Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Erdoğan niçin yüzde 50+1 oydan vazgeçmek istiyor?

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Almanya dönüşü cumhurbaşkanı seçimi için zorunlu olan 50+1 kuralının siyasi partileri yanlış yollara sevk ettiği sözlerine, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli grup toplantısında yanıt verdi. Bahçeli, bir yandan Cumhur İttifakı’na sahip çıkarken diğer yandan da “Milletvekili seçmiyoruz, cumhurbaşkanı seçiyoruz” diyerek 50+1’den taviz vermedi. Hem partisinden ihraç edilen Sinan Oğan üzerinden gönderme yaparak seçim sürecinde AKP’ye her koşulda verdiği desteği hatırlattı, hem ‘Erdoğan, Bahçeli’yi sırtından atacak’ eleştirilerine “Siyasi hayatımız boyunca kimsenin sırtına binmedik, hiç kimseyi de sırtımıza bindirmedik” cevabını verdi.

Ruşen Çakır, Erdoğan’ın neden yüzde 50+1 oydan vazgeçmek istediğini değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Cenk Narin 

Merhaba, iyi günler. Cumhurbaşkanı Erdoğan MHP lideri Devlet Bahçeli ile bugün bir araya geliyor ve herhalde ikisinin en önemli gündem maddesi Erdoğan’ın Almanya dönüşü dile getirdiği “Yüzde 50+1 oy uygulamasından vazgeçmek gerektiği” önerisi. Salı günü Devlet Bahçeli bu konuyu grup toplantısında geniş bir şekilde ele aldı ve Erdoğan ile aralarında hiçbir sorun olmadığını söyledi; fakat yüzde 50+1’den vazgeçmeye yanaşmayacaklarını da açık bir şekilde ifâde etti. Bunu sıcağı sıcağına Kemal Can’la değerlendirdik, izleyenler olmuştur. Orada vurguladığımız bâzı hususları tekrarlayabilirim, ama ona ek olarak başka birtakım şeyler de söylemek istiyorum.

Şimdi, öncelikle şunu biliyoruz ki Erdoğan bu olayı ilk defa bu kadar açık bir şekilde dile getiriyor; ama birkaç yıldır Erdoğan’a yakın isimler bunu açık açık söylediler. Meselâ yüzde 40+1 formülünü Faruk Çelik ortaya atmıştı. Faruk Çelik, Millî Görüş kökenli olup AKP’de hâlâ siyâset yapan en etkili isimlerden biriydi. O zaman da MHP buna karşı çıkmıştı. Daha sonra bir şekilde Cemil Çiçek’ten aynı öneri geldi, birtakım yazarlar yazdılar.

Erdoğan’ın bunu bu kadar açık bir şekilde dile getirmesi, aslında daha önce bunu dile getirenlerin de Erdoğan’ın bilgisi ve belki de teşvikiyle olduğunu düşündürüyor. Yani yüzde 50+1’den çıkma meselesi esas olarak Erdoğan’ın istediği bir husus. Bir de şunu biliyoruz: Erdoğan böyle birtakım yapmak istediği şeyleri –ki başkanlık sistemi de böyleydi biliyorsunuz– adım adım hayâta geçiriyor. Hemen sonuç almaya gitmiyor. Böyle sonuç almaya gittiği olaylar da oldu; ama birçok temel meseleyi, hayâtî meseleyi zamâna yayıyor. Önce birilerine söyletiyor, birtakım nabızları ölçüyor, birtakım tepkilere bakıyor. Ondan sonra, zaman içerisinde, vazgeçti sandığınız şeyleri –ki yüzde 50+1 mevzûu bunlardan birisiydi– tekrar gündeme getiriyor.

