Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can yazdı: Talimatı veren mi uyan mı?

Şimdilerde elli yaşın altındakilerle ilgili fazlasıyla spekülasyon yapılıyor. Devri geçmiş şarkıcılar, enerjisi bitmiş siyasetçiler, fenomen olmak isteyen kifayetsizler, herkes gençlerin ilgisiyle atağa geçme peşinde. Değil peşine takmak, temas kurmanın bile hayli zor olduğu bir jenerasyonu cezbedecek sihirli formüller aranıyor. Bu dalganın ayrılmaz parçası, elli hatta kırk yaş üstündekilerin her alandan çekilmesi ve gençlerin önünün açılması talebi. “Sizden öncesi yok, elde olan bu, buradan ileriye doğru yürüyün gidin” deniyor. Tamam öyle olsun ama gençlerin kendiliğinden pek hevesli görünmediği, “geçmişi hatırlamak ve “‘andan’ fazlasını öğrenmek” konusu biraz araya gitmiyor mu? Bunları söylememin nedeni, Türkiye’nin ve aslında dünyanın güncel krizlerinde pay sahibi kritik dönüşüm eşiklerini hatırlayanların -asıl olarak da hatırlatanların- giderek azalması. Bunun fazla “sıkıcı” ve “ileriye bakmak” gerekçesiyle lüzumsuz bulunması. Mesela pek çok alanda, köklü yapısal değişimlerin miladı sayılan 12 Eylül’ü -önü ve arkasıyla- yaşayarak deneyimlemiş olanlar artık 50 yaşın üzerinde. Onların bir kısmının bu deneyimden çıkardıkları pek bir sonuç yok, bir kısmının sonuçlarının ise zaten kendilerinden başkasına faydası yok. Fakat bu deneyimlerden süzülen -hatta şimdiye kadar tam süzülmemiş olan- bilgilerin; girdiğimiz açmazların, çıkılacak kapıların, çıkınca varılacak yerlere dair tartışmalarda detay olmadığı açık. Tecrübe denilen şey, yaşananı anı olmaktan çıkarıp bilgiye dönüştürmekle ediniliyor. 

12 Eylül, geri kalmış bir ülkenin sıradan bir darbesinden farklı kılan önemli özellikleri vardı. En önemlisi de, tüm dünyayı önüne katıp sürükleyen neoliberalizm dalgasıyla eş zamanlı ve uyumlu bir büyük “inşaat” olması. Çok önemli bütünlüklü bir ekonomik-siyasi-kültürel değişimin üzerine oturması, yarattıklarını “darbe travmasından” fazla yapıyor. Liberal kelimesinin birincil anlamından gelen “serbestlik”, pazarlamada etkili ama fazlasıyla yanıltıcı. Bu algı kırılması, sadece yüklenen pozitif vasıflardan zuhur etmiyor, siyasetin fazla “serbest” kaldığını düşünerek yapılan eleştiriler de aynı kapıya çıkıyor. Neoliberalizm, çok az şeyi ama çok güçlü biçimde “serbest” bırakırken, çok geniş bir alanda büyük bir zihni temizlik yaptı. Başka türlü bir dünya düşünmeyi imkansızlaştırdı. Bu yüzden ortaya koyduğu siyasi mimari, sadece girdiği kriz sonrasında otoriterliğe savrulmadı, başlangıçtan itibaren çok sert bir fikri otoriterlik içeriyordu. 12 Eylül’ü takip eden yıllarda, devletin uyguladığı baskılar, yasaklar, yasal ve fiili durum, pek çok kurumu, kavramı ve ilişkiyi dönüştürdü. Aynı dönemde işleyen çok daha güçlü bir dalga ise düşünme biçimini, sorun önceliklerini ve çatışma eksenini değiştirdi. Çeşitli defalar değindiğim bu mesele, epey geniş bir başlık. Bu yazıda değinmek istediğim tarafı,  mevcut koşullar ile değiştirme ve itiraz dinamiklerinin etkilenme biçimi. Özal’ın meşhur “benim memurum işini bilir” sözü, yolsuzluğu meşrulaştırmaktan ibaret değildi. “Mevcut durumla” ilişki kurma rehberiydi.

