“Sessiz ölüme” mahkum edilen, Liberal Düşünce Topluluğu’nun kurucularından Prof. Dr. Mustafa Erdoğan, yaşadıklarını Ruşen Çakır’a anlattı ve şu sorulara yanıt aradı: Türkiye’de liberal bir hareket var mı? Türkiye’de siyasi liberalizmin karşılığı var mı?
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler. Prof. Dr. Mustafa Erdoğan stüdyo konuğumuz. Kendisiyle Türkiye’de liberalizmi konuşacağız. Daha doğrusu Türkiye’de liberallik var mı, böyle bir hareket var mı? Ve tabiî biraz da kendisini konuşacağız. Hoş geldiniz hocam.
Mustafa Erdoğan: Hoş bulduk, sağ olun.
Sizi de konuşacağız; çünkü kayboldunuz.
Mustafa Erdoğan: Evet, kaybolduk. Yani bu dönemde pek medyada görünemiyoruz yani, öyle.
Onun biraz öyküsünü kısaca anlatacak olursak; siz bir ara TRT’de program yapıyordunuz. Yanlış mı biliyorum?
Mustafa Erdoğan: Evet. Derya Sazak, Fehmi Koru ve Fuat Keyman’la birlikte dördümüzün Pazar günleri saat 12.00 civârında çıktığımız bir program vardı TRT 1’de. O dört buçuk yıl kadar sürdü. Sonra nasıl olduğu belli olmayan bir şekilde kaldırıldı.
Sonra sizin üniversite mâcerânız da… Sizi esas Hacettepe’de biliyorduk.
Mustafa Erdoğan: Ankara’ya ben aslında hâkimlikten geçtim. Yani daha doğrusu doktora öğrenimimi yaparken kamu hukukunda idârî yargıda çalıştım bir süre. Sonra, Kayseri İdârî Mahkemesi üyesiyken Ankara Siyâsal Bilgiler Fakültesi’ne geçtim. Oradan sonra 91 başında Hacettepe Üniversitesi’ne İktisâdî İdârî Bilimler Fakültesi’ne geçtim. 20 yıl kadar orada çalıştım, sonra İstanbul Ticâret Üniversitesi’nden aldığım bir dâvet üzerine, ısrarlı talep üzerine erken yaşta emekli olup çoluk çocuk İstanbul’a taşındık. O zamandan beri buradayım, yani 2010’dan beri de İstanbul’dayım.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Ne oldu sonra?
Mustafa Erdoğan: Bu şey döneminde, 2013’ten îtibâren ben eleştirel yazılar yazmaya devam ediyordum. Televizyonlarda da konuşuyordum tabiî siyâsî iktidârın gidişi hakkında. Ondan dolayı yönetimle… özellikle İstanbul Ticâret Odası’nın eski başkanı bizim mütevelli heyeti başkanıydı. Önce beni dekanlıktan aldılar. Sonra siyâsî iktidârın gidişine uydurmak için birtakım yollar denediler. Ben hayır, yani gidişâtın otoritarizm doğrultusunda olduğunu ısrarla söyledim. Hattâ o zaman bu anayasa –ki daha sonra 2017 yılında yürürlüğe koydular ya– bu hazırladıkları anayasa taslağının tipik Amerikan tarzı otoriter başkancı bir sistem olacağını, bunun düzeltilmesinin de mümkün olmadığını, bundan toptan vazgeçilmesi gerektiğini anlattım İstanbul Ticâret Odası’nda o zamanki yönetim kurulu üyelerine. Böyle bir havadaydık, yani biraz dışlanmıştım. Sonra darbe olunca da ilk görevine son verilen kişi ben oldum.
Peki oradaki îtirâzınız, yani anayasayla ilgili îtirâzınız ve o zamandan bu zamâna yaşananlara baktığınız zaman, haklı çıktığınızı düşünüyor musunuz?
Mustafa Erdoğan: Yüzde yüzden fazla. Yani tamâmen öngördüğüm gibi oldu. Yani hazırladıkları anayasa taslağının bilinçli olarak Türkiye’yi bir tek adam rejimine götürmeyi amaçladığını teşhis ettim ve bunu ısrarla söyledim, yazdım, anlattım televizyonlarda da. Hakîkaten de öyle oldu. Yani bütün iktidârın tek bir kişide toplandığı bir rejim orataya çıktı. Hiçbir denetim ve denge mekanizmasına yer vermeyen, yargının da aslında Hâkimler ve Savcılar Kurulu aracılığıyla Cumhurbaşkanı tarafından belirlendiği ve Anayasa Mahkemesi’nde yavaş yavaş dengeleri değiştirerek tamâmen siyâsî iktidarla paralel bir yola girmesinin çok muhtemel olduğunu öngürmüştüm. Aynen de öyle oldu. Daha fazlası oldu.
Anayasa Mahkemesi sanki biraz direniyor gibi.
Mustafa Erdoğan: Anayasa Mahkemesi başta biraz tereddüt etti bu darbe girişiminin ilk başlarında. Yani kendi meslektaşlarının sırf işte vicdânî kanaatle filan, öyle kanaat getirdik diyerek alelacele anayasal güvencelerini yok sayarak görevine son verdiler. Sonra hatırlayacaksınız, ilk bu kanun hükmünde kararnâme konusunda, daha önce Anayasa Mahkemesi’nin Olağanüstü Hal kanun hükmünde kararnâmelerinin anayasaya uygunluk denetimine tâbi olduklarını, anayasada aksini yazıyor olsa da aslında bu kararnâmeler kullanılarak olağan kanun hükmünde kararnâme gibi kendi alanına girmeyen konulara düzenleme yaptığını, dolayısıyla anayasaya aykırı olduğunu tespit etmişti, böyle bir içtihat geliştirmişti. O içtihâdı terk ettiler ve hiçbir denetim imkânı kalmadı tabiî ondansonra. Yeni sistem de orada zâten Cumhurbaşkanlığı Kararnâmesi’ni getirdi. Hâlâ onlarla ilgili birtakım dâvâlar oluyor; ama olan oldu biten bitti zâten.
Şimdi ben sizi yıllardır tâkip eden birisiyim, ama tanışıklığımız pek olmadı. Siz Türkiye’de liberalizm diye bir şey varsa —şimdi liberal lâfı için “liboş” falan gibi lâflar çok kullanılıyor ama– siz gerçekten kendisine liberal diyen, hattâ bu konuda çalışmalar yapan, kurumlaşmaya da giden az sayıdaki insandan birisiniz. Yanılıyor muyum?
Mustafa Erdoğan: Teşekkür ederim, bunu iltifat olarak gördüğüm için. Ama yani öyle gibi, evet.
Peki ne oldu şimdi? Bir parti var, ama etkisi pek yok. Bir Besim Tibuk vardı. O Kıbrıs’ı tercih etti yaşamak için. Ve liberal lâfı sanki büyük ölçüde birilerini küçüksemek için… Meselâ ben solcuyum, beğenmeyenler bana “liberal” diye lâf atıyorlar.
Mustafa Erdoğan: Öyle yapıyorlar solculara.
Biliyorum, ben liberal değilim. Yani siyâsî olarak liberal değilim, solcuyum. Ama özgürlüklerden yana olmam ayrı bir şey. Ama liberalizm başka bir şey. Onu bir anlatır mısınız? Yani sizin liberalizm tasavvurunuz neydi ve onun Türkiye’de bugün karşılığı var mı siyâsî liberalizm anlamında?
Mustafa Erdoğan: Şimdi biz 1980 sonlarında… Esâsen benim kendimde 1980’lerden îtibâren –ben de muhafazakâr kökenden geliyorum– bu Özal döneminde biraz daha farklı, serbest düşünmeye, olaylara, gelişmelere bakmaya, okumaya başladıkça eski dünya görüşümden yavaş yavaş bir değişim oluştu liberalizme doğru. 80’ler ortalarından îtibâren tamâmen liberal literatür okumaya başladım. O zaman işte, onu da bilirsin rahmetli Kâzım Berzeg vardı, bizden büyük bir abimizdi; onunla bir şekilde tanıştık. Benim eskiden beri veya o târih îtibâriyle 7-8 yıldır arkadaşım olan Atilla Yayla ile berâber bir oluşum başlatmaya çalıştık. Ve o oluşum şeye kadar fena gitmedi, bu AKP’nin otoriterleşmesine kadar.
