Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır’ın konuğu Yusuf el Şerif: Savaş Ortadoğu’daki dengeleri nasıl değiştiriyor?

Hamas militanlarının 7 Ekim’de İsrail’e düzenlediği ve çoğu sivil 1139 kişinin ölümüne yol açan saldırıda, yaklaşık 250 kişi esir alınmıştı. Bu esirlerin 105’i, ateşkes sırasında serbest bırakıldı.

7 Ekim’den sonra İsrail’in Gazze Şeridi’ne yönelik başlattığı harekatta çoğu kadın ve çocuk olmak üzere en az 18 bin 800 kişinin hayatını kaybettiği tahmin ediliyor.

Bölgedeki son gelişmeleri, savaşta neler olduğunu, neler olabileceğini ve Türkiye-İsrail ilişkilerini Abu Dabi’de yaşayan gazeteci Yusuf El Şerif değerlenirdi.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Merhaba, iyi günler. 7 Ekim’den bu yana Ortadoğu, Filistin, Gazze çok acı şeyler yaşıyor ve bu süreç hâlâ devam ediyor. İsrail’in işgali devam ediyor, çatışmalar devam, ediyor ve tabiî ki sivil kayıpları devam ediyor; en acısı da bu. 7 Ekim’den bu yana neler oldu, neler olabilir? Bütün bunları Abu Dabi’de yaşayan Filistinli gazeteci Yusuf el Şerif’le konuşacağız. Yusuf, merhaba.

Yusuf el Şerif: Merhabalar Ruşen Bey, nasılsınız?

Sağ ol. Sen hem Filistinli’sin hem bölgedesin. Yaşananları çok yakından izlediğini biliyorum. Önce, “Ne oldu, neler olacak?” kısmından öte, Yusuf el Şerif 7 Ekim’den bu yana yaşananlarla ilgili ne hissediyor onu sormak istiyorum.

El Şerif: Doğru. Ben Filistinli’yim, Filistin asıllıyım. Âilemin büyük bir kısmı Batı Şeria’da yaşıyor. Kudüs’te de yaşayan var. Ürdün vatandaşıyım, Türkiye vatandaşıyım. Teyzemin kızları Gazze’de yaşıyorlar ve onlardan haber alamıyoruz. Aslında ilk ay nereye gittiklerini tâkip edebildim. Onlar Gazze’nin er-Rimal Mahallesi’nde yaşıyorlardı. Ama bombardımandan sonra göç etmek zorunda kaldılar. Şu anda onlardan bir haber alamıyoruz ve âilece çok endîşeliyiz. Psikolojimiz inanılmaz kötü. Ben bir haberciyim ve o görüntüleri izlemek zorunda kalıyorum. Bu bombardımanları, bu vahşi katliamı, bu olayları tâkip etmek çok zor. Beni daha da fazla kahreden, bu siyâset, bu dağınıklık.

 Aslında bu sene biraz daha barış havasıyla girmiştik: İran-Suudî Arabistan yakınlaşması, Suudî Arabistan’ın İsrail’le yakınlaşması ve bunun şartı olarak Filistin sorununun çözülmesi gündemdeydi. Ama bir sabah birdenbire Hamas’ın yaptığı bir katliamla uyandık. Orada da korkunç görüntüler gördüm. Şok olduk. İşgal altında bir halk olarak, haklı bir dâvâ sâhibi olarak, yerleşim alanlarına girip, insanları, sivilleri öldürmek, 90 yaşındaki kadınları, 3 yaşındaki çocukları rehîne almak, bize, halkımıza yakışmaz; direnişe de yakışmaz. Nasıl İsrail’in yaptığı bu katliamı şiddetle kınıyorsam, Hamas’ın 7 Ekim’de yaptığı bu operasyonu da kınıyorum. Bu bir terör operasyonu. Kınamamız lâzım. Haklıyken haksız duruma düşüyoruz. Şu anda bu kadar insan ölüyor, bu kadar zâyiat oluyor, Gazze belki bir daha şehir olamayacak. Fakat siyâsî bir şey elde edilemiyor, bu insanı daha fazla kahrediyor. Abesle iştigal bir şey. Duygusal olarak çok yıprandık ve umutsuzuz. Ben de umutsuzum ve çok yıprandım. Ama öfkeliyim de. Çünkü bu olayın arkasındaki gerçek sebepleri biliyorum ve bildiğim için de daha fazla kahroluyorum.

Buradan devam edelim. Tabiî ki bu, stratejik olarak çok şeyi değiştirdi. Bölgesel bir savaşa dönüşme ihtimâli hep vardı. Şu âna kadar olmadı; ama olmayacağının bir garantisi yok. Senin demin bahsettiğin gibi, bir barış havası üzerinden giden bir süreç vardı, bir şeyler değişiyor gibiydi. Türkiye-İsrail ilişkileri de normalleşiyordu biliyorsun; ama şimdi her şey tekrar sil baştan oldu. Bu saatten sonra bölgede tekrar Arap ülkelerinin İsrail’le yakınlaşma, normalleşme süreçlerini yürütebilmesi mümkün gözüküyor mu sana?

El Şerif: Olması lâzım aslında; fakat önce Filistin dâvâsıyla ilgili ciddî bir adım atmamız lâzım. Size görüntüyü daha net bir şekilde anlatayım. Geçen yıl Mart ayında şok bir şekilde, Çin arabuluculuğuyla, Suudî Arabistan ve İran’ın yeniden diplomatik ilişkileri başlattığını ve barıştığını öğrendik. Bu çok önemliydi. Suudî Arabistan çok aktifti, hatta İran’da yatırım yapabileceğini söyledi. Bundan bir iki ay sonra Suudî Arabistan bu sefer Amerika aracılığıyla İsrail’le yakınlaşmaya başladı. “Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomik Koridoru” projesiyle, Hindistan’dan kalkan gemilerin, BAE, Suudî Arabistan, Ürdün ve İsrail rotasını tâkip ederek Akdeniz üzerinden Avrupa’ya bağlayacak yeni bir ticâret yolu girişimi açıklanmıştı. 

Biz 20 yıldır bu bölgede neredeyse bir kıskaç içinde yaşıyoruz. İsrail ve İran birbirini düşman ülke îlân ediyor. İran İsrail’i mahvedeceğini söylüyor, İsrail İran’ın nükleer bombası olduğunu iddia ediyor. Ama ikisi birbiriyle doğrudan savaşmıyorlar. İran ordusundan İsrail’e tek bir kurşun atılmış değil. Ama ikisi de Filistin sorununu kendi çıkarları için bölgede kullanıyor. Meselâ İran, İsrail’in Filistin işgalini kullanarak, “Kahrolsun İsrail, İsrail’e ölümé derken, Şiî mezhebi üzerinden kendi ideolojisini Arap bölgesinde yayıyor ve daha fazla kontrol ediyor. Yemen’deki Husi’ler, Irak’taki Haşdi Şabi’ler, Suriye ve Lübnan’daki Hizbullah… Yani İsrail’e bir şey olmuyor; ama Arap ülkeleri üzerinde hegemonyasını artırıyor. Kezâ İsrail sürekli İran tehlikesinden, İran’ın nükleer bomba hazırlığından bahsederken, Arap ülkeleriyle, özellikle Körfez ülkeleriyle, “Biz Filistin sorununu bırakalım, barış yapalım. İran’a karşı birlikte güçlenelim” diyerek yakınlaşmaya çalışıyor. Arap ülkeleri, Körfez ülkeleri 20 yıldır bu kıskacın içinde yaşıyor, ama kıramıyor. 

