“Büyük ve korkunç bir dünya”da alttakilerin savunucusu Gramsci

“Antonio Gramsci’nin Eser-Yaşamı”nda, Romain Descendre ile Jean-Claude Zancarini bizi Marksist geleneğin büyük bir çehresinin kavgalarına ve entelektüel laboratuvarına daldırıyor. Faşizmin kurbanı ve komünizmin Stalinci döneminin muhâlifi Gramsci, uyarıcılığını hâlen koruyan bir düşünce geliştirmişti. Fabien Escalona’nın Mediapart’taki yazısını Haldun Bayrı çevirdi.

“Gramsci adı sizin için bir şey ifâde ediyor mu? Sardinya’da yoksul bir âilede doğmuştu o. İki yaşında, omuriliğini etkileyen bir kemik veremine yakalandı; bu yüzden boyu bir buçuk metreyi aşamadı. Anlıyor musunuz? Bir buçuk metre. Halbuki o bir devdi!” Oyun yazarı Ascanio Celestini, Mussolini’nin faşist rejiminin şehit ettiği ve bugün Marksist düşüncenin bir âbidesi gibi görülen İtalyan Komünist Partisi (PCI) kurucusunu, “Ulusa Söylev” (Discours à la nation, Les Éditions Noir sur Blanc, 2014) kitabında böyle takdim eder.

Romain Descendre ile Jean-Claude Zancarini’nin “Antonio Gramsci’nin Eser-Yaşamı” (L’Œuvre-vie d’Antonio Gramsci, Éditions La Découverte) adlı kitaplarını okuyunca, “yüzyılının en büyüklerinden biri” olan bu filozofa aynı hayranlık hissediliyor. Sardinyalı devrimcinin daha önce çıkmış olan yaşam öyküleri (özellikle Jean-Yves Frétigné’ninki ya da eserine bir giriş sağlayan nitelikli çalışmalar (Éditions sociales’de veya La Découverte’de) olsa da, bu iki İtalyan araştırmaları uzmanı, 300 sayfayı aşan bu kitapla benzersiz aydınlatıcılıkta bir soruşturma sunuyorlar.

©Editions La Découverte

Gramsci’nin “büyük ve korkunç bir dünya” diye tasvir ettiği bir dönemin çalkantılarına mâruz kalan kişisel militan yaşamındaki hâdiselere bağlı düşüncesinin hazırlanışını adım adım izliyorlar.

İki yazar böylelikle onun 1910’lardaki sosyalist militanlık yıllarından, 1930’larda kaleme aldığı Hapishane Defterleri’ne (çev: Adnan Cemgil, Belge Yay., 2014), bu arada 1919-1920’de Torino’daki fabrika konseyleri hareketine katılımına kadar, sonra da 1920’li yıllarda sorumlusu ve başı olarak İtalyan Komünist Partisi’ne bağlılığı boyunca yazdığı tüm metinleri ele alıyorlar. 

“Yaşamı, eylemi ve düşüncesi, onu ender görülür ikili bir karakter arz eden bir metin külliyatına yöneltmiştir” diye yazıyor Descendre ve Zancarini: “Bu külliyat bugün bile hâlen büyük bir teorik ve politik haklılığı korumakta ve yazarını büyük Avrupa ‘klasikleri’ mertebesine çıkarmaktadır.” 

Bunun nedeni, Gramsci’nin kendine özgü bir entelektüel evrim geçirmiş olmasıdır. Zamânının İtalyan filozoflarını okuyarak beslenmiştir ve Marksizmi keşfettiğinde çok idealist bir kültürün etkisi altındadır. Bir yandan ilk görüşlerini aşarken, siyâsî düzen ve bu düzeni alaşağı etme yolları üzerine, sosyo-ekonomik koşulların önemini de göz önüne alan, ama fikirlere ve kültüre dâima çok önemli bir rol tanıyan incelikli bir düşünce geliştirmiştir. 