Biz Kemal’le konuştuğumuzda, zamanlama bir garip gelmişti bana, hâlâ garip geliyor — orada da dile getirmiştim. Çünkü yerel seçimler var ve yerel seçimlerde Erdoğan’ın İstanbul ve Ankara başta olmak üzere batıdaki büyükşehirleri CHP’den almak için –bâzılarını geri alma, bâzılarını CHP’den alma diyelim; çünkü kaybetmediği yerler de var bunların içinde– Cumhur İttifâkı’ndaki ortaklarına ihtiyâcı var. “Neden onlarla ittifâkını sarsacak, tehlikeye atacak bir çıkışı yerel seçim öncesinde yapsın?” diye bir soru var ortada. Hâlâ bu sorunun cevâbı benim kafamda şekillenmiş değil. Bunu bir yere koyuyorum. Normal şartlarda yerel seçimlerdeki sonuçların ardından yüzde 50+1’i gündeme getirmesi sanki daha mantıklı olurdu gibi geliyor bana. Ama belli ki orada da Erdoğan’ın bir hesâbı var ve açıkçası ben bu hesâbı tam olarak çözebilmiş, anlayabilmiş değilim. Bunu bir kenara koyalım. 

MHP karşı çıktı. MHP’nin dışında, Büyük Birlik Partisi, Demokratik Sol Parti gibi Cumhur İttifâkı’ndaki diğer partiler de karşı çıktılar. “Onlar ne kadar önemli?” diyebilirsiniz; ama Cumhur İttifâkı’nda olmaları ne kadar önemliyse, karşı çıkmaları da o kadar önemli diye bir not düşelim. Niye karşı çıkıyorlar? Çünkü böyle bir durumda Erdoğan’ın kendilerine ihtiyâcı olmayacağını düşünüyorlar. Erdoğan yüzde 50+1 olayından artık vazgeçmeyi dile getirdiği zaman, aslında dolaylı olarak ittifakları gündeme getirmiş oldu. İttifaklar, biliyorsunuz, Erdoğan’ın Türkiye’ye hediye ettiği bir şeydi. Belli ki artık onlar da Erdoğan’ın gözünde miâdını doldurmuş. Dolayısıyla, MHP başta olmak üzere, Cumhur İttifâkı’nın içerisindeki partiler buna îtiraz ediyorlar. Çünkü kendilerinin önemsiz kalacağını düşünüyorlar.

Tabiî ortada şöyle bir soru var: Diyelim ki yüzde 50+1 kalktı, diyelim ki yüzde  40+1 oldu ya da hattâ, “Tek tur olacak ve en yüksek oyu alan cumhurbaşkanı seçilecek” diye bir karar çıktı; çok aday çıktığı zaman –5-6 aday, belki daha fazla aday çıktığı zaman–, belki yüzde 30 civârında oy alan biri birinci olup seçilebilir. Böyle bir ihtimal var. Bu, Erdoğan’ın işine gelir. Çünkü kendisi ve partisi genel olarak bakıldığında Türkiye’de birinci parti ve dolayısıyla onun göstereceği aday ittifaksız bir seçimde kazanır.

Burada tabiî şöyle bir tartışma var: Erdoğan bir daha aday olacak mı? Biz geçen Kemal ile yayında bir daha aday olmayacağını varsayarak konuştuk; ama izleyicilerden îtirazlar geldi. Çünkü Anayasa’da, yine geçen sefer olduğu gibi bu sefer de bir muğlaklık var. “Eğer Meclis Türkiye’yi seçime götürürse Cumhurbaşkanı bir kez daha aday olabilir” şeklinde. Erdoğan’ın üçüncü kez ya da bâzılarına göre dördüncü kez aday olmasının önünde bir engel de sanki yok; ama normal şartlarda bu değişikliğin Erdoğan’sız bir AKP için daha mantıklı olduğunu söylemek mümkün.

Burada tabiî ki birinci partinin adayının –ki birinci partinin AKP olacağı varsayılıyor– kazanma ihtimâline güvenerek yüzde 50+1’ten vazgeçmeyi dile getiriyor olabilir; ama son olayda gördüğümüz gibi muhâlefet bir adayda birleşebilir. İttifak yasak olsa bile bir adaya destek verebilir, bunun da önünü kesmek mümkün değil. Diyelim ki CHP İmamoğlu’nu aday gösterdi, İYİ Parti bu durumda aday çıkarmayabilir. Bu başka bir tartışma konusu. Böyle bir ihtimâli de hiç yabana atmamak lâzım.

Dolayısıyla, baktığımızda, Erdoğan için aynı zamanda riskli bir hamle gibi gözüküyor. Yani bir yandan yüzde 50+1’i kaldıracaksınız, ama diğer yandan karşınızdaki muhâlefetin bir adayda birleşmesini engellemeniz gerekecek. Bunu yasal olarak yapmanız çok mümkün gözükmüyor. Bu anlamıyla da aslında karışık bir durum. Hele bir de şu ihtimal var tabiî ki: Yüzde 50+1’i kaldırıp şu anda müttefikiniz olanları birdenbire muhâlefet saflarına itme ihtimâliniz de olabilir.

Dolayısıyla, bakıldığı zaman bu Erdoğan’ın işine pek yarayacak bir uygulamaymış gibi gelmiyor. Fakat uzun bir süredir bunun üzerinde çalıştığına göre, herhalde bütün bu ihtimalleri hesâba katıp bunda bir ısrar söz konusu. Burada belki de devreye, şu âna kadar çok dile getirilmeyen başka bir husus girecek. Erdoğan başkanlık sistemini daha da güçlendirmek yerine acaba biraz olsun esnetmek, zayıflatmak mı istiyor? Hattâ siyâsetin içerisinde olan bir tanıdığımla bu konuyu konuştuğumuzda, “Bir şey bildiğim yok ama neden olmasın” diye bana bu ihtimâli söylemişti. “Belki de yarı başkanlık sistemine geçmeyi mi istiyor?” dedi.

İlk duyduğumda, açıkçası, “Yok canım” dedirten bir önermeydi bu. Fakat sonra Devlet Bahçeli’nin Meclis grubu toplantısındaki konuşmasını tekrar okudum, metnini biz gazetecilere yolluyorlar. Orada yüzde 50+1’i savunmanın öncesinde ve daha güçlü bir şekilde Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’ni savunuyor. Erdoğan’dan daha güçlü bir şekilde savunuyor. Bunu neden yapıyor? Üç aşağı beş yukarı tahmin edebiliriz. Fakat anladığım kadarıyla Bahçeli, yüzde 50+1’den vazgeçmenin, aynı zamanda Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’nden vazgeçmeye de kapı aralayacağını ya da belki de Erdoğan’ın böyle bir niyeti olduğunu düşünerek savunma hattını Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’nden kuruyor. Yüzde 50+1’in kendisinden ziyâde, savunmasını oradan kuruyor ve şöyle bir cümlesi vardı, meâlen aktarıyorum: “Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi dünyaya örnek bir sistemdir. Tabii ki sorunlar olabilir, birtakım eksiklikler olabilir, bunları da oturur, konuşur, orta yolunu buluruz. Bizim Erdoğan’la çok hasbî bir ilişkimiz var, bunu pekâlâ yapabiliriz” diye, Erdoğan’a bir şekilde Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’ni tekrar görüşmeyi, birtakım düzenlemeler yapmayı öneriyor. Bunları nerede yapacaklar? Tabiî ki dile getirilen yeni anayasa, “yeni sivil anayasa” diye söyledikleri şeyde yapmak isteyecekler. Ama şu hâliyle bakıldığı zaman kendileri tek başına bu anayasayı yapabilme gücüne sâhip değiller. Dolayısıyla muhâlefetten birilerini yanlarına çekmeleri gerekiyor. Önümüzdeki süreçte bu yeni anayasa tartışmasıyla berâber, pekâlâ muhâlefetten bâzı partileri ya da kişileri –ki meselâ İYİ Parti’den kopuşlar oluyor, başka yerlerden de pekâlâ olabilir– çekebilecek yeni bir sistem önermesiyle karşılaşabiliriz. Yeni bir sistem önermesi derken, tabiî ki Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’nden vazgeçmek gibi dile getirilmeyecektir; fakat “revizyon” diyerek, bu sistemi daha da güçlendiren, yani tek adamın, tek kişi yönetiminin gücünü artırmaktan ziyâde belki de azaltmak ve Meclis’in gücünü biraz daha artırmaya yönelik öneriler karşımıza çıkarsa hiç şaşırmayalım. Erdoğan, bunca sene ülkeyi böyle yönetti. Sürekli bir şeyleri adım adım gündeme sürdü. Meselâ şunu hatırlıyorum: Kürt sorununda açılım, Çözüm Süreci, ilk başta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, İran’a gittiğinde –ki ben de gazeteci olarak tâkip ediyordum, galiba onu ilk NTV’de ben telefon bağlantısıyla söylemiştim– “Kürt meselesiyle ilgili çok güzel şeyler olacak” dedi ve ardından açılım başladı, ama sonra ne oldu? Her iki tarafın gayretleriyle, ama Erdoğan’ın açık bir şekilde müdâhalesiyle birdenbire Çözüm Süreci’nden vazgeçildi. Ama o Çözüm Süreci boyunca Erdoğan, ülkeyi “Kürt sorununu çözüyoruz” diyerek yönetmeyi de becerdi, onun sâyesinde iktidârını güçlendirdi, korudu. Şimdi de başkanlık sistemine belli bir şekilde zaman içerisinde girdi ve sürekli sistemde bir şeyleri değiştirdi, ekledi. Kendi yaptığını kendi bozan bir Erdoğan var. Bâzen bir kararnâme çıkartıyor, birkaç saat sonra ya da birkaç gün sonra o kararnâmeyi iptal eden yeni bir kararnâme çıkartıyor.

