Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır yorumladı: Diyelim ki İslamcılık öldü, ya insanlık?

AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, 14 Şubat’ta Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi ile görüştü. Erdoğan, Sisi tarafından havalimanında kırmızı halılarla karşılandı. 2011’den bu yana Mısır’a yapılan ilk ziyaret olmasından ötürü önemli olan buluşmada Erdoğan, Sisi’yi önümüzdeki nisanda Türkiye’ye çağırdı. Erdoğan ayrıca bölgedeki barış ve istikrarın devamı için Mısır ile görüşmelere devam edeceklerini belirtti.

Ruşen Çakır, Erdoğan ve Sisi’nin ilişkisini, 31 Mayıs 2010 Mavi Marmara olayından bugüne gelinen süreçte neler yaşandığını anlattı.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler, iyi pazarlar. Çarşamba günü Cumhurbaşkanı Erdoğan Mısır’daydı ve orada Mısır Devlet Başkanı Abdülfettah es-Sisi tarafından ağırlandı. Birbirlerine iltifatlar ettiler ve Erdoğan, kardeşi Sisi’yi Nisan ayında Türkiye’ye dâvet ettiğini söyledi. Aslında Sisi’nin daha önce gelmesi bekleniyordu, ertelenmişti. Sonuçta yıllar sonra iki ülke arasındaki buzlar tam anlamıyla eridi. Yani 12 yıl, 11 yıl diyelim –çünkü orada bir darbe oldu ve darbe 2013 yılında oldu 3 Temmuz’da– o zamandan bu zamâna Türkiye ile Mısır arasında ilişkiler yok gibiydi. Ama son 1-2 yıldır adım adım gelişti bu olay. Buradaki önemli husus; Erdoğan’ın Mısır meselesini öteden beri, başından itîbâren bir iç politika malzemesi olarak kullanması, özellikle Râbia işâretini biliyorsunuz –Rabia işâretini birazdan anlatacağım, Râbia Meydanı’ndaki katliamdan hareketle geliştirilmiş bir işâret– bunu kullandı ve uzun bir süre Türkiye’de Mısır’da Sisi diktatörlüğünün, darbesinin ve onun uygulamalarının; insanların hapse atılması, işkence görmesi, îdam edilmesi vs., bütün bunların hepsi Türkiye’de iktidar tarafından ve iktidar destekçileri tarafından bayağı kullanıldı. Ama sonra bir baktık ki her şey, defterler kapatıldı ve dendi ki: “Reel politika bunu gerektiriyor”.

Şimdi ben bu yayını kişisel bir târihe not düşme olarak yapmak istiyorum. Çünkü Mısır’ı biliyorum. Mısır’a gittim. Darbeden sonra da gittim. Orada yaşadıklarım var, gördüklerim var. Ama olay sâdece Mısır’la ilgili bir olay değil. Hızlı bir hâfıza turu yapalım. Meselâ 31 Mayıs 2010’da Mavi Marmara gemisi, Gazze’ye insânî yardıma gidiyordu, altı gemiden birisiydi ve buraya İsrail komandolar operasyon yaptılar ve 10 kişi hayâtını kaybetti, çok kişi yaralandı ve bir katliam oldu sonuçta. Büyük bir infiâl yarattı. Zâten o târihte de bugün olduğu gibi Gazze meselesi çok önemli, Türkiye’nin gündeminde olan bir meseleydi ve bunu da düzenleyen İHH adlı İslâmcı kuruluştu. İHH Başkanı Bülent Yıldırım da zâten geminin içindeydi. Bülent Yıldırım’ı hatırlayanlar olacaktır. Hani Sedat Peker’in Erdoğan’la tanıştığı, el sıkıştığı bir düğün fotoğrafında Sedat Peker’i Erdoğan’a tanıtan kişidir Bülent Yıldırım ve o düğün de zâten ilginç. O târihte Emine Erdoğan’ın Özel Kalem Müdiresi olan Silkin Hanım ile o târihte AKP iktidârının en büyük troll başı olan Taha Ün’ün nikâhıydı. Daha sonra bu evlenen çift AKP’den koptu, Gelecek Partisi’ne katıldı. Hattâ hanımefendi de CHP listelerinden Meclis’e milletvekili olarak girdi. Bir tarafta da Sedat Peker uzun bir süre Erdoğan’a rahatsız edecek çıkışlar yaptı vs.. Acayip bir ilişkiler ağından bahsediyoruz, görüyoruz.

Her neyse. Mavi Marmara’da bu olay yaşandıktan bir süre sonra Türkiye İsrail’le ilişkilerini düzenleme yoluna gitti. İsrail gayri resmî de olsa özür diledi ve hayâtını kaybedenlere toplam 20 milyon dolar diye not almışım, tazmînat ödedi ve Erdoğan’ın 2016’da ettiği bir söz var biliyorsunuz: “Siz kalkıp da Türkiye’den böyle bir yardım götürmek için günün Başbakanı’na mı sordunuz?” Günün Başbakanı dediği de bizzat kendisi. Orada o defter, Mavi Marmara meselesi kapatıldı — ki çok insânî, bu yayının başlığına bakarsak hem İslâmî hem de insanî bir olaydı ve bir şekilde kapatıldı. Daha sonra 2018’de Türkiye Cumhuriyeti topraklarında, İstanbul’un göbeğinde diyelim Suudî Arabistan Başkonsolosluğu’nda, Suudî Arabistan vatandaşı olan bir gazeteci, dünya çapında bilinen bir gazeteci, Washington Post’ta sürekli yazan bir gazeteci, Erdoğan’ı bizzat tanıyan, Erdoğan’ın yakın çevresiyle çok iyi ilişkileri olan bir gazeteci, Cemal Kaşıkçı işkenceyle öldürüldü ve anlaşıldığı kadarıyla cesedi eritildi ve bir şekilde bir yerlere gömüldü. Karman çorman, ama çok insanlık dışı bir olaydı ve Erdoğan başta olmak üzere bütün iktidar yanlıları da bu olayı uluslararası bir dâvâ hâline getirdiler ve iç politikada da çok ciddî bir şekilde kullandılar. Erdoğan’ın Washington Post’ta çıkan yazıları var. Onun çok kullandığı “Bu baş bu bedende kaldığı müddetçe” diye başlayan cümleler var. Ama sonra ne oldu? Bu olayın birinci derecede sorumlusu olduğu herkes tarafında bilinen, dile getirilen Muhammed bin Salman’la barışıldı. Sık sık görüşülür oldu. Sisi görüşmesinden iki gün önce de ya da bir gün önce de yine başka bir bağlamda görüşülmüştü. Suudî Arabistan’a gidildi, vs.. Burada da öncelikle insânî bir sorun var. Bir gazetecinin, dünya çapında bilinen bir gazetecinin sırf muhâlif olduğu için göz göre göre Türkiye Cumhuriyeti topraklarında, yani kendisi Türkiye’ye emânetken katledilmesi var ve bu olayın daha sonra bir siyâsî malzemeye de dönüştürülmesi var. Suudî Arabistan eleştirileri de büyük ölçüde İslâmî temelde, İslâmcılık perspektifinden yapılan eleştirilerdi. Oradan da çok ciddî bir geri adım oldu.

Şimdi son olayımız Mısır tabiî ki. Bunun olacağını biliyorduk. Mısır olayını biraz hatırlayalım. Ben şahsen Mısır’ı çok severim. Üç kere gittim. Çok acayip bir ülke, çok güzel bir ülke, çok sorunlu bir ülke, çok büyük bir ülke. Birçok medeniyete beşiklik yapmış bir ülke ve benim gibi çalışma alanı –en azından bir zamanlar öyleydi– İslâmî hareketler olan birisi için de bir mâden. Çünkü dünyanın en önde gelen İslâmî hareketlerinden Müslüman Kardeşler ya da İhvan denen yapı Mısır merkezli bir yapı. 1900’lü yılların başlarında kurulmuş bir yapı ve özellikle Arap dünyasında çok güçlü. Mısır dünya çapında önemli İslâmcı düşünürler yetiştirmiş bir ülke.

İlk gidişim 1990 başlarında Kahire’deki bir Fransız araştırma merkezinin uluslararası çapta yaptığı İslâmcılık üzerine bir konferanstı. Oraya gitmiştim. Bayağı bir kaldık. Hattâ Kadri Gürsel de gelmişti. Berâber sâdece konferans değil, aynı zamanda İskenderiye’ye ya da Asvan Barajı’na gitmek gibi şeyler de yaptık. Bir tur turizm de yaptık ve hakîkaten çok etkilenmiştik. Daha sonra Necmettin Erbakan başbakan iken o meşhur Libya gezisinin olduğu gezide Mısır’a gidildi ve biliyorsunuz –ya da hatırlayacaksınızdır ilgiliyseniz– Erbakan’ın Müslüman Kardeşler’le görüşeceği söylenmişti. O sırada ülkenin başında Hüsnü Mübarek vardı. Erbakan, Müslüman Kardeşler’le görüşmedi; ama ben o sırada ATV adına Erbakan’ın uçağındaydım. Büyük bir uçakta iş adamları,ve bilumum kişiler… Herkesin olduğu çok büyük bir Türk Hava Yolları uçağıyla gidilmişti. Ben o târihteki Müslüman Kardeşler lideri Mustafa Meşhur’la bir röportaj yapmıştım. Sonra hâyatını kaybetti Mustafa Meşhur, yerine başkası geçti. Ama o târihte oydu ve orada Erbakan, Hüsnü Mübarek’e iddia o ki; “Ya bu Müslüman Kardeşler’e, İhvan’a niye kötü davranıyorsunuz? Onlar da aslında bu ülkenin iyiliğini istiyor” gibi bir şeyler söyleyince, Mübarek de ona şöyle cevap vermiş: “Çok seviyorsanız alın ülkenize götürün”. İlginç bir olaydı, ama daha sonra Libya’da yaşanan olaylar nedeniyle Mısır meselesi çok fazla gündemde kalmamıştı. Üçüncü gidişim 3 Temmuz 2013 darbesinden yaklaşık bir hafta sonraydı. Vatan Gazetesi’nde çalışıyordum. Foto muhâbiri arkadaşım Burak Kara ile birlikte gittik ve o târihte Râbiatül Adeviyye Meydanı’ndayız. O meydan Râbia Meydanı olarak daha çok biliniyor artık. Orada Mursî, şu anda fotoğraflarını gördüğünüz Müslüman Kardeşler’in seçilmiş Cumhurbaşkanı Mursî, Cumhuriyet Muhâfızları Karargâhı’nda tutuklu bulunuyordu. Râbia Meydanı ya da Adeviyye Meydanı oraya yakın bir yerdeydi ve ilk günden îtibâren, darbenin ardından orada ve bir başka meydanda da, ama sonra sâdece Râbia Meydanı’nda bir oturma eylemi yaptı İhvan, yani Müslüman Kardeşler. Binlerce kişi orada hiç kıpırdamadan; yani birileri geliyor, birileri gidiyordu ama sürekli insanlar çadırlarda yatıp kalktı. Yemekhâneler kuruldu, yemekler yendi. Akşamları da konuşmalar yapılıyordu. Orada sırasıyla Müslüman Kardeşler’in –tabiî bâzı aranan liderleri ortalıkta olmuyordu ama– daha az bilinen isimlerle bayağı bir faaliyet vardı ve biz de orada 4-5 gün kaldık. Gazetecilik açısından çok verimliydi. Röportajlar yaptık ve bu bir yazı dizisi olarak Vatan gazetesinde yayınlandı. Biz Temmuz’un 10’u gibi gitmiştik. Bir hafta falan kaldık. Daha sonra 14 Ağustos günü saat sabah 6.30’da dört koldan Mısır ordusu, polisi artık her neyse; güvenlik güçleri Râbia Meydanı’na daldılar. Dalmışlar tabiî, biz o sırada orada değildik, dönmüştük çoktan. 8’i polis 632 kişinin öldüğü söyleniyor. 2000’e yakın yaralı olduğu söyleniyor ve 800 gözaltı olduğu söyleniyor. Böyle büyük bir katliama imzâ attı Sisi yönetimi. Bunun öncesinde de katliamlar yapılmıştı, sonrasında da yapıldı. Daha sonra Müslüman Kardeşler silâhlandı. Yer yer karakollar basıldı vs..