Kültür ve örgütlenme, özgürleşmenin anahtarları

Kuşkusuz, “Gramsci siyâsî çarpışmayı kazanmak için fikirler çarpışmasını kazanmanın yeterli olduğunu hiç düşünmemiştir de, bunu yazmamıştır da”. Bununla birlikte, kitabın yazarları ondaki düşünce çabasının, “toplu bir irâdeyi harekete geçirmeyi sağlayan sözcükler (fikirler ya da imgeler) üzerinde ve dünyanın yorumlanması ile dönüştürülmesi arasında, düşünce ile eylemin birbirine eklemlenmesi üzerinde” sâbitleştiği bir nokta saptıyorlar. 

“Herkese kendi kişiliğini bütünüyle hayâta geçirme olanağı verilmesi” gerektiğinden, Gramsci’yi harekete iten hedef, alttaki grupların özgürleşmesidir. Halbuki, işçi ve köylü proletaryasının sömürülmesiyle birleşik tüm diğer tahakküm biçimlerinden bahsetmesek bile, kapitalist toplumda imkânsız bir şeydir bu. 

Bu vâkıayı değiştirmek için, iktidârın alınması elzemdir. Bu hedef ise Gramsci’nin yaşamının önemli bir kısmını hasredeceği örgütlenme görevlerinin üstlenilmesini gerektirmektedir; ama bunun için, bizzat alttakilerde de kendi koşulları üzerine, bu koşulları aşmak için yerine getirilecek görevler ve izleyecekleri toplum ülküsü üzerine asgarî bir bilinç olması îcap etmektedir. Gramsci’nin eserlerinde, devrimci bir hedefle onu aşmak için mevcut klasik kültürün sâhiplenilmesinin önemi üzerinde defalarca durması bu yüzdendir. 

Descendre ve Zancarini 1917 târihli bir metni zikrediyorlar, Gramsci’ye göre, “cehâlet burjuvazinin ayrıcalığıdır. […] Aksine, eğitim ve kültür proleterler için bir ödevdir, zîra hangi kategoride olursa olsun tüm ayrıcalık biçimlerinin son bulmasını hedefleyen ‘sosyalist uygarlık’, ‘temsilcilerinin aldıkları kararları ve yaptıklarını bütün yurttaşların denetleyebilmesi’ni” gerektirir. Bu denetimin toplum ölçeğinde icrâsı öncesinde, Gramsci bunun bizâtihi devrimci partinin bağrında serpilip gelişmesinin elzem olduğunu düşünmekteydi. 

Aynı dönemde, Roberto Michels gibi yazarlar, işçi partileri de dâhil olmak üzere kitle partilerini etkisi altına alan oligarşik eğilimler üzerine tâvizsiz teşhislerde bulunmaktadır. Oysa Gramsci, parti biçimine önem verir; burjuvazinin toplumsal ve siyâsî tahakkümüne “gerçekçi” bir tarzda göğüs germek için bunun zorunlu olduğuna hükmeder. Her türlü kaderciliğe karşı, “kapıdan kovduğumuz otoriterliği bacadan içeri alan […] ilâhlaştırma hâdiseleri”nden kaçınmaya yönelik bir demokratik diyalektiğin mümkün olduğuna inanmak ister yani. 

Stalin’in “sekter dönemeci”ne muhâlifti

Gramsci, partinin yönelimi bir kez belirlendi mi disiplinde şakanın olmadığı Komünist Enternasyonal’e mensup bir partinin yöneticisi olmuştu elbette. Ama özgür tartışmaya bağlılığı numaradan değildi; Ekim 1926’da yazdığı bir mektupla kardeş Rus partiyi eleştirel biçimde sorgulamakta da tereddüt etmemişti; Enternasyonal’de Stalin’in yönetimi altındaki çoğunluğun tartışmasız bir itaat beklediği dönemde bu mektup hayli kötü karşılanmıştı. 

Bu dönem, Stalin’in 1928’de komünist harekete damgasını vurarak onu yönelttiği “sekter dönemece” Gramsci’nin karşı çıkışının bir peşrevi gibi okunabilir — bu karşı çıkışı yüzünden, o hareketle ittifak hâlindeki kendi yoldaşları önünde kötü durumda kalmıştır. Gramsci o sırada hapistedir ve serbest bırakılmasını kolaylaştırmak için dışarıda her şeyin yapıldığından kuşkuludur. Descendre ile Zancarini’nin belirttiklerine göre, “tecrit” edilmiş olduğunu saptaması, Hapishane Defterleri’ndeki “düşünme çabasını başlatıcı bir unsur” olmuştur her halükârda.

