Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can yazdı: “Organize işler bunlar”

Erzincan’da defalarca itiraz edilmesine rağmen, kontrolsüz biçimde önü açılan madenden akıp gelen milyonlarca ton toprak, dokuz işçinin mezarı oldu. Bunu protesto edenler, zamanında ve bugün itiraz edenler için, yetkili ağızların ve onların mahkemelerinin vardığı yargı, “arkasında organize işler olduğu”. Toprağa veya suya gömülerek öldürülen yüzlerce maden işçisi veya HES’lerle mücadele eden köylüler için de durum aynı. Depremde yerle bir olan şehirler, enkaz altında bırakılan insanların feryatlar; iş ve kadın cinayetleri; tarım arazilerini, doğal alanları yok eden doğa katliamları; yurt bulamayan (barınamayan) öğrenciler ya da emekli olamayanlar ; özetle insanların malına, canına kastetmiş her saldırıya tepki de aynı etiket kullanımda: “Organize bunlar”. Üstelik iktidarın büyüğü küçüğü hiç fark etmiyor. Muhalefet partisinin adayını beğenmeyen seçmenler de aynı suçlamayla karşı karşıya kalıyor. Her türlü eleştiri karşısında “vız gelir” demeyi meşrulaştırmanın yancısı da yine “organize işler” oluyor. Sel baskınları sonrasında, “tarihte görülmemiş yağış” bahanesinin yanına, tepkilerin “organize” olduğu iliştiriliyor. Her hak arama ya da savunmasında benzer çıkışlar. İktidar sahipleri ve sorumlular kadar, onların taraftarları da bu suçlamaları tekrar etmekte gayet hevesli.

Küçüklü büyüklü her iktidarın, birbirlerinden öğrenerek cömertçe müracaat ettiği bir etiketin, “aynen” lafı gibi sadece bulaşıcı bir kolaycılık olduğu düşünülebilir. Sosyal medya yaygınlığı dolayısıyla yoğun trol faaliyetlerinin etkisinden de bahsedilebilir. Yani sahiden küçük gruplar, büyük tepkiler varmış gibi “algı” oluşturmanın peşindedir. Çeşitli alanlarda ve konularda, komplolar kurgulanıyor da olabilir. Bütün bunların payı elbette vardır. Ayrıca her insan ya da kurum, kendisine yönelen eleştirileri etkisizleştirmek ve sorumluluğun bedelinden kaçınmak için savunma refleksleri geliştirir. Ancak “organize” olmanın kendi başına bir şaibe sayılması, “örgütle(n)menin” tehlike olarak sunulması üzerine biraz daha düşünmek lazım. Çünkü iktidar diline yerleşen bu kullanımın, hemen her alanda kavramsal, kurumsal ve hatta kolektif olana karşı küresel saldırıyla çok yakın bir akrabalığı ve her ülkede çok benzer örnekleri var. Yine tekrar etmek lazım, küçüklü büyüklü bütün iktidar alanlarına yayılmış durumda. Mesela ilginç bir “organize olma” hali Gezi’ye karşı Erdoğan’ın bitmeyen kini bir tarafta, değişimi kavramsal ve kurumsal bir çerçevenin dışında, her şeyden münezzeh “lider” keşfinde aranması diğer yanda.

Birden olmadı, aniden ortaya çıkmadı bu durum. Her devrin ihtiyaçlarına göre değişiyor hedef kavramlar. 60’lı 70’li yıllarda, devleti veya düzeni tehdit ettiği düşünülen, iktidar sahiplerini rahatsız eden hareketlere, hemen “anarşi” etiketi yapıştırıldı. Radikal muhalefet iddialarında veya imalarında bulunanlar da anarşistti. Hatta babalar, söz geçiremediği çocuklarına bile “anarşist misin? diye bağırırdı. Bugün uluorta kullanılan “terörist” suçlamasından daha genişti içeriği ve eylemden ziyade fikriyatla ilgili bir anlamı vardı. İtiraz etmek, bozguncu hatta başıbozuk bir şey gibi işaret ediliyordu. Organize oldukları için değil, organize olanı yıkmak istedikleri için rahatsız ediciydiler. Anarşistler, düzeni, “huzuru’ bozmak istiyorlardı ve karışıklık çıkartmak peşindeydi. Devlet, aile, serbest piyasa, toplamda bütün düzenin karşısındaydılar ve asıl tehlikeli tarafları da buydu. “Şapkayı kapıya asıp” evin içine bile dalabilirlerdi. Çünkü soğuk savaşın batı kampı, ideoloji ve -sonu gelmiş görünse bile- devrim ihracını büyük tehlike olarak canlı tutmak istiyor, anti-komünist stratejiyi bunun üzerine kuruyordu. O dönemin otoriter konsolidasyonu, ekonomik çıkarları böyle güvenceye almaya çalışıyordu. Bu nedenle anti-komünist cephe, milliyetçi ve muhafazakar ideolojik hassasiyetler ve kültürel sembollerle konsolide ediliyordu.

