Ruşen Çakır, Kemal Can ve Kadri Gürsel ile Haftaya Bakış (212): Tarihi buluşma – Özel-Erdoğan görüştü | İstanbul’da olaylı 1 Mayıs

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüştü. 16.05’te başlayan görüşme saat 1 saat 35 dakika sürdü. Özel, Erdoğan’a görüşmede Paşabahçe’nin “Gururla” serisinde yer alan 9 bin 550 TL değerinde “Cumhuriyet Ateşi” isimli objeyi hediye etti.

1 Mayıs’ta İstanbul’da 42 bin polis görevdeydi. Tarihi Bozdoğan Sukemeri’nin altına barikat kuran polis, kortejin yürüyüşüne izin vermedi.

Özgür Özel, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu Saraçhane’deki basın açıklamasının ardından Saraçhane’den ayrıldı. Saatler 12’yi gösterdiğinde ise Taksim Meydanı’na yürümek için Saraçhane’de toplanan sendikalardan DİSK ve KESK Taksim’e yürümekten vazgeçti.

Ruşen Çakır, Kemal Can ve Kadri Gürsel Haftaya Bakış’ta değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. “Haftaya Bakış”la karşınızdayız. Bir süredir olduğu gibi, yayını yine üç kişi olarak yapıyoruz ve bundan sonra da hep böyle olacak. Yani Kemal Can, Kadri Gürsel ve ben birlikte yapacağız “Haftaya Bakış”ı. Hoş geldiniz arkadaşlar.

Can-Gürsel: Hoş bulduk.

Ruşen Çakır: Bu hafta öne çıkan iki günü; 1 Mayıs Çarşamba ve 2 Mayıs Perşembe günlerini konuşacağız. Bir de bugüne sarkan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve CHP lideri Özgür Özel’in açıklamaları var. Önce 1 Mayıs’la başlayalım. Kadri, 1 Mayıs’ta ne bekledin ve ne gördün? Nasıl değerlendirirsin?

Kadri Gürsel: Taksim’i yine, yeniden kapalı tutan, kapalı tutmakta ısrar eden bir iktidar gördüm. Bu iktidârın, siyâseti, şehrin sahil kesimindeki Maltepe ve Yenikapı’da doldurduğu alanlara taşıyarak –ki şehrin kendisinde de değil, dolgu alanlar bunlar–, bir anayasal hak olan kitle gösterilerini âdeta şehir dışına taşıyarak, şehri siyâsetsizleştirme yolunda ısrarlı olduğunu bir kez daha anladım, bir kez daha gördüm. 

Bir kez, 2010 yılında bundan vazgeçti bu iktidar. O da, yargıya el koymak için referanduma götürüyordu Türkiye’yi. Başka da bir amacı yoktu. Sola ve sendikalara şirin gözükmek için ve “Yetmez ama evet” denilmesini de kolaylaştırmak için, Taksim’i 1 Mayıs’ta açtı. Açtığı için ertesi yıl kapatamadı. Ertesi yıl, 2011’de, Taksim bir muhâlefet meydanı hâline geldi. 1 Mayıs’tan başka ne olacaktı ki zâten? Tabii ki ülkenin muhâlefetinin nabzının attığı bir meydan olacaktı orası. İktidârın bütün otoriter eğilimleri 2008’den beri çok güç kazanarak devam ediyordu. 2012’de de aynı şey olunca, iktidârın otoriter eğilimleri bu meydanı kapatmaya itti. Çünkü aslında arka planda totaliter bir zihniyet var: “Benim yönettiğim bir ülkede, benim yönettiğim şehirlerde, çatlak ses olarak gördüğüm seslerin çıkmasına izin vermem”. Muhâlefetin, kendi rızâsıyla, kendi izniyle onu protesto etmesine bir şekilde engel olmak. Şehirlerde hiçbir şekilde bu hakkı kullandırmıyor. Aynı zamanda, iktidârın Taksim’de Beyoğlu ile ilgili bir ideolojik dönüştürme planı vardı. Oraya Topçu Kışlası replikası görünümünde bir AVM yapmak — ki daha sonra kültür merkezi olacağı söylendi. İstiklâl Caddesi’ni olduğu gibi alkolsüz alan hâline getirmek, İstiklâl Caddesi’nde dolaşan turist profilini değiştirmek, caddenin kültürünü değiştirmek, gündelik hayâtını dönüştürmek gibi muhâfazakâr bir proje. Bu, aynı zamanda, şehri ortadoğululaştırma projesi. 

Taksim Meydanı, Cumhuriyet’in sembollerinden biridir. Sâdece o da değil. Taksim Meydanı, aslında hem Türkiye’deki cumhuriyetçi toplumu hem de solu bir araya getiren ortak paydadır. Cumhuriyet’in simgesel meydanıdır. Sâdece Cumhuriyet döneminde olanlar değil, daha önce tam da bu intikamcı yaklaşıma neden olan hâdiseden, yani 31 Mart Ayaklanması’ndan beridir böyle. İktidârın niyeti Taksim’e damgasını vurmaktı; bunu yapamadı. Gezi Parkı’nı oradan kaldırıp, oraya bir replika Topçu Kışlası yapacaktı. Bu şekilde bütün Kemalistlerden ve İttihatçılardan, Cumhuriyetçilerden intikamını alacaktı. Oraya zaten câmiyi koymuştu. Atatürk Kültür Merkezi’nin yerine, yine “Atatürk Kültür Merkezi” olarak aynı adı taşıyan bir opera binasını yaptırmaktan dolayı fevkalâde üzgün olduğunu düşünüyorum. Asıl projesi o değildi. 

Taksim Meydanı önemlidir. Cumhurbaşkanı’nın “Taksim Meydanı miting alanı değildir” demesi kendisini bağlar. İstanbul’da hiç miting alanı yok. Bütün alanları kapattı. Cumhurbaşkanı böyle bir fikir buyurdu diye, Taksim Meydanı bir miting alanı olmaktan çıkacak değildir. Kimse Taksim Meydanı’nın târihî kimliğini bu kadar kolay bir şekilde, “Ben burada mitinge izin vermiyorum, vermeyeceğim” diyerek bozamaz. Batıda Paris’te Bastille Meydanı, kuzeyde Rusya’nın Kızıl Meydan’ı, doğuda Çin’de Tiananmen Meydanı, Tahran’da Azadi Meydanı var. O bile boy ölçüşemez Taksim Meydanı’yla. Güneyde Kahire’de Tahrir Meydanı var. O da boy ölçüşemez hiçbir şekilde. Güneyinde ve doğusunda çok geniş bir alanda, politik anlam, önem ve simgeselliği açısından dünyanın en önemli meydanıdır Taksim Meydanı. Burada neler neler yaşandı. Bu iktidarın gücü yetmez Taksim’den vazgeçirmeye kimseyi. Muhâlefet Taksim’den vazgeçmez. Sendikalar, işçiler, gençler, öğrenciler, hâfızası olan hiç kimse Taksim’den vazgeçmeyecektir. İktidar bunu yaparak, Taksim’i yine bir tartışma ve mücâdele konusu olarak tutmaya devam etmiş oldu. Yaptığı bu. Tam da Özgür Özel’in AK Parti Genel Merkezi’ni ziyâretinin öncesine rastladığı için, garip bir manzarayla karşılaştık. Valens Su Kemeri’nin (Bozdoğan Su Kemeri) altında, bir tâne de polis kemeri yer alıyordu. Çok enteresan bir fotoğraftı o. Çalışılmış mıydı bilmiyorum. 

