Ruşen Çakır’ın konuğu Bahadır Özgür: Tüm yönleriyle Türkiye’nin suç ekonomisi

Futbol dünyasındaki tanınmış isimleri milyonlarca dolar dolandırdığı iddia edilen eski Denizbank Şube Müdürü Seçil Erzan’ın, yargılanmasına devam ediliyor. Seçil Erzan hakkında Arda Turan, Emre Belözoğlu, Fernando Muslera, Volkan Bahçekapılı, Semih Kaya ve Selçuk İnan gibi isimlerin de aralarında bulunduğu 18 kişiyi dolandırdığı gerekçesiyle 226 yıl hapsi isteniyor. Seçil Erzan’ın, bu dolandırıcılığı yaparken ünlü teknik direktör Fatih Terim’in adını kullandığı iddia ediliyor.

Kamuoyunu kara para aklama iddiasıyla meşgul eden Dilan Polat ve Engin Polat çifti, sosyal medyada lüks yaşamı ile kendilerinden söz ettiriyordu. Kara para aklama iddialarıyla gündem olan Dilan Polat ve Engin Polat çiftiyle birlikte 17 kişi İstanbul’da düzenlenen operasyonla gözaltına alındı. Evde yapılan aramada tapu ve faturaların da içerisinde bulunduğu 80 sayfa evrak alıkonuldu. 13 şüphelinin ise arandığı bildirildi.

Ruşen Çakır ve Bahadır Özgür Türkiye’nin suç ekonomisini, artan kara para aklamayı, futbolda dolandırıcılık davalarını, sosyal medya fenomeni ve güzellik merkezi sahipleri hakkında açılan soruşturmaları değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. Türkiye’de yeraltı ekonomisinin tüm yönleriyle ilgili çok iyi çalışmalara imzâ atmış bir meslektaşımız, Bahadır Özgür stüdyoda konuğumuz. Kendisiyle bütün bunları konuşacağız. Hoş geldin Bahadır.

Bahadır Özgür: Hoş bulduk.

Hâlâ Medyascope izleyicileri bize fırça atıyor, sizin Hakkı’yla “İki Satır”ınız için. Ama artık Hakkı başka bir şey yapıyor, sen başka bir şey yapıyorsun. Öncelikle şunu söyleyeyim: Gerçekten çok iyi işlere imzâ atıyorsun. Başka meslektaşlarımız da var: Timur (Soykan) var, Murat (Ağırel) var, başka arkadaşlarımız da var. Özellikle bu yolsuzluk, kara para, yeraltı, şu bu… Şimdi, bunlar öteden beri hep vardı; ama şimdi çok daha fazla. Türkiye büyüdüğü için mi böyle? Yoksa şu son dönemde Türkiye’deki kara para, yeraltı dünyası, işin içinde uyuşturucu da var, başka şey de var, her şey var. Bir artış mı var?

Bahadır Özgür: Kesinlikle bir artış var. Aslında dünyada da bir artış var; ama dünya ortalamasının üzerinde bir artış var bizde. Bunun farklı nedenleri var. Birincisi, zâten siyâsal sistemin uzun süredir her yönüyle tartıştığımız bu olağanüstü durumu. Yani anayasanın dahi askıya alındığı bir ülkeden bahsediyoruz. Bu tabiî ki pek çok suçun zeminini oluşturuyor. İkincisi bence; 2000’lerden sonra aslında Türkiye’deki iktisâdî yapının dönüşümüyle ilgili, yani finansal araçlar çok çeşitlendi. Finans sistemimiz küreselleşti. Bankalar satıldı. Pek çok türev aracı çıktı. Özelleştirmeler hiç olmadığı kadar yoğun oldu. Bunun dışında Türkiye’de, işte, SOCAR gibi, Azerbaycan gibi bir devlet çok büyük yatırımlar yaptı, petrol gaz yatırımları yaptı. Orta Asya ülkelerinden yatırımlar yapılıyor. Körfez sermâyesiyle ilişkiler gelişiyor. Bütün bunlar yeni bir ortam oluşturuyor. Bir tür habitat gibi düşünmek lâzım. Ve denetlenemeyen, şeffaf olmayan da bir alan. Tabiî kamu ihâleleri, özellikle yazılım… Yani yıllardır tartışıyoruz, 200 milyar dolardan fazla bir kaynak birtakım sözleşmelerle çok belli sermâye gruplarına aktarılıyor. Tabiî bu aktarma içinde nasıl bir hiyerarşi kuruluyor? Bunun içinde ne kadarı yasadışı olan, komisyonun, rüşvetin kimlere dağıtıldığını bilmediğimiz pek çok kaynak söz konusu. Bir de şeyi eklemek lâzım; bence son 10 yılda AKP’nin bu yeni rejim inşâsı dediğimiz süreci, bu tür suç organizasyonlarına hem kapı açtı hem yenilerinin doğmasına da yol açtı. 

Peki ama, bir de biliyoruz ki şimdi Ali Yerlikaya’yla birlikte her gün, hattâ günde birkaç operasyon birden yapılıyor. Bir şeye sınır mı çekilmek isteniyor, ne oluyor? Çünkü hani “bataklık kurutma” deniyor; ama bu bataklık oluştuysa da yine AKP döneminde oluştu.

