Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Meral Akşener merakla beklenen konuşmasında hangi mesajları verdi? | Ruşen Çakır, Hıdır Göktaş ve Burak Bilgehan Özpek değerlendirdi

Seçimlerin ardından sessizliğe bürünen İYİ Parti lideri Meral Akşener beklenen açıklamayı bugün (26 Ağustos) yaptı. Akşener, Büyük Taarruz’un 101. yıldönümünde Afyonkarahisar-Kocatepe’de konuştu.

Burada Türkiye’nin farklı yerlerinden gelen partililere seslenen Akşener, iktidarın ilk 90 gününü eleştirdi. Ayrıca Akşener, konuşmasında tüm siyasi partilere çağrı yaptı ve “Gelin tüm siyasi partiler hep birlikte ayrı ayrı seçimlere girelim. Her birimiz ayrı ayrı seçimlere girelim” dedi.

Medyascope Ankara Temsilcisi Hıdır Göktaş Afyonkarahisar’dan bildirdi, Ruşen Çakır ve Burak Bilgehan Özpek konuşmanın hemen ardından yorumladı.

Yayına hazırlayan: Cenk Narin

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Meral Akşener geç başladı, geç bitirdi, biz de 15.00’te anons ettiğimiz yayını şimdi yapabiliyoruz. Burak Bilgehan Özpek’le yorumlayacağız. Bu arada Afyon’da olayı yerinde izlemiş olan Ankara temsilcimiz Hıdır Göktaş da internet sorununu aşabilirse bağlanacak, gözlemlerini anlatacak. 

Burak, merhaba. Benim tahmin ettiğimden daha net bir konuşmaydı, muğlaklık azdı, daha net konuştu. İktidâra yönelik girişte yaptığı eleştiriler normaldi, ama muhâlefete yönelik eleştiriler çok daha sertti ve daha geniş bir yer ayırmıştı, onu gördüm. Bir diğer husus, muhâlefetten ziyâde muhâlefet adına konuşan kişilere yönelik, özellikle yayın organlarına yönelik çok büyük bir öfkesi var ve unutmadığını söylüyor. Ve en önemlisi, ittifak anlayışı üzerine çok net bir şekilde, önce yapılan ittifâkın yanlışlığından çıkardığı dersle, 2019 yerel seçim ittifâkını olumlu örnek olarak verdi farkındaysan. Ama son ittifâkı olumsuz örnek olarak verdi ve yerel seçimlerle ilgili olarak da herkesin kendi başına girmesi çağrısı yaptı. Ve kendilerinin buna hazır olduğunu söyledi. Tabiî bu, İYİ Parti yerel seçimlere kesinlikle kendi başına girecek gibi okunabilir. Fakat Cumhur İttifâkı eğer ittifak yapmayı sürdürürse -ki muhtemelen sürdürecektir-, İstanbul, Ankara gibi yerlerde o zaman sanki bir ittifak opsiyonu olurmuş gibi -zorlama olabilir belki- bir yorum yapıyorum. Yani şöyle söyleyeyim: İlk bakışta, İYİ Parti yerel seçimde kesinlikle ittifak yapmıyor gibi bir görüntü var; ama orada herkese, her parti tek tek girsin çağrısı yapmış olması ve bir şekilde bir ittifak olması durumunda mecburen bazı yerlerde -hepsinde değil anlaşılan- olabileceği ihtimâli kendi ağzından çıkmadı. Bir diğer husus bence çok önemli: Bölücülük meselesini sık sık dile getirdi. Bu bir önceki ittifâka HDP’nin dolaylı da olsa dâhil olmasından -ki belli bir yerden sonra o dolaylı olmaktan çıktı; açık açık desteğe dönüştü-, bundan çok rahatsız olmuş ve seçim kaybetme nedenlerinden birisi olarak da bunu çok net görüyor belli ki, bu konuyu çok vurgulu bir şekilde söyledi. Yani şöyle bir şeyi de söylemek mümkün: Yerel seçimde HDP’den yine destek alacak olan adayların yanında olma ihtimâli olmayacak gibi. Şimdi bir diğer bir vurgu daha yapayım, ondan sonra sözü sana bırakacağım. İki isimden bahsetti; bunlar biliyoruz ki Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu. “Bu arkadaşlarımız kazanacaktı, biz bunların önünü açmak istedik, olmadı” dedi. Biraz onları da suçladı; ama esas olarak herhalde Kılıçdaroğlu’nu ve masadaki diğer partileri suçladı. Şimdi yerel seçimin en önemli iki yeri İstanbul ve Ankara ve muhtemelen bu iki isim yeniden aday olacak. İmamoğlu zâten deklare etti. Mansur Yavaş da olacaktır herhalde yani, olmaması mûcize olur. Şimdi bu kadar sâhiplendiği kişilerin CHP’den tekrar aday olması durumunda destek vermemesi gibi bir durumla da karşılaşabiliriz. Bu benim için ilginç bir nottu. Sen ne diyorsun? 

Burak Bilgehan Özpek: Evet, ilginç bir konuşma. Genel îtibâriyle İYİ Parti seçmeninin ruh hâlini yansıtan bir konuşma. Meral Hanım çok fazla görüşme yapmış bu süreçte. Çok fazla insanı dinlemiş ve genel îtibâriyle İYİ Partililer Altılı Masa mekanizmasından ve tabiî alınan sonuçtan memnun değil; çünkü İYİ Parti 2019 ittifak modeliyle ilerlemeyi umarken, yani Cumhuriyet Halk Partisi’le siyâsî müzâkereler üzerinden ortak bir aday belirlemeyi umarken ve o müzâkerelerden de Mansur Bey veya Ekrem Bey’in çıkacağını düşünürken, birdenbire kendisini Altılı Masa mekanizmasının boğuculuğu içerisinde buldu. Altılı Masa bir anlamda siyâseti öldürdü Ruşen abi. Yani ikili müzâkere ihtimâlini ortadan kaldırdı. Meral Hanım masadan kalkmadan birkaç gün önce Kemal Bey’le yaptığı kahvaltıda bile aday olup olmadığını teyit edemedi Kemal Bey. Yani bu medyaya da yansıdığı için rahatlıkla konuşuyorum. Kemal Bey fâillik üstlenmediği için, yani “Ben aday olmak istiyorum” sözü son dakikaya kadar ağzından çıkmadığı için – hattâ seçimden sonra bile “Aday olmayı ben istemedim” dedi, biliyorsunuz. “Ben aday gösterildim” dedi. Dolayısıyla aday gösterenler de aslında CHP listelerinden giren dört tâne küçük parti. Yani ortada aslında bir tiyatro var baktığınız zaman. Aday olmak için yanıp tutuşan bir Kılıçdaroğlu var. Fakat adaylığını dile getirdiği zaman İYİ Parti’yle müzâkere etmek zorunda kalacağı için, Altılı Masa’nın bürokrasi içerisinde kontenjan verdiği dört buçuk partiye söyletiyor. Yani aslında bu kadar yalın bir gerçeklik var ortada. Dolayısıyla İYİ Parti orada çok iyi müzâkere yapamadı. Yani 2023 seçimlerine girerken kendi ağırlığını ortaya koyamadı, kendi omurgasını gösteremedi. Ve aslında potansiyeli daha fazlaydı İYİ Parti’nin. Biz bunu araştırma sonuçlarında görüyorduk. Özellikle 6 Mart’ta masaya döndükten sonra, yani o üç günde yediği ağır dayaktan sonra diyelim, bir anlamda siyâsî irâde konusunda bir eksikliği olduğu kanaati hâsıl oldu. Yani bu, ideolojiler ötesi bir şey. Yani ideolojik bir yaklaşımdan bahsetmiyorum burada. Kılıçdaroğlu’nu frenlemek, onun politikasını şekillendirmek gibi bir yeteneğinin olmadığı, dolayısıyla ona boyun eğdiği gibi bir durum söz konusu oldu. Bu da tabiî İYİ Parti’nin oy potansiyelini aşağıya çekti. O yüzden Altılı Masa mekanizmasından İYİ Parti çok istediğini bulamadı. Çünkü Cumhuriyet Halk Partisi yüzde 25’lik oyuyla aslında yüzde 50’lik bir muhâlefetin tamâmını temsil etme iddiasındaydı. Ve sanki HDP’nin ve İYİ Parti’nin oyu Cumhuriyet Halk Partisi’ne helâlmiş, cebindeymiş ve bu partiler Cumhuriyet Halk Partisi ne derse onu yapmak zorundaymış gibi davrandılar – aslında böyle bir gerçeklik var. Bugün bile sosyal medyaya baktığınız zaman, kimse CHP’nin oyu yüzde 25’miş gibi konuşmuyor. Ya da İYİ Parti’nin oyu sanki Cumhuriyet Halk Partisi’nin kendi oyuymuş gibi davranıyorlar. O da şundan kaynaklanıyor tabiî: “Tayyip Erdoğan alerjisi o kadar yüksek ki, mecbûren insanlar gelip muhâlefet adayına oy verecekler. Dolayısıyla partilerin burada hiçbir inisiyatifi olamaz” gibi bir düşünceye dayanıyor. Yani Tayyip Erdoğan karşısında Cumhuriyet Halk Partisi muhâlefet içerisinde kendi dominasyonunu devam ettirmek için kullanıyor. O yüzden İYİ Parti o süreçte çok yıprandı aslında. Pazarlık yapamadı, kendi tabanına karşı mahcup oldu ve kendi tabanını temsil edemedi.

Seçim mağlûbiyetiyle birlikte de artık aslında bundan bahsetme zamânı. Ama orada da bir durum var. Şimdi Millet İttifâkı’nın iyi ya da kötü yüzde 50’nin üzerinde olduğu yerler var. Yani büyük şehirler meselâ. Ve siyâsî partiler aslında bir anlamda iktidâra gelmek için yarışıyorlar ve hepimiz biliyoruz ki bu belediyelerde, evet, bir tâne belediye başkanı var, ama muhâlefet partileri için buradaki ilişkiler çok önemli, buradaki network’ler çok önemli. Bir anlamda o iktidar aslında muhâlefet partilerinin de kendi içinde daha düzenli durmasını sağlıyor. İşte, insanların belediyede bir işi olunca siyâsî partiler üzerinden halledebiliyorlar. Bu önemli bir şey. Şimdi Meral Hanım, Kemal Kılıçdaroğlu’nu doğrudan hedefe koyup, çok sert bir şekilde, “Biz seçimlere kesinlikle tek başımıza gireceğiz ve 2023 ittifak modelini tasarlayan Kılıçdaroğlu yönetimiyle artık yol yürümeyeceğiz”demiyor. Bunu söyleyeyim, ya da böyle bir şey yok. Dolayısıyla hani burada bir kopuştan ben bahsedemiyorum. 

Çakır: Burak, şunu söyleyeceğim: Şimdi burada, sen dinlediğin zaman, gerçekten İYİ Parti’nin artık tek başına yoluna devam etmek istediği sonucuna vardın mı sen? 

Özpek: Ya, istiyor, ama bu hayatın da bir gerçeği var şimdi Ruşen abi. Yani şimdi dediğim gibi bu belediyeler meselesi çok önemli. Şimdi siyâseti çok yüzeysel bir şekilde ideolojiler üzerinden konuşuyoruz. Şimdi, siyâseti siyâsetçiler yapıyor, profesyonel siyâsetçiler. Ve aslında onların kendi çıkarları var. Yani bütün muhâlefetin çıkarını düşünen idealist insanlar değil siyâsetçiler. Dolayısıyla siyâsî partinin içerisinde insanlar bir anlamda kariyerlerini tâkip ediyorlar ve çıkarlarını maksimize etmeye çalışıyorlar. Biz İYİ Parti’yi hep nasıl okuyoruz? Bize nasıl okumamızı söylüyorlar? Burada şöyle bir şey var: Cumhuriyet Halk Partisi logosuyla belediye başkanı olan kişiler, aslında îtâ âmiri olarak Kemal Kılıçdaroğlu’nu tanıyor. Fakat bu belediyelerden İYİ Partililer de faydalanıyor. Dolayısıyla İYİ Partililer belediyeye bağımlı hâle geliyor. Fakat belediye başkanları siyâsî olarak Kemal Kılıçdaroğlu’na sadâkatlerini bildirdiler.

Dolayısıyla Kemal Kılıçdaroğlu belediyeler üzerinden partinin içini manipüle etme imkânı buluyor. Meselâ Ankara Belediyesi bunun örneği. Şimdi daha dün gördüm galiba, eski Ankara İYİ Parti İl Başkanı belediyede bir kadroya atanıyor meselâ. Şimdi İYİ Parti kadroları yönetiyor aslında, burada bir bağımlılık ilişkisi oluyor; ama Mansur Bey siyâseten Kemal Kılıçdaroğlu’na bağımlı olduğu için, Kemal Kılıçdaroğlu belediye üzerinden aslında İYİ Parti’de herhangi bir politika geliştirileceği zaman oraya müdâhale edebiliyor. İşte 6 Mart’ta olan şeylerden bir tânesi bu. Yani meselâ 6 Mart’ta masaya dönülmesini istemeyen isimler milliyetçiler falan değil. Milliyetçiler de vardı, merkez sağcılar da vardı, demokratlar da vardı; ama dönülmesini isteyenler arasında da bunlar vardı. Buradaki bağımlılık ilişkilerine bakmak gerekiyor. Şimdi öte taraftan bir de tabiî kariyerist tipler var. Onlar da Cumhuriyet Halk Partisi’yle, özellikle medyalarıyla çok içli dışlılar. O yüzden Meral Hanım’ın böyle kısıtları var. Yani bu bağımsız girme konusunda hakîkaten çok cesur karar alıp, kesinlikle bağımsız gireceğiz diyemiyor, dikkat ederseniz, “İlkesel olarak hepimiz bağımsız girelim, bizim için ideal resimbudur” diyor. Fakat realitede aslında bu durumun böyle olmayacağını herkes biliyor ve Millet İttifâkı’nın yüzde 50’yi geçtiği yerlerde bir kazanma ihtimâli var, bir iktidar ihtimâli var. Ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin 2019 seçimlerini örnek göstererek, işâret ederek, eğer ittifak kurulacaksa böyle Altılı Masa gibi bürokratik mekanizmalar veyâhut medya üzerinden İYİ Parti kıskaca alınarak bir ittifak geliştirilmemeli. Onun yerine 2019’daki gibi ortak adaylar üzerinden uzlaşa uzlaşa gitmeliyiz. 

Çakır: Meselâ şimdi CHP’de parti yönetiminin değişme ihtimâli var. Ekrem İmamoğlu’nun destekleyeceği, diyelim ki Özgür Özel aday olursa, genel başkan olmak istiyor ve İmamoğlu ve arkadaşlarıyla berâber hareket ediyor. Böyle bir seçenek olursa ve Ekrem İmamoğlu’nun da telaffuz ettiği bir “yeni ittifak mîmârîsi” lâfı var. Bir dakika! Hıdır, şimdi duyuyor musun? 

Hıdır Göktaş: Ben şu anda duyuyorum sizi.

Çakır: Evet, Hıdır orada Meral Akşener’in konuşmasını sen diğer gazetecilerle birlikte izledin. 

Yerel seçimlere İYİ Parti tek başına mı girecek? Bu kesin mi? 