Ruşen Çakır: Çok acı bir fotoğraf.

Kadri Gürsel: Evet, çok. Bunu herkes söylüyor, ama ben de söylemeden geçemeyeceğim: Danışmanı, bir “pseudo intellectuel” olarak, yani “sahte entelektüel” olarak, “Özgürlükçü anayasa, sivil anayasa” derken, sen dünyada 1 Mayıs’ı özgürce, serbestçe kutlatmayan tek iktidarsın. Önce bununla hesaplaş, bırak anayasa hikâyelerini. Onun da bağlamını sonra tartışırız. Bir kez daha utanç verici bir manzarayla karşılaştık. Ben ülkem adına utandım. Başka da bir şey demeye gerek duymuyorum. 

Ruşen Çakır: Sen 1976’da yok muydun?

Kadri Gürsel: Hayır, 76’da yoktum. 78’de vardım. 

Ruşen Çakır: 76’yı, 77’yi ve 78’i Taksim Meydanı’nda yaşadım. Orada bir de meşhur, Ecevit’in Taksim’de miting yapacakken, Süleyman Demirel’in, “Sûikast yapacaklar” uyarısı ve ona rağmen Ecevit’in Taksim Meydanı’na gitmesi olayı var. 

Kadri Gürsel: Evet. Ecevit’in 1977, 3 Haziran Taksim mitingi.

Ruşen Çakır: Kemal, biz çarşamba günü 1 Mayıs yayınımızda yaşananları sıcağı sıcağına konuşmuştuk. O zamandan bu zamâna, özel olarak altını çizmek istediğin husus var mı 1 Mayıs’la ilgili? Kamera kayıtları ve yüz tarama sistemiyle birtakım insanlar saptanıp gözaltına alındı. Orada alınanların büyük bir kısmı bırakıldı, ama diğer yöntemle alınanlar, özellikle polise saldırdıkları söylenenler gözaltına alındı. Ne diyorsun?

Kemal Can: Hattâ şu anda devam ediyor. İçişleri Bakanı’nın ev baskınlarıyla, “Gereği yapıldı” diye tweet’le bildirdiği şey devam ediyor. Hani İstanbul Valisi’nin, “Devlet yarına bırakır, ama yanına bırakmaz” lâfının karşılığı olan, yarına bırakılmış ev baskınlarıyla, gözaltılar devam ediyor. O gün de biraz konuştuk. Kadri’nin söyledikleri, iktidârın yaptığı ve özellikle o Bozdoğan Kemeri’nde verilen resim çok çarpıcı bir Türkiye fotoğrafı aslında. Neredeyse bin yıla yakın bir süreye dayanan ve insanlara hayat taşımak, su taşımak için kurulmuş bir bendin, hakların ve özgürlüklerin önünde bir bent olarak yeniden resmedilmesi tablosu çok çarpıcıydı. Bu, sâdece bugünün değil, yaşadığımız sürecin de iyi bir fotoğrafıydı. O Bozdoğan Kemeri, iki tâne imparatorluk, kibir konusunda çok yüksek donanıma sâhip pek çok muktedirden daha uzun bir târihe sâhip. Kadri’nin söylediği gibi, Taksim’in vasfı, politik önemi ve ona insanların ulaşmasının ve insanların kendilerini ifâde etmesinin engellenmesinin, süreklilik arz eden ve bâzılarının çok akıllıca ve politik pragmatizm içeren bir buluş gibi, “Bundan da artık vazgeçmek lâzım” diyebileceği bir şey olduğunu düşünmüyorum. 

Sonradan eklemek istediğim şey biraz bunlarla ilgili. Çünkü böyle, “Tatsızlık çıkıyor. Ne lüzum var bu inâda?” değerlendirmeleri yapıldı. Sembolleri kullanmak ve inat ayrıcalığı önemli bir şeydir. Bu, iktidarlara teslim edilecek bir şey değildir. Taksim bir sembolse, bu sembol konusunda inat göstermenin, büyüklükle ya da “Bazı hakları vermiyorlar. Biz de ısrarcı olmayalım” diyerek vazgeçilebilir şeyler olarak görmek mümkün değil. Daha fazlasını söyleyeyim. O gün de biraz değindik. Taksim’deki Bozdoğan fotoğrafından dönüp, Bozdoğan’da kurulmuş barikatı şu ya da bu biçimde zorlamaya çalışanlar üzerinden bir gün hikâyesi kurmaya kalkanlara da söylenecek birkaç lâf olduğunu düşünüyorum açıkçası. Bu solcu bayramı değilmiş. Marjinallerin bu aşırılıklarına bir gem vurulması gerekirmiş. Ne yapılsaymış? Polise yürüyüp barikatlar mı aşılsaymış? Koca siyâsî partilere bu yakışır mıymış lâflarının şu bağlamda yeniden düşünülmesi lâzım. Açık bir yasa ihlâli, anayasa ihlâli ve açık bir hukuksuzluk karşısında, o gün, Özgür Özel’in, elinde dövize yazılmış olarak gösterdiği Anayasa Mahkemesi karârının gösterdiği biçimde, bir hak ihlâline karşı durmanın tek yolu şiddet değildir. Buradan çekilip gitmenin diğer alternatifi, sopa alıp barikatı aşmaya çalışmak değil. Politik beceri, bundan başka bir şeyi akıl etmek. Böyle bir gerekçeyle, böyle bir açıklamayla, “Orada bizim yürümemize izin verilmiyor. O zaman biz de mitingimizi ve söyleyecek sözümüzü burada söylüyoruz” demek gibi bir alternatifi öngörmemiş tertip komitesi ve bu çağrının güvencesi olarak kendini işâret eden ve oraya gitmiş olan siyâsîler açısından eksiklik olarak görüyorum. 

İkincisi, dünyanın hiçbir yerinde, açık hak ihlâlini yapan kamusal otoritenin yanında yer alıp, yanlış yöntemlerle çok desteklemediğiniz yöntemlerle bile olsa buna îtiraz edenleri sorun olarak işâret etmek, onları “marjinal” diye nitelemek, “lüzumsuz asalaklar” olarak görmek, hiç kimse için doğru bir değerlendirme yöntemi değildir. Doğru bir medya tavrı hiç değildir. Bunu da açıkça söylemek gerektiğini düşünüyorum. 