Fakat bu sene Suudî Arabistan ve İsrail arasında bir barış girişimi başladı. Tabiî ki Birleşik Arap Emirlikleri bu barışın önünü açtı. Çünkü Suudî Arabistan İsrail’le doğrudan konuşamazdı, bunun için önce Körfez ülkelerinin bir yol açması gerekiyordu. Araplar ilk defa hem İran’a hem İsrail’e, “Biz yokuz. Biz ne İsrail’leyiz ne de İran’layız. Siz kendi sorunlarınızı kendi aranızda birlikte halledin. Biz ne İsrail’e yardım edeceğiz İran’ı vurmak için ne de İran’ın örgütlerine müsâmaha göstereceğiz” dediler. Burada ilk defa stratejik olarak bölgede bir kırılma oldu. İlk defa Araplar yönetmeye başladı bu gidişâtı. Bu yüzden, 7 Ekim Hamas Operasyonu için ilk tepkimiz şu oldu: “İran samîmî değil. Zâten İran Suudî Arabistan’ın İsrail’le yakınlaşmasından çok endîşeli. Hamas zâten İran’ın emrinde ve İran’ın isteğiyle bu operasyon yapıldı. Barış planları kırılsın ve yeniden aynı kıskaç içerisinde, İran ve İsrail arasında sıkışıp kalalım diye bu operasyonun büyük olması gerekiyordu. İran için büyük bir kozdu bu. Çünkü Amerika’yla masa altından görüşüyor ve müzâkere yapıyor. Bâzen Hizbullah’ı hareketlendiriyor, bâzen Husi’leri. Bence İran büyük bir savaşa girme niyetinde değil; ama nükleer programı için ve bölgedeki kontrol ve ağırlığı konusunda Amerika’dan büyük tavizler kopartmaya çalışıyor. Ama olan yine Filistinlilere ve Araplara oluyor.  

İsrail’e gelince, zâten savaştan önce Netanyahu’ya karşı halk ayaklandı. Artık herhangi bir siyâsî geleceği yok. Savaşı uzatıp bir zafer kazanmaya çalışıyor. Bu yüzden bölge büyük bir soru işâreti içinde yaşıyor. Burada bir şey daha söylemem gerekiyor. Savaş başladığında İsrail’in aşırı sağcı Ulusal Güvenlik Bakanı Ben-Gvir ve arkadaşlarının, fırsat bu fırsat deyip Filistinlileri dışarı atmak gibi bir projeleri var. Gazze halkını Mısır’a, Sina Yarımadası’na gönderecek, sonra yavaş yavaş Batı Şeria’daki Filistinlileri Ürdün’e gönderecek ve böylece İsrail, bütün Filistin topraklarına sâhip olacaktı. Bunu yıllardır açık bir şekilde konuşuyorlar.

ABD Dışişleri Bakanı Blinken ve Amerika, maalesef ilk günlerde bu projeyi benimsedi ve belki de en iyi çözümün bu olduğunu düşündü. Hattâ Blinken bölgeye geldi hatırlarsan. İlk görüşmesini BAE Devlet Başkanı ile yaptı. Oradan Suudî Arabistan’a geçip Muhammed Bin Selman’la görüşme yapacaktı. Ancak Selman o gün Blinken’la görüşmek istemedi. Ancak ertesi sabah kendisiyle görüştü. Blinken döndükten sonra, “Filistinlileri dışarı atmak pratik bir fikir değil, bu iş olmaz” diye açıklama yaptı. Çünkü Arap ülkeleri bu konuda sert bir tepki verdiler. Ürdün böyle bir ihtimal olduğunda bölgede büyük bir savaş çıkma olasılığından söz etti. Blinken Mısır’a gidip görüştüğünde, Mısır Dışişleri Bakanı, Filistinliler Sina Yarımadası’na yerleştirilirse ve ileride bu Filistinliler İsrail’e saldırırlarsa o zaman İsrail ve Mısır arasında savaş çıkabileceğini, bölgede barış olmayacağını söyledi. Avrupa Birliği Dış İlişkiler Yüksek Temsilcisi Josep Borrell geldi ve tekrar Filistinlilerin Sina’ya alınması üzerine Mısır’ı iknâ etmeye çalıştı. Mısır da, “Tamam, ben 1 milyona yakın Filistinliyi Sina Yarımadası’na alayım. Ama birkaç ay sonra onlar denizi geçerek Avrupa’ya gidecekler mülteci olarak. Kabul edecek misin?” diye cevap verdi. Sonuçta Borrell ve AB bu konuyu kapattı.  