Göktaş: Ya şöyle, bunu “Havet” diye yorumlayabiliriz. Şimdi birincisi, genel seçimlerde yapılan ittifâkın sorunlu olduğunu, partilerin bir araya gelebilmek için ödün verdiğini ve kendi istediklerini uygulayamadığını söyledi. Yerel seçimlerde ittifak konusunda ise, önce herkese çağrı yaptı, “Gelin, ayrı ayrı girelim” diye. Yani sonuçta 2019’da kendi ittifak modellerinin başarılı olduğunu, fakat cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinden önce uygulanan ittifak modelinin ise yanlış olduğunu söyledi. Bu konuda eleştiri yaptı. Özeleştiriden çok, ben bunu eleştiri diye niteliyorum. “Biz elimizden geleni yaptık, elimizden gelen çabayı gösterdik” dedi. Fakat “koltuk sevdâlıları” derken, burada da hedefi Kılıçdaroğlu’ydu benim anladığım; çünkü burada Altılı Masa’nın CHP dışındaki bütün partilerinin genel başkanları, sanıyorum sâdece Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu dışında herkes Kılıçdaroğlu’nu hedefe koyuyor. O ısrarla cumhurbaşkanı olmak istediği için bu sonucun alınamadığını söylüyor. Meral Akşener ısrarla isim vermeden İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ı aday olarak göstermek istediğini, bu iki kişinin seçim anketlerinde kazandığını, buna rağmen başarılı olamadığını, İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ı -yine isim vermeden- cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda ittiğini, desteklediğini, yanlarında olduğunu, fakat bu iki ismin buna yanaşmadığını söyledi. Yani: “Kazanılacak seçimi kaybettik. Ben elimden geleni yaptım. İYİ Parti olarak, makam, mevki peşinde olmadık, ama elimden geleni yaptım”dedi. Ben özeleştiri değil eleştiri olarak niteliyorum. Sâdece,“Özür diliyorum, o da eğer bunları başaramadıysak, insanları iknâ edemediysek” dedi. Yani eksikliğini iknâ edememe olarak gösterdi Meral Akşener. Şimdi 26 Ağustos’ta neden burada, bir de onu anlatmaya çalışayım, yayın kesilmezse eğer. 26 Ağustos Türkiye devlet sisteminin târihinin önemli bir dönüm noktası. Hem 1071 Malazgirt açısından 26 Ağustos olarak belirleniyor ve kutlanıyor. Bir de 26 Ağustos, şu anda burada bulunduğumuz nokta, Afyon Kocatepe, Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı’nın son aşamasında, “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir” dediği ve son taarruz, artık Cumhuriyet’e giden yolların taşlarının döşendiği noktanın başlangıç yeri. Akşener burada konuştu. 1071 Malazgirt Zaferi’ni Cumhur İttifâkı, AKP ve MHP’nin organizasyonuyla şu anda Malazgirt bölgesinde kutluyor. Burada Akşener’in gelip bu açıklamayı yapmış olması önemli. “Biz Cumhuriyet’in kazanıldığı topraklarda bir çağrı yapıyoruz, yeni bir hareket başlatıyoruz” dedi. “Buraya kadar geldiniz, eğer siz makam mevki peşinde olsaydınız, biz de makam mevki peşinde olsaydık, siz buralarda bu sıcağın altında olmazdınız, siz de lüks arabalara biner, dolaşırdınız”dedi ve burada bir de espri yaptı: “Ama bizim geleneğimizde pudra yasak”dedi. Bu da ilginçti ve konuşma metninin dışına çıktı yer yer ve o da yine buradaki insanlar arasında coşkuyla karşılandı, onu belirtebilirim. Yine bu sıcağa rağmen buraya, ağaç gölgesinin nâdir bulunduğu bir alana oldukça kalabalık bir insan topluluğu gelmişti. Tabiî bölge açısından oldukça kalabalık diyorum. Yani 2 bin civârında bir insan vardı – ki böyle bir ortamda, siyâsetin ölgün olduğu bir ortamda böyle bir organizasyon yapmak aslında İYİ Parti açısından oldukça önemli bir hamleydi. Bir de Akşener 25 Ekim’e işâret etti. 25 Ekim’de partinin kuruluş yıldönümünde yeni bir politika metni açıklayacaklarını söyledi. Sanıyorum o da yine yerel seçimlere doğru giderken partinin yol haritasını, izleyeceği politikayı göstermesi bakımından anlamlı olacak. Şimdi, şunu vurguladı Akşener: “Seçimlerin üzerinden 90 geçti” dedi. “Bir muhâsebe yapacağım” dedi. Önce iktidârı eleştirdi, sonra da kendisi muhâsebeyi yaptı. Bir diğer şey de, Akşener 60 gün önce partisinin kongresinde konuşmuştu. Ondan sonra ikinci kapsamlı konuşması ve değerlendirmesiydi, bunu da belirtelim. Ama bu arada iktidârın 90 gününe, ekonomiye, göçmen sorununa değindi; bu çok önemli, onu vurgulamakta fayda var. Burada yine milliyetçi unsurları öne çıkartan bir üslup kullandı Akşener. Göçmenlerin artık bir millî beka sorunu olduğunu, millî güvenlik sorunu olduğunu vurguladı ve bu arada ittifaklar açısından da, “Türkiye’yle sorunu olan, Türk kavramıyla sorunu olanlarla da ittifak içerisinde olmayacağız” derken de, bu arada yine HDP’yi ve tabiî ki CHP’yi itham etti. Bu kısa notu da düşüp ben izninizle yayından ayrılayım. 

Burak’la sana kolay gelsin. Önümüzdeki günlerde daha çok konuşacağız bu konuyu, öyle görünüyor. 

Çakır: Sağ ol Hıdır. Çok önemli bir husus var, yerel seçim konuşurken onu atladık; ama yeni bir yol, yani sanki Meral Akşener partiyi yeni kuruyormuş gibiydi. Yani öyle bir hava vardı. Öyle değil mi? “Yeni bir yol” dedi. Ve zâten meselâ televizyon kanalları falan da genellikle onu verdi. Yani yeniden yüklenmiş bir İYİ Parti iddiası mı var?

Özpek: Ya o çok zor bir iş Ruşen Abi. Hani bu, “Biz üçüncü yolu açıyoruz, yeni bir yol kuruyoruz” demek çok seksi bir kelime. Çok cezbediyor, toplumu da cezbediyor, siyâsetçileri de cezbediyor; ama üçüncü yolu inşâ etmek çok zor bir şey. Ya bir kere baştan söylediğim gibi bütün bu finansal bağlılıklarınızdan, bağımlılıklarınızdan kurtulmanız lâzım. Yani birçok şeyi fedâ etmeye hazır olmanız lâzım – bu bir. İkincisi, yeni bir siyâset alanı inşâ etmeniz lâzım. Karşıtlığı doğru tanımlamanız gerekiyor. Yani AK Parti ve CHP arasında bir karşıtlık tanımlayacaksınız ve kendinizi orada bir yere oturtacaksınız. Bunun için entelektüel kadrolarınızın, siyâset yapan insanlarınızın müsâit olması gerekiyor. Yani İYİ Parti’nin kurumsal kapasitesinin çok yüksek olmadığını biz bu 3-6 Mart arasındaki krizde gördük. “Üçüncü yol”culuk hakîkaten şu anda bence çok verimli bir alan. Meselâ Yeniden Refah Partisi de, Zafer Partisi de aslında bir anlamda böyle bir role soyunmak istiyor; ama çok daha düz insanların, toplum vasatının, aslında temsil edilememe sorunu var ve aslında AKP ve CHP’yi marjinalleştirip onların arasında ılımlı bir nokta tanımlanabilir, ama bu zor bir şey. Yani sanıldığı kadar kolay bir şey değil. Dediğim gibi, ya bir parti kuruyorsunuz, parti teşkîlâtları var, çalışan insanlar var, bunlar iktidar istiyorlar. Yerel iktidarları elde edebilecek kapasiteye sâhipsiniz ittifaklar yoluyla. Ve sistem -hem belediye sistemi, hem başkanlık sistemi- sizi ittifakların içerisine zorluyor. Ve öyle bir durum var ki Türkiye’de siyâset biraz duygusallaştığı için, Tayyip Erdoğan’la da pazarlık yapamıyorsunuz yani. Yani o sizin seçeneklerinizden birisi değil. Yani İYİ Parti CHP’yle pazarlık yapacak, CHP İYİ Parti’yle pazarlık yapacak. Başka bir aktör yok aslında baktığımız zaman. Eh bir de HDP, işte, duruma göre aday çıkaracak veya çıkarmayacak. Böyle bir denklem var. Dolayısıyla üçüncü yolu açabilmek kutuplaşmayı da aşabilir Türkiye’de; fakat onun için hem bir kapasite gerekiyor, hem de kaynaklardan ferâgat etmeyi gerektiriyor. Emin değilim.

