Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Aydın Selcen yazdı | 2024’te yerküreden sesler: Geviş getirmeye devam

Enginlere dalarak geviş getirmeye geçen haftaki yazıdan devam edelim. İlk çeyreğini bitirmek üzere olduğumuz 21. yüzyıl, New York’ta İkiz Kuleler’e 2001’de yapılan intihar saldırılarıyla açıldı. Hemen peşine ABD’nin Afganistan’ı ve 2003’te Irak’ı işgaliyle devam etti. Ardından Irak’taki iç savaş ve 2011’de başlayan “Arap Baharı” ayaklanmaları geldi. 2014’te görülmemiş vahşetiyle IŞİD ortaya çıktı. İran ise 2009’daki Yeşil Hareket’ten sonra sürekli özgürlükçü direnişlerin sahnesi oldu.  

2022’de Rusya Ukrayna’yı işgale girişti. Rusya 2014’te de Kırım’ı işgal etmiş, 2008’de Güney Osetya ve Abhazya’yı Gürcistan’dan koparmıştı. 2019’da Çin, Hong Kong’un özel yönetsel statüsünü baskıyla anlamsızlaştırmaya yöneldi. Yine Çin, 2014’ten başlayarak Doğu Türkistan’daki yıldırma-sindirme uygulamalarını sertleştirerek bir milyonu aşkın Müslüman Uygur’u hapse attı. Bugün gözü Tayvan’da.

Balkabağı ile Gülle

Yüzyılın ilk çeyreğinin bilançosunda, yüzyıl öncesinin ulusal egemenlik ile bireysel özgürlük karşıtlığı kisvesi hortlamışa benzer. Totaliterlik ve otoriterlikle demokrasinin savaşımı ama bunun içinde de demokrasilerin içten içe ve dışarıdan müdahalelerle de bozuşmasına antikor üretme savaşımı canhıraş biçimde eşanlı sürüyor.

Bu karşıtlık bizde, daha da eskilerden gelen “ya istibdat, ya hürriyet” denklemine dönüşüyor. Gelecek cumhurbaşkanlığı seçiminde, artık o da çeyrek yüzyıla ulaşacak Erdoğan dönemini, cumhuriyet döneminde bir parantez kılabilmek gerçek bir varkalma sorunu görünümünü aldı.

Düşünsel burulma, Bayburt Hastanesi’ndeki “teyemmüm taşı” hizmetiyle (!), damat Bayraktar’ın Kızılelma insansız savaş uçağı üretiminin bağdaştırılamamasında gerçekleşiyor. “Garblılaşmaya muhalefet, onun kısmen yapılabileceğini düşünmek, ‘bal kabağı’nın ‘Krupp güllesiyle’ çarpışma davasına benzetilebilir” diye (Abdullah Cevdet’e atfen) aktarmış* geçen yüzyıl başlangıcındaki tartışmayı Prof. Dr. Hanioğlu.

Abdullah Cevdet (1869-1932)

Onulmaz bir çelişki barındırıyor Erdoğancı islâmcılık: Tümleşik bir toplum tasarısı önermesi, düz anlatımla ötekileştirmeden yol yürümesi olanaksız. İleri diye (o da sopayla) gösterilen yön geriye bakıyor. Ütopya diye dayatılan, hangi propaganda hilelerine başvurulursa vurulsun, kendiliğinden distopyaya dönüşüyor. Durumdan “değerleri, hassasiyetleri göz açtırmadan korumak” görevi çıkaran içişleri bakanının ifadelerinde de vücut buluyor.

“Hizmet ve eser siyaseti” adı altında toplumsal cıvıltıya yani siyasete ölü toprağı serperek, sürekli aba altından sopa göstermek zorunda kalarak, toplum önderlerine ibretlik cezalar vererek önerdiklerinin ne yapsalar benimsenmediğini de, geleceğinin olamayacağını da o sözde tasarının bizatihi müelliflerinin yine kendileri anlatmış oluyor. Dehşetle bilinçaltlarına ittikleri “ya sonra?” korkuları bundan. Şişirdikleri “hilafet” tartışması değil, “Erdoğan’ın halefinin olmayışı” meselesi.