Bahadır Özgür: Doğru. Siz de çok iyi biliyorsunuz aslında, Saadettin Tantan dönemini hatırlayanlar vardır. 98-99’dan sonra, 2000’lerin başına kadar bugün yapılan operasyonlardan çok daha büyük, çok daha çaplı, sayısı her gün tâkip edemediğimiz kadar… Hattâ bir not da söyleyeyim: O zaman böyle ahtapot, köpekbalığı falan isimleri konuluyordu, hayvanseverler dahi isyan etmişti yani. Bütün hayvanların ismini operasyonlarda kullandınız diye. İçişleri Bakanlığı genelge çıkartmış: “Bundan sonra hayvan ismi verilmeyecek” diye. O kadar çok operasyon yapılmıştı ki! Peki temizlendi mi? Belki bir 10 yıl bir sınır çekildi, bir düzeltme yapıldı; ama 10 yıl sonra tekrar bu işler sökün etti, tekrar karşımıza çıktı. Ben biraz şöyle bakmaya çalışıyorum hep: Türkiye’nin özellikle iktisâdî kriz, yani toplumun çok sıkıştığı iktisâdî bunalım dönemlerinde, bir de ülkenin döviz kısıtlılığının başladığı dönemlerde ve bunu yönetmek için yeni bir siyâsal biçime ihtiyaç duyduğu dönemlerle, bu mafya, çete, kara para, rüşvet olaylarının patlaması, önümüze düşmesi ve bunlarla operasyonların bir çakışması söz konusu aslında. Hani buna bir tesâdüf dememek gerekiyor bence. Çok hızlı olarak birkaç döneme ayırsak, meselâ Türkiye’de ilk büyük organize suç operasyonları, o meşhur Babalar Operasyonu, Mehmet Eymür’ün 12 Mart sonrası yaptığı bir operasyon vardı; ama o dönemin iktisâdî koşullarını düşündüğümüz zaman, siyâsal koşullarını, “Toplumsal arayış, iktisâdî gelişmenin önüne geçti” diyen bir Memduh Tağmaç’ın lâfı var ya hani, topluma da devlete de siyâsete de bir dizayn vermek lâzım denilen bir dönem. Bu dizayn verilirken aynı zamanda bu illegal ilişkilere de bir şekil veriliyor. Yani legal alandaki ekonomi ve siyâset bir tanzim edilirken, yeniden regüle edilirken; aynı zamanda illegal dediğimiz, bu alandaki operasyonlar hep at başı ilerliyor. Hattâ sanki illegal alandaki birtakım düzenlemeler legal alandaki siyâsal ittifâklara, biçimlere, pozisyonlara sınır çekmek, onları bir dizayn etmek, yeni döneme yeni bir biçimle girmenin bir aracı hâline geliyor. Bunun, hemen devam edeyim, 80-90 arası yine meşhur ikinci Babalar Operasyonu ve meşhur MİT raporu; ama aynı zamanda Türkiye’nin yine yeni bir siyâsî ve iktisâdî rejime geçtiği bir dönem. İşte, çok dövize ihtiyâcı olduğu, dışa açıldığı, hayâlî ihrâcat vakaları da bu dönem patlamıştır. Ama aynı zamanda bir cumhurbaşkanlığı seçimi krizinin yaşandığı, askerle Turgut Özal’ın ve başbakanın, hükûmetin arasında gerilimlerin yaşandığı… Bunları o dönemki gazeteciler daha iyi biliyor, biz de arşivlerden okuyarak daha iyi biliyoruz. Meselâ o meşhur birinci MİT raporunda uzun süre Banker Bako olayı olarak başlayıp da DYP’ye kadar uzanan birtakım bilgiler ortaya dökülüyordu. Bunun içinde magazin de vardı. Emel Sayın’la generallerin ilişkileri, bürokratların… O Fahrettin Aslan’ın gazinolarındaki ilişkileri, fotoğrafları, asker vs. her şey ortaya dökülüyordu. Ama o da Türkiye’deki bir sıkışmışlık ve yeni bir siyâsal iktisâdî döneme geçme mecbûriyetinin bir ürünüydü, yani ayıramıyoruz. Oradaki her operasyon siyâsetteki bir aktörü ya çevreleme ya gücünü biraz daha sınırlama ya başka bir aktörün gücünü öne çıkartmayla sonuçlandı. Kezâ 90’ları çok daha iyi biliyoruz. Aynı şey bütün 10 yıl boyunca yaşadığımız siyâsal iktisâdî karmaşanın yanında, yine çete, mafya, uyuşturucu, bunların magazinle, spor dünyasıyla ilişkileri hep ortaya dökülmüştür. Ve yine 98’de MGK karârıyla operasyon yapılıyor. Bu alan bir düzelirken, aynı zamanda Türkiye nereye geçiyor? Yeni bir iktisâdî siyâsî düzleme geçmiş oluyor. AKP dönemi açılıyor aslında bu operasyonlar sonucunda. Ben bugünkünü de bu 10 yıllık AKP’nin özellikle 10 yıllık iktisâdî politikalarının bir nihâyete erdiği döneme denk gelmesi olarak da görüyorum. Neydi bu? Fâizi düşük tutma, bir büyük kredi pompalanması, genişlemesi, yandaş medyanın inşâ edilmesi için yandaş sermâye gruplarına olağanüstü kamu kaynaklarının seferber edildiği, inşaat rantının çok büyütüldüğü, îmar planlarının değiştirildiği, mega projelerin başladığı, yani 10 yılın içinde söz konusu olan bu çok büyük kaynaklar bir rejim inşâsı için seferber ediliyor. Ama içinde neler var? İşte, darbe kalkışması var, Gezi’ye yönelik çok şiddetli ve ağır bir hukukî ve polisiye kuşatma var, onun dışında birtakım katliamlar var, IŞİD var, Suriye var. Yani o kadar iç içe geçti ki… bunların ne kadarı mafyayla ilgili, ne kadarı siyâsetle ilgili? Bunun karıştığı bir dönem. Ama nihâyetinde bu dönem bu seçimden önce sona erdi, bunu biliyoruz. Yani bu politikaların sürdürülebilir olmadığı ortaya çıktı. “Rezervim bitti, dövize ihtiyâcım var, içeride toplumsal tabanı tutabilmem için bütçe olanaklarım daraldı” ve vergilerle, zamlarla bir fatura çıkartıyorsunuz. Bir de Mehmet Şimşek’i getirmişsiniz. Bir şekilde Batı standartlarında bir ekonomi politikası uygulasın, bir program hazırlamış. Bu değişirken illegal alanın bunun dışında kalması düşünülemezdi. Bir de şöyle bir şeyi de sağlıyor tabiî: Siz siyâsal alanı açıktan düzenleyecek bir gücünüz olmadığı zaman, hani oradaki partnerleriniz, ortaklarınızla değiştirme, hesaplaşma ya da güç tanzîmini açıktan yapamayacağınız zaman, dönüp bu illegal alanı da o legal alanı, birtakım özerk güç alanlarını çevreleyebilecek bir manivela olarak kullanıyorsunuz. Çok açık bir şey var: Yapılan bütün o operasyonlar bir şekilde MHP’nin etrâfına ulaşıyor, çeperine ulaşıyor, onu bir kuşatıyor. Biz bütün bu yapılan operasyonların, Ali Yerlikaya’nın açıkladığı operasyonların içinde de hiçbir AKP’liyi henüz görmedik. Yani 21 yıllık bir iktidarda tertemiz bir siyâsî kadro olarak karşımızda duruyor ve hiçbiri yok.

