Ruşen Çakır’ın konuğu Diyarbakır Barosu Başkanı Nahit Eren: Kürtçe halay çekenler neden tutuklandı?

İstanbul’da farklı zamanlarda yapılan düğünlerde Kürtçe şarkılarla halay çektikleri nedeniyle gözaltına alınan 18 kişiden 11’i tutuklandı.

Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, Mersin’de içinde PKK lideri Abdullah Öcalan’ın adının geçtiği Kürtçe şarkılar eşliğinde halay çeken dokuz kişinin gözaltına alındığını söyledi.

Gözaltına alınanlara polis aracında “Ölürüm Türkiyem” şarkısı dinletildi.

Ruşen Çakır ve Diyarbakır Barosu Başkanı Nahit Eren bu tutuklamaların ne anlama geldiğini değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. Diyarbakır Barosu Başkanı Nahit Eren’le birlikteyiz. Kendisiyle son günlerde peş peşe gelen Kürtçe halay gözaltıları, hattâ tutuklamaları hakkında konuşacağız. Nahit Bey, merhaba.

Nahit Eren: İyi yayınlar.

Merhaba Nahit Bey. Önce Mersin’de başladı, sonra Türkiye’nin dört bir yanına yayıldı. İlk Mersin olayını bize bir anlatır mısınız? Ne oldu orada tam olarak?

Nahit Eren: Evet, aslında Mersin’de bir grup genç halay çekiyor, çektikleri halayı da sosyal medyