Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır yazdı: Kandil’e askeri harekât mı istersiniz, yoksa yeni çözüm süreci mi?

Nedense ister genel, ister yerel olsun her seçim öncesi başlığa çıkardığım seçenekler kamuoyunun önüne çıkarılır, tabii bol miktarda “kulis” haberle birlikte veya “bu analiz değil kesin bilgi” gibi hayli iddialı laflarla. Aslında bir düzeltme yapmam lazım: Önceki seçimler arifesinde askeri harekâtların hedefi genellikle Suriye’ydi, bu sefer Irak, hatta Kandil oldu. Bunun nedeni de malum, Irak’ta geçtiğimiz günlerde yapılan ve Bağdat’ın PKK’yı “yasaklı örgüt” ilan ettiği anlaşma. Bir diğer fark da, Suriye’ye harekâtların “seçim arifesinde” olacağı söylenirken Kandil’in “seçim sonrası”na ertelenmiş olması.

Ankara, PKK oraya yerleştiğinden beri Kandil’e kara harekâtını hep düşündü ama yapmadı, yapamadı. Bunun yerine hava bombardımanlarına başvurmak zorunda kaldı. Ve bu durumun esas nedeni hiçbir zaman, Bağdat ve/veya Erbil yönetiminin Ankara’ya zorluk çıkarması ihtimali olmadı. Dolayısıyla son imzalanan anlaşmanın belirleyici olma ihtimali yok. 

Tam da bu konuda Aydın Selcen’in bugün çıkan yazısını okumanızı şiddetle öneririm. Aydın ile çözüm sürecinin zirvede olduğu bir dönemde, 2013 yılında Erbil Başkonsolosu olduğu sırada tanıştık. O gün bugündür Irak, IKBY, Kürt meselesi gibi kritik konularda en itibar ettiğim uzmandır. (Yazısının sonu çok acı: “Çok uğraştım, çok denedim, çok anlattım, çok yazdım. Boyum yettiği kadar bakanlıkta da, daha sonra kendimce medyada da. İşte teslim oluyorum: Başaramadım, beceremedim, anlatamadım. Ben yanıldım, sizler hep haklıydınız, yine haklısınız.”)

Onun söylediklerine ek olarak, o tarihlerde üç kez Kandil’e gitmiş ve Cemil Bayık, Murat Karayılan, Duran Kalkan gibi PKK yöneticileriyle röportaj yapmış bir gazeteci olarak, Kandil’e harekâtı basit bir şeymiş gibi anlatan meslektaşlarımı gülümseyerek izlediğimi söylememe izin verin.

Yeni çözüm süreci avcıları

Gelelim “yeni çözüm süreci”ne. Özellikle seçim öncelerinde tırmanan bu spekülasyonun iki öznesi var: İlki AKP içindeki Kürtler. Aslında iktidarın nimetlerinden faydalanmayı sürdürdükleri müddetçe hallerinden pek de şikayetçi olmayan bu kişiler yine de “insan içine rahatça çıkabilmek” için olsa gerek bu rivayeti sürekli üfürürler: “Reis aslında Bahçeli’ye mahkum olmaktan kurtulmak istiyor, eğer bu seçimlerde istediği sonucu alırsa yeniden Kürt meselesini çözmeye çalışacak vb.” 

İkinci olarak, Kürt siyasi hareketi içinde sayıları azımsanmayacak olan “Çözse çözse Erdoğan çözer”ciler. Selahattin Demirtaş’ın Erdoğan’a yönelik o tarihi ve faturasını ödemeye devam ettiği “seni başkan yaptırmayacağız” çıkışı bu kesimin işini epey zorlaştırmıştı. Üstüne Erdoğan ile çözme çizgisinin en güçlü savunucusu Abdullah Öcalan bizzat Erdoğan tarafından tecrite mahkum edildi.

AKP’nin Kürtleri “yeni çözüm süreci”ni sürekli tekzip edilen bir “kesin bilgi” gibi sürüme sokarken Kürt hareketindekiler daha çok “temenni”lerini dile getiriyorlar. İlginç olan her iki kesim de diğer tarafı kendi iddia ya da beklentilerinin kanıtı olarak gösteriyor. Bu arada sürekli bir yerlerde konuşan Erdoğan’ın konuyla ilgili sarf ettiği birkaç cümleyi bağlamından koparıp ya da aşırı anlam yükleyip kullanmakta birbirleriyle yarışıyorlar.  