Peki şu son dönemde özellikle yabancı birtakım yeraltı isimlerinin Türkiye’yi mesken tuttuklarını görüyoruz. Kimileri vatandaşlık alıyor vs.. Türkiye bunlar için bir câzibe merkezi mi oldu? Yani bir gün bakıyoruz Gürcistan’dan, bir gün bakıyoruz Avustralya’dan, bir gün bakıyoruz Balkanlar’dan. Yani dünyanın neresinden baksak birileri gelmiş. Birbirleriyle hesaplaşıyorlar, birbirlerini öldürüyorlar.

Bahadır Özgür: Aslında bâzı gazeteciler ve ben de bunları erkenden yazdık aslında. Hattâ 2009’dan sonra Rusça konuşan mafyanın Türkiye’de İstanbul’da Beşiktaş gibi yerlerde lüks otellerde çatışmalara girdiği, hesaplaştığı, insanların öldüğü, bunların burada iş adamı olarak yer aldığı, kimisinin oturma izni olduğu, kimisinin çok uzun süredir vatandaşlığı olduğu aslında ortaya çıkıyor. Bunun da târihi 2009-2010’lara ulaşıyor. Demek ki Türkiye’de, o bizim 10 yıl çok istikrârlı, çok güzel dediğimiz dönemin arka planında başka bir şey varmış. 2002 ile 2010 arası AKP bir rejim inşasına giriştiğinde ne yaptı? İşte, vesâyetle hesaplaşıyor diye Ergenekon dâvâları, Balyoz dâvâları, KCK dâvâlarıyla toplum bir şekilde oyalanırken ya da işte burada kutuplaştırılırken, bu insanlar Türkiye’ye gelmişler. Buralarda yatırım yapmışlar ve kendi ülkelerindeki pay kavgasını buralara taşımışlar. Bizim şimdi konuştuğumuz, “Buna da vatandaşlık verilmiş” dediğimiz insanların hepsi 10 yıldır yaşıyor. Bir yönü bu bence. Yani o “Çok iyi, istikrarlı, Türkiye Batı’ya yöneldi, Avrupa Birliği’yle bir entegrasyona girdi” dediğimiz dönemin içinde demek ki böyle bir şey var. Yani iktidârın buradan bir kapı açtığını görüyoruz. 2010’lardan sonra ise zâten çok yoğun bir şekilde kaynağa ihtiyâcınız var, paraya ihtiyâcınız var. Açık yasal düzenlemeler gayet dâvet olmuş dünyadaki suç örgütlerine. Vatandaşlık vermenin bu kadar kolay olduğu bir ülke… Gayrimenkul alımıyla vatandaşlık veriyorsunuz, ama gayrimenkul alırken elden de para veriyorsunuz –çanta gördük şimdi Seçil Erzan olayında– çantadan da veriyorsunuz. Bankadan da ödeseniz kimse sormuyormuş bunun hesâbını. Dolayısıyla burada çok kolay bu vatandaşlık alma, burayı üs tutma… Bu kartel yöneticileri buraya geliyor. O dönem Brezilya’daki kartel dâvâlarına bakıyoruz. Oradaki savcılar dahi şöyle bir ifâde kullanmıştı. Ben oranın en büyük dâvâlarından birisinde gördüm: “Bizim aradığımız herkes Türkiye’ye kaçıyor” diye bir ifâdesi vardır dâvâda. Yani savcının iddianâmesinde, “Hepsi Türkiye’de” diye ifâde var. Avrupa’daki dâvâlara bakıyoruz, aynı şekilde. Şimdi bütün dünyada bir dâvâ sürüyor, bir şeyler ortaya çıkıyor ve bu aranan insanların hepsi Türkiye’de ve Türkiye hiçbir şekilde 10 yıl dokunmamış bunlara.

Bu tabiî uluslararası anlamda da çok sorunlu bir mesele.

Bahadır Özgür: Gri listeye düşüyoruz.

Şunu sormak istiyorum. Şimdi, uyuşturucu meselesi… Türkiye’nin öteden beri uyuşturucu trafiğinde önemli bir yer olduğu söylenir. Şimdi çok daha fazla görüyoruz. Ama burada bir de şöyle bir husus var; Türkiye’de yerli uyuşturucu tüketiminin bu kadar arttığı bir dönemi de ben duymadım. Yani eskiden şöyle bir şey vardı: “Biz içmiyoruz zâten. Biz kullanmıyoruz. Bizden geçiliyor. Afganistan’dan geliyor, Avrupa’ya gidiyor.” Ama şimdi benim bildiğim çok aşağıya kadar inmiş. Çok ucuz uyuşturucular da var. Çok şeyler de var. Yani değişik, herkese göre, her standarta göre ve çok erken yaşta gençlerin, Güneydoğu’da meselâ çok yaygın olduğu duyuluyor, ama benim bildiğim İstanbul’da da her yerde acayip bir uyuşturucu tüketimi var. Türkiye aynı zamanda bir uyuşturucu pazarı da olmuş durumda sanki.