Bu yüzden bu savaşın başında büyük bir tehlike atlattık. Tabiî ki Filistin halkı, Gazze’de hâlâ bunun bedelini ödüyor. Böylece İsrail’in aşırı sağcı hükûmetinin Filistin halkını Filistin toprağından bir daha gönderme ve Filistin’i yok etme planını atlattık. 

Peki onu atlattık, ama yine önümüzü göremiyoruz. İsrail şimdi Güney’e de saldırıyor. Nerede duracak, nasıl olacak? ABD, İsrail’e Gazze’ye saldırılarını sonlandırması için yıl sonuna kadar mühlet verdi. Sen daha yakından tâkip ediyorsun bunları. Meselâ sizin bulunduğunuz Körfez’de analistler ne öngörüyor? İsrail kalacak mı, duracak mı? Oraya yeni bir yönetim mi düşünülüyor? Çok karışık bir durum ve hiçbir şey gözükmüyor şu anda.

El Şerif: Evet, doğru. Bu savaş herkes için sürpriz olduğu için ve büyük bir savaş olduğu için ve Netanyahu’nun siyâsî geleceği olmadığı için… Çünkü Netanyahu, “Hamas’ı bitireceğiz, esirleri geri alacağız” diyerek büyük lâflar etti ve net bir askerî hedef koymadı. Bu yüzden çok zorlanıyorlar. Oysa Hamas bu savaş için bir yıldır hazırlanıyordu. 

Tabiî Amerika da çok zorlanıyor. Çünkü 2024’te ABD’de seçimler var. Biden’ın hem Müslüman Amerikalıların oylarına ihtiyâcı var, hem Yahudi lobisinin oylarına ihtiyâcı var. Zâten bu yüzden ilk başta İsrail’e tam destek verdi. Fakat baktı ki İsrail askerî hedeflerini gerçekleştiremiyor, Araplar da bu göç ettirme planına yanaşmıyor. Bu yüzden şimdi Amerika da biraz zor durumda. Bu savaşı bitirmek de istiyor. Önce, “Arap askerlerini Gazze’ye gönderelim. Onlar Gazze’yi kontrol etsinler ve Hamas’ı dışarı atsınlar” diye bir plan önerdiler. Mısır bunu kabul etmedi. Hatırlarsınız, ilk başta, “Türkiye ve Mısır garantör ülke olsun” diye Türkiye’nin de benzer bir önerisi olmuştu. Yani Türk ve Mısırlı askerler Gazze’ye gidecekler, Hamas’ı yavaş yavaş kontrol edecekler ve İsrail’in güvenliğini sağlayacaklar. Ama Mısır bunu reddetti. İsrail ve Hamas da karşı çıktı bu öneriye. “Birleşmiş Milletler Gücü gönderelim” deniliyor, ama o da kabul edilmedi. Şimdi Amerika’nın üzerinde durduğu şey, “Gazze’de bir Filistin hükûmeti kuralım ve bu hükûmet Hamas’la uğraşsın, siyâsî liderler dışarıda kalsın”. Yani Amerika bir çözüm bulmaya çalışıyor. Çünkü İsrail’in koyduğu askerî amaç Hamas’ı tamâmen yok etmek, ama olmuyor. Filistin yönetimi, “Tamam, ben oraya geri dönerim, ama bu büyük bir sorumluluk. Hamas benim dostum değil. Bunun karşılığı ne olacak? Bunun karşılığı Filistin Devleti’nin kurulması ve orada bir yerleşim olursa ben elimi taşın altına koyabilirim” diyor. Fakat Amerika’dan da İsrail’den de böyle bir garanti gelmiyor. Bu yüzden, eğer bir şey olacaksa bence önce İsrail hükûmetinin değişmesi, Netanyahu, Ben- Gvir ve Smotrich gibi sağcıların gitmesi ve Amerika’nın bir çözüm dayatması lâzım. 

Bu arada, Hamas yetkilileri de, “Tamam, biz barış için görüşmeye hazırız” diyerek biraz yumuşamaya başladılar. Arap tarafları, Mısır ve Katar, “Bir barış süreci hareketlendirelim. Siz de barışa olumlu baktığınızı söyleyin ve böylece bir ara çözüme varalım” diyerek Hamas üzerinde bir baskı yaratıyorlar. Şimdilik mesele bu yönde ilerliyor. Ama kime sorduysam, bu işin içinden nasıl çıkılacağını kimse bilmiyor. Şu anda her şey muallakta.