Ruşen Çakır: Evet, bunu geçen gün de konuştuk. Muhâlif olma iddiasındaki birtakım kurumların da kalkıp, bir tür çapulcu…

Kemal Can: 8 Mart’ta kadınlara “sürtük” dendiğinde, Boğaziçi Üniversitesi’nde “marjinal gruplar” dendiğinde de aynı dil. Bu dili tekrar eden ve şu ya da bu nedenle açık bir hak ihlâline uğramış bir kesimi, verdiği reaksiyondan dolayı etiketleyerek, “lüzumsuz, marjinal”, hattâ “çapulcu” diye işâret etmek, hiçbir şeyi tanımlamak için doğru bir yöntem değil.

Ruşen Çakır: Şimdi aklıma geldi. Geçenlerde Boğaziçi Rektörü Naci İnci, Amerikan üniversitelerinde İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarını protesto etmek için gösterilere katılan öğrencilere destek verince, milletin ona, “Hop! Ne oluyor? Sen önce kendi üniversitene bak” demesi üzerine, “Biz burada bir avuç elitin üniversiteyi istismârına karşı bilmem ne yapıyoruz” diye cevap verdi hemen. Kendi okulunda aynı argümanla, hattâ daha beter argümanla yasaklıyorsun. İnsanlar seni ikiyüzlülük ve çifte standartla suçlayınca da, “Vay efendim! Siz elitistsiniz” diyorsunuz. Bugünkü haber: Naci İnci Turkcell Yönetim Kurulu’na girmiş. Yani hiçbir şey karşılıksız kalmıyor. 

Evet, düne gidelim. Erdoğan ve Özgür Özel’in görüşmesi sorunsuz geçti. Bir koltuk ve protokol üzerine tartışmalar oldu, ama kavgasız dövüşsüz 1 saat 35 dakikalık bir görüşme yapıldı. Çıkışta açıklama yapılmadı. Önceden öyle söylemişlerdi zâten. Ama hem CHP kanadı hem AKP kanadı, ayrı ayrı, istedikleri ölçüde birtakım ayrıntıları sızdırdılar. Bugün Özgür Özel, sorular üzerine, DEM Parti görüşmesinin ardından bir şeyler söyledi. Pozitif mesajlar verdi. Erdoğan da cuma namazı çıkışı çok net bir şekilde, “Siyâsette yumuşama dönemine girdik. İlk fırsatta CHP’yi ziyâret edeceğim. Türk siyâsetinin buna ihtiyâcı var” dedi. Yaptığı kısa konuşmanın içinde iki ya da üç yerde yumuşama lâfını söylüyor. Hani hep “Erdoğan yumuşayacak mı sertleşecek mi?” diye soruyorduk ya? Bir takipçimiz şöyle demiş; onu alıntılayayım, güzel bir tespit: Erdoğan’ın yumuşama sözüne istinaden, “Bu söz sâdece tedirgin bir bekleyişe neden oluyor. ‘Bu defa başımıza neler gelecek acaba?’ hissi. Bu derece güven vericiler!” demiş. Katılıyor musun Kadri?

Kadri Gürsel: Şimdi sen bana sordun ama, programdan önce burada Kemal’le sohbet ederken, Kemal çok isâbetli bir cümlede toparladı.

Kemal Can: Al sen kullan.

Kadri Gürsel: Ben sıramı Kemal’e veriyorum, o söylesin.

Kemal Can: Tamam senalıntıyı yaptın, kullanabilirsin. 

Kadri Gürsel: Ne demiştin sen söyle.

Kemal Can: Erdoğan kendi yumuşamasından mı bahsediyor, yoksa cümlesinde geçtiği gibi, siyâsî yumuşamadan mı bahsediyor? Erdoğan mı yumuşayacak, yoksa Erdoğan kendisine karşı bir yumuşama mı talep ediyor?

Kadri Gürsel: Yani diyor ki: “Önümüzde çok ciddî ekonomik sıkıntılar var. Çok ciddi tedbirler almam lâzım. Halkın canını acıtacağım. Bu dönemde bana sert muhâlefet yapmayın.” 

Kemal Can: “Yumuşamaya ihtiyâcımız var” diyor.

Kadri Gürsel: “Yumuşama dönemine girdik” diye kendisi îlân ediyor. “Düdük çaldım, yumuşama dönemine girdik.” Buradan da şu çıkıyor: Dönüp dolaşıp hep aynı yere geliyoruz. “Seçimlerden sonra yumuşayacak” diye bir öngörüde bulunmuştu birileri zamânında. Ama o 2023’tü. Şimdi 2024’te, yenildiği seçimden sonra, şartlar da çok kötü olduğu için, muhâlefeti kafakola almaya çalışıyor. Özgür Özel kafakola gelecek biri değil. Her iki tarafın da bu görüşmeden ayrı ayrı muratları var. Görüşmenin akşamında, iki tarafın medyasını izlediğiniz zaman… İki taraf deyince, bir tarafı yani CHP’yi ayırıyorum. Orası enteresan bir hal aldı. Onu ayrıca tartışırız, tabii şartlar müsâitse. 

Diğer tarafta, konuşma noktaları iki, üç ana başlık altında toplandı. Konuşma açıları saraydan verilmiş. “Şunları şunları büyüteceksiniz” denmiş. Bütün iktidar medyasının televizyon kanallarında, sözde tartışmacılar oturdular, birileri de oraya haber getiriyormuş gibi yaptı. Dediler ki: Özgür Özel dış politika konularında millî duruş sergileyeceğini söylemiş. 15 Temmuz’un tiyatro olmadığını söylemiş. Anayasa konusunda da –orada da oluşturdukları enteresan bir efekt vardı– mevcut anayasanın uygulanmasını talep etmiş. Bir zarârı yok aslında. Mevcut anayasa da kendi iktidarlarının anayasası. Asıl, Özgür Özel açısından baktığımız zaman, gümbürtüye gitmemesi gereken şey, Erdoğan’ın uzun yıllardır ilk defa ana muhalefet lideri ile sarayında değil, partisinde, 8 yıl sonra görüşmeyi kabul etmesi. Çok söylendi ama tekrarlamak zorundayız: Bu, sembolik ve bir nezâket ziyâreti olmaktan öte, gerçekten içerikli olduğunu anladığımız bir görüşme. Bir saat 35 dakika sürüyor. Bu görüşmede de Erdoğan’ın bir murâdı var. Aslında Erdoğan, “Anayasaya destek olur mu?” diye deneme yapıyor. En azından bunu yapıyor. Özgür Özel de, kendisini birinci parti yapan toplum kesiminin, kamuoyunun, bütün sorunlarını, dertlerini, dert yumağını orada çözüp anlatmış hepsini belli ki. Yine iktidar medyasından öğrendiğim: 28 Şubat mahpuslarının artık hasta ve kocamış olduklarını, serbest bırakılmaları gerektiğini söylemiş. Erdoğan, “Bunu değerlendireceğiz” demiş. Diğer konular da var: Gezi tutukları, Can Atalay konusu ve bir sürü şey daha var aslında, onları tek tek saymaya gerek yok. Özgür Özel ana muhâlefet lideri olarak görevini yapmış bence. Bunun dışında, yeni anayasa konusunda CHP’den herhangi bir destek alamayacağının da bu görüşmenin akabinde ortaya çıktığını düşünüyorum. “Önce mevcut olanı uygulayalım” denmiş. Özgür Özel, “Sen önce kendi çıkardığın anayasanı uygula” demiş belli ki. 