İktidarın devlet kurumlarını ve özellikle yargıyı kullanarak bütün toplumu nasıl bir cendereye aldığını hep birlikte izliyoruz. Bu açık hapishane, sadece siyasi rakiplerini değil kendi taraftarlarını da tutuyor. Bunları yaparken herhangi bir hukuki veya ahlaki hatta ideolojik çerçevenin müdahalesiyle açıklanamayacak bir keyfilikle davranıyor. Ayrıca bu keyfilik, saklanmaktan ziyade özellikle göze sokulan, böylece daha etkili olan bir durum. Yukarıdan aşağıya talimatla yürütülen biçimlendirme, her türden kışkırtılmış (yönlendirilmiş) dini, ideolojik veya kimlik hassasiyeti vasıtasıyla “çoğunluk baskısına” çevriliyor. Devletin güvenlik aygıtı, yargı, akademi, medya gibi bütün araçları kullanarak ürettiği siyasal talimatlar, yine çoğunlukla (ve rahatlıkla) bu araçlarla manipüle edilmiş kalabalıklar üzerinden zorunluluğa dönüşüyor. Devlet kendi sopasının yanına linç kalabalığına çevrilmiş “millet” tehdidini ekliyor. Son haftalarda üst üste yaşadığımız bazı örnek olaylar, yaratılmış zihin hapishanelerinin nasıl işlediğini bir kez daha gösterdi. Elbette bunlar ilk kez olmadı, senelerdir defalarca benzer hadiselere tanık olduk ve her seferinde tartıştık ama ucunu bırakmamak  her örnekte yeniden ve daha güçlü biçimde konuşmak gerekiyor galiba. Birkaç güncel örneği hatırlayalım: Sezgin Tanrıkulu’nun TSK’nın mahkeme kararlarına yansımış suç sicili hakkındaki sözleri üzerine CHP sözcüsünün açıklaması. AİHM ve Gezi kararları sonrasındaki sessizlik. Ayşenur Arslan’ın yorumları sonrasında savcıdan, polisten önce harekete geçen TV patronu. 

Bugün bütün dünyayı sallayan popülist otoriter konsolidasyonun pornografik versiyonundan kurtulma yolları üzerine, geniş bir literatür oluştu. Ancak bu tartışmalardaki baskın taraf, yaşanan krizi sistemin geçici sapması veya “akut bir rahatsızlık” gibi ele alanlar. Özellikle sistemle sorun çıkarmadan, sadece aktör değişimi üzerine yoğunlaşan siyaset -eskimişi ve yenisiyle- esnafı da, bu hattı tutuyor. Bu yüzden, ne yüz yıl öncesinin faşizan dinamiklerini, ne 80’lerin sert rüzgarlarını, ne de 90’ların bugüne aşırı benzeyen atmosferini hatırlamak, hatırlatmak istemiyorlar. Siyasetçilerin, siyasi maymuncuk üretecek çilingir muamelesi yaptığı ve bundan fazla rahatsız görünmeyen “akademisyen-uzman-danışman-” çevresi, bu rotayı zorlamıyor hatta destekliyor. Yıllar öncesindeki “zihni talimat” hatırlanarak, çözüm için “işini bilenler” öneriliyor, bekleniyor. Muhalefet, itiraz fikrine giydirilen bu deli gömleğine itaat ettiği için, bugün “işini bilen”, rasyonel yola dönen bakanları alkışlamak zorunda kalıyor. Tamam siyasetçilerin bu konuda vebali büyük. Fakat talimatlarla sınırı çizilen alana kolay razı olan koca bir toplum tartışmanın dışında mı? Anketlerin, araştırmaların gösterdiği baskın eğilimleri talimat haline getirenler, sadece iktidar sahipleri mi? Toplumda ve dünyada baskın eğilimlerle ilgili ölçümleri, kalabalıkları yönetmek için kullananlar kadar, bu trendlere bakıp bu sorunlu istikametin “gereğini” yapma yarışına girenler de sorunlu değil mi? Oysa araştırmaların gösterdiği eğilimleri öğrenmek, onları kullanmak veya uyumlanmak yerine değiştirmek için de kullanılabilir. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.