Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can yazdı: Gerçeğin fıtratına güvenilir mi? 

“Gerçeklerin ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır”. En sık kullanılan versiyonu böyle galiba. Başka türlü söylendiği de oluyor. Aslında çok da yeni bir söz sayılmaz, kaynağı da bu topraklar değil zaten. Siyaset dünyasında ilk kullanan olarak Erdal İnönü gösteriliyor ama spordan magazine çok çeşitli alanlarda -bazen de bağlamı dışında- herkes tarafından pek severek kullanılıyor. Özellikle küresel post-truth dalgasıyla senkronize AKP iktidarının ikinci yarısının en popüler sözlerinden biri haline geldi. Muhalefet çevrelerinin özgüven sıkıntısına merhem olan bir tarafı var. Özel ve kutsal bir vazife üstlendiği iddiasıyla beslenen “Gazetecilik İdeolojisi” de bu kalıba sık müracaat ediyor. Elbette konuşulması engellenen gerçek gündem ve saptırılan yapay gündem ikiliği ezberini de unutmamak gerekir. Muhtemelen bu cümleyi kullanmanın iyi geldiği başka durumlar da vardır. 

Kim ne için kullanırsa kullansın, temel varsayım şöyle: “Gizlenen, üstü örtülen, görülmesi ya da konuşulması istenmeyen gerçekler var. Eğer bunlar ‘cesaretli’ siyasetçi veya gazeteciler tarafından ortaya çıkarılırsa herkes gerçekleri öğrenecek. Gerçeklerin bu kötü huyu ortaya çıktığı zaman da devran -kendiliğinden- dönecek”. Sanki olup biten her şey “gerçeklerin” bilinememesinden oluyor. Mesele tamamen optik bir sorunmuş gibi muamele görüyor. Gerçeğe ışık tutulur veya gerçek kulağından tutulup ortaya getirilirse durumun değişeceğine inanılıyor. Yargı skandalları, suç örgütleri, yolsuzluk-dolandırıcılık dosyaları, enflasyon oranları, uluslararası ilişkiler, kent talanı, çevre felaketi, iş ya da kadın cinayetleri, cemaatler-tarikatlar, hemen her alanda durum böyle. Peki hayatın bütün alanlarındaki “gerçekler”, gizli köşelere sinmiş ortaya çıkarılmayı mı bekliyor? 

Yanlış anlaşılmasını istemem. Büyük bir emekle, ciddi riskler alarak gerçekleri ortaya çıkarmaya çalışan gazeteciler, bilim insanları, araştırmacılar, aktivistler ve siyasetçiler var. Her birinin yaptıkları çok çok kıymetli. Dünyanın, ülkenin, insanlığın ve toplumun daha “iyi” olması için katkıları da büyük. Fakat sorun onların çabaları ve “gerçeğin fıtratı” ile ilgili görünmüyor. Ortaya çıkarılan veya zaten apaçık ortada olan “gerçekle” ne yapıldığı, onun ne işe yaradığı veya neye yol açtığıyla ilgili daha derin bir mesele var. Belki de büyük hayal kırıklıklarına neden olan asıl sorun da tam burada. Gerçek kimi zaman büyük bir çabayla kimi zaman tam da söylendiği gibi kendiliğinden ortaya çıkıveriyor. Bazen büyük bir kanıksamayla dudak bükülüyor, bazen sarsıcı bir şamar gibi yüzlere vuruyor. Ancak gerçek ortaya çıktığında, beklenen, söylenen olmuyor bir türlü. 

Sıvasız kerpiç eve asılan bayrakla yüzlere vuran gerçek, yeterince çarpıcı olmadığı için bu sefer ölen bir askerin ailesinin kaldığı çadıra asılan yeni bir bayrakla kendini hatırlatıyor. Ancak bu “gerçek”, cami avlusunda kimin yuhalanacağı tercihini değiştirmiyor. Enflasyon yüzdelerinden hiç haberi olmayanların, gerçeği anlamak için o rakamlara hiç ihtiyaç duymayanların her gün tekrar tekrar gördükleri hakikat de hiç gizli kapaklı değil. Fakat boş tencereden beklenen ses bir türlü gelmiyor. Lahey Adalet Divanı’nda yargılanan İsrail’in cinayetleri kapalı kapıların ardında, gözlerden uzak filan değil. Mahkeme kararına dönüşse bile bu gerçekle fazla bir şey yapılmayacağını herkes biliyor. Defalarca yalan olduğu kanıtlarıyla ortaya konan bilgiler, iddialar, suçlamalar, “bunlar yalan” diye bağırıldığında hakaret soruşturmalarına konu olmaktan başka sonuç doğurmuyor. Yani, gerçeğin ortaya çıkma huyu değil, gerçekle ne yapılacağı meselesi daha önemli. 