Bu ülke, bu iktidar altındayken üç anayasa değişikliği gördü, değil mi? Yanlışım varsa düzeltin. Biri, 2004’te Türkiye’nin Avrupa Birliği’yle uyum sürecinde giriştiği adımların bir parçası niteliğindeki değişiklikler, muhâlefetin tam desteğiyle yapıldı. Orada bir hikâye vardı. 2010’da, “Askerî vesâyeti, jüristokrasiyi yıkacağız, ülkeyi sivilleştireceğiz” terânesiyle, yargıyı Fethullahçı örgüte peşkeş çektiler. Orada da, sözde demokratikleşme ve sivilleşme hikâyesi vardı. Sonra 2017’de de bir hikâye vardı. O da, darbe girişiminin fırsatçılığında bir otoriter rejim anayasası yapmak. Şimdi bir hikâye yok ki. Şimdiki hikâye ne? Mehmet Uçum çıkmış, “özgürlükçü anayasa, sivil anayasa” diyor. 22 yıldır iktidardasınız. Bugüne kadar özgürlükçü ve sivil anayasa yapamadınız mı? Ayrıca neredeyse değişmeyen maddesi kalmadı. Âfâkî konuşuyorum tabiî. Bir de ara hikâye var. 2012’de 70 madde üzerinde anlaştı. Kendisi geldi, sabote etti, başkanlık rejimini koydu 2012’de, masa dağıldı. Dolayısıyla ortada anayasa değişikliği için bir hikâye yok. Anayasa değişiklikleri için ülkeyi kapsayan, ülkeyi kucaklayan bir hikâye olması lâzım. Bu hikâyeyi üretecek durumda da değil. Bir anayasa değişikliğinin, ancak ve ancak büyük maddî menfaat önerileri neticesinde, “siyâsetçilerin satın alınarak” Meclis’ten geçebileceğini, bundan sonra da referandumda geçme şansının çok zor olduğunu düşünüyorum. Bunu da ayrıca tartışsak fena olmaz.

Ruşen Çakır: Zâten galiba CHP’ye bu kadar yanaşmasının en önemli nedeni şu:Eskiden şöyle bir şey vardı: Yerel seçimden önce, 11 ay önceki seçim sonuçlarının ışığında, eğer anayasayı Meclis’ten referanduma götürecek çoğunluğu bulursa, “Referandumdan rahatlıkla geçiririm” gibi bir düşünce vardı. Çünkü moral üstünlük, siyâsî üstünlük ondaydı. Ama bugünkü seçim sonuçlarıyla, CHP’nin tek başına Millet İttifâkı’ndan fazla belediye başkanlığı kazandığı ve birinci parti olduğu bir yerde, iktidar bâzı siyâsetçileri “satın alsa” bile, referanduma götürmek için gereken sayıyı bulabilse bile, referandumda bir garanti yok. Dolayısıyla CHP’yi yanına alması lâzım. 

Kemal, seninle dün hakkında konuşmaya devam edelim. Bu konuyla ilgili konuşacağımız başka hususlar var. Bir de, hani Abdülkadir Selvi, “Özgür Özel ne iyi adam” güzellemesi yapıyor ya? Bir sonraki turda o meseleyi konuşalım.

Kadri Gürsel: Çok doğru. Onu ayrıca ele almak lâzım. 

Ruşen Çakır: Sen ne diyorsun Erdoğan-Özel görüşmesine Kemal?

Kemal Can: Geçen haftaki yayında da “Nereye gitmeye çalışıyor bu hâdise? Bu görüşme niye önerildi? Niye kabul edildi?” diye biraz değinmiştik bu konuya. Çünkü herkesin kendi ajandasında farklı farklı bir karşılığı var bu meselenin. Hem Özgür Özel bu görüşmeyi başka bir bağlama oturtup kullanmak istiyor, hem de Erdoğan başka bir bağlamda kullanmak istiyor. Bu konuda bazı yorumlar yapılıyor: “Bir taraf kazanıyor, bir taraf kaybediyor. Bir taraf yenildiği için buna mecbur. Diğer taraf, zaferinin devâmının bayrağını dikiyor” görüntüsünün, aslında çok isâbetli olmadığını düşünüyorum. Çünkü ikisi açısından da, biraz önce senin değindiğin moral üstünlük meselesiyle bir bağı var. Yani iş, içeriğinden çok, zarfıyla ilgili. O yüzden de sandalye meseleleri çok öne çıktı. Çünkü bu hâdise, burada konuşulan şeyden ne sonuç çıkacağından daha önemlisi, bu görüşmenin gerçekleşmesine ne yükleneceği kısmıyla konuşuldu. Zâten iki tarafın da farklı farklı cephelerden murâd ettiği oydu. 

Özgür Özel açısından ya da CHP açısından, senin söylediğin moral üstünlüğün devam hamlesi… Yani “Biz zaferle çıktık. Birinci partiyiz. Eşiti olarak, hattâ destek açısından onun önünde bir aktör olarak, önüne dosyalarımızı koyuyoruz, durumu anlatıyoruz, problem noktalarını işâret ediyoruz ve bunu yüzüne söylüyoruz. Senelerdir Meclis’te, meydanlarda yaptığımızı şimdi yüzüne karşı yapıyoruz.” Dolayısıyla bu moral üstünlüğü, devam hamlesinin bir parçası. Ama Erdoğan açısından, bu görüşmeyi kabul etmesi, bu moral üstünlüğünü kabul etmenin bir sonucu değil. O da tam tersine, bu görüşmeden, anayasa meselesi veya başka vesîlelerle, moral üstünlüğünü en azından dengelemek, mümkünse geri alma hamlesi. Sandalye filan bu işin sembolik tarafları. 