Çakır: Böyle bir şey var. Üçüncü yol derken; “Yeni anlayış, millî siyâset ve onun merkezi olmaya talibiz” dedi, İYİ Parti ile alâkalı, “Merkez sağ olur mu olmaz mı?” tartışmalarında. Meral Akşener bence “merkez” lâfını özel olarak tercih ediyor. Merkez sağa gönderme yapmak için bir çağrı yapıyor; ama seçimden sonra 90 gün boyunca susmuş bir lider söz konusu. Öyle değil mi? Ayrıca Akşener’in hükümete verdiği 90 günlük süre boyunca ülkede ekonomik kriz büyüdü, yoksullaşma derinleşti. 90 gün boyunca siyâset konuşmayı ertelemiş birisi, nasıl bir câzibe merkezi olabilir? Gerçekten çok zor bir iş.

Özpek: Türk siyâseti çok enteresan. Geçen programda bunu Kemal Can ile de konuşmuşsunuz. Aşağı yukarı bir ay önce ben de söylemiştim. Türkiye siyâsetinde artık siyâset yapmayan siyâsetçiler var. Merkez siyâsetçi dediğiniz figürler aslında sıkça konuşan adamlar. Demirel, 1980 darbesinden sonra bile konuşuyordu, Ecevit yazıyordu. Bunlar, sürekli olarak toplumla görüş alışverişinde bulunan insanlardı. Dolayısıyla merkez siyaâset kendinize atfettiğiniz bir şey değil. Siz kendinizden “merkez sağ, merkez sol partiyim” diye sürekli bahsedemezsiniz, toplum size bunu söyleyecek. Bir mıknatıs gibi siz insanları kitlesel şekilde kendinize çekeceksiniz. Tabiî ki bunun yolu da siyâset yapmaktan geçiyor. İYİ Parti’nin 3-6 Mart arasındaki süreci açıklaması lâzım. Akşener, 3 Mart’ta ayrıldı ve bu karârın arkasında olduğunu söyledi. Fakat 6 Mart’ta açıklanamayan bir şekilde geri döndü. Bu geri dönüşten sonra gerçekten partinin iddiası da hikâyesi de çok zayıflıyor. Çünkü bütün kargaşa, sosyal medyada yükselen tepki bunu gösteriyor. Baktığınız zaman, siz benden daha tecrübelisiniz, aynı tepkiye Demirel veya Ecevit mâruz kalsa herhalde pek umursamazdı ve karârı alıp giderlerdi.

Göğüslerlerdi; birkaç hafta sonra durumu tekrar revize ederler ve siyâsetini yaparlardı. Seçim kaybedildikten sonra Akşener için o yenilgiyi zafere çevirme fırsatı vardı. Çünkü 3 Mart’ta bir tavır ortaya koymuştu. Kemal Bey’i doğrudan bu işin fâili olarak îlân edip sonra 90 gün boyunca aktif bir şekilde bunun siyâsetini yapabilirdi. Bu konuşmanın sebebi bence CHP bağlantılı medya ve gazetecilerin tekrar konuşmaya başlaması. Meselâ Aytun Çıray konuşuyor. Eski siyâsetçi kuşağı var. Hepsi Kılıçdaroğlu fanatiği farkındaysanız: Emin Şirin, Yaşar Okuyan, Aytun Çıray, bu insanlar için de Kılıçdaroğlu tam bir geri dönüş ümidi. Baktı ki Akşener, herkes faturayı inceden tekrar İYİ Parti’ye kesmeye çalışıyor; CHP de, Akşener masadan kalkıp geri dönmeseymiş bu seçim kazanılacakmış gibi bir hikâye yazıyor. Bana sorarsınız Akşener, buna karşı bir tepki vermeye çalıştı bugün; ama 90 gün boyunca bunun oluşmasına zemin hazırlamamak gerekiyordu. Konuşacağınız insanlara kendi hikâyenizi de anlatacaksınız; çünkü siyâset böyle bir şey. Şu da dikkatimi çekiyor: Bir siyâsî liderin her konuşması târihî olmak zorunda değil. 

Çakır: Günler önceden duyurulduğu zaman târihî olmak iddiasıyla çıkıyor ortaya. Kaç gün oldu değil mi? Kürşad Zorlu, bir dönüm noktası geliyor gibi sundu. Aslında duyurduklarına yakın konular vardı içerikte; ama muğlaklıklar olduğunu görüyoruz. Kaldığımız yere geri dönersek, İmamoğlu CHP yönetimine hâkim olursa, söylediği yeni ittifak mîmârîsi ve Akşener’in bahsettiği ilkeler temelinde ittifak meselesi tekrar hayâta geçebilir mi? Böyle bir şeyin gerçekleşmesi daha kolay olurmuş gibi geliyor bana, ama emin değilim. 

Özpek: Bence o koşulu Ekrem Bey de Meral Hanım da koymuyor; ama keşke koysalar. Keşke “CHP Genel Merkezi’nde bir değişim olduğu takdirde, biz ittifak kuracağız ve belediyelere asılacağız” gibi bir koşul ortaya koysalar. Ben bundan çok memnun olurum. Muhâlefetin önünü açarlar. CHP Genel Merkezi’nden kaynaklanan, muhâlefetin felç olma durumu var. Ne Ekrem Bey, ne Meral Hanım, bu değişimi işbirliği için şart olarak koşmuyor. Keşke bunu yapsalar; çünkü kongrenin kaybedilme ihtimâli var. Bu durumda Kılıçdaroğlu, CHP Genel Başkanı olarak devam edebilir. Yani Kemal Bey ile iş yapmak zorunda kalabilirler. Az önce de söyledim: İYİ Parti’nin ittifak menüsü çok dar. Türk solunun inandığının aksine, Meral Hanım iktidarla işbirliği yapma eğiliminde olan birisi değil. Bugün söylediği, “2002’den bu yana her târihî kavşakta iktidârın karşısında durdum” söyleminin sebebi de bu. Şunu demek istiyor: “Ali Babacan, Ahmet Davutoğlu ya da HDP gibi değilim” demek istiyor.  Çünkü HDP de 2015’e kadar, şu an yaptığı gibi muhâlefetin bir parçası değildi. Bâzı konularda iktidardan yana tavır aldı. Ama Akşener, “Siz bana nasıl muamele ederseniz edin, 2000’den bu yana muhâlefetin bir parçasıyım, muhâlefette kalacağım ve muhâlif sağ seçmenin temsilcisi olacağım” diyor. Böyle bir iddiaya sâhip. Bu durumda CHP’den başka işbirliği yapacağı bir aktör yok. Meral Hanım, Kılıçdaroğlu yönetiminin değişmesini bir şart olarak koysaydı ve Ekrem Bey de belediye başkanlığı için, “Bu yönetim değişirse başkan adayı olacağım ve İstanbul’u alacağım” deseydi, CHP’de bir değişim mümkün olabilirdi. Bence bir gözleriyle de delegelere ve kongre seçimlerine bakıyorlar. Orada, eğer Kemal Bey’in genel başkanlıkta kalma ihtimâli kuvvetli bir şekilde varsa, mecburen Kemal Bey ile işbirliği yapacaklar. Bu yüzden böyle bir koşul öne sürerek kendilerini bağlamak istemiyorlar.

Ruşen Çakır: Evet, bu söylediğin önemli. Şimdi notlarıma bakıyorum. Özellikle aritmetik hesap meselesini, ittifak eleştirilerinde çok söyledi. İttifâkın, beklediği yerlerden istediği kadar oy alamayıp, var olduğunu iddia ettiği muhâlif potansiyelin altında oy alması bâriz bir mesele. Burada Kılıçdaroğlu’nun adını vererek hiçbir şekilde eleştirmedi. Birçok şeyin doğrudan ona gittiğini anlıyoruz; ama bu dil bir yerden sonra siyâsetin içini boşaltmıyor mu? İmâlar ve göndermeler var, sanırım onu kastediyor. “Millet irâdesi sorgulanamaz, yargılanamaz” dedi. Bu aslında Kılıçdaroğlu’na verilen bir cevap, biliyorsun. Kılıçdaroğlu seçim sonrası çok net bir şekilde “aldatılanlar” gibi şeyler söyledi. Açık açık Kılıçdaroğlu demiyor, “Kendilerini dayatanlar” vs. diyor. Hep anonim şeylerden bahsediyor. Bu bana tıkatıcı bir mesele gibi geliyor. Bir de medyaya yönelik ya da bâzı kanaat önderlerine yönelik göndermeler, ikisi tarafından da çok yapılıyor. Bence onları haddinden fazla ciddîye alıyorlar. “Onlar” derken, belki beni de katmıştır içine, bilemiyorum, ama o kişilerin Türkiye’de siyâset üretme gibi bir kapasiteleri yok. Siyâseti yapan yine eninde sonunda siyâsetçiler değil mi?

Burak Bilgehan Özpek: Şöyle bir şey var: Tayyip Erdoğan düşmanlığı belirli bir potansiyel yaratıyor. Şu an siyâset, halkı iknâ etmek için yapılan bir iş olmaktan çıkmış durumda. Böyle olunca da siyâset, elitler arası bir rasyonalite ya da ahlâkî üstünlük mücâdelesine dönüyor. Şimdi burada da kamu entelektüelleri, akademisyenler, gazeteciler, araştırma şirketi sâhipleri çok önemli aktörler hâline geliyorlar. Geride bıraktığımız bir, bir buçuk seneye baktığımız zaman, hepimizin düşündüğümüzden daha fazla etkisi olduğunu, elitler üzerinde daha fazla etkisi olduğunu kabul etmek zorundayız. O bir illüzyon değil, halka konuşmak zorunda değilsiniz. Halk zâten Tayyip Erdoğan’ın karşısında kim varsa ona oy verecek. Bu sefer muhâlefet elitleri arasında bir rekabet var ve insanlar rasyonel argümanlarla birbirine cevap veriyorlar, tartışıyorlar. Özellikle Medyascope gibi mecrâlarda o rasyonalite de çok yüksek olduğu için, çok az izlenmesine rağmen izleyen insanların niteliği çok artıyor. Bâzı adaylar için onlar da belli bir meşruluk yaratıyor. Bir argümanı burada geliştiriyorsunuz, o adam muhâtaplarına söylüyor. Dolayısıyla kamusal entelektüellerin etkisi dramatik bir şekilde arttı. Çünkü halk yok artık burada, elitler arası bir mücâdele var – bu bir. İkincisi, bu îmâlı dil meselesi yeni de başlamış değil. Meselâ deprem sırasında Kemal Bey, prodüksiyon bir video yaptı ve bütün insanların öfkesini temsil etti, hatırlarsanız. Meral Hanım, ertesi gün, “Kimse yangından mal kaçırmasın” gibi bir beyânatta bulunmuştu. Bu lâfın da adresi aslında Kemal Kılıçdaroğlu’ydu.