Muhalefet bu ana tartışmadan kaçınamaz. Eğer gerçek ütopya “hayata geçirilebilecek bir umut” demekse o umudu canlı tutmak, var kılmak bugün muhalefetin başat ödevi. Bunun da yolu en baştan kuvvetli ve köklü hatta köktenci bir itiraz ortaya koymaktan geçiyor. Ama o itirazı dile getiren söylem ile hayat geçirecek eylem, muhalefete eylemden kaçınıp söylemle idare etmek gibi iki birbirini dışlayan seçenek sunmuyor. Muhalefet ancak ikisini birden tutarlı biçimde yapabilirse başarılı olacak. İşin abecesi bu.

4.Turpun büyüğü heybede: ABD seçimleri, “failed state” seçeneğine doğru mu?

Benzer ölçekte ancak 2048’de yinelenecek olan 2024 küresel seçimler yılında, tüm dünyanın kaderi üzerinde en derin etkiyi kuşkusuz ABD başkanlık seçimleri yapacak. Sanki Trump aleyhine dava açıldıkça, seçim kampanyasına steroid enjekte edilmiş gibi güçleniyor. Kamuoyu yoklamalarında cumhuriyetçi başkan adayları arasında en yakın rakibinin onlarca puan önünde gözüküyor. Soli Özel, haklı biçimde, Cumhuriyetçi Parti’nin Trump partisine dönüşmesi ve Trump’ın yeniden başkan seçilmesi olasılıklarını ABD’nin “failed state” durumuna geldiğinin işareti olacağını kaydediyor.

Trump’ın başkanlık seçimlerinde adaylığa ehil olmadığını şimdiden karara bağlayan bazı eyaletler oldu. Bu konu federal düzeyde Yüksek Mahkeme tarafından şubat ayında görüşülüp, mart başında başlayacak önseçimlere dek herhalde karara bağlanacak. Trump yarış dışı kalırsa Cumhuriyetçi Parti başkan adayının anası-babası Sih olan eski Güney Karolina valisi ve Trump döneminde ABD BM Daimi temsilcisi (orada kabine üyesi oluyor) Nikki Haley olması kuvvetle muhtemel.

Nikki Haley

Dünyanın en köklü demokratik sisteminin, öfkeden gözleri kararmış yığınların taşıyıcı sütunlarını sarsarak kendi başlarına yıktıkları bir Roma tapınağı gibi çökmesi, içinde bulunulan çatışmacı ortamda yegâne küresel gücün kendi kendini oyun dışında bırakması, NATO’nun lidersiz ve Ukrayna’nın desteksiz kalması gibi sonuçlar ancak “yaratıcı kaos” taraftarlarını hoşnut kılabilir. ABD demokrasisinin her ikisi de 80 yaş dolayında iki adaya mahkûm kalması da ayrı bir vahamet alameti.

5.İklim değişikliği, düzensiz göç, yapay zekâ: Tüm yollar popülizmLERe çıkıyor

İklim değişikliğinin yavaşlatılması konusunda fosil yakıtlardan çıkışın hızlanıp, kesinleştiği belirtilebilir. Ancak o zamana dek iklim değişikliğinin toplumsal ve siyasal etkileri kısa vadede sertleşecek. Kıt kaynaklara erişim için insanlar vahşi hayvanlar gibi adeta birbirlerini yemeye başladılar bile. Yıllarca beklenen hasatlar alınamıyor. Çobanlar çiftçilerle boğazlaşıyor. Ne ana-babaların çocuklarının hayatlarının kendilerinkinden daha iyi olacağına, ne gençlerin gelecek yılın bu yıldan, hatta gelecek onyılın bu onyıldan daha iyi olacağına yönelik umutları kalıyor.