Basit olarak şöyle düşünelim: Seçimi kaybetmişsiniz; daha doğrusu, neredeyse on senedir azınlıkta olduğunuz, ancak ittifaklarla sürdürebildiğiniz bir iktidarda, daha da zayıfladığınız, ittifâkınızın bile sizi korumakta yetersiz kalabileceği riskiyle yüz yüze kaldığınız bir durumdasınız. Moral üstünlüğünü kaybetme riski bunun yanına gelmiş. Daha da önemlisi, seçim sonrasında yapılan araştırmalarda ortaya çıkan çarpıcı başka bir şey var. Yöneylem’in son araştırmasında da gördüm bunu. “Türkiye’nin temel meselelerini kim çözer?” sorusuna ilişkin anket cevaplarında, seçim sonuçlarıyla paralel olarak çok çarpıcı birtakım değişimler ölçülmeye başlandı. Eskiden gelen “Kimse çözemez” cevaplarına karşı, “CHP çözer” şeklinde cevapların yükseldiğini söylüyor son anketler. Bu, moral üstünlüğün kaybından daha ciddî bir şey. Çünkü artık, değil oyun kurucu olarak kabul edilmeniz, problem çözücü ya da ana aktör olarak kabul edilmenizi riske sokan bir durum. Ne yaparsınız bu durumda? Yeniden, belirleyici aktör olarak pozisyon almak istersiniz. Muhâlefet sorunları çözecekse, orada bile aracılığa tâlip olursunuz. “Bana getirin. Ben çözeyim” dersiniz. Hatırlarsanız, deprem zamânında benzer bir şeyi Akşener yapmıştı. Hemen gidip Erdoğan’la görüşmüştü. Muhâlefet partileri sanki vatandaşın problemleriyle ilgili olarak Cumhurbaşkanı’ndan tavassut istiyormuş gibi bir siyâsî ilişki biçimiyle, yeniden inisiyatif kazanmaya çalışıyordu. Şimdi CHP bu oyuna gelir ya da gelmez. Şu andaki resim, tersi bir anlatıyı mümkün kılabildiği için, “Bundan kim kârlı çıkar?” meselesini tartmak için çok isâbetli değil. 

Birtakım değerlendirmeler görüyorum. “Buradan bir şey çıkmaz” diyenlere eleştiri olarak, “İyi de, maaşı yetmeyen emekliye anlatın bir de siz bu konuları. Muhâlefet gidip bunları Cumhurbaşkanı’ndan isteyecek ve yapılırsa ne kadar da isâbetli bir sonuç çıkacak” deniyor. İşte bu, bir siyâsî çözüm değil ve böyle sonuçlanmayacak. Bunun sembolik bir anlamı olduğunu herkes biliyor. O sembolik anlamı nasıl kullandığınız, bu moral üstünlük meselesini belirleyecek. Bugün gelinen noktada, boş sandalye filan tartışmalarını bir kenara bıraksak bile, şu anda Erdoğan, kendi murâdı açısından, aldığından memnun görünüyor. Bu son açıklaması da onu gösteriyor. Başta söylediğimi şimdi söyleyeyim: Kadri de referansla söyledi zâten. “Yumuşama dönemine giriyoruz” hikâyesinin aslı…

Kadri Gürsel: “Daha fazla üstüme gelmeyin.”

Kemal Can: Evet.Hep kullanılan “yapıcı muhâlefet” hikâyesinin başka bir şekli. Üstelik bunu bir zayıflıkla değil, sembolik olarak, boş sandalye ıvır zıvır sözlerle…

Kadri Gürsel: Boş sandalye konusunda benim yorumum çok farklı.

Kemal Can: Onun ne amaçla yaptığından bağımsız olarak söylüyorum. Çünkü ikinci turda konuşacağımız meselelerle bir alâkası da var bu işin. Tekrar inisiyatifi alan ve Kadri’nin dediği gibi, “Düdüğü çaldım, şimdi yumuşama dönemine geçiyoruz” diyerek, yine “Kural koyan”ın kendisi olacağı bir pozisyon olarak târif ediyor.

Ruşen Çakır: Tamam, sen îtirazını söyle Kadri.

Kadri Gürsel: Özgür Özel bu görüşmede ne aldı? Türkiye’de muhâlefete oy verenlerin dertlerini, sorunlarını ve hattâ AKP tabanının önemli bir kesiminin sorunlarını, “İşte, bunlardır” diye gidip Cumhurbaşkanı’nın önüne koydu. Yani, “Bunu ancak siz çözebilirsiniz. Artık çözmeniz gereken meseleler bunlardır” anlamına mı geliyor? Bence bu değil. Çünkü Özgür Özel Cumhurbaşkanı’yla görüşmek istese, başka ne görüşecekti? Saçma sapan bir gündemle mi çıkacaktı karşısına? Bir gündemi olmak zorundaydı. Asıl, bu görüşmenin olmuş olması Özgür Özel açısından iyi. O da şu açıdan iyi. Cumhuriyet HalkPartisi, AKP’nin iktidâra gelmesinden bu yana veya siyâsal İslâm’ın Parlamento serüveninden bu yana, belki ilk defa, “Oy geçişkenliği olmaz” denilen iki kanat arasında, az da olsa kendisine doğru bir oy geçişkenliği olduğunu tespit etti. Hem MHP’den hem AKP’den CHP’ye bir oy geçişi var. Târihsel bir olaydır bu. Az, ama önemli. Dolayısıyla artık Özgür Özel eskisi gibi, “Yolcudur Abbas, bağlasan durmaz” diyemez. Bunu dediği an, bu oy geçişinin önünü kapatmış olur. Bu kutuplaştırıcı söylem artık bu dönemin söylemi değil. “Yolcudur Abbas” falan diyerek, Abbas yolcu olsa dahi, gidemez, böyle siyâset yapılamaz Türkiye’de. 

Ruşen Çakır: “Sayın Abbas.” 

Kadri Gürsel: Boş sandalye konusuna geliriz, ama sert muhâlefet yapmaktan da alıkoymuyor kendisini. Özgür Özel sert muhâlefet yapmak zorunda, fakat üslûbu değişecek. Öyle görüyorum ben. Meselâ heyette niye Namık Tan vardı? 

Kemal Can: Niye vardı?

Ruşen Çakır: Özgür Özel açıkladı bugün. Ahmet Necdet Sezer tarafından…

Kadri Gürsel: Ben o açıklamalara hiç îtibar etmiyorum. 

Ruşen Çakır: Nedir peki?

Kadri Gürsel: Her iki lider de birer kişi getirmiş. Birer kişi getireceksin. CHP Merkez Yönetim Kurulu’nda kaç Genel Başkan Yardımcısı var? 

Ruşen Çakır: Çok var. 