Bahadır Özgür: Eskiden beri hep bu, özellikle Susurluk zamânında da söylenmişti. “Tamam, uyuşturucu trafiğinde çok önemli bir ülke, buradan çok paralar kazanılıyor; ama içeri o kadar satılmıyor” diye aslında emniyetin de istihbaratın da ya da devletin de raporlarında hep bu vurgulanırdı. Biz de böyle bilirdik. Tabiî şunu bilmiyoruz; şimdi kayıtlar arttı, insanların verilerine ulaşma daha da genişledi. Ama şu gerçek: Türkiye’de çok küçük yaşlara kadar indi, çok ucuz uyuşturucular var. Hattâ Anadolu’da organize sanayi bölgelerine giderseniz, biz oraya gittiğimiz zaman en çok şunları araştırırız: “Sendikalı mı, emeğin durumu ne, ücretler ne?” deriz. Ama o genç işçilere şeyi sorduğunuz zaman, hani 3-4 gün onu dinç tutan haplar almadan çalışamadıklarını anlatırlar. Bunu çok açık anlatırlar. Çok gizli saklı da değil. İşte, Kocaeli’ne çok yakındır, gidin İstanbul’un organize sanayi bölgelerinde fabrikalarda çalışan genç işçilere sorun; ayakta kalmak için, çalışabilmek için, katlanabilmek için çok ucuz olan bu sentetik uyuşturuculardan kullandıklarını söylerler. Bu yaygınlık var, ama bu yaygınlık tabiî dünyada davar aslında. Yani dünyada da çok yayıldı. Bunun nedenleri var. Birincisi: Siz ülkenin kapısını, penceresini açmışsınız. Şimdi tamam, dışa açık bir ekonomi olsun, finansal entegrasyon olsun, özelleştirme olsun dedik, bu denildi; ama şimdi limanların kontrolünü denetimden çıkartmışsınız, havalimanlarının denetimi şâibeli, şüpheli; işte, özel uçakların, özel jetlerin, yatların o kadar rahat girip çıktığı bir ülke. Yani ülkenin bekası dediğimiz, o Misak-ı Millî dediğimiz sınırın bir anlamı kalmamış. Sâdece mülteciyle ilgili bir şey değil ki bu sınır. Kıyı bölgelerinde, işte, biz meşhur Bodrum’daki marinayı ne kadar çok tartıştık, konuştuk. Dünyanın en büyük yatları, oligarkların geliyor gidiyor, hiçbir denetim yok. Ne getiriyorlar, ne götürüyorlar? Şimdi böyle açık bir ülke hâline geldi, suça açık bir ülke. Her şeyin rahat girip çıkabildiği bir ülke hâline geldiği için de bunu iç piyasaya daha rahat sürmeye başladılar. Tabiî bir de şunu eklemek lâzım: Belki eskiden farklı olarak; mafyayı yöneten bürokratlar ortaya çıkıyor şimdi, savcılar ortaya çıkıyor, emniyet müdürleri ortaya çıkıyor. Önceden bu bir simbiyotik ilişki gibiydi. Birbirini besleyen bir şeydi. Yani belki pay veriyordu, belki o oradan payını alıyordu, belki birlikte yapıyorlardı. Ama hiçbir zaman bu tür örgütlenmelerin tepesinde, içinde, yönetici pozisyonunda biz savcı, emniyet müdürü, siyâsetçi, bürokrat pek görmedik ya da nâdir örnekti bunlar Türkiye’de. Şimdi bakıyoruz, savcılar birbirlerini uyuşturucu kaçakçılarını bırakmakla suçluyorlar; en tepede, yüksek yargıda rüşvetle, korumakla, kollamakla. Herkesin neredeyse bir çetesi olmuş, alanı olmuş; o alanda birbirleriyle güç mücâdelesine girdiğini görüyoruz. Hattâ birinin diğerinin adamına yönelik operasyonlar düzenlediğini görüyoruz. Söyleyip noktalayayım; Soylu zamânı yapılan operasyonlar rekor düzeydedir. Emniyet raporlarında organize suç operasyonu olarak yapılanların sayısına baktığınız zaman, rekor düzeyde. Belki dönemi çok uzun, kabul etmek lâzım –tabiî iki dönem, yani uzun zaman İçişleri Bakanlığı yaptı– ama rekor düzeyde. Ama oradan meselâ o rekor düzeyde operasyonların sonucunda ne çıkıyor? İşte uluslararası kartel yöneticilerinin vatandaşlığı çıkıyor. Ankara’da Ayhan Bora Kaplan gibi bir derebeyi çıkıyor, yani bir suç derebeyine dönüşmüş, rakibi yok. Demek ki o operasyonlar da bir tür düzenleme, bir tür başka gücün önünü açmaya dönük operasyonlar olmuş. Bugünkü operasyonların sonucunu bilemiyoruz şu an. Yani geçmiş deneyimlere baktığımız zaman, bunun bir temizlik harekâtı olup olmadığını söylemek için çok erken. Ben çok iyimser bir yorum olduğunu düşünüyorum. 

Peki bu “Denizbank Olayı” diyelim. Fatih Terim borsası mı, neydi?  

Bahadır Özgür: Fatih Terim fonu.

Fatih Terim fonu olayı… Şimdi orada, bir yanda bir açgözlülük var.

Bahadır Özgür: Evet.

Yani birileri, zâten milyon doları olan birisi bunu hızlı bir şekilde doğurtmaya çalışıyor filan.

Bahadır Özgür: Tabiî, tartışmasız.

Ama yani insanın aklı şunu almıyor; bunlar sonuçta topçu vs. ama yani resmî belgesi olmadan etmeden bu paralar nasıl olur da olur kısmını düşünmüyorlar. Şimdi olayın bu yönü bir yanda; ama diğer yanda da o paralar ne oluyor? Yani o toplanan paralar bir yerde dolaşıma giriyor. Herhalde tefeciliğe mi giriyor, nereye gidiyor? Hâlâ onlar çok… Yani ortadaki paralar… Şimdi asgarî ücretlerin ne kadar artacağını bekleyen milyonlarca sıradan insan var. Öte yandan da birileri böyle torbalarla milyon dolarları oradan oraya veriyor, garip garip kâğıtlara imzâ atıyorlar ve o paralar bir yerlerde dolaşıma giriyor ama. Değil mi?