Tarihi siz ne olaraksöylüyorsunuz?
Mustafa Erdoğan: AKP’nin otoriterleşmesini, benim aslında o zamanki Star gazetesinde 2011 Nisan’ında yazdığım son yazıda teşhis ettiğim noktadan îtbâren başlatabiliriz. O yazıda da vurguladım. Çünkü o dönemlerde de hem televizyon programı vardı hem de Star gazetesinde yazıyordum. Star gazetesi de benim oraya girdiğimde AKP’nin bir organı değildi. Zamanla dönüştürüldü. Eski yönetimi hatırlıyorsunuz. Hattâ Star gazetesinde o zamanki Adalet Bakanı için “301 Cemil Tahtaya” diye manşet atılabildiği bir dönemde ben o gazetede yazmaya başlamıştım. 2011’den îtibâren hissetmeye başladım durumun değişmekte olduğunu. Yani 2010 referandumundan sonra yavaş yavaş bir değişim olmaya başladığını hissettim. Ve daha sonraki gelişmeler de az önce anlattığım olaylarla bağlantılı olarak gelişti. Fakat tabiî bu dönemde onun da ben yine bu gidişâtı erken teşhis ettim, fakat Atilla Yayla’yı iknâ edemedim. O beni iknâ etmeye çalıştı, ben onu iknâ etmeye çalıştım. Yani o aslında demokrasinin önemli olduğunu, ben aslında demokrasinin sâdece seçimlerden ibâret bir şey olmadığını anlatmaya çalıştım ve yollarımız ayrılmıştı. Kâzım Bey —rahmetli oldu daha sonra— ve başka arkadaşlarla berâber, aslında Liberal Düşünce Topluluğu’nun ilk başlangıcından îtibâren bizimle olan –meselâ İhsan Dağı gibi– diğer arkadaşlarla berâber Özgürlük Araştırmaları Derneği’ni kurduk 2014 yılında.
Hâlâ sürüyor mu?
Mustafa Erdoğan: Tabiî. Bu dönemde tabiî birtakım tecrübeler edindik. Bu tecrübelerden bir tânesi, benim özellikle 1990’lı yıllarda, 28 Şubat sürecinde bu başörtüsü yasağı meselesinde fazla kamusallaştığım bir dönem oldu. O dönemde hukuk câmiasında bunun hukuka aykırı olduğunu söyleyen kimse yoktu. Bir işte muhâfazakâr kesimden Burhan Kuzu vardı rahmetli. Ama farklı bir söylemle bunu dile getiren bendim. Hattâ Kanal 7’de Ahmet Hakan’la çok uzun bir program yaptık. Sabah 4.00’te bitti yani. Gece 23.00 gibi başladı, sabaha karşı 4.00’te bitti. O programdan sonra bu İslâmcı kesimde veya İslâmî kesimde diyeyim, bana fazla bir ilgi olmaya başladı. Zâten vardı. Bütün bunları evveliyâtı ile birlikte düşündüğümüzde ve bizim o zamanki derneğe de bu muhâfazakâr kesimden çok gelip gidenler oluyordu; ben samîmiyetle şöyle düşündüm: “Evet, bunlar dindar, muhâfazakâr”. Eskiden ben de o kökenden geldiğim için insanların hissiyâtını anladığımı varsayıyordum. “Herhalde artık benzeri baskılardan sonra bu daha hürriyetçi, daha özgürlükçü, hak ve hukuku gözeten bir perspektife doğru yöneliyorlar” gibi düşünmeye başladım. Ama pek de öyle olmadığını…
Yanılmışsınız.