Katar’dan bahsettin. Katar gerçekten bölgenin en ilginç ülkesi galiba. Çünkü kısa süreli de olsa o “insânî aralar” da Katar’ın arabuluculuğuyla kotarıldı. Katar’ın hem ABD ile arası çok iyi, hem Türkiye ile. Belli ki İsrail’in de güvendiği bir ülke — ki o pazarlıkları orada yapmayı kabul etti. Bir ara Katar’ın Körfez’deki diğer ülkelerle sorunu vardı, onlar da büyük ölçüde hallolmuşa benziyor. Nedir Katar’ın sırrı? 

El Şerif: Aslında Katar’ın bu kadar büyütülecek bir yanı yok. Ben de “Neden Türkiye değil de Katar?” diye soruyorum kendime. Çünkü Türkiye’nin Hamas’la ilişkileri iyi. Hamas lideri İsmail Haniye Türkiye’deydi. Türkiye İsrail’le ilişkilerini iyileştirdi. NATO ülkesi. Katar’ın parası bu aralar bir işe yaramaz. Ama tabiî ki Katar, çünkü Katar’ın Amerika’yla ilişkileri daha iyi olduğundan, Amerika Katar’a daha fazla güveniyor. Katar da görüş olarak İran’a yakın. Biz hep “Katar” diyoruz, ama aslında görünmeyen oyuncu İran. Hamas, elinde bulunan Taylandlı esirleri serbest bıraktı. Peki, bu nasıl oldu? Tayland Hükûmeti, Hamas’ın elindeki esirlerin serbest bırakılması için Katar’ı değil, doğrudan İran’ı aradı. İran’ın arabuluculuğuyla esirler serbest bırakıldı. Katar’ın Amerika ile ilişkileri çok önemli. Ayrıca Katar’ın Hamas üzerinden İsrail’le derin ilişkileri var. Bu yüzden Katar arabuluculuk yapıyor. Ama arabuluculuktan daha çok, mesaj iletiyor. İran ve Amerika’yı dengelemeye çalışıyor. 

Netanyahu’nun politikasını biliyorsunuz. Hamas’ı güçlendirip, Filistinlileri ikiye bölerek barış sürecinden kaçıyordu. Birçok Arap ülkesi bu politikaya karşı çıkıyordu. Fakat Katar para gönderiyordu. Netanyahu bu paraları alıp Hamas’a veriyordu. Bugün, Netanyahu’nun yürüttüğü politikaların sonucunu yaşıyoruz. Arap ülkeleri “Hamas ve Filistin yönetimi birleşmeli” derken, Katar ve Netanyahu, insâni yardım adı altında Hamas’a para gönderiyordu. Hamas barışmak ve birleşmek istemiyordu, direniyordu. Ve sonunda Hamas bildiğimiz o operasyonu yaptı.  

Aslında Hamas üzerine biraz konuşmamız lâzım. Hamas bir direniş örgütü müdür? Bu yaptığı bir direniş mi? Haklı mı değil mi? Bu sorular çok önemli. Çünkü bu mesele Türkiye’de çok tartışma yarattı. Bu soruların sorulması, Hamas’ın yapmak istediği ve Hamas’ın rolünün ne olduğu ile ilgili her şeyi anlamamıza yardımcı olacak. Bu yüzden çok önemli.

Bu soruyu şöyle de sorabiliriz: Mısır başta olmak üzere, bölgedeki ülkelerin hemen hemen hepsi Hamas benzeri yapıları kendi ülkelerinde istemiyor. Meselâ, Mısır’da Sisi, Müslüman Kardeşler iktidârını bir darbeyle devirmiş, insanları öldürmüş, hapse atmış, îdam etmiş. Ya da Suudî Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri… Bunların hepsinin en çok korktuğu yapılar Hamas benzeri örgütler. Dolayısıyla burada ilginç bir durum var. Biraz önce, Mısır’ın Gazze’den gelenleri istemediğinden bahsettin. Niye istemiyor? Çünkü aynı zamanda kendi ülkesinde bastırdığını düşündüğü İslâmcılığın yeniden hayâta geçmesini istemiyor, öyle değil mi?

El Şerif: Önce Hamas’ı tanımak, bilmek gerekiyor. Hamas, kendi bildirisinde de yazdığı gibi, İhvan’ın bir parçası. İslâmcı bir örgüt. Ümmetten bahsediyor, İslâm’dan bahsediyor, Yahudilerle savaşmaktan bahsediyor. Sünnî olmasına rağmen İran’a bağlı. Arap savaşları sırasında İran ve Suriye’den kopmuştu, ama İsmail Haniye 1,5-2 sene kadar önce İran’a, Tahran’a gitti ve yeniden barıştılar. 

Aslında birçok Arap ülkesi Hamas’ı tanımıyor. Bu noktayı özellikle açıklamak istiyorum; çünkü Türkiye’de birçok insan bu konuyu tam olarak bilmiyor. Filistinliler, özellikle Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) 60’lı ve 70’li yıllarda, İsrail’e karşı dünyaya seslerini duyurmak için uçak kaçırma, bombalama gibi eylemler yapıyorlardı. Ama daha sonra diğer örgütler Filistin Kurtuluş Örgütü’nün çatısı altında toplandılar. Filistin Kurtuluş Örgütü, Birleşmiş Milletler tarafından Filistinlilerin tek meşrû temsilcisi olarak tanındı. Filistin Kurtuluş Örgütü’nün başında Yaser Arafat vardı. Şu anda Filistin Yönetimi, Filistin’in tek resmî temsilcisidir. 

Hamas, Filistin Kurtuluş Örgütü’nü tanımadığını ve amaçlarının, hedeflerinin Filistin Yönetimi’nden farklı olduğunu açıkladı ve 1988 yılından beri Yaser Arafat için tam bir baş ağrısı oldu. Çünkü Arafat 90’lı yıllarda ne zaman barış görüşmesi başlatsa, Hamas bombalı eylem yapıyordu. İsrail bu eylemleri bir bahâne olarak görüyor ve barış görüşmelerini durduruyordu. Tabiî bu İran’ın bir politikasıydı. Bu yüzden Hamas’ı böyle görmemiz lâzım. 

İkincisi, Birleşik Arap Emirlikleri gibi bâzı Arap ülkeleri Hamas’ı bir terör örgütü olarak görüyor. Mısır gibi bazı ülkeler de Hamas’la sâdece İçişleri Bakanlığı ve istihbârat üzerinden temasta bulunuyorlar, resmî olarak görüşmüyorlar. Aslında Hamas Mısır için önemli. Gazze’de olduğu sürece Hamas Mısır’a muhtaç. Çünkü Mısır sınır kapısı ve bu yüzden Mısır hem Filistin’de hem İsrail’de bu kozu kullanıyor. Bunu böyle okumamız lâzım. Hatırlarsanız yıllar önce, Suudî Arabistan Hamas’ı Mekke’ye çağırmış, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ve Hamas lideri Halid Meşal’i barıştırmaya çalışmıştı, ama olmadı. Halid Meşal’in gelişi Türkiye’de büyük yankı uyandırdı. Çünkü 2005 yılında yerel seçimde büyük başarı kazanmışlardı. Türkiye ilk başlarda Hamas’a, “Siz de Filistinlilerle aynı çizgide olun, bölmeyin” teklifinde bulunmuştu. Ama Hamas bunu reddetti ve kendi yolundan gitmeye devam etti. 

Benim izleyicilerimiz için özellikle vurgulamak istediğim bir şey var: Türkiye’nin Hamas’ı daha iyi anlaması lâzım. Çünkü Türkiye de bir tecrübe yaşamış. Türkiye işgal altındaydı. Mustafa Kemal Atatürk ve Kuvâ-yi Milliye işgale karşı direndi. Kuvâ-yi Milliye her yerde kendi kafasına göre çalışsaydı ne olurdu? Mustafa Kemal Atatürk meşrûiyet kazandırdı, birleştirdi, tek bir siyâsî irâde üzerinde savaştı ve bu yüzden kazandı. 