“Sayın Erdoğan ve sayın Öcalan”

Ancak son dönemde özellikle Kürt hareketi kanadında bir şeylerin değişmekte, dengenin yeniden  “Çözse çözse Erdoğan çözer” yaklaşımı lehine bozulmakta olduğunu da kabul etmek lazım. Bu noktada Demirtaş’ın son seçimlerin ardından önce “aktif siyasete ara verme” kararına, daha sonra da değişik vesilelerle dile getirdiği görüşlerine bakmak lazım. Tabii bu arada, eşi Başak Demirtaş’ın iktidarın epey hoşuna giden İstanbul BBB aday adaylığına da. (Başak Demirtaş’ın aday adaylığı ve sonradan vazgeçmesi başlıbaşına bir kitap olmayı hak ediyor, umarım bir meslektaşımız bu konuyu tüm yönleriyle araştırır ve tarihe not düşer) 

Son gelişmeye bakalım: İHD Genel Merkezi ve Diyarbakır Şubesi tarafından Diyarbakır’da “Kürt Meselesinin Çözümü ve Barış Konferansı” düzenledi. Bu programda Barış Vakfı’ndan Hakan Tahmaz, Demirtaş ile Selçuk Mızraklı’nın mesajını okudu. Mesajda Kürt sorunun çözümü için bir masa kurulacaksa bu masada hükümetin olması gerektiği söylendi ve şöyle devam edildi: “Hükümet de bugün itibarıyla Sayın Erdoğan şahsında temsil edildiğine göre, bu işin birinci muhatabı Sayın Erdoğan’dır. Yine geçmiş deneyimlerden bilinen, kabul gören ve devletin de remi hafızasında meşruiyeti kayıt altına alınmış Sayın Öcalan bir başka muhataptır.”

Kılıçdaroğlu’nun faturasını ödemek

Bu net bir şekilde Erdoğan’a yeni bir çözüm süreci başlatması çağrısıdır. Buna kuşku yok. Aynı şekilde Demirtaş’ın üslup ve strateji değiştirdiğine de kuşku yok. Peki neden?

Öncelikle Demirtaş’ın “serbest kalmak” gibi kişisel bir amaçla dilini değiştirdiğini ileri sürenleri hiçbir şekilde ciddiye almamak lazım. Onlara, benzer bir şeyi söyledikleri Öcalan’ın devlet tarafından yıllarca tecritte tutulduğunu hatırlatmak lazım.

İkinci olarak, Kemal Kılıçdaroğlu liderliğindeki muhalefet blokunun Kürtlerde yaratmış olduğu o muazzam hayal kırıklığını akılda tutmak lazım. Çözüm sürecini yakından takip etmeye çalışan bir gazeteci olarak o dönemde Kürt hareketinin tüm yumurtalarını aynı sepete koymamaya dikkat ettiğini, özellikle Kandil’in iktidara güvenmediğini çok iyi hatırlıyorum. Bu sefer tam tersi oldu, Kılıçdaroğlu’nun karşısına ilk turda aday bile çıkarılmadı ve böylece bu yenilginin faturasına ortak olundu. 

Buradaki tek sorun seçim yenilgisi değil, aynı zamanda bu kadar köklü bir hareketin ve bu kadar öne çıkmış bir siyasetçinin (Demirtaş) başı sıkıştığında ve can havliyle hiç tereddütsüz ilk olarak Kürtleri “satan” birisine kayıtsız şartsız destek vermiş olmasıdır.  

Beştaş için dua eden AKP’liler

Kürt hareketi (ve Demirtaş) Erdoğan’ın yumuşak karnının başta İstanbul olmak üzere büyükşehir belediyeleri olduğunu beş yıl önce gördüler ve belki de onun en büyük seçim hezimetini yaşamasında önemli bir rol oynadılar. 2019’da Erdoğan ile birlikte o tarihteki adıyla HDP de kaybetti. Zira Erdoğan hezimetinin faturasını onlara keserek kazandıkları belediyelerin ezici çoğunluğuna büyük bir hızla kayyum atadı. Öte yandan yeni CHP’li belediye başkanlarından bazıları, HDP kadroları ve seçmenlerine ikinci sınıf insan muamelesi yapmaktan çekinmedi.

Şimdi, özellikle İstanbul söz konusu olduğunda iktidarın gözü ve gönlü DEM Parti’de. Dün yaptığım yayında iktidarın İstanbul’da umudunu DEM Parti adayı Meral Danış Beştaş’a bağlamasının pek gerçekçi olmadığını anlatmaya çalıştım. Fakat söylediklerimin pek itibar görmeyeceğinin ve söz konusu “analiz”in alıcısının çok olduğunun da farkındayım.

DEM Partililer de esas olarak İstanbul’un anahtarının kendilerinde olduğunun vurgulanmasından şikayetçi değiller fakat işlerinin hiç de kolay olmadığı ortada. Eğer bazılarının ileri sürdüğü (veya umduğu) gibi iktidarla gizli pazarlık yapmış olsalar Murat Kurum’un seçilmesi halinde kendilerine vadedileni almayı beklerlerdi. Ama ortada “siz hele bir Kurum’u seçtirin, sonra Reis Demirtaş’ı bırakır, belediyelerinize kayyum atamaz” gibi gayri ciddi, üstelik müptezellikleri defalarca kanıtlanmış kişilerin sözleri dışında bir şey yok.

Tıpkı son seçimlerde olduğu gibi, bu sefer de somut hiçbir şey elde edemeden Ekrem İmamoğlu’na kaybettiren ve Erdoğan’ın hayalini gerçekleştiren olarak tarihe geçmek herhalde Kürt hareketinin çok isteyeceği bir şey değildir. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.