O günden bugüne Mısır çok kötü günler yaşadı. Özellikle Müslüman Kardeşler terör örgütü îlân edildi. Çok sayıda kişi tutuklandı. Îdam edilenler var, işkence görenler var. Ülkeden kaçanlar var ve ülkeden kaçanların önemli bir kısmının tercih ettiği yer Türkiye oldu. Zîra Türkiye uluslararası alanda Sisi yönetimini tanımayan ve Müslüman Kardeşler’i yakın gören ender ülkelerden birisi oldu ve Müslüman Kardeşler uzun bir süre Türkiye’de yerleşti. Özellikle medyasını, dijital ortamda yaptıkları faaliyetleri, sosyal medya ve normal medya faaliyetlerini Türkiye’den yürüttüler ve Erdoğan ve diğerleri bu olayı sürekli gündeme getirdi. Râbia işâretini biliyorsunuz. Bunu kullandı ve en son 5 yıl önceki seçimde hatırlanacaktır, en çok hatırlanan o: “Binali kardeşimi mi seçeceksiniz, Sisi’yi mi?” dedi. Sisi dediği de Ekrem İmamoğlu’ydu ve Türkiye Ekrem İmamoğlu’nu seçti İstanbul için. Yani o kadar ileriye taşıdı. 

Şimdi bütün bunların ardından olup bitiyor, bir yığın şey söyleniyor. Erdoğan, İslâmcılığı işine geldiği zaman kullanıyor, işine gelmediği zaman kullanmıyor. Zâten İslâmcılık büyük ölçüde tasfiye oldu. Mısır’da ve Arap dünyasında meselâ İhvan çok ciddî darbeler aldı. Toparlanması çok kolay olmayacağa benziyor. Yok olmadı ama… Ve dolayısıyla reel politik gereği Erdoğan bu adımı attı. Bunda ne var? Tamam, bunda bir şey olmayabilir, reel politik olabilir; ama Erdoğan aynı Erdoğan, Sisi aynı Sisi, Mısır aynı Mısır, Türkiye de aynı Türkiye. Üç aşağı beş yukarı böyle. Yani niye dün daha dikkatli bir tavır almadı? Meselâ Erdoğan şunu yapabilirdi — ki artık geçmişe yönelik bir şey, ama yine de akıl yürütelim: Müslüman Kardeşler’e yakınlığını muhâfaza edip aynı zamanda Mısır’la ilişkisini sürdürüp bir şekilde iki taraf arasındaki kavganın daha yumuşak geçmesi için çaba sarf edebilirdi meselâ. Yapmadı. Tam tersine Mısır’ı alenen karşısına aldı. Doğru muydu, yanlış mıydı? Kişisel olarak soracak olursanız bence doğruydu. Yani Sisi bir katil, bu kadar basit. Bir diktatör. Sonuçta orada tabiî ilginç bir durum var; Sisi’nin katil olması, diktatör olması Müslüman Kardeşler’in demokrat olduğu anlamına gelmiyor. Seçimle gelmiş bir yönetim var; ama seçildikten sonra kendisinden olmayanların önünü tıkayan bir anlayışı hayâta geçirdi Mursî yönetimi de. Birisinin kötü olması, ötekinin iyi olduğu anlamına gelmiyor. Ama böyle alenî bir şekilde katliamlar yapan bir devlet başkanına karşı mesâfeli olmak, onu muhâtap almamak bence çok da yanlış bir şey değil. Ama ben bunu bir birey olarak söylüyorum. Burada söz konu olan tabiî ki bir devletler arası mesele.

Şimdi burada Erdoğan diyelim ki böyle yaptı, şöyle yaptı; işte daha önce devletin gerekleri buydu, şimdi bu. Peki geri kalanlar ne yapıyor? Erdoğan’ın yaptığının doğru olduğunu söylemiyorum, meşrûlaştırmıyorum. Bence yanlış yaptı. Her aşaması yanlıştı. Mısır meselesini bu kadar iç politika malzemesi hâline getirmesi de yanlıştı, bugün yaptığı da yanlıştı. Ama bir de işin diğer tarafına bakın. Şimdi bu günlerde biliyorsunuz, sosyal medyada da görüyorsunuz, kendi medyalarında da görüyorsunuz, Gazze üzerine, insanlık ve İslâmîlik üzerine konuşan çok sayıda kişi var. Doğru, Gazze’de bir insanlık dramı yaşanıyor. İster buna soykırım deyin ister demeyin, ama çok net bir şekilde bu yaşanıyor. Ve bu konuda Filistinliler’in yanında olmak çok doğru. Ama dün aynı kişilerin Mısır’ın yanında olduklarını, aynı kişilerin dün Cemal Kaşıkçı’nın yanında olduğunu, Cemal Kaşıkçı’nın hesâbının sorulması gerektiğini söylediklerini de unutmayalım. Bugün Gazze’den konuşan insanların ezici bir çoğunluğundan ben açıkçası doğru dürüst kimseyi görmedim, “Ya, niye Sisi’yle el sıkışıyoruz. Bu bize yakışıyor mu?” diyenini görmedim. Gören varsa bana bir zahmet duyursun. Erdoğan bunu yapıyor olabilir; ama tek tek bireyler niye bu hesaplaşmayı yapmıyorlar? Erdoğan’ın reel politik kaygısı var diyelim. Bir vatandaş, bir birey, aydın iddialı biri, köşe yazarı ya da başka bir siyâsetçi niye kendini bu konuda her şekilde Erdoğan’a ya da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne bağlı hisseder ki? Burada bir duruş… Meselâ ben burada söylüyorum: Mısır’ı seviyorum, Mısır’ı önemsiyorum, orada yapılan katliamları hiçbir şekilde tasvip etmiyorum ve katliamın sorumlularına karşı da hiçbir yakınlık hissetmiyorum. Bunu açık açık söyleyebiliyorum. Bunu yapan görüyor musunuz? Görmüyorsunuz. Yani burada olay aslında bir İslâmcılık meselesi olmaktan çıkıyor. Yarın öbür gün, tıpkı geçmişte Mavi Marmara olayında bahsettiğimiz gibi; hani 2010’da olay yaşanıyor, herkes Mavi Marmara’yı konuşuyor doğal olarak ve haklı olarak, ama sonra tazmînatlar, gayrî resmî özürler ve “Bana mı sordunuz giderken”lerle olay kapanıyor. Tekrar şimdi açıldı. Yarın İsrail’le ilişkiler muhtemelen, hemen olmasa bile, meselâ diyelim ki Bibi –şimdi Sisi yerine Bibi var biliyorsunuz– gittikten sonra falan bir şekilde Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkiler tekrar normalleşince –ki normalleşmesi kaçınılmaz ve gerekli– bunları da bir şekilde unutacak insanlar.

Ve tabiî ki sırada Suriye var. Esad var. Esed’di, tekrar Esad olacak; ama şu anda Şam’dan tam olarak yeşil ışık yanmış değil anladığımız kadarıyla. O zaman ne olacak? O zaman bu şimdi yaşadıklarımızın bir benzeri olacak. Esad’ın katliamlarını, şunları, bunları unutmak mümkün mü? Tabiî ki sâdece Esad’ın katliamlarını değil; IŞİD’in katliamlarını da, muhâlif iddialı birtakım grupların sivillere sırf Sünnî olmadıkları için yaptıkları katliamlar da, hepsi ortada, ama Esad’ın da her şeyi ortada. Bir bakacağız ki Esad meselesi de bir şekilde geride kalmış olacak. “Reel politik” denecek. “Devletler duygularıyla hareket etmez” denecek. Eyvallah. Ama bireylere geldiğimiz zaman, her birey birer devlet gibi davranacak, yine her zaman olduğu gibi. Ama bol keseden sağa sola sataşacaklar ve tabiî ki kendilerinin ne kadar insânî ve İslâmî olduğunu göstermek için dünyanın dört bir tarafında yeni mağdûriyetler peşine düşecekler, onları dillerine dolayacaklar. Yani bu olay siyâsî bir olay tabiî ki, ama burada siyâsî olarak bir istikrar yok. Daha önemlisi bu olayların her biri, bahsettiğim Mısır’daki ya da Mavi Marmara ya da Cemal Kaşıkçı ya da Suriye; bütün bu olayların hepsinin çok ciddî insânî boyutu da var. Dolayısıyla burada siyâsînin ötesinde insanlıkla ilgili bir sınavdan geçiyoruz ve birçokları bunu çok fazla umursamıyor olabilirler. Ama ben şahsen umursuyorum ve dünyada da böyle umursayan çok kişinin olduğunu düşünüyorum, umuyorum. Ama bunların önemli bir kısmının da kendini yeteri kadar güçlü hissetmediklerini ve bunun için de seslerini çok fazla çıkartamadıklarını düşünüyorum. 

Evet, bu bir kişisel not düşmeydi. Notumu düştüm. Her türlü söylediklerimin sorumluluğunu üstleniyorum, her zaman olduğu gibi. Sizlere de çok teşekkür ediyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.