Erdoğan’ın 22 yılı hep böyle geçti, müttefiklerini değiştirdi. Dostları düşman, düşmanları dost oldu. Şu andaki dostları dünkü düşmanlarıydı. Şu anki düşmanlarının bir kısmı da dünkü dostlarıydı. Dolayısıyla Erdoğan, bu son döneminde, artık siyâsî hayâtının son yıllarında –şu anlamda söylüyorum: Her halükârda, üçüncü kez cumhurbaşkanı adayı da olsa, en fazla bir 10 yıldan bahsetmemiz söz konusu olacak, belki de daha az– böyle bir yere daha güvenli bir şekilde girmek istiyor ve bunun düzenlemelerini yapmak istiyor.

Burada Bahçeli ile görüşmeleri tabiî ki çok kritik olacak. Fakat bir yandan İYİ Parti’nin bir şekilde çözülüyor görüntüsü vermesi gerek. Gelecek, DEVA gibi partilerin, Saadet Partisi’nin pek bir geleceklerinin olmaması gibi hususları da göz önüne alırsak, Erdoğan başka hesaplar, yeni müttefik hesapları, yeni siyâsal rejim hesaplarını yapıyor olabilir pekâlâ. Şunu kabul edelim: Şu anda Türkiye’de siyâseti Erdoğan ve bir ölçüde de onun ortağı olan Devlet Bahçeli yapıyor. Onun dışında, Özgür Özelli CHP daha ayaklarını yere yeni yeni basmaya başladı. Son yüzde 50+1 tartışmasına Özgür Özel’in olaya giriş şekli… Biliyorsunuz, küçümsedi, “Keratalar” dedi Bahçeli ve Erdoğan için; ama onun ötesinde, CHP’nin meselâ bu tür rejim tartışmalarında, sistem tartışmalarında ne dediğini şu anda göremiyoruz. Demesinin ötesinde, diyeceklerinin ne derece etkili olacağını, olabileceğini de göremiyoruz.

Bir son nokta da şu: Her şeyi hâlen var olan aktörler üzerinden konuşuyoruz — özellikle cumhurbaşkanlığı seçimini, yaklaşık dört buçuk yıl sonra yapılacak olan seçimi. Fakat pekâlâ yeni aktörler çıkabilir. Dünyada bunun örneklerini peş peşe yaşıyoruz. Arjantin’de en son yaşanan, partisi olmadan, güçlü bir partisi olmadan seçilen bir Milei var. Bunu daha önce, yıllar önce Fransa’da Macron’la yaşamıştık benzer bir şekilde. Merkezlerin çökmesiyle berâber birtakım popülist isimlerin ya da farklı isimlerin, bir şekilde belli bir karizması olan, belli bir câzibesi, liderlik profili çizebilen isimlerin ortaya çıktığını görüyoruz. Türkiye ne zamandır buna tanık olmuyor. Pekâlâ önümüzdeki süreçte böyle birtakım isimler de çıkabilir. Bunu söylerken aklımda herhangi bir kişi olduğu için değil ama Türkiye bu kadar büyük sorunlar içerisindeyken ve bu kadar hep aynı şeyleri konuşan, yapan ya da dar bir alanda siyâset yapan insanlara ve partilere mahkûm olmuşken, pekâlâ yepyeni birilerinin, partiden ziyâde birtakım isimlerin ortaya çıkmasının da mümkün olduğu kanısındayım. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.