Bahadır Özgür: Tabiî. Dâvânın teknik çerçevesini hemen biraz çizmeye çalışayım. Son çıkan bilgilere göre bu iş 2006’lardan başlamış, Çorlu’da. Çünkü Çorlu’da onun babasının arkadaşları, âile çevresi var. Şimdi onlar da şikâyetçi olmaya başladı; “Bizim de paramız battı” diye. Şimdi Çorlu’da bir sürü insan çıktı. Demek ki oralardan başlamış bir kere. Yani bizim böyle son birkaç yıldır diye bildiğimiz olayın geçmişi çok uzun. Bu bir soru işâreti doğuruyor. Hiç mi kimse fark etmedi? Bir kere buraya bir soru işâreti koyalım. Bu imkânsız bir şey. Yani çıkan olaylara, vakalara, ses kayıtlarına, delillere baktığımız zaman geçmişi çok eski. Ama şöyle bir durum var demek ki öncesi için: Bir batma, bir ponzi durumuna henüz dönüşmemiş bir tezgâh sözkonusu. Benim tahminim, baktığım zaman ilk şöyle çıktığını tahmin ediyorum: Bir tür paralel bankacılık işleri yapmış. Yani sizin paranız var bankada, benim de paraya ihtiyâcım var. Sizin dolarınızı bana belli bir fâizle banka dışı –bir tür tefecilik aslında– vermiş. Ben onu ödediğim zaman fâizi de oraya vermiş. O paranın bir kısmını daha iyi değerlendireyim diye borsada kullanmış. Zâten kendi ifâdesinde de var Seçil Erzan’ın. Ama çevresindeki halkaya baktığımız zaman, esnaf, galerici, pazarcı, zabıta, hani Çorlu’da bilinen Deniz Bank’ın dışında bir tür paralel bankacılık kurulmuş. Bunu oranın şûbe müdürü yönetiyor. Oradan İstanbul’a geliyor, bu iş büyüyor tabiî. Yani bir kere eli alışmış, bu bilinen bir şey. 2012’de ilk parasını kaptıranlardan birisi Türkiye’nin en büyük şirketinin finans müdürlüğünü yapmış bir isim. Şimdi bunun finansal okuryazarlığı var. Koca şirketin her türlü kâğıdını, resmî evrakını biliyorsunuz. Şirketin bankadaki varlıklarını tâkip ediyorsunuz. Ama kendi şeyinizi… “Böyle bir saflık” demek çok zor, yani “bilmemek” demek çok zor. 2012’den başlıyor. En son biz şeyi görüyoruz aslında, Fatih Terim’in de o yıllarda girdiğini anlıyoruz; sonra bu iş dönmemeye başlayınca, çok büyüyünce, duyan fâiz istiyor, tefeciler yüksek fâizle para vermeye başlıyor Erzan’a. Çünkü tefecide şu net: “Burada bir tezgâh var, büyük hesaplar iç ediliyor, biz de pay alalım” diye girmişler. Bu tefeciler çok mu büyük, çapı çok mu büyük? Şu anda öyle görünmüyor; ama tefeci, para satmışlar. Yani iş bir şekilde böyle tırnak içinde “paralel bankacılık”tan başlamış, sonra borsada oynayarak çoğaltmaya dönmüş, o da olmamış sonra ponziye dönmüş. En son da tefecilik. Yani birden fazla suçun olduğu bir şeyden bahsediyoruz. Şimdi MASAK’ın bir raporu var. Bence önemli detaylar var. Bir kere MASAK’ın raporu bunu bir suç kabul etmiş. Dolayısıyla bu suçtan elde edilen her kuruş, her sent kara paraya giriyor, aklamaya giriyor. Yani siz isterseniz futbolcu olun, bilmiyorum deyin; isterseniz iş insanı olun, bu MASAK’ın raporu, “Bu öncül suçtur, dolayısıyla burada elde edilen her gelir kara para” diyor.

Yani bu müşteki durumunda olduğunu söyleyenler de suç ortağı oluyor o zaman.

Bahadır Özgür: Çünkü buna Mâliye girecek; bir servet artışı var mı, nerelere gitmiş para araştırmaya başlayacak. MASAK çok kısıtlı bir ön rapor yapmış, paranın bir kısmının izini sürmüş. Bu paraların bir kısmı arâzilere, arsalara gitmiş. Bir kısmı bankalar arası hesaplarda dolaşıp aynı anda çekilmiş. Çok önemli bir kısmı borsaya gitmiş, bir aracı kuruma transfer edilmiş. Bir kısmı da, para olup olmadığı bilinmemekle birlikte, yani yüzlerce defa Bulgaristan’a günü birlik giriş çıkışlar olmuş, hani bugün tutuklu olan Ali Yörük üzerinden. Demek ki burada bir suç şeyi var ve bu para birilerine gitmiş.

O zaman şimdi meselâ baktığımız zaman, diğerlerine kıyasla tabiî, meselâ yeraltı örgütlerine vs. kıyasla daha amatör bir iş bu kadar büyük paraları kontrol edebiliyor. Yani daha amatör gözüküyor en azından. Arkasında ne olduğunu bilmiyoruz, ama en azından bir banka müdürü kadından bahsediyoruz. Ama öteki tarafta uluslararası suç örgütleri vs. var. Yani şimdi buralarda milyon dolarlar falan telaffuz edilirken, öteki tarafta herhalde çok daha…

Bahadır Özgür: Tabiî çok daha büyük. Bu olayla ilgili bir detayı söyleyeyim. Aslında İsmail Saymaz yazdı bunu. Bence çok önemliydi. Bu olay ortaya çıktıktan sonra, futbolcular Muslera, Arda ve Emre Belözoğlu havalimanında Erdoğan’ı yakalıyorlar, bir yarım saatlik görüşme yapıyorlar. İsmail Saymaz bunu 10 gün önce yazdı. Sonra içeriğini de yazdı. Yanında Süleyman Soylu var, anlatıyorlar. Erdoğan önce şey diye söylüyor; “Ya, bir bakın” diyor, Süleyman Soylu’ya söylüyor. “Bir arayın şu Hakan Ateş’i, çözün” diyor. Sonra o kulisi genişletti, teyit ederek bir bilgi yazdı. Erdoğan, “Bu Hakan Ateş daha önce de sözümüzü dinlemedi” diye bir lâf ediyor. Bence çok önemli. 