Hem siyasal hem ekonomik umutsuzluk düzensiz göçü besliyor. Çevresel çöküntü de bunları dikine kesiyor. Üstelik umutsuzluğun yerleşikleştiği ülkeler, bölgeler, o küresel çevre bozulmasına en az katkı yapanlar ama fatura oralardaki toplumlara çıkıyor. Böyle olunca en üsttekiler daha içe kapanmacı, en üsttekilerin daha yükseldiği, orta ve alt sınıfların ise tepetaklak aşağıya düştükleri yapılara dönüşüyor. Bu durumun siyasal sonuçları içe kapanmacılık, özgürlükçülükten ve dayanılmacılıktan feragat edip yalnızca düzenin ve güvenliğin korunmasına sığınmak olarak dışa vuruluyor. Üstelik bir din olarak değil ama bir yönetim biçimi olarak İslâm da bir diğer dikine kesen etmen.   

Otomasyonla mavi yakalılar mezun edildi. Şimdi yapay zekâ devrimiyle sıra beyaz yakalılara geldi. Yukarıda belirtildiği üzere, onlar aşağıya doğru düşerken, en alttakiler de yukarıya çıkamıyor. İkisi birden dışarıdan gelenlerle mücadele halinde. Dışarıda gelenlerin ise değil geldikleri yere geri dönmeleri, oldukları yerden geri gitmeleri dahi söz konusu değil. Böylece kültürel hınçlar, sınıfsal çıkarlar, yarınlardan umutsuzluk birbirine dolanarak korkunç bir siyaset ortamının kuluçkasına dönüşüyor.

Bildiğimiz dünya artık yok ve eskisi gibi hiçbir zaman olmayacak. Ancak faşizm veya komünizm gibi küresellik iddiası olan totaliter-otoriter düşünce sistemleri veya rejimler de yok. Örnek olarak Şi’nin tek adamlığı, Putin’inkinden farklı. Her ülkenin popülizmi de, diğerinkinden farklı. Her demokrasinin kırılganlık düzeyi de aynı değil.

Bundan ötürü bir yandan Milei, Meloni, Wilders, Trump vb. her popülist lideri bir çuvala doldurup, çuvalın da ağzını bağlayıp üzerine kocama bir “faşizm hortluyor!” yaftası yapıştırmak hem yanıltıcı, hem kolaycılık. Aynı biçimde, bir yana “emperyalizm” adı altında mukavvadan bir hortlak koyup, onun karşısına Şi, Putin, Hamaney gibi kendi halklarını inim inim inleten baskıcı tek adamları “direnişçi” diye tanıtmak da öyle.

Endonezya’nın batı ucu Londra’ya konulsa, doğu ucu Taşkent’e ulaşıyor.

Değişen dünyada ilk kez Endonezya’da çevre felâketinden ötürü bir başkent taşınıyor. 2022’de alınan karar uyarınca Java adasındaki başkent Cakarta suların yükselecek olmasından dolayı terk edilip, Borneo’da (Kalimantan) yeni başkent Nusantara 2045’te hazır olmak üzere sıfırdan kuruluyor. 280 milyona varan nüfusuyla Endonezya Çin, Hindistan, ABD’nin ardından dünyanın en kalabalık 4. ülkesi. Pakistan’ın ardından da en geniş Müslüman nüfusa sahip.    

Endonezya Cumhurbaşkanı Joko Widodo “Jokowi” iki dönem (5+5 yıl) cumhurbaşkanlığı yaptıktan sonra bu yılki seçimlerde aday olamıyor. On yıllık görev süresi sonunda Jokowi’nin popülarite düzeyi yüzde 80 olarak ölçülüyor. Surakarta belediye başkanlığından gelen Jokowi, 2014’te yüzde 53, 2019’da yüzde 55 ile kazanmış seçimleri.

Ülkenin geleneksel dövüş sanatı “silat” ustası, metal müzik tutkunu. En alttan, kenar mahallelerden marangozlukla başlayıp, mobilya ihracatıyla uluslararası ticaret yapan başarılı bir işadamı olmuş. Endonezya’yı olabildiğince laikliğe de yaklaştırmış. Eksi tarafı, bu yılki seçimlerde oğlunun başkan yardımcılığı için yarışta olmasının yo açtığı “hanedan” eleştirileri. Bize uzak düşse de Endonezya örneği ve Jokowi deneyimi izlenip, ders çıkarılmaya değer.   

