Orucun son günleri ve bayramın ilk günlerinde kızımı Londra’da ziyaret ettik. Bu, kızımı beşinci kez ziyaret edişimizdi. Bu beş kez içinde, kızımın özel ilgi alanı nedeni ve misafirperverliği sayesinde, zamanımızı daha çok Londra’nın dışında, Kuzey Galler, İskoçya, Cornwall ve yakın kasabaları ziyaret ederek geçirdik. Tarihi izleri araştırarak, Normanlar ile Tudor ve Viktorya dönemleri de dahil olmak üzere farklı tarihsel dönemleri keşfetme fırsatımız oldu.
Kasabalar ve Londra genelinde dikkatimi çeken en önemli nokta, sokaklarda yürürken 300-500 yıllık tarihi dokuyu adım adım yaşayabilmemizdi. Örneğin denizci kasabalarında, restoranların ve evlerin mimari detayları sayesinde denizci kültürünü hissedebilmek mümkündü. Ayrıca, farklı zamanlarda yaşamış farklı sınıflardan ailelerin aynı mekânlarda sürekliliğini gözlemleyebilmek ilginçti. Kasabaların ekserisinde evler hep aynı ailelere ait olduğundan evlerin özel isimleri bile vardı. Britanya’da evlerin yüzde 80’e yakını müstakil. Bu deneyimler, Britanya’nın yerlisi olan birinin kimlik ve aidiyet konusunda göçmen gerçeğine karşın pek de ciddi bir sorun yaşamayacağının ipuçlarını veriyor bizlere. Bu da gerçek bir kültürel muhafazakârlığın ortak aidiyete katkısının bir göstergesi kanımca.
Gözlemlerim sırasında sürekli olarak ülkemi düşündüm ve karşılaştırmalar yapmaya başladım. Doğu’daki İshak Paşa Sarayı’nda PVC çatı ile Ayasofya Camii’ndeki benzer PVC tarzı yeni yapılan giriş gözümün önüne geldi. Koşuyolu’ndaki çocukluk futbol hatıralarımızın yaşandığı saha olan İnciraltı’na yerleştirilen şekilsiz ve sıkışık binaları hatırladım. Anılarımızı, derin kimliğimizi ve tarihimizi, otantik mekânlar yerine, zihnimize kazınmış hatıra veya arketip kalıplarda yaşamaya muhtaç kalıyoruz Türkiye’de.
İstanbul, kısa periyotlarla gerçekleşen kentsel dönüşüm ve imar rantı nedeniyle kimliksiz ve yeşilsiz bir beton yığını haline geldi. Anadolu’daki şehirlerimiz, İstanbul gibi nefessiz bir şekilde yoğun yapılaşmaya sahne olmasa da kimliksiz bir yapılaşmanın tahribatına uğradılar. Son 50 yılda hızla tahrip edilen ve anlamsız hale getirilen mekânlar, hem ülkemizin hem de üzerinde yaşayan insanların bir çöküş yaşamasına neden oldu. Bu çöküşün kaygısı günlük beka siyasetince sıkça kullanıldı. Artık mekânlar da sıradanlaşmış ve anlamsızlaşmışlardı. Dünyada medeniyetlerin kesişim noktası olan Anadolu’nun antik zenginliği hazine yağmacılarının insafına terk edildi. Göçebe alışkanlıkları bunu hoş gördü. Selçuklu, Beylikler, Osmanlı, Rus işgali ve cumhuriyet dönemleri sokakları-evleri rant dönüşümlerine kurban edildi. Mübadele dönemi gayrimüslim estetik gayrimenkulleri yağmalandı.
İmparatorluktan cumhuriyete geçişte kısmen yok sayılarak inkâr edilen geçmişe ve etnik sorunlara karşın cumhuriyet, kurucu iradesi tek bir kimlik oluşturmaya çalışarak ulus devleti oturtmayı başarabildi. Sonradan özellikle merkez sağ iktidarlar tarafından teşvik edilen kentlere göç ve rant politikalarıyla yok sayılan geçmişin sorunları depreşince bir benlik bunalımı veya kırılması açığa çıktı. Aslında bu, ortak bir aidiyet eksikliği veya kimlik sorunuydu. En doğal soru olan “biz kimiz?”e, geçmişi olmayan anlamsızlaşmış mekânlardan, şekillendirilmiş ve inkâr edilmiş tarihten, sürekli göç ve yer değişimlerinden dolayı tam bir cevap veremez hale geldik.
İttihatçılar, Kemalistler ve popülist İslamcılar bu kimlik boşluklarını kendi bakış açılarına göre sentetik bir kimlik ve tarih inşa ederek doldurmaya çalıştılar. Resmî veya taraftar medya bu sentetik tarih ve geçici kimlik inşasında acımasızca kullanıldı. Kemalizm dar bir tarihsel dilim için kendince rasyoneldi. Fakat Türk-İslam sentezcilerinin Neo-Osmanlılığı hiçbir zaman rasyonel olamadı. Zira İslamcı aydınların sosyolojik köylülüğü ve göçerliği Britanya örneği gibi gerçek bir muhafazakârlık anlayışını kendilerine mümkün kılamadı. Tarihi, sürekli bir değişmeyen tutarsız mekân ve zamanın akışı içinde açıklayamazlardı. Sonuçta karşımıza sentetik muhafazakârlık, Osmanlı ile bağlantısı olmayan popülist Türk-İslam sentezciliği veya herkese göre değişen Atatürk ve Abdülhamit yorumları çıktı.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Bugün ülkemizde kimlik ve beka politikası ön planda. Bunu yapanlar, toplumu devletsizlik ve zayıflatılmış kimliklerine yönelik tehditlerle korkutarak bu politikalarını sürdürmeye çalışıyorlar. Bu korku ve endişe politikası, toplumu genel seçimler özelinde mevcut durumun devamını desteklemeye ikna edebiliyor.
Kimliğimizin ve varlığımızın tehdit altında olduğu söylendiğinde, ülke halkı bu durumu ciddiye alıyor. Aslında bu durum, eksik hissedilen bir bilinç veya kimlik arayışının da varlığını gösteriyor.