İki yazar, Gramsci’nin bir yandan hastalığa karşı mücâdele verirken, feyz aldığı çok sayıda okumaya erişim için pazarlık yürütüp, bir yandan da yazdıklarını gözlerden kaçırarak içinde çalıştığı çetin koşulları gözümüzün önüne getirmemizi sağlıyorlar. Geliştirdiği çizgi, hem Stalinistliğe hem Troçkistliğe muhâlif olması, sosyal-demokrat bir reformizmle de yetinmemesiyle özgündür. Ama “bu içeriden muhâlefet kesinlikle faşist yetkililer tarafından anlaşılmamalı ve onların amaçları için kullanılamamalıydı. Gramsci’nin yazılarının kısmen şifreli –dolayısıyla meşakkat gerektiren– karakteri bundandır.”

Hapishane Defterleri’nin yeni bir versiyonuna dayanan Descendre ile Zancarini, Sardinyalı düşünürün “siyâsî hegemonya”, “pasif devrim”, ya da “cephe savaşı”ndan ayrıyeten “mevzi savaşı” gibi mefhumlardan oluşan bir ağı nasıl geliştirdiğinin şifrelerini çözüyorlar. 

Düşüncesinin gücü, bu mefhumların bugün hâlen siyâsî durumumuzu düşünmemize yardımcı olmalarını sağlamaktadır. Ama yazarlarımız uyarıyor: “Gramsci’nin teorik çalışması hiçbir zaman soyut kategoriler üretmez, hele evrensel hedefli bir sistem hiç değildir: Eleştirel ve kavramsal tüm hazırlıkları […] hem uluslararası gerçeklikten hem İtalya gerçekliğinden kopuk değildir.”


21. yüzyılda Gramsci

Romain Descendre ile Jean-Claude Zancarini’nin çalışmasından birkaç ay sonra, felsefe doktoralı Yohann Douet, “Hegemonya ve Devrim. Siyâsî Düşünür Gramsci”yi (L’hégémonie et la révolution. Gramsci penseur politique, aux Éditions Amsterdam. ) yayımladı. Onun denemesi ise Descendre ile Zancarini’nin târihsel yaklaşımını tutku verici biçimde tamamlıyor. 

Çünkü yazar öncelikle Gramsci’nin yol gösterici mefhumlarının, ister 1970’li yılların sonundaki Avrupa komünizmi taraftarları olsun, ister çağımıza daha yakın dönemdeki sol popülizm teorisyenleri olsun, muhtelif siyâsî-entelektüel akımlar tarafından ne şekilde benimsendiği, hattâ ne şekilde biçimsizleştirildiği üzerine eğiliyor. 

Yohann Douet bunun ardından Gramsci’nin eserinin çağdaş siyâsî durumu düşünmeye katkılarının ve sınırlarının incelikli bir dökümünü çıkarıyor. Analitik yamaçta, “karşı-reform” mefhumunun nasıl neoliberalizmin gerçekliğiyle örtüşebildiğini gösteriyor.

Stratejik yamaçta ise, “[Gramsci’nin] alttakilerin örgütlenme görevi husûsundaki ısrârının bütün güncelliğini korumakta” olduğunu ve bunun “seçilmiş meclislerde ve medyalarda bir kurumsal gerilla” yürütmenin hayli ötesinde bir iş olduğunu düşünüyor. Buna karşılık, hem devrimci harekette hem geleceğin toplumunda demokrasinin alması gereken somut biçimleri ihmal etmiş olmasının üzücü olduğunu belirtiyor. Bâzı çağdaş yorumların aksine Yohann Douet, Gramsci’nin, iddiasında radikal olan ve mütehakkim sınıflarla şiddetli bir kuvvet dengesine hazırlık gerektiren bir devrimci düşünceyi şekillendirmiş olduğu gösterme çabasında. “Onun siyâsî düşüncesi, Leninizmin derinlemesine yaratıcı biçimde geliştirilmesi olarak tasavvur edilmelidir” diyor. 