Şimdi Filistin’de böyle bir bölünmüşlük, böyle bir yönetim olunca işgal bitmez; bunu anlatmaya çalışıyorum. Çünkü insanlar Hamas için, “Dindar, İslâmcı, direniş yapıyorlar. İşgal altındaki insanların her şekilde direniş hakkı vardır” diye düşünüyorlar. Elbette hakkı vardır, ama meşrû musun? Kimi temsil ediyorsun? Eğer Filistin Devleti’ne, Filistin Yönetimi’ne karşıysan –ki biliyorsunuz Hamas 2006’da Gazze’de darbe yaptı ve Filistin Yönetimi’nden 250 Filistinli’yi öldürdü–, bu yüzden, Hamas’ın 2005 yılından beri İran’la birlikte çizdiği yol, bizi bir barışa ya da zafere ulaştıramaz. Sâdece ve sâdece Filistinlilerin daha fazla bölünmesine neden oluyor. Arap ülkeleri, Hamas’ın İran yanlısı olmasından dolayı, sâdece İran’dan emir aldığı ve Filistin Yönetimi’yle birleşmek istemediği için Hamas’a destek vermekten imtinâ ediyor. Hamas sürekli İsrail’e bir bahâne yaratıyor ve İsrail, “Hamas olduğu müddetçe ben savaşacağım, barış olmayacak” diyor. 

Bu yüzden, bugün Hamas’ı direnişçi olarak görenler, “Ne güzel savaşıyorlar, İsrail’i inletiyorlar” diye düşünenler olabilir. Ama bu işler, bu kahramanca tavırlar, bu sloganlar, Filistin dâvâsına hiçbir bir yapıcı adım katmıyor ve herhangi bir faydası olmuyor, tam tersi etki yaratıyor. 7 Ekim’den önce Gazze’de İsrail askeri yokken, bugün İsrail Gazze’nin yarısını ele geçirdi. 17 bin insanımız öldü. Biz sâdece İsrail’e karşı savaşmıyoruz, Amerika’ya karşı da savaşıyoruz. Bütün silâhlar Amerika’dan geliyor. Bu yüzden Arap ülkeleri diyor ki: “Savaşı düşünmeyin. Bütün Arap ülkeleri birleşse bile İsrail’e karşı çıkamaz”. Çünkü İsrail tek başına savaşmıyor, Amerika da savaşıyor orada. Bu yüzden birleşmemiz lâzım, tek bir yönetim altında olmamız lâzım. İran’ın çıkarları bizi ilgilendirmiyor. Arap-İsrail yakınlaşmasından ve barışmasından faydalanmamız lâzım. Suudî Arabistan’a gidip, “Eğer İsrail’i tanıyacaksan şartlarımız bunlar” dememiz lâzım. Politika yapmamız lâzım. En azından, çözemiyorsak bile ölmeyelim. 

Ama maalesef birçok insanın İsrail’e ve Amerika’ya öfkeli oldukları için, sırf birkaç İsrailli asker rehin alındığı ya da öldüğü için çok mutlu olduklarını görüyorum. Tamam, sen belki intikam alıyor olabilirsin, ama benim halkım, Filistin halkı yok oluyor. Bunu düşünmemiz ve bunun üzerine konuşmamız lâzım. Ama maalesef kimse harekete geçmiyor. 

Yusuf, çok dolu olduğunun farkındayım. Ama son olarak istersen biraz da Türkiye’yi konuşalım. Biliyorsun, Erdoğan İsrail-Filistin konusunda ilk başta daha ılımlı bir politika izlemeye çalıştı; tarafları sükûnete dâvet etti. Ama sonra Hamas’tan yana tavır aldı ve Hamas’a destek verdi. Türkiye’nin bu süreçte çok fazla etkili olduğunu göremedik sanki. Yanılıyor muyum?