“Noter masası olmayacağız” meselesinin de adresi Kılıçdaroğlu’ydu. Baktığımız zaman bu îmâlı dil aslında yeni olan bir şey değil ve bu çok zarar verdi. YouTube’dan izleyicilerimiz açıp 90’larda Demirel’in, Ecevit’in, Özal’ın konuşmalarına, siyâset yapma biçimlerine baksınlar. Açık konuşmaktan utanmayan, derdini merâmını anlatmaktan çekinmeyen ve birbirleriyle de siyâsî aktörler olarak herkesin çıkarını maksimize ettiği ön kabulüyle ve bundan da utanmadan konuşan insanlar görecekler. Siyâset yapmak, açık açık birisini desteklemek, birisine karşı çıkmak, “Bu adayı desteklersem partimin oyu düşer” demek ayıpmış gibi bir hâle geldi. Halbuki ayıp değil. Siyâset tam olarak bu çıkarların olumlu hâle gelmesi. Baktığınız zaman, “Kemal Kılıçdaroğlu aday olduğu için İYİ Parti yüzde 15 yerine yüzde 10 oy aldı demek”, ayıplanacak bir şey değil.

İYİ Parti yüzde 15 oy alacak ki muhâlefet kazansın. Bir yandan böyle bir tarafı var. İkincisi de, İYİ Parti bir hayır kurumu değil. Dolayısıyla partiler desteklerini açıklarken öncelikli olarak kendilerini düşünüp bir tavır almak zorundalar. Şimdi bu sürekli olarak ayıplandığı için ve Tayyip Erdoğan ahlâkî olarak en kötü noktada konumlandırıldığı için, muhâlif olmak bir ahlâkîlik üzerinden tanımlanıyor. Erdoğan’ı, mağlup edilmesi gereken dünyevî bir rakip değil de “ortadan kaldırılması gereken mutlak bir şeytan”mış gibi algıladıkları için, muhâlifler de sürekli olarak ahlâkî bir zeminde ilerlediklerini düşünüyorlar, ama iş daha da kötü bir hal alıyor. Yani ahlâkın arkasına gizlenmiş küçük, bencil çıkarlar var. Herkes de bunu biliyor, ama kimse bunu söylemiyor. Böylece perde arkasından bir sürü ayak oyunları dönüyor. Kimse kimseye güvenmiyor, kimse kimseyle açık müzâkere yapamıyor, kimse kimseyle açık protokol imzâlamıyor. Basında, medyada, bizim gibi platformlarda başka bir şey tartışılıyor. Meselenin arka planında çok daha çirkin, sosis imâlathânesine benzeyen bir oyun devam ediyor. Bu yüzden politikacılar bir türlü açık açık konuşmuyorlar. Çok enteresan. Meselâ Ekrem Bey, topluma konuşmak yerine bir Zoom toplantısında CHP oligarklarını iknâ ederken yakalanıyor. Meselâ bu çok garip bir şey. Ya da îmâlı konuşuyo,r biz bunu orada çözmeye çalışıyoruz. Harfler üzerinden anlamlandırma vardır, Hurufîlik denir. Hurufîye döndük. Siyâsetçi, merâmını düzgün anlatan kişidir. Meral Hanım bunu Altılı Masa sürecinde de yaptı. Bence o çok temel bir sıkıntıydı. 

Ruşen Çakır: Şimdi toparlarsak, bugün yaptığı konuşma, önceden anons edildiği gibi, gerçekten târihî bir konuşma mıydı? Bundan sonra bizim İYİ Parti’nin neyi nasıl yapacağı konusunda kafamız berraklaştı mı?

Burak Bilgehan Özpek: Çok önemli bir konuşma. Bir şey yaptı. “Bütün partiler bağımsız bir şekilde seçime girerse ben de bağımsız gireceğim” diyor. Bugün, MHP ve AKP anlaşıp Türkiye’nin bütün bölgelerinde ya da belirli bölgelerde seçime bağımsız girdikleri takdirde, İYİ Parti-CHP ittifâkı bozuluyor. Bu aslında önemli bir çıkış. CHP’yle olan ittifaktan ne kadar ağzının yandığını, ne kadar tadının kaçtığını gösteren bir şey. O ittifâkı istemiyor. Tek başına girme politikasına işâret ediyor. “Artık Millet İttifâkı gibi bir şey yapmayacağız, biz müstakil bir partiyiz. Yerel dinamikler bize bir şey söylerse ittifak yapabiliriz” diyor. Bu da ikinci söylediği önemli mesele. Bence yüzde 50’nin üzerinde oy aldıkları yerlerde ittifak yapmaya devam ederler. Orada yerelden başlayarak genel merkezlere kadar uzanan büyük bir ağ var. Genel merkezleri zorlar. Siyâsetin finansmanı maalesef böyle dönüyor. Kazanılabilecekse, kazanılması için her şey yapılır. Orada ittifakların dağılacağını düşünmüyorum. Zâten o yerel işbirlikleri parantezini de orada bir marj alabilmek için yapmış. Üçüncü önemli şey de “Kiminle olmaz?” paragrafı. Orada da şunu gördüm. Anayasa’nın ilk dört maddesinden dolayı HDP ve DEVA Partisi’ni istemiyor. AKP’ye de kapılarını kapatıyor. “Hamâsî milliyetçilik yapanlarla da olmaz” dedi, MHP’ye de kapatıyor. Günün sonunda Meral Hanım şunu biliyor: İttifâkı yaparsa CHP’yle yapacak. Bu ittifak da CHP’nin zannettiği gibi İYİ Parti’nin oyları cepte bir şekilde başlanacak bir ittifak olmayacak. Yani sıkı müzâkereler sonunda 2019’a benzeyen bir ittifak modeli devam edecek. Benim bu konuşmadan anladığım budur. 