Hakan Ateş’i bilmeyenler için…

Bahadır Özgür: Deniz Bank’ın 26 yıldır, 27. yıla girecek, Erdoğan’dan daha uzun süredir koltukta oturan nâdir insanlardan birisidir. Her zaman bankanın tepesindeki isim. Bu banka Türklerden Ruslara, Ruslardan Araplara geçtiği halde hiç konumu değişmemiş birisi. Şimdi bence isim vererek Erdoğan’ın ağzından yazılmış bu lâf ve bu yalanlanmadı, hattâ teyit edildi. Muhtemelen teyit edenin de Süleyman Soylu olduğunu tahmin ediyorum, yani bu olayın kaynağının. İsmail’in yazısı bence çok önemli. “Daha önce de sözümüzü dinlemedi” lâfı ne olabilir? Hani bu mâdem bir futbolcu, tamam, burada bir futbolcuların dolandırılması meselesi var. Bir de önceki gün Birleşik Arap Emirlikleri’nden gelirken uçakta bir soru soruluyor. Bence 20 yıldır hiç karşılaşmadığımız bir şey. Fenomenler soruluyor, bir de bu olay soruluyor ve Erdoğan diyor ki, çok uzun uzun anlatıyor: “Üzerine gidilecek. Hiç öyle ayrım yok” demeye getiriyor, “Devlet bundan hesap soracak” diyor. Şimdi siz de izliyorsunuz Erdoğan’ı, biz de, ben de. Şimdi uyuşturuculardan bahsediliyor, kartellerden bahsediliyor, yargıdaki rüşvetler ortaya çıkıyor. Ağzından bugüne kadar, süren bir soruşturmayla ilgili, dâvâyla ilgili tek bir cümle çıkmadı. Ama aslında fenomen ve futbolcu diye magazinleştirilen bir olayla ilgili çok önemli bir açıklama yaptı. Şimdi ne olabilir? “Daha önce de sözümüzü dinlemedi” demek? Şimdi ben meselâ soru soruyorum, aklımdan geçiriyorum. 1- Hakan Ateş ya da bankacılar acaba birtakım yasanın dışına çıktı da uyarıldığında mı sözünü dinlemedi? 2- “Bunlara niye giriyor?” diye, daha hani bir Cumhurbaşkanı olarak, “Ya, bu koca bankayı niye böyle âlet ediyorsunuz?” diye başka bir iş de mi var? Onun için mi uyardı? Üçüncüsü: Şimdi biraz geriye gittiğim zaman, Denizbank’la ilgili ya da Hakan Ateş’le ilgili olarak, iktidarla ilişkilerine bir bakmak lâzım. 2017’de bu banka satılmaya çalışılıyor, Ruslara ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne. Ama sizin “15 Temmuz’un finansörü” dediğiniz bir ülke. Bir yıl boyunca bu satış Erdoğan’a takılıyor. Binali Yıldırım o zaman başbakan. Muhâlif medya olması şart değil, bu bilgileri Hürriyet gazetesinin ekonomi sayfalarına girerseniz falan hepsinin kulisi vardır. Bir türlü olay çıkmıyor. Hakan Ateş, Binali Yıldırım, Erdoğan arasında zirveler düzenleniyor. Bir yıl boyunca bu sürüncemede kalıyor, hattâ bankacılık sektörü merak ediyor. Ama hep gerekçe: Bu iş Katar’a ambargo uygulayan bâyiye ve biz de bunu şey îlân ettik. Buraya satılıyor mu meselesi mi yoksa burada başka bir sıkıntı mı vardı, hani bu el değiştirmelerde? Şimdi Ruslardan bir anda %100 başka bir…

İllâki vardır diyelim. 

Bahadır Özgür: Onun yanında 2 yıl sonra, 2019’da Serpil Yılmaz yazdı bunu. Bence tekrar hatırlatmak gerekiyor. Simit Sarayı’nı Ziraat Bankası Girişim Sermâyesi’nin –onun böyle bir girişim sermâyesi bölümü kurulmuştu– satın alması meselesi. Haberi hatırlatayım hatırlamayanlar için. 2019’da Serpil Yılmaz Sözcü’deki köşesinde şunu yazdı: “Ziraat Bankası batık durumdaki, özellikle yurt içi şubeleri batmış, 500 milyon dolar borcu olan Simit Sarayı’nın %51’ini almak istiyor. Görüşmeler sürüyor” diye yazmış. Bu ertesi günü Erdoğan’a soruluyor. Sözcü’nün bir haberini Erdoğan ilk defa teyit etti târihinde. “Bu asla benim kabul edebileceğim bir şey değil” dedi ve bu iş kapandı. Hemen Ziraat Bankası açıklama yaptı, Denizbank açıklama yaptı, Simit Sarayı açıklama yaptı ve kapandı. Şimdi ne vardı ortada? Yurt dışında, İngiltere’de onlarca şûbe açıyorsunuz, Amerika’da şûbe açıyorsunuz. Buranın bir CEO’su var. Bu şûbelerin kirâları çok düşük görünüyor. Buralarda birtakım şirketler kurulmuş. Hakan Ateş’le Simit Sarayı’nın CEO’su ortak şirket kurmuş. O da Mesut Özil’le şirketler kurmuş. Bir şey var yani, yasal; ama arka planında bilmediğimiz bir ilişkiler var. 500 milyon dolar borcun %90’ı Denizbank’tan alınan krediler vs.. Buradan Ziraat’e bir mâliyet yıkılmaya çalışılıyor. Erdoğan bunu kabul etmedi. O dönem hepsinin de, Simit Sarayları’nın açıldığı dönem açılışı yapanın da Binali Yıldırım olduğunu unutmayalım. Fotoğrafları vardır İngiltere’de hepsini tek tek açarken. Zâten Simit Sarayı’nın sâhiplerinden Abdullah Kavukçu ile hemşehri. “Daha önce” dediği şey ne olabilir yani şimdi? Daha önce de bir şeyler oldu, kendinden habersiz bir şeyler oldu da sinirlendiği için mi söylüyor? Ben şöyle bir şey söyleyeyim; bana göre Türkiye’de açık şirketler kredi alır, o olur bu olur, tamam; ama özellikle Erdoğan’ın politikalarından zenginleşme yaşayanların bu süzgeçten geçmeden servet edinemeyeceğini düşünüyorum ya da bu servetlerin bir şekilde bu kurulan sistemin, rejimin süzgecinden geçtikten sonra bir tür onayla ancak olabileceğini düşünüyorum. Simit Sarayı meselesinin de asıl detayı şuydu; batık kredinizi ödeyemiyorsunuz, Ziraat Bankası’na satmaya çalışıyorsunuz, özel uçaklar almışsınız, İngiltere’de konut alıyorsunuz lüks, Bentley’lerle geziyorsunuz, bu uçağı Binali Yıldırım seçim zamânı kullanıyor. Şimdi böyle tuhaf bir tablo varkarşımızda. Ben o yüzden Erdoğan’ın “Sözümüzü daha önce dinlemedi” lâfını kendisinin veya çevresinin haberi olmadan yapılmış birtakım işlere mi atfediyor, “Benim niye haberim yok?” diye mi söylüyor? Bu milyon dolarlar ortaya saçılınca bundan acaba yani, “Böyle bir tezgâh kurmuşsunuz da niye kimsenin haberi yok?” mu demek istiyor? Şimdi hep yaşadığımız ülkeye baktığımız zaman bunların çok da altı boş olmayan sorular olduğunu düşünüyorum. 