El Şerif: Doğru. Bence keşke Sayın Erdoğan ilk baştaki çizgisinde devam etseydi. Ama elbette iç siyâset var, iç kamuoyu var, çıkarlar var. Ben kendime hep şunu soruyorum: Türkiye arabuluculuk yapmaya çalıştı; İsrail’in reddetmesini anlarım, ama Hamas niye reddetti? Bunu anlamış değilim. Türkiye Hamas’a sâhip çıkıyor; fakat Hamas Türkiye’ye karşı herhangi bir olumlu adım atmıyor. Bunu hiç anlamıyorum. 

Türkiye, Mısır’la Hamas konusunda hiçbir zaman etkili olamadı. Ben 2008 yılında Türkiye’deydim. O zaman da böyle bir savaş vardı. Ahmet Davutoğlu Dışişleri Bakanı’ydı ve Mısır’ın tavrı konusunda hep şikâyet ediyordu. Çünkü Mısır, Gazze’de Hamas’ın işine kimsenin karışmasını istemiyor. Türkiye-Mısır ilişkileri iyi de olsa, kötü de olsa, bu değişmez. Türkiye’nin, İsrail ve Hamas’ın şu anki durumu üzerinde bir etkisi yok. Ama ben şundan korkuyorum. Bu olay bitince, İran elde etmek istediği şey için Amerika’yla bir pazarlık yaparsa, bu sadece Suudî Arabistan ve Körfez’deki Arap ülkelerinin aleyhine olmayacak, Türkiye’nin de aleyhine olacak. 

Bu direniş ve Hamas üzerine son bir şey daha söylemek istiyorum. Bu savaşta Hamas’ın amacı Filistin esirlerini çıkartmak değil, Yarın, öbür gün, seneler sonra bunu göreceğiz. Bu İran’ın bir intikam operasyonudur. Netanyahu İran’ın nükleer arşivini çaldı. İran’da bu konuda çalışma yapan bilim adamlarını öldürdü. Biz İran’ın zayıflığından dolayı sustuğunu düşündük. Ama 7 Ekim’de şunu gördük: Hamas’ın operasyonunda asıl hedef İsrail’in üç temel istihbârat merkeziydi. Bunlardan bir tânesinin adı “Birim 8200”. Dünyanın en önemli teknik ya da siber güvenlik istihbârat teşkîlâtı. Hamas buraya girip oradaki üst düzey subay ve askerleri rehin aldı. İran’la ilgili bütün server’ları, arşivleri toplayıp, 14 Ekim’de deniz yoluyla Hizbullah’a teslim ettiler. Yani şu anda İran’ın elinde bütün arşivler var. İsrail’in bütün işbirlikçileri, casusları deşifre olmuş durumda. Bu bir intikam operasyonu. Yerleşim alanlarına girmek, İsrail’e füze atmak filan hepsi taktik; asıl amacı örtbas etmek için. Zâten yerleşim alanlarına giren Hamasçıların elinde bir tâlîmat yok. İsrail ordusu ve dünya başka bir şey zannetsin diye yapılmış bir taktik. Tabiî ki İran bunu açıklamayacak, ama ben sordum oradaki arkadaşlarıma. Yöneticiler, “İsrail’den intikamımızı aldık” diye kıs kıs gülüyorlar. Tabiî ki Hamas da bunu açıklamıyor. 

Ban kaynaklarımdan eminim, sizler de ileride göreceksiniz. Bu 7 Ekim operasyonun amacı, İsrail’in “Birim 8200” yönetimini almaktı; bütün arşivi, casus listelerini, server’ları alıp İran’a göndermekti. Bu yapılan, sâdece ve sâdece, İran’ın İsrail’den intikam alma operasyonudur. Filistin esirleri, takas filan bunların hepsi hikâye, hepsi bahâne. Yıllar sonra bunu öğreneceğiz. Ama maalesef birçok Filistinli aramızdan ayrılmış olacak. 

Yusuf el Şerif, çok teşekkürler. Çok yoğun ve duygulu bir yayın oldu ve bayağı önemli şeyler dile getirdin. Abu Dabi’deki Filistinli gazeteci Yusuf el Şerif’le, savaşın bölgede dengeleri nasıl değiştirdiğini konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.  

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.