Bunun iyi anlaşılmasını sağlayacak bir örnek: 1930 sonunda, Gramsci diğer komünist tutuklular nezdinde heterodoks bir öneri getirir: Mussolini’nin rejimine karşı İtalyan Komünist Partisi, diğer anti-faşist güçlerle birlikte Cumhuriyet’in Kurucu Meclis’i gibi çalışmalıdır. “Taç’ın yararsızlığı artık tüm emekçiler tarafından, hattâ Basilicata veya Sardinya’daki en geri bıraktırılmış köylüler tarafından bile anlaşıldığına göre”, işi daha ileriye vardırmadan önce kitleleri siyâsîleştirmek için ilginç bir çıkış noktası söz konusudur. 

İtalya vakasının ötesinde, kapitalizmin krizinin hiç değilse kısa vâdede proletaryanın bir taarruzu için yeterli koşulları sağladığına inanmamaktadır. Ekonominin belirleyiciliğinin reddi, Hapishane Defterleri’nden önce, Batı Avrupa ülkeleriyle 1917 Rusyası arasındaki farkları saptamasıyla kuvvetlenmektedir. Batı Avrupa ülkelerinde sivil toplum ve siyâsî toplum çok daha yoğun olarak belirir ve orada yönetici elitler ahâlinin rızâsını üretmeyi daha iyi becerirler. 

Gramsci’yi önceliğin “mevzi savaşı”nda, yani uzun bir öğrenim, kuvvet biriktirme ve bir “karşı-hegemonya” hazırlama döneminde olduğuna iknâ eden de budur. Kuşkusuz sosyalizme barışçıl bir geçişe inanmaz. Ama iktidârın alınışının “askerî” boyutundan sonra da, toplumun kendi kendini yönetmesini mümkün kılan yeni bir devletin temâyüz etmesi için daha yapacak çok şeyin kalacağını düşünür. “ ‘Parti’nin kör ve tektaraflı fanatizmi”ne ve uzatmalı bir “devlete tapınma”ya karşı uyararak, Sovyet devletinin evrimiyle çelişen “anti-otoriter ve anti-bürokratik bir perspektif”i hedefler. 

Descendre ile Zancarini, sonuç bölümünde, Gramsci’nin kendini, korkunç bir cümleyle, “doğrudan mücâdelede şansı yâver gitmemiş bir savaşçı” olarak tanımladığını hatırlatıyorlar. Her ne kadar bu çabaları alttakilerin hegemonyasının zaferi için yeterli olmamışsa da, eleştirel düşünce alanında ona, İtalya’nın ve hattâ Batı’nın da ötesinde şaşırtıcı bir uzun ömürlülük temin etmiştir. 

Yazarlara göre Gramsci, “o dönemde faşizmle komünizm arasındaki, hattâ komünizmin bağrındaki çatışmalar içinde ezilip un ufak olan” bir kuşağa mensuptur. Bununla birlikte, “ahlâkî ve entelektüel direnişindeki kuvvet”le diğerlerinden ayrılmaktadır. Başta sözünü ettiğimiz Ascanio Celestini’nin tiyatro metni de kendi tarzında bunu dile getirir: “Şu anda Gramsci’den söz ediyorum; İtalyan Komünist Partisi’ni kuran ve Parlamento’da tek bir konuşma yapabilen o kişiden. Çünkü akabinde faşistler tarafından derhal tutuklanıp hapse atılır ve orada geçireceği on yılda sosyalist düşünceyi dönüştürür. Hapisten çıkışının beşinci gününde ölür. Halbuki yaklaşık yüz yıl sonra hâlâ, aklın kötümserliğine karşı irâdenin iyimserliğini çıkarmamız gerektiğini hatırlatmaktadır”.

Not: Gramsci hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.: Selahattin Yıldırım, Gramsci’yi Okumak, İletişim Yay., 2018).

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.