Demin biraz bahsettin, bu fenomen vs. onların da hatırı kalmasın. O da apayrı bir olay. Yani şimdi para aklıyorlar, tamam, güzellik salonu vs. de kimin parasını aklıyorlar?

Bahadır Özgür: Türkiye’ye şimdi giren kara paranın hesâbını yapmak çok zor, ama 4 buçuk ton kokainden bahsettik, sâhibi çıkmadı. Bunun bir ödemesi olmuştur. Tonlarca kokainden bahsediyoruz. Bu kadar kartel üyeleri geliyor. Bunların çok yüksek miktarda paraları buraya taşıdıklarını biliyoruz. Bütün dünyada şimdi kripto varlıklar üzerinden para aklandığına dâir dâvâlar var, Binance’ye milyarlarca lira cezâ kesiliyor ve ispatlanıyor. Sanki dünyada bir tek bizim bankacılık sistemimiz tertemiz, bizim kripto varlıkları, o borsalar tertemiz, turizmimiz tertemiz, her şeyimiz tertemiz; hiç bizde dâvâ yok, hiç yok. 

O çocuk kaçmıştı falan.

Bahadır Özgür: Torex var, Paribu işleri var. Bir sürü bir işler var yani, bunlar hep arşivlerde yer alıyor. Sezgin Baran Korkmaz dâvâsı var. O kadar uyduruk bir dâvâ ki Türkiye’deki, yani ne olduğunu bile bilmiyoruz şu an. Kara para dâvâsı diye bir şey açılmış. Para kime gitmiş, ne nereden gelmiş net olarak ortaya konulmamış. Dolayısıyla şey yok, devletin, yargının… Bütün dünyada, yani bugün Dubai’de dahi operasyonlar yapılıyor, kara para aklama iddiasıyla soruşturmadan geçirilen bankalar var. Güzellik merkezleri var. Bir de güzellik merkezleri çıktı, aynı anda Hong Kong’da, Kanada’da, Avrupa’da, Dubai’de güzellik merkezleri üzerinden para aklama dâvâları var. Bunların izi sürülüyor. 

Oradaki olay nedir? Yani güzellik merkezinin ne özelliği var?

Bahadır Özgür: Şöyle çok basit şeyi vardır. Eskiden para aklama nakitle çalışan işyerleri için daha kolay olur derlerdi. Hattâ espri olarak şey söylenirdi; “Türkiye’de oto kuaförlerin sayısı ne kadar fazla”. Oto yıkama, sürekli nakit. Gıda, yani hazır yemek sektörü çok iyidir. Bunlar hep böyle MASAK’ın raporlarında tez olarak yazılmış şeylerdir, hangi alanlarda Türkiye’de. İnşaat böyleydi. Ama elektronik ticâret devreye girdikten sonra, özellikle internet üzerinden alışveriş ve arada da ödeme araçları kullanma, yani birtakım hani –böyle örnek veriyorum, bu onunla ilgili değil– PayPal gibi birtakım ödeme, sanal pos dediğimiz şeyler var. Bunlar bir yerden bir yere parayı kontrolsüz bir şekilde çok kolay ulaştırmayı kolaylaştırdı. İkincisi, sanki satış yapmış gibi göstermenizi kolaylaştırdı. Dolayısıyla da kimsenin dikkatini çekmeyecek spa merkezleri, güzellik merkezleri, fitness salonları gibi şeyler Türkiye’de, yani bu kadar yoksulluk oluyor, buradan bir patlama oluyor tersinden. Bu dünyada da böyle. Buralar üzerinden çok fazla para trafiği kolay oluyor. Bizdeki fenomenler dâvâsının esâsı da bu tür hem e-ticaret yapan, sanal pos anlaşmaları olan, böylece para bankaya dolanıp da kontrolden geçerek gelmeyip direkt yapabileceğiniz sistem bunlar. O yüzden buralara yoğunlaşmışlar ve buralar üzerinden büyük miktarda para akladıkları görülüyor. Ama olay hiçbir şekilde… Ben asıl şunu merak ediyorum soruşturmada; şimdi bu fenomenlerin hepsi Dubai’ye gitmiş. Şimdi siz Dubai’ye yazarsınız –ki Europol’ün artık zâten o bölgede müdürü–  havalimanı görüntülerinden, otel görüntülerinden, nerede kaldıklarına, kiminle görüştüklerine dâir bilgiyi çok kolay alabilirsiniz. Hani burada ne iş anlaşması yapmışlar kayıtlı, hepsi vardır. Acaba yazıldı mı hani, bunlar kiminle görüştü, kiminle işbirliği yaptı, kiminle satış yaptı diye bir bilgi alındı mı? Yoksa biz kendi kendimize…

Yani kimin parasını aklıyor diye.

Bahadır Özgür: Bu işin ucu öyle sürülür. Yani öncül suç nerede gerçekleşmiş? Yani o para nerede kazanılmışın izini ancak siz bunlar Dubai ile iş yapıyorlarsa oraya bir soracaksınız. Balkanlarla yapıyorlarsa oraya bir soracaksınız. Yani bunlar geliyor, iş anlaşması yapmışlar, kiminle görüşmüşler, kiminle oturmuşlar, kiminle yemek yemişler, hangi otelde kalmışlar vs. bunların çıkması lâzım. 