Sonra devran değişti, sırasıyla sınıfların, proletaryanın, başkaldırının, ideolojilerin hatta tarihin sonunu getirdiği iddiasında, kuvvetli bir başka dalga estirilmeye başladı. Dünya müesses nizamı, artık ideolojiler ve kuvvetli sistem itirazlarının getireceği devrim korkusunun ya da bunu kullanmayı gerektirecek atmosferin bittiğine ikna olmuştu ya da düşman ihtiyacı değişmişti. “Para” için yeni tehlike, bloklara kapanmış dünyaydı, şimdi sınırları aşarak çok daha hızlı dolaşmaya başlayacağı yeni bir “düzen” kurulmalıydı. Soğuk savaşın da sonu geldiğinde, rahatsız edici fikirlerin pahalı önlemlerle engellenmesi yerine, alay konusu yapılarak, aşağılanarak itibarsızlaştırılması çok daha ekonomik hale geldi. Sisteme itiraz eden fikirler, modası geçmiş olarak önemsizleştirilince, kendiliğinden tehlike olmaktan da çıkacaktı. Dolayısıyla “temizlenmesi” gereken, daha önce sistemin -aslında kendini korumak için- içine aldığı, “sızmasına” razı olduğu kavramsal ve kurumsal direnç alanlarıydı. Hedeftekiler, sosyal devlet uygulamalarıydı, sendikalardı, örgütlerdi, siyasi partiler hatta siyasetin bütünüydü, biraz da ötekilerin organize hali. En ciddi önlem, kalabalıkların -çaresizlik ve belirsizlikle- kendilerine ve birbirlerine güvenini kıran prekarizasyon olacaktı. Tek başlarına zayıf olanların “organize olarak” direnme imkanları, gereksiz (faydasız) ya da kriminal durum haline gelse güzel olurdu.

İktidarlar, güç sağlamak ve korumak için kendilerine imtiyazlar yaratmak ister. Tıpkı devletin şiddet tekelini elinde tutma titizliği gibi, her türlü kurumsal kapasite ve örgütlenme gücü için de bu kıskançlık söz konusu. Otorite, hakimiyet kurmayı istediği kesimlerin alternatif mekanizmalar kurmasından, yöntemler bulmasından hoşlanmaz; tamamen engelleyemiyorsa hiç olmazsa kontrol etmeyi ister. Hatta iktidarlar, çatışacağı veya pazarlık edebileceği rakip düşman otorite (örgüt) olmasını, bağımsız dayanışma ağları veya etkili kamuoyu tepkilerine tercih eder. Son yılların yeni otoriter konsolidasyonu, (“modern liberalleri” bile devletin kurumsal kapasitesine ihtiyaç konusunda ikna ederek) saldırısını, ötekilerin ve siyasetin kapasitesine yöneltti. Siyasi yaklaşımım dolayısıyla, alternatif otorite inşası için örgütlenmenin faydasına ve gerekliliğine inanmadı, hala inanmıyorum. Ancak “organize olmak”, daha sonra kendine yönelen eleştirilere “organize bunlar” diye çemkirecek başka bir otorite yaratmakla sınırlı değil. Mesela dayanışma, itiraz, hesap sorma talebi, iradesine sahip çıkma arzusu, son derece güçlü “organize olma” biçimleri. Bu yüzden, “bunlar organize işler” lafını duyduğumuzda, arkasındaki komployu merak etmek yerine, bu çaresiz savunmaya neden olan suçluluğa dikkat kesilmek çok daha önemli. Çünkü asıl “organize çete” tam da orada.

*(“Organize” lafının kriminal içerik kazanmasında, 1993 yılında çetelere karşı kurulan “Organize Suçlar Bürosu”nun “çağrışım” katkısı nedir acaba?)

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.