Kadri Gürsel: Eh, çok var. Getirdiğin kişinin yanında, bir o kadarını da küstüreceksin belki. Onları iknâ etmekle uğraşacaksın. Onun yerine, Namık Tan gibi 2023’te Kılıçdaroğlu tarafından Parlamento’ya lâyık görülmüş bir emekli büyükelçiyi yanına alıyor. Bu sefer parti siyâsetini, parti dengelerini tamâmen dışarıda bırakan bir şey. Kimseyi de üzmüyor. Aynı zamanda birileri çıkıp, “Devlet adamlığı, ciddiyet… dış politika konuşacak, yanında bu konuları çok iyi bilen biri var” gibi lüzumsuz şeyler söylüyor. Namık Tan çok değerli bir insandır, ayrı mesele. Ama bununla hiçbir alâkası yok. Namık Tan’ı yanına alması tamâmen parti içindeki dengeleri sarsmamak için yapılan bir şey.

Ruşen Çakır: Ben bunu hiç böyle düşünmemiştim.

Kadri Gürsel: Öteki tarafta, “O boş koltuk niye var?” Boş koltuk gerçekten muhâlefete bir mesaj vermek için oraya konmuş olsa, hemen o akşam, iktidar medyasının mâlûm kanallarına çıkan te’vilci başları bunu, “Efendim, Sayın Cumhurbaşkanımız şunu şunu yapmak istemiştir. Benim kanaatim şudur ki…” filan diye bunu yorumlarlardı. Bir tâne yorum gelmedi. Bir kişi bile o koltuğun niye boş olduğuna dâir bir yorumda bulunmadı. Demek ki onlara bu konuda herhangi bir şey gitmemiş. Ben o boş koltuğun Mustafa Elitaş’ın tercihi dolayısıyla orada durduğunu düşünüyorum. Salondaki düzene baktığın zaman arkada bir tâne stor perde var. Arkası pencere. Orası makam falan değil. Orası herhangi bir salon. Storu indirmişler. Storda AKP yazıyor. Stor dediğimiz, perde. İki tâne stor, iki tâne bayrak, bir tâne koltuk konulmuş. Ama Cumhurbaşkanı’nın oturduğu koltuk, revaklı, iki renk var. Diğer koltuklar aynı. İkinci kişiler kanapelere oturtulmuş. Demek istiyor ki: “Ben Elitaş’ı buraya aldım, ama ikinci kişi değil Elitaş”. İkinci kişi olsa oraya oturacaktı. Orada kimse yok. Bu son derece anlamsız, vakit kaybı olan bir konu.

Ruşen Çakır: Tamam. Daha fazla vaktimizi kaybetmeyelim.

Kadri Gürsel: Ama bir dakika, bitireyim. Mustafa Elitaş nasıl geçiyor? Genel Başkan’ın yani Tayyip Erdoğan’ın yardımcısı olarak dahi geçmiyor. “Bu partide ikinci adam yoktur” mesajı. AK Parti’nin sitesinde Elitaş ve diğerleri, “Genel Başkan Vekili” diye geçiyor. “Bunlar sûrettir” demeye getiriyor. “Ben sûretimi aldım buraya oturttum. Ama yanıma oturtmuyorum. Onun benim yanımda oturmaya hakkı yoktur” demeye getiriyor. 

Ruşen Çakır: “Sorun Elitaş’ın sorunu” diyorsun. 

Kadri Gürsel: Kesinlikle. Bu, AKP içine verilen mesajdır. Elitaş’ın orada olmasından da başkaları alınmasın. Burada her iki lider de kendi câmiasını oyalamak, teskin etmek için yapmıştır bunu. Yoksa başka bir şey olamaz. Kulis bilgisi yoktur yani, burada kulis bilgisi çıkmaz.

Ruşen Çakır: Buradan iki izleyici yorumu aktararak söylediğim şeye geleyim: Tayfun Tufan, “Yandaş medyada Özgür Özel güzellemeleri görüyoruz. Sizce Erdoğan, Özgür Özel-İmamoğlu ayrışmasına mı oynuyor? Ya da orada bir çatlak çıkarıp muhâlefeti zayıflatmaya mı çalışıyor?” diyor. Mahmut Alp Kılıç biraz daha nüanslı bir yorum yapmış: “Görüşme konusunda yandaş medyayı biliyoruz. Ama muhâlif medyada da Özgür Özel’e haksız bir eleştiri var” diyor. 

Kadri Gürsel: Bu da çok ilginç tabiî.

Ruşen Çakır: Seçimden önce, Erdoğan ve tâkipçileri, “Kemal Bey çok iyiydi. Bunlar bozuk çıktı” dedi, değil mi?  Şimdi bir süredir “Özgür Özel iyi, çevresi kötü” demeye başladılar. İzleyicimiz Tayfun Bey’in de söylediği gibi, Erdoğan bir çatlak çıkartmak istiyor değil mi Kemal?

Kemal Can: ÖnceKadri’nin bahsettiği boş sandalye meselesinden gideyim. Yandaş medyada bir şeylerin yorumlanmamış olması, evet, işâret almadıklarından olabilir; ama başka bir özelliği daha var. Karşı tarafı sâdece o sembolü vererek yeterince konuşturabiliyorsan, senin özel olarak onu çok adreslemene ihtiyaç yok. Hattâ öyle belirsiz kalması ve bunun üzerine spekülasyonları zenginleştirmenin faydası daha fazladır.

Kadri Gürsel: Muhâlif medyada ya da CHP medyasında konuşulamıyor ki bu konu. Boş sandalyeden Özgür Özel neden alınsın? “Sayın Cumhurbaşkanım yanınıza oturmaya lâyık kimseyi bulamadınız galiba partinizde” der, biter iş. Bu kadar basit. Niye alınsın? Saçma sapan bir oturma düzeni. Burada bir alçak koltuk krizi yok. 

Ruşen Çakır: “O koltuk düzeni üzerine Özgür Özel’in orada durmaması lâzımdı” diyenler bile var.

Kemal Can: Ben pek öyle düşünmüyorum. Zâten öyle de gelişmedi. Çünkü şikâyet etmiş Özgür Özel.

Kadri Gürsel: Bence yanlış anlamış.

Kemal Can: Anlamış veya anlamamış. Senin kadar protokole hâkim davranmamışlar.

Ruşen Çakır: Neyse koltuk meselesini bırakalım.

Kadri Gürsel: Hakîkaten güzel bir siyâsî geyik var burada. İlgi de çeker. İzleyicinin de ilgisini çeker. Tartışılır gibi yapılıp da hiç tartışılmayan bir konu bu. Sâdece zaman kaybı. 

Ruşen Çakır: Biraz da Mesir macunu meselesini tartışalım. 

Kadri Gürsel: Ben burada zaman kaybettiğimiz kanaatinde değilim. Biz içerikli tartışıyoruz. Öyle değil mi Kemal? Bak, onaylamıyor beni.