Yani bir de burada şöyle bir şey var; 1-2 kişi derken birdenbire bayağı bir sayı da… Hattâ bir o meşhur şampiyonlar ligi fotoğrafı var biliyorsun.

Bahadır Özgür: Evet, Murat Ağırel onları güzel çıkarttı ortaya. Ama çok küçük bir bölümüyle karşı karşıyayız. Biraz da magazinel bölüm. Bir de kimseye, yani şimdi AKP’li bürokratlara gitmiyor, siyâsetçilere gitmiyor bu işin ucu, yargıya gitmiyor. Şimdi buralara gitmedikten sonra fenomenlerin kellesini almak kolay. 

Murat Ağırel demişken, onun bir de futbolla ilgili bulduğu bir şey vardı, değil mi? 

Bahadır Özgür: Evet. 

Takımın adını şimdi yanlış söylemeyeyim.

Bahadır Özgür: Tuzlaspor üzerinden belgelerle birtakım iddialarda bulundu ve sorular ortaya atıyor. 

Orada da acayip, 5 bin liraya bilet satmalar filan değil mi? Böyle bir garip…

Bahadır Özgür: Yani Murat şöyle bir şey yaptı; yıllardır herkesin kulaktan kulağa söylediği şeyi aldı göz önüne getirdi ve tâkip etti. O câmianın hepsinin bildiği bir şey. Kaldı ki şöyle bir şey vardı haberinde: Samsunspor Başkanı, “Bana şike teklif edildi. Ben de kovdum” diyor. TFF’ye gitmemişsin, savcıya gitmemişsin. Hani anlatılan, bu işleri anlatan kimse savcıya gitmemiş, şikâyet olmamış. 

Peki oradaki olay yine para aklama mı?

Bahadır Özgür: Kara para aklama. Yani fenomenler işinde de futbol işinde de tereddütsüz kara para aklama. Yani hiçbir şekilde tartışmaya yer yok. Özellikle bu fenomenlerin işinde tartışmaya yer yok. Çünkü bu kadar yüksek miktarlı paralar gelip hesaplara dağıtılıyor, ânında çekiliyor. Bir de çok amatörce yapmışlar. Dilan Polat’la Engin Polat açgözlülüklerinin yanında muhtemelen kendilerine kara para aklamadan düşen komisyonun üzerine çıkmak istemişler. Biz biraz devleti de naylon faturayla kandıralım derken ele vermişler. Bu genelde şöyle oluyor, yani daha açgözlü olduğunuz zaman, yetinmemiş…

Futbolcuların olayındaki gibi. 

Bahadır Özgür: Evet, yani şöyle: Atıyorum, %10 komisyon veriliyorsa bunlara ve siz de bunu ticâret yapmış gibi gösterebilirsiniz. Bunlar bunu biraz daha artırmak isterken hayâlî satış yapıp naylon fatura kesmişler. Şimdi naylon faturadan yakalandılar çok net. Ama naylon fatura zâten kara para demek aslında. O iş tartışmasız kara para. Ama asıl sorun şu; o yüzden diyorum yani bu ülkede geçmişte Behçet Cantürk’ler yakalandı, Baybaşin’ler… Bu bugünkü îtirafların yanında kıyaslanamayacak düzeyde, hani ansiklopediler olacak kadar… Devletin tepelerinde, siyâsetçilerde ne işler olduğunu, telefon numaraları, adresler, fotoğraflarla gösterdi. Hiçbir şey olmadı. Şimdi burada da Dilan Polat, Engin Polat, fenomenler, video çekenlerle sınırlı çerçevelenip bir kara para, naylon fatura iddiasıyla soruşturma yürüyor. Bunun bir adım ötesine henüz geçmedi hiçbir şekilde. O yüzden ben çok bu operasyonların dediğim gibi siyâsî iktisâdî bir dönemin aslında, siyâsî dönemin sonu derken bunu iktidar değişimi olarak söylemiyorum; artık eskisi gibi yönetemeyecek koşullar ortaya çıktı. %50+1’i değiştirelim diye bir mesaj veriyorsunuz. Şimdi bu mesaj size, bize değil; ortaklarınıza veriyorsunuz. Ortaklarınız bunu kabul etmiyor. O zaman orada bir sıkıştırma, bir karşılıklı bir güç, bir bilek güreşine girmeniz lâzım. En kolay yol nedir? Açıktan hesaplaşamıyorsanız hele ki seçimler varken, onu daha mâkul sınırlara itebileceğiniz birtakım operasyonlar yapmanız lâzım. Sinan Ateş bir kapıdan dayanıyor, uyuşturucu işi bir kapıdan dayanıyor, öbürü bir kapıdan dayanıyor ve böylece aslında bir siyâset alanında o özerkleşmiş bütün güçlere bir nizam, yeni bir nizam vermeye çalışıyorsunuz. Ben biraz böyle görüyorum. 

Bakalım nasıl girişecek diyelim… Evet, konuşmadığımız bir şey kaldı mı? 

Bahadır Özgür: Bu işin tabiî çok yönü var, ama hani ben kendi alanımdan bildiğim kadarını… Çünkü bu işi dosya dosya tâkip eden çok iyi gazeteciler var. Yani olguları biz onlardan öğreniyoruz aslında. Yani onu söylemek lâzım. Timur, Murat, daha farklı isimler, Seyhan Avşar, bir sürü kişi var. Biz onu yorumluyoruz.

Evet, Tolga’nın en son yaptığı bu istisnâî vatandaşlık meselesi falan. Bunların hepsi…

Bahadır Özgür: Evet, Tolga Şardan. 

Evet, meslektaşlarımıza çok teşekkür edelim. Sana da çok teşekkür ederim Bahadır.

Bahadır Özgür: Ben teşekkür ederim. 

Yeraltı ekonomisini konuşmaya çalıştık, ama bunun bizim konuşabileceğimizin de ötesinde bir olay olduğunda da mutâbıkız. Bahadır Özgür’e çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.