Ruşen Çakır: İYİ Parti’nin seçime nasıl gireceğini anladık ya da anlamaya çalışıyoruz. Peki, İYİ Parti nasıl bir parti? İYİ Parti’nin kimliği meselesinde, Atatürk, Malazgirt, Türk milleti vurgusu vs. bunlar hep bir şey söylüyor; ama sence net bir şekilde diğer partilerden farkını vurgulayabildi mi?

Burak Bilgehan Özpek: Ben, Türkiye’de bu kimlik meselesinin çok objektif tanımları olmadığını düşünüyorum. Meselâ merkez sağ deyince Ali Babacan’ı anlayan var; ama merkez sağın dünyasında Babacan aslında marjinal kalıyor. Demirel’in Özal’ın dünyasındaki Cem Boyner gibi kalıyor. Anlatabiliyor muyum? Türkiye’de meselâ ülkücü, faşist, milliyetçi dediğimiz adamlar aslında 90’ların Ecevit’ine de tekabül ediyor milliyetçilik söylemi açısından. Bu yüzden bu kavramlar çok değişti. Milliyetçilik ve merkez sağcılık dünyanın hiçbir yerinde birbirini çok dışlamaz zâten. Çok yakındır bunlar. Meselâ merkez sağ bir parti, savunma sanayiini dünyanın hiçbir yerinde eleştirmez, sâhip çıkar, yoktur örneği. Milliyetçiliği doğru temsil etmeye, yumuşatmaya çalışır. İYİ Parti’nin meselesi bence merkez sağ-milliyetçilik çatışması değil. Bence merkez sağ temsilini de yapabilir. Oradaki asıl sorun, parti müstakil karar alamıyor. Şu âna kadar müstakil olarak bir karar alma süreci işletemedi. Altılı Masa sürecinde içeriden çok manipüle edilen, yönlendirilen bir parti izlenimi verdi. Masaya yumuşak bir konuşma yapıp oturabilirdi. “Biz siyâseten pazarlık yaptık, anlaştık” diyebilirdi ve 7 cumhurbaşkanı yardımcısı gibi çok kötü bir modelle oturdu. Pazartesi gününü hatırlarsınız, iki cumhurbaşkanı yardımcısı diye açıklanmıştı: Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş. Bence o bir başarı. İşleyebilecek bir modeldi; ama Altılı Masa’da oy oranı yüzde 1 bile olmayan partilerin îtirâzıyla yedi cumhurbaşkanı yardımcısı olunca, Meral Hanım’ın orada kurumsal kapasitesinin zayıflığı ortaya çıktı. Süreci çok doğru bir şekilde idâre edemedi ve bu durum partinin dışarıdaki bağımlılık mekanizmalarıyla manipüle edildiğini gösteriyor. O yüzden müstakil parti olma kimliği bence şu anda çok önemli. Zaten “hür ve millî” meselesi biraz öyle bir şey. Partinin ciddî anlamda bir müstakillik sıkıntısı var. Kutuplaşmadan, başkanlık sisteminden, ittifâka mecbur olmaktan dolayı mustarip, ama bunların hepsini daha kurumsal bir yapı kurabilseydi aşabilirdi. O kurumsallık olmadığı için maalesef sürekli olarak kendini îzah etme durumunda kaldı. Meral Hanım kendini îzah etmekten hiç hoşlanmıyor, biliyorum. Ancak bu yapıdan dolayı girdiği mâcerâlar, girdiği yol buna mecbur bırakıyor maalesef. 

Ruşen Çakır: Evet Burak, çok sağ ol. Sıcağı sıcağına değerlendirdik. Daha çok konuşacağız bu konuyu. En azından siyâset birazcık hareketlenecek. “İYİ Parti tekrar sâhaya döndü” diyelim. Çünkü bayağı bir süre sâhaya girmedi. Kendisi de söyledi zâten; ama kendisinin sustuğu süre zarfında konuşulanlardan çok rahatsız olmuş. Tabiî, susunca, hakkında konuşurlar. 

Burak Bilgehan Özpek: CHP adına, CHP kulislerini yansıttığını iddia eden isimler muhâlefete çok zarar veriyor. Ben bu konuşmanın içeriğinin son bir haftadaki televizyon programlarından ziyâdesiyle etkilendiğini düşünüyorum. Meselâ başkan adayı belirlenirken de bu işler çok etkili oldu. Sürekli olarak bir yalan kulis meselesi var. Bunlar, bir kuşatma, bir kıskaca alma işi oldu. Meselâ Barış Yarkadaş’ın, “Bilge Yılmaz ayrılıp ayrı parti kuracak” iddiası. Bildiğim kadarıyla Bilge Yılmaz şu anda Afyonkarahisar’da, biraz tanıdığım için, ayrı bir parti kurma hırsına sâhip bir insan da değil; ama orada başka bir şey yapmaya çalışıyorlar. Partinin içişlerine müdâhale etmeye çalışıyor. Aytun Çıray’ın söylediği, gizli görüşmeleri ifşâ etmesi. CHP medyayı bu şekilde kullanırsa, İYİ Parti’yi boğmak için, veyâhut HDP’yi bâzı noktalarda boğmak için kullanırsa muhâlefet zehirlenir. Bence bu kültürü topyekun bir şekilde sorgulamamız gerekiyor. 

Ruşen Çakır: Evet, Meral Akşener’in önceden duyurulmuş konuşmasını izledik ve Hıdır Göktaş Afyonkarahisar’dan bağlandı. Burak Bilgehan Özpek ile berâber yorumlamaya çalıştık. Daha bu konuyu çok konuşacağız. Hıdır’a ve Burak’a çok teşekkürler. İzleyicilerimize de teşekkürler. İyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.