Gazetecilik mesleğini seçerken merak duygusu önemli motivasyon. En azından benim için öyleydi. Bilmediğim ve daha önemlisi başkalarının bilmediğini düşündüğüm şeyleri öğrenmek, sonra da bunları yazma-anlatma fikri pek havalıydı. Sahiden pek de hafif olmayan bir üstünlük hissi ve ego tatmini vaat etmiyor değil. (Özel bilgi alanlarına, özel yeteneklere dair mesleklerin çoğunda olan bir şey galiba) Hayranlık duyduğum meslek büyüklerinin titiz, riskli ve yoğun çabalarını -kimi zaman çok yakından- takip fırsatı da buldum. Zaman içinde dikkatim, ortaya çıkan bu gerçeklerle ne yapıldığı, bu gerçeklerin hayata nasıl katıldığı, neyi değiştirdiği kısmına kaydı. Belki de daha çocuk sayılacak yaşta içine süzülmeye çalıştığım asıl merakım hızla geri geldi: “Gerçeklerin” hayata katılma biçimini şekillendiren, bir değiştirme ve özgürleşme faaliyeti olarak siyaset. 

Türkiye ve dünyada yakın dönemin siyaseti, simetrik iki büyük palavra üzerine yerleşmiş durumda. Bir tarafta yüz yıl öncesinden alınmış ve daha da kabalaştırılmış bir “gerçek yönetimi”, diğer tarafta gerçeği özgürlüğüne (tahtına) kavuşturacak keramet arayışı. İktidar sahipleri -belki de liyakatsiz kadroları yüzünden- hala geleneksel “gerçek yönetimi” propaganda taktiklerini kullanmayı sürdürmekle birlikte, sonuçlarını yönetmenin daha masrafsız ve etkili olduğunu öğrendi. Gerçeği saklamanın pek de lüzumlu olmadığını, başka açıdan kendilerinin işine çok yarayan bilgi pornografisi yüzünden artık mümkün de olmadığını gördüler. Çünkü apaçık olan ve daha da vahşileşen “gerçek”, pek çok kavram gibi artık o kadar da “değerli” değil. İnsanlar daha fazla sömürülüyor, daha güvensiz ve güvencesiz, daha çok korkuyorlar daha mutsuzlar ve dünya daha adaletsiz ama adaletsizlik değil yalnızlık daha ürkütücü sayılıyor.    

Mesela son ayların popüler mevzularından biri yargı veya anayasa krizi. Sürece en “sert” tanımlamalarla isim takanlar bile “bir yargı kurumunun içindeki bazı çevrelerin yarattığı” krizden bahsetmekte sakınca görmüyor. Aylar geçmiş olmasına rağmen hala iktidar içindeki “formül” arayışları ilgi toplayan kulis haberi olabiliyor. Velev ki bütün bunlar doğru ama “anayasanın askıya alınmış olması” gibi kocaman gerçek öylece havada asılı duruyor. Ve kısa bir süre içinde yapılacak seçimle, siyaset ve köhnemiş partileri sarsacak değişimin olacağı hikayesi anlatılıyor. Siyaseti güç oyunu hatta oyun teorisi kapsamında teknik bir faaliyet olarak algılamak son zamanların popüler yaklaşımı. Siyasi dinamiklerden hatta başta partiler olmak üzere kurumsal ve kavramsal bütün ayak bağlarından kurtarılmış siyasi aktörlerle “yeni” bir şey yapılabileceği iddiası pek revaçta. Başarılı tek bir örneği gösterilememiş olsa da, kurumsal siyasetin sefaleti işaret edilerek  bağsız-bağlantısız aktörler hala formül olarak tedavülde. Ve bu hikayenin de aktörlerin ve gerçeğin fıtratından başka bir dayanağı yok aslında. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.