Mustafa Erdoğan: Evet, yanıldığımı filan anladım. Ama tabiî benim yanılmış olmam bu öngörüde kötü niyetli bir yanılma değildi. Çünkü şöyle düşünüyordum ben; Türkiye, hattâ 1999’da Amerika’da bulunduğum sırada bir makale yazmıştım: “Islam in Turkish Politics: Turkey’s Quest For Democracy Without Islam”, yani Türkiye’nin İslâmsız demokrasi arayışı diye bir şey yazdım ve orada da onu anlatmaya çalıştım. Yani Türkiye, bizim kişisel olarak o konudaki tutumumuz ne olursa olsun netice îtibâriyle Müslüman ağırlıklı. Bu belli bir kültürden gelen bir toplum. Eğer biz demokrasiyi inşâ edeceksek burada bu toplumla inşâ edeceğiz. Dolayısıyla bunun daha özgürlükçü demokratik ilkeler doğrultusunda dönüşmesine katkı yapmamız lâzım. Hattâ ben 96 yılında “İslâm ve Liberalizm” diye de bir risâle yazdım, yani bir broşür yazdım. Orada da İslâm’ın liberal bir yorumunun mümkün olduğunu filan anlatmaya çalıştım. Yani iyi niyetli bir çaba göstermiştim. Ama çok az kişi etkilenmiş demek ki. Bugün İslâmcı kesimde bu otoriter rejimi desteklemeyenler var, hakkını yemeyelim; ama onlar azınlık. Eskiden çok heyecanlı biçimde böyle enternasyonalist İslâmcı söylem dile getirenlerin çoğu bugün iktidârın destekçisi konumunda. Hattâ bunların bir kısmı troll olmuş durumdalar yani maalesef.
Evet, şimdi polemiklere girmeyelim; ama ben başıma geldiği için biliyorum bu eski liberal şimdi troll olanların nasıl en ufak bir şeyde sosyal medyada kafa uzatıp şey yaptıklarını. Ama şunu söyleyeceğim. Şimdi ben de gazeteci olarak, İslâmî hareketleri izleyen birisi olarak…
Mustafa Erdoğan: Biliyorum.
Şimdi dönüp dolaşıp, çok acı bir şey ama, Erdoğan’ın Nilgün Cerrahoğlu’na verdiği röportajdaki o tramvay meselesine geliyoruz sanki. Değil mi? Hani demokrasi, tramvay, geldiği yerde durma…
Mustafa Erdoğan: Evet, belli bir durakta inme…
Yani o zaman böyle şey gibi gelmişti, yani rahatsız edici bir şeydi; ama şimdi sıklıkla bir şekilde insanlar bunu kullanıyorlar ve ben artık eskisi gibi yapmıyorum. Yani “Nereden çıktı bu?” demiyorum. Siz diyor musunuz?
Mustafa Erdoğan: En azından Türkiye’deki İslâmcı birikime baktığımızda ümitvar değilim, yani geleceğe dönük olarak. Yani onun için bugün diyelim ki adını vermeyelim ama; bunun içinde yer almayan başka İslâmî oluşumlar, siyâsî teşekküller filan var. Bunlar konusunda ihtiyatlı bakıyorum artık yani. Onu söylemek isterim maalesef.
Yani sizin o risâlenizi şimdi, İslâm ve Demokrasi risâlenizi bugün yazacak olsaydınız bambaşka bir şey mi yazacaktınız?
Mustafa Erdoğan: Aslında ona benzer bir şey 5-6 sene evvel galiba bir daha yazdım. Daha ihtiyatlı; ama ben teorik olarak, teorik teşhislerimden vazgeçmedim. Yani İslâm’ın bugün başka biçimde yorumlanması, yorumlardan birisidir. Yani şu anki rejime de dayanak oluşturan tarzda yorumlanması onun zorunlu, mantıken zorunlu yorumu filan değildir. Ama çok fazla da yorum yoluyla da zorlamamak lâzım. Bu kültürel gelenekte maalesef yok yani ona uygun damar. Sâdece çünkü teorik olarak neyin doğru olduğundan ayrı olarak o öğretinin realize edilmesi varsayılan ve edileceği varsayılan toplumun kültürel yapısı, geçmişi, siyâsî geleneği de önemli. Bizim ne kültürel kodlarımızda bugün toplum olarak ne de siyâsî geleneğimizde, Osmanlı’dan bu yana tevârüs ettiğimiz siyâsî gelenekte bu liberal demokratik bir sistemi ayakta tutacak ilkesel prensip îtibâriyle veya kurumsal bâzı ön dayanaklar maalesef yok. Ama dediğim gibi İslâmî öğretinin daha özgürlükçü, demokratik yönde yorumlanma imkânı hâlâ var. Meselâ Amerika’da var tek tük de olsa böyle Müslümanlar var.
Biliyorum. Ben de bir ara bayağı takip ederdim ilerici Müslümanlar vs. filan gibi; ama artık onlar da terörden, şundan bundan dolayı çok etkili olamıyorlar. O zaman, şu hâliyle baktığımız zaman, liberal kimliğe sâhip birisi olarak baktığınız zaman sizi heyecanlandıran herhangi bir kurum, kişi, parti vs. görüyor musunuz; yoksa tam bir çöl mü sizin gözünüzde Türkiye?
Mustafa Erdoğan: Yani tabiî Türkiye, nüfûsu çok kalabalık olan bir ülke. Her bu kadar kalabalık ülkede liberal eğilimli, sol eğilimli, başka türden her ideolojik eğilimden az ya da çok insanlar olabilir. Türkiye’de de bir kitlesel harekete zemin oluşturacak büyüklükte bir potansiyel yok maalesef. Nitekim Liberal Demokrat Parti’nin tecrübesi bunu gösterdi. Bizim kendimizin Liberal Düşünce Topluluğu’nda yaşadığımız tecrübeye ilişkin anlattığım, fazla iyimser birtakım gelecek öngörülerinde bulunmuş olduğumuz ortayaçıktı. Ben aslında bugün kendi başıma… Gerçi biz dedim hani dernek kurduk ama dernekteki arkadaşların çalışma tarzı şöyle daha ziyâde oradakiler; sâdece bizim kendi arkadaş çevremizi değil, bürokrasiden, üniversiteden, daha ziyâde kamu politikalarına ışık tutmak, yön vermek veya eleştirel bâzı önerilerde bulunmak tarzında araştırmalar üzerine odaklanmış şekilde. Yani eskiden Liberal Düşünce Topluluğu’nda yaptığımız gibi ideolojik ya da öğreti yayma esaslı bir çalışmadan ziyâde daha dolaylı biçimde…
Dâvâ olmaktan çıktı diyorsunuz.
Mustafa Erdoğan: Yani öyle. Ama ben kişisel olarak bu yönde okumaya, yazmaya devam ediyorum. Fakat Türkiye’de gerçekten de böyle kitlesel bir liberal hareket olma ihtimâli yakın vâdede pek gerçekçi bir ihtimal olarak görmüyorum yani.
Şimdi sizin de yakından bildiğinizi düşündüğüm bir Fethullahçılık deneyimi var Türkiye’nin. Ve siz deminden beri söylüyorsunuz ya; kültürel kodlar vs. filan. Zâten sorunlu olan yapıyı iyice belki toksik hâle getiren bir süreç oldu.
Mustafa Erdoğan: Aynen öyle maalesef. O çok kötü oldu. Çünkü neden kötü oldu? Bu Fethullah câmiası, Fethullah Gülen Cemaati Türkiye’de İslâmî hareketler, İslâmî oluşumlar içerisinde Batı’ya en fazla yönü dönük, daha Batılı anlamda medenîliğe açık, açık görüşlülüğe, işte hoşgörü temelli bir İslâmî yorum geliştiriyor izlenimi verdi. Ama onun da aslında bir ikinci yüzü varmış. Hepimizden saklanan bir ikinci yüzü varmış. Ve ikincisi; normal demokratik yöntemin dışında darbeciliğe teşebbüs edebilecek kadar farklı hayalleri, tasavvurları olan bir hareket olduğu ortaya çıktı. Tabiî orada bir rezerv koymak lâzım. Yani o darbenin sâdece onların kotardığı bir şey olduğu kanaatinde değilim tabiî ben. Daha karışık bir olay o. Bu yakın vâdede onun gerçekte ne olduğu ortaya çıkmayacak gibi görünüyor.
Şimdi tabiî insanlar o konuları birazcık darbe olayından sonra pek konuşmaya yanaşmıyorlar; çünkü herkes bir şekilde bulaşmış olduğu için, ama meselâ sizin söylediğiniz liberal düşünceyi ya da başka şeyleri de çok ciddî bir şekilde kullanıp sömürdüler ve tükettiler de aslında. Öyle değil mi? Yani böyle bir… meselâ sizin de herhâlde Abant toplantılarına filan gitmişliğiniz vardır.
Mustafa Erdoğan: Tabiî tabiî, gitmiştim. Ne demek. Ben başkaları gibi, “Aman ben yoktum” filan diyenlerden değilim. Aksine orada bayağı katkımız oldu ve o cemaatçilerin organize ettiği ama fikrî altyapısını benim gibi liberal veya sol eğilimli bâzı arkadaşların büyük ölçüde belirlediği bir sivil girişim oldu, o zamanki durum îtibâriyle sivil girişimdi. Ama ortaya çıktı ki bir hareket olarak, ben şeyleri zorunlu olarak katmıyorum yani çok geniş bir tabiî biliyorsunuz sempatizanlar çevresi var; akademiden vardı, esnaf sanatkâr… daha ziyâde oraya dayanıyor mâlûm. Sosyo-ekonomik background’u daha ziyâde esnaf sanatkâra dayanıyor veya küçük tâcir filana dayanıyor. Akademyada işte sempatizanları veyahut da… Yani birinci bu inner circle’da olmayan, muhtemelen bu darbe filan meselelerini tasarlayanların içinde yer almayan iyi niyetli başka birçok entelektüel eğilimli insanlar da vardır tabiî içerisinde. Ben toptan işte terörist filan denmesini zâten hukuken de doğru bulmuyorum. Yanlış, öyle bir şey söz konusu değil. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarında da ortaya çıktı. Ama büyük bir hayal kırıklığı yarattı yani. Hem İslâm adına bir hayal kırıklığı yarattı hem dediğiniz gibi liberal gelecek tasavvuru adına da bir hayal kırıklığı yarattı. Çünkü zannediyordunuz ki işte İslâmî kesimde daha liberal eğilimli bir hareket de olabiliyormuş. Aslında pek de öyle değilmiş. Hareket olarak değilmiş yani.
Ben en azından o dinler arası diyalog denen şeyin yalan olduğunu bir şekilde biliyordum; ama bunu o dönemlerde anlattığınız zaman, insanlar… çünkü aslında alttan alta, çok ciddî bir, diğer dinleri yok sayma vs. şeyleri vardı.
Mustafa Erdoğan: Muhtemeldir, yani pek muhtemeldir. Biz hepsini bilmiyorduk.
Peki şöyle bir bütün olarak baktığımızda… Kaç yaşındasınız şu anda?
Mustafa Erdoğan: 67.
67. Bir şey lâfı var. Geçen burada Murat Sevinç’le konuştuğumuzda söyledi: Sivil ölüm. KHK’lılar için, akademiden dışlananlar için yakıştırılan — ki onun Nazi döneminin bir sloganı olduğunu söyledi.
Mustafa Erdoğan: Anladım.
Yani kusura bakmazsanız, size de bir nevi bu yapılmak istendi galiba, değil mi?
Mustafa Erdoğan: Yani evet, yapılmak istendiği belli.
Siz çünkü o hani çok kullanılan; kamusal bir aydındınız. Yani öyle kendi kabuğunda, kitabını yazan, dersini vermenin ötesinde iddiaları olan birisiydiniz ve sizi kamusal alanda büyük ölçüde dışladılar.
Mustafa Erdoğan: Ben bunu yazma yoluyla kısmen telâfî etmeye çalışıyorum. Çünkü kendi çizgimde önemli şeyler yazmaya devam ediyorum. Kitap olarak, kitapların yeni baskıları olarak olsun, makaleler olarak olsun. Gazeteyi aslında bir tür liberal aydınlanma için kullanıyorum. Yani gazetede yazdığım yazılar günlük yazının ötesinde.
O tabiî Kıbrıs’ta.
Mustafa Erdoğan: Evet, onları Türkiye’de paylaşıyorum. Yani kendi web sayfamda paylaşıyorum. Kendi web sayfamı bir tür eğitim merkezi gibi kullanmaya çalışıyorum ben o şekilde. Ama tabiî yani beni sivil ölüme mahkûm etmeye çalıştılar. Belki büyük ölçüde sonuç da aldılar. Ama ben tabiî bunu fazla dert edinmiyorum. Tabiî şüphesiz kendi mesajımı daha fazla kitlelere anlatabilsem daha iyi olur, beni daha da tatmin eder. Ama yine de kendim için doğru olduğuna inandıklarımı, doğru olduğunu bildiklerimi başka yollardan söylemeye, anlatmaya devam ediyorum. Bir de –unutmayın sözünüzü– o az önce bu “KHK’lılar” dediniz ya. Öbür taraftan da toplu görevden atılanlar dışında, ilk bireysel olarak görevden uzaklaştırılan kişi benim. Üstelik devlet üniversitesi değil. Ama benim KHK’lı olmamam da enteresan, şans eseridir veya tesâdüfen olmuştur. Bizim Mithat Sancar, biliyorsunuz Ankara Hukuk Fakültesi’ndeydi, aynı zamanda bu Kürt siyâsî hareket içerisinde yer aldı son yıllarda. Onlar organize ettiklerinde daha evvel de buna benzer bir bildiri bana göndermişlerdi. Hattâ ben Mithat Sancar’ı, İstanbul Ticâret Üniversitesi’nde dekan olduğum sıra dışarıdan derse çağırmıştım. O vesîleyle tekrar görüşmüştük. O ilk bildiriye ben imzâ vermiştim. Onu unuttum şu anda hangisi olduğunu; ama benzer bir şeydi o. Sonra ikincisi nasıl olduysa bana gelmedi. Neden gelmedi onu bilmiyorum. Yani gelseydi herhalde ben de imzâlamış olacaktım. Yani ufak tefek rezervlerimi söylerdim tabiî. Çünkü ilkinde de bir iki rezervimi söylemiştim. Belki de rezerv koyduğum için tekrar bana gelmedi, bilmiyorum. Ama prensip olarak bu Kürt siyâsî dâvâsına ben liberal gerekçelerle mânen destek verenlerdenim hâlâ.
Şu anda yine tekrar en son Irak’ın kuzeyinden gelen şehit haberleriyle yeni gündemi bu konu belirliyor. Ve yerel seçime kadar herhalde bu gündem bayağı aktif bir tırmanacak.
Mustafa Erdoğan: Belki bu hafta o konuyu yazarım ben yine. Haftalık yazılarımda bu konuyu not ettim. Belki o konuyu tekrar yazacağım. Daha önce de çok yazdım. Hattâ bir kitapçık oluşturmuştum: “Bizi Kürtler özgürleştirecek” diye. Görmüş müydünüz bilmiyorum.
Efendim?
Mustafa Erdoğan: “Bizi Kürtler özgürleştirecek” diye bir kitapçık yayınlamıştım o zaman. Yani tezim şuydu: Aslında Kürtlerin özgürleşmesi hepimizin özgürleşmesidir. Çünkü Kürtlerin özgürleşmesi için yapılacak olan, Türkiye’deki statükonun daha özgürlükçü demokratik değerler doğrultusunda dönüştürülmesini zorunlu kılmaktadır. Bu dönüşüm yapılırsa zâten aynı zamanda hepimiz özgürleşmiş olacağız tarzında bir mesaj vardı. İlk planda tabiî biraz provokatif görünüyor, ama anlatmak istediğim özünde buydu. Bu hakîkaten Türkiye’nin en önemli kalıcı meselesi olmaya devam ediyor.
Hocam, çok sağ olun. Sizi daha sık görürüz, en azından Medyascope’ta görürüz, öyle söyleyeyim. Şu âna kadar unutmuş olmaktan dolayı da özür dilerim.
Mustafa Erdoğan: Estağfurullah.
Ama hakîkaten sizi gizlediler herkesten. Çok teşekkürler.
Mustafa Erdoğan: Ricâ ederim.
Evet, Prof. Mustafa Erdoğan’la Türkiye’de liberalizmi, liberal bir hareket olup olmadığını ve tabiî ki AKP iktidârının gelişimini konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.