Kemal Can: Onaylamıyorum. “Bahçeli ile yapılan görüşme ile aynısı” diye bir açıklama geldi ya? Bahçeli ile yapılan görüşmede o sandalye orada durabilir, ama servis edilen fotoğrafta sandalye yok. Bu, fark edilmeyecek bir ayrıntı değil. Burada yapılan spekülasyonun zenginliği ve karıştırma –buradan senin sorduğun soruya geleceğim– “ters manyel” meselesi. İzleyicinin sorusunda olduğu gibi, “Yandaş medya bakın ne kadar çok Özgür Özel güzellemesi yapıyor” dendi. Hattâ bunu çok açık söyleyenler oldu. Muhâlefet medyasında da buna işâret ederek…

Kadri Gürsel: Bülent Arınç meselâ. 

Kemal Can: Ama bu ne karşılık yarattı? Muhâlefet medyasında birtakım isimler, yine bir zamanlardan hatırladığımız şöyle bir cümleyi kurdular: “Erdoğan karşısında kimi görmek ister?” Bunu bir yerden hatırlıyoruz. “Erdoğan karşısında kimi görmek ister?” tartışmasıyla nasıl bir yıpratma programı uygulandığını ve muhâlefet medyasının içerisinde bunun nasıl işlediğini biliyoruz. Hattâ o zamandan hatırlarsan, çok benzer bir şekilde, böyle iki, üç “ters manyel”le, Bahçeli ve Erdoğan topa girdiler. Kongre sürecine bile dâhil oldular. Kongre sürecinde kimin seçilmesinin daha isâbetli olacağı konusunda konuştular. Dolayısıyla, “Bakın yandaş medya destekliyor. Demek ki karşısında Özgür Özel’i istiyor” hikâyesini bir yerden hatırlıyoruz. Çok yakın bir târihten hatırlıyoruz. Bunu çok iyi öğrendiler. İktidar, muhâlefeti yönetme araçlarından birinin, muhâlefetin içindeki gerilimlere oynamak olduğunu çok erken bir evrede fark etti ve bunu, muhâlefet medyasının bir kısmında manipülasyon araçlarına sâhip olmaları sâyesinde çok kolay kullanıyor.

Kadri Gürsel: Ama Kemal çok ağır şeyler söylüyor: “Muhâlefet medyasında manipülasyon araçlarına sâhipler” diyor. 

Kemal Can: Evet. 

Kadri Gürsel: Kemal Bey, biraz açar mısınız bunu?

Kemal Can: Bu yeterince açık. 

Kadri Gürsel: Muhalefet medyasında manipülasyon araçlarına sâhip iktidardan söz ediyorsun. Ben de aynı kanaatteyim de…

Kemal Can: Aman ağır konuşma…

Ruşen Çakır: Kim onlar? İsim verin.

Kemal Can: Hatırlıyorsan, bunun bir benzeri 1 Mayıs’ta oldu. Aynı tartışma orada da cereyan etti. İlginç biçimde, CHP içerisindeki ve muhâlefet içerisindeki tartışmalarda, “İktidar kimi istiyor? Kimin önünü kesmek istiyor? Kimi parlatmak istiyor? Kime yol vermek istiyor? Kimi karşısında görmek istiyor?” tartışmaları, çok yakın bir târihte, muhâlefetin bütün dengesini bozan ve muhâlefetin moral üstünlüğünü kullanamadığı bir zemin yaratan problemli bir şeydi. Bunlara çok erken hamle edilmesinin önemli riskler taşıdığını düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Sen ne diyorsun Kadri? Bu arada Galatasaray’da Süheyl Batum başkan adayı olmuş. Hiç haberim yoktu.

Kadri Gürsel: Evet. Ne diyelim? Başarılar diliyoruz. Hayırlı olsun. Mektepten abimizdir. Zaten mevcut başkan da mektepten abimiz. Bizim açımızdan değişmiyor. Neyse. Ben, Özgür Özel-Erdoğan görüşmesinin, muhâlefetin bir cenâhında ve medyada etkili olan bir cenâhında ciddî bir rahatsızlık yarattığı kanaatindeyim. 

Kemal Can: Ama ağır konuştun şimdi. 

Kadri Gürsel: Aynı ifâdeyi kullanıyorum. Ben bunu yine bâzı araçları gözlemleyerek, araçların ne dediğine bakarak anlıyorum ve görüyorum. Özellikle görüşmenin formatına ve görüşme hakkında gerekli, yeterli paylaşımların yapılmamasından dolayı da bir rahatsızlık hissettikleri izlenimini vererek yapıldığını görüyorum bunun. Rahatsızlık şöyle ifâde ediliyor: “CHP görüşmenin içeriğini niye açıklamıyor?” denilerek bir soru işâreti oluşturuluyor. Burada, hemen gelen bir karşı hamle de söz konusu. Ama son tahlilde, Genel Başkan Özgür Özel’in, iktidar tarafından tahkim edilmesine, güçlendirilmesine hizmet etmiş midir bu? Evet, etmiştir. Hattâ ben, “iktidar medyası” diye doğrudan damgalayamayacağım, fakat iktidardan yana ve çoğunlukla yandaş tutum alan bâzı medya organlarında, “CHP Genel Başkanı olduktan sonra partisini birinciliğe taşıyan Genel Başkan Özgür Özel” gibi kalıp ifâdelerin geçtiğini gördüm. Bu, çok tartışmalı bir ifâde. Yani kim kimi birinciliğe taşıdı? Muhâlif toplum mu, seçmen mi CHP’yi birinciliğe taşıdı, yoksa Özgür Özel mi partisini birinciliğe taşıdı? Bunu için ne yaptığı da ayrı mesele. Bunlar ayrı tartışmalar. 

Burada, evet, Cumhuriyet Halk Partisi içinde, gelmekte olan, belki de gelmesi istenen bir cumhurbaşkanı adayı tartışması olsun istenir. Bir kişinin doğal cumhurbaşkanı adayı gibi görünmesinden rahatsız olunur. Bu kişiden de korkulduğu, çekinildiği…  İmamoğlu’nu kastediyorum tabiî, bu kadar üstü kapalı konuşmayalım artık. İmamoğlu’ndan daha çok çekinildiği için, Özgür Özel’e iltifat ederek, İmamoğlu ile Özgür Özel arasında bir denge kurmak, Özgür Özel’in de öyle yabana atılacak biri olmadığı, bir lider ve devlet adamı kapasitesini hâiz olduğu –ki “devlet adamı” yakıştırması çok yapıldı; bilhassa Özel-Erdoğan görüşmesinin akşamında, iktidar medyasında Özgür Özel’e “devlet adamı” yakıştırmaları yapıldı–, böyle bir muratlarının, beklentilerinin olduğunu görüyorum. Bunun başarıya ulaşmaması da CHP’nin elinde. Onun ferâsetine kalmış bir şey. 

Ruşen Çakır: Tabiî canım. Bu tür şeylerin üzerine, İmamoğlu ve Özgür Özel birbirlerini hedef alıyormuş gibi gözüken… 

Kadri Gürsel: Bu kadar basit, ayan beyan, herkesin gördüğü bir tuzağa düşmeyeceklerdir.

Kemal Can: Şeyh uçuran müritlere de dikkat etmek lâzım.

Ruşen Çakır: Neye?

Kadri Gürsel: “Şeyh uçuran müritler” derken, muhâlif medyadaki manipülasyon araçlarını mı kastediyorsunuz Kemal Bey?

Kemal Can: Manipülasyon heveslilerini kastediyorum. 

Kadri Gürsel: Bu daha güzel oldu.

Ruşen Çakır: Bu kadargöz göre göre olan bir şeye…

Kadri Gürsel: Artık bu araç değil. 

Kemal Can: Araçlar başka.

Kadri Gürsel: Araçlar sarayın araçları. Çok şifreli konuştuk.

Ruşen Çakır: Yayın bittikten sonra, kimi kastediyorsanız sizden alfabetik sırayla tam listeyi alacağım. 

Kadri Gürsel: Çok şifreli konuştuk, iyi olmadı bu.Bu üslûbu sevmiyorum, ama ne yapalım öyle oldu.

Ruşen Çakır: Biz izleyicimiz “Kemal Can gibi cümle kurdum” demiş. Cümleyi okuyayım mı? 

Kemal Can: Oku bakalım.

Ruşen Çakır: “ ‘Biz bitti demeden bitmez’ demişliği olan, ikinci parti olmuş bir iktidar partisi lideri, sistemin temelinin halk irâdesi olmadığını iddia edenle iş tutmayı bırakır mı?” Kemal Can’ın cümleleri gibi oluyormuş, bilemiyorum. İzleyicilerimizden Barış Bey, “Best of the best trio” diye yorum yapmış. Bize söylüyor.  

Kadri Gürsel: Barış Bey’i mahcup etmeyiz umarım. Bizi izlemeye devam etsin, Bakalım bu kanaate sâhip olmaya devam edecek mi? Umarım lâyık oluruz.

Ruşen Çakır: Evet, burada noktalayalım. Birçok şeyi yarım bıraktık aslında; ama nasıl olsa bu konu daha çok konuşulacak değil mi? “Erdoğan-Özgür Özel ya da Özgür Özel mi İmamoğlu mu?” gibi tartışmalar konuşulmaya devam edecek. Sizin bahsettiğiniz ve adını vermediğiniz manipülatörler boş durmayacak herhalde. Onlar bayağı bir karıştıracak. Bir izleyicimiz “Erdoğan-Biden görüşmesinin iptal olup, Özgür Özel’le görüşme ayarlanması tesâdüf mü?” diye sormuş. Bir Biden uzmanı olarak sana sorayım Kadri.

Kemal Can: O boş sandalye Biden’ın. 

Kadri Gürsel: Bu iki konunun birbiriyle hiçbir alâkası yok.

Ruşen Çakır: Bence de.

Kemal Can: Bir de şöyle bir şey var: Bunu, ciddîye alınması gereken ve CHP içerisinde de siyâset yapan ve dışişleri kariyeri olan insanlar yazdığı için söylüyorum: Namık Tan meselesinde birtakım skor tahminleri yapıp… Şunu söylemek istiyorum. Biraz önce mutâbık kaldığımız en önemli noktalardan biri şu: Bu görüşmenin içeriğinden çıkacak sonuçlardan çok, görüşmenin yapılmış olmasına iki tarafın da yüklediği anlamlardan bir şey çıkacağı konusunda mutâbıkız. Ama bu sembol siyâseti fazla dolaylama kaldırmaz.

Kadri Gürsel: Bana mı söylüyorsun?

Kemal Can: Hayır. Genel olarak, bu tür değerlendirme yapanlar için söylüyorum. Akılda kalan ilk resim, ilk çağrıştırdığı intibâ önemlidir. “Aslında orada biz şunu demek istedik” filan diye bir şey geçmez.

Kadri Gürsel: Ama böyle bir intibâ yok işte burada.

Kemal Can: Yok.

Kadri Gürsel: Özgür Özel niye alınmış meselâ? Rahatsız olmuş. Niye rahatsız olmuş?

Kemal Can: Ama sen de biliyorsun işte; böyle değerlendirmeler yapıldığı için söylüyorum. Bu, çok yapılan bir şey. Aslında o bilmem ne târihine denk getirilmiş de, filanmış da. Seçmen bu tür şeylerle karar vermez. Sembol siyâseti de böyle işlemez zâten.

Ruşen Çakır: Suat Kınıklıoğlu bana bir yorum yazmış: Erdoğan’ın, “Siyâsette yumuşama dönemine girdik” lâfına, “Mecbur kalınca, ‘ümmetin kafası’ diye diye kafayı üşütecek” demiş. Suat’ı tanırsınız. Bir rahatsızlık geçirdi, kendisine geçmiş olsun diyelim. Bugünün en kötü haberi Celal Başlangıç’tan geldi. Hepimizin yakından tanıdığı, sevdiği, bizden büyük, deneyimli ve bir döneme, 90’lı yılların olaylarına hakîkaten damgasını vurmuş bir gazeteci. 

Kadri Gürsel: Özellikle 80’li yıllarda, Cumhuriyet gazetesinde Adana temsilcisiydi ve o dönemde Güneydoğu haberciliğinin öncüsü olmuştur Türkiye’de. 

Ruşen Çakır: Evet, o dönemde, Cizre Yeşilyurt’ta köylülere insan dışkısı yedirildiği, işkence yapıldığı haberini yayınlamıştı 

Kadri Gürsel: Çok önemli gazetecilik yapmıştır 80’li ve 90’lı yıllarda. Çok acı bir kayıp.

Ruşen Çakır: Uzun süredir yurtdışındaydı. Orada gazetecilik yapıyordu. Hastalandı. Hem kanser, hem kalbinde de sorun vardı. Maalesef Celal’i kaybettik. Kendisi gerçekten mesleğimizin az sayıdaki önemli isimlerinden biriydi.

Kadri Gürsel: Özel isimlerden biriydi. Sevenlerinin başı sağ olsun. 

Ruşen Çakır: Kendisine rahmet diliyoruz. Yakınlarına da başsağlığı. Bütün gazeteci milletine de aynı şekilde başsağlığı diliyoruz. Evet, “Haftaya Bakış”ı burada noktalıyoruz. Kemal Can, Kadri Gürsel ve bendeniz, haftaya tekrar karşınızda olmak üzere. Hepinize iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.