demiş Ercan Bey. Eyvallah. Yani Kürt sorununun reddinin de bayağı ciddî bir sorun olduğunu söylememe izin verin. 

Evet, böyle doğrudan, siyâsetin kısır tartışmaları yerine daha sâhici meseleleri konuşmak daha güzel oluyor, bunları devam ettirelim. Bugünlük burada toparlayalım. Sizlerden gelen katkılarla Türkiye’nin en büyük sorununun ne olduğunu tartıştık. Ne çıktı karşımıza? Adâlet çıktı, ekonomi çıktı, muhâlefet çıktı, devletçilik çıktı, Kürt sorunu çıktı. Bu arada topluma yönelik de ciddî eleştiriler olduğunu gördük. Eğitim meselesi tabiî ki insanların altını çizdiği başka bir olgu oldu. Evet, hepinize çok teşekkür ediyorum. Katkılarınız nedeniyle çok sağ olun, noktayı koyalım. Söyleyeceklerimiz bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.