6.AB genişlemesi: Yaradana sığınıp trene son vagondan atlama umudu

Geçtiğimiz yıl uzun zaman aradan sonra Avrupa Birliği (AB) yeniden genişleme yönünde adımlar attı. Her ikisinin de toprakları kısmen Rus işgalinde olan Ukrayna ve Moldova’yla katılma müzakereleri başlatılması, Gürcistan’a aday ülke statüsü tanınması ve Bosna-Hersek’e de adaylığa hazırlık çağrısı AB için önemli bir dönüşümün göstergeleri. AB kendini yeniden siyaseten anlamlı kılmaya çabalıyor. Düzensiz göç ve popülizmler sorununa da bir anlamda kendi içinden çözüm üretmek derdinde. 

Avrupa Birliği üye ülke sayısı 27’den 36’ya yükselecek.

NATO müttefiki, Avrupa Konseyi (AK) kurucu üyesi Türkiye, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı, güney-kuzey ve doğu-batı düzensiz göç hatları arasında, laik anayasası, tarihsel gelişimi ve haritadaki jeo-stratejik konumuyla kama gibi duruyor. Türkiye, önce ikisi de AB üyesi Yunanistan ve Kıbrıs’la akılcı, yapıcı, çözüme yönelik politikalar ortaya koyarsa, o arada NATO içindeki yerini sorgulatacak S-400 gibi zırvalara, “Mavi Vatan” gibi masallara sapmaktan, terörle mücadele gerekçesiyle irredantizmden kaçınırsa elindeki kağıtlar yeterince güçlü.

AB’nin askeri kanadı olamayacağı belli. Yine AB’nin Gürcistan’a kadar gelip Ermenistan’ı dışarıda bırakmayacağı da kestirilebilir. AB ve AK’nin gözü 31 Mart yerel seçim sonuçlarında. Oradan toplumsal bir hayatiyet belirtisi çıkarsa, AB trenine (yaradana sığınıp) son vagondan atlamak, dondurulmuş müzakereleri Erdoğan sonrası dönemde canlandırarak, ilerletmek mümkün olabilir.

7.Liderlik vasfı: Başa örülmüş çorabı önce söküp, sonra yeniden örebilmek

Donald Tusk

Popülizmlerin zaferlerini gördük de, popülizmden geri dönüş şimdiye dek pek deneyimlenmedi. Polonya’da seçimi ikinci bitirerek, arkasındaki diğer muhaliflerle birlikte iktidarı devralan Donald Tusk bu alanda bir ilki başarmaya girişiyor. Seçimi ittifaksız kazanma stratejisi de özgündü, önünde de duran büyük mesele de öyle. Tusk şimdi başa örülen çorabı özenle sökecek. Sonra aynı yünü kullanarak yine aynı özenle bambaşka bir çorap örecek.

Bu yönüyle Erdoğan sonrası için Polonya bir laboratuvar olarak görülebilir. Polonya’yı 2024’te gözümüzden uzak tutmayalım. Kendi ülkemizde siyaseti de (hele artık başkanlık düzeni yerleşikleşmişken) “mehdi aramıyoruz”, “II. Erdoğan istemiyoruz” gibi safsatalardan nihayet kurtaralım. Bu bağlamda, haftasonunda seçimler yapılacak olan (bkz. önceki yazı) 24 milyon nüfuslu Tayvan’ın henüz 1982’de geçtiği demokraside 40 yılda dünyanın en sağlıklı ilk on ülkesi arasına girmeyi başardığını ve tepesindeki 1.4 milyar nüfuslu “komünist” Çin’i asıl bu yönüyle korkuttuğunu da bilelim.   

*Prof.Dr. Şükrü Hanioğlu, “Atatürk-Entelektüel Biyografi”, 2023, Bağlam Yay., s.168’de Abdullah Cevdet’e atfen. 

**Biraz da kendimizi övelim köşesi: Çok da boş atmadığımızı geçen haftadan bu haftaya Tayvan ve Ekvador’da yaşananlar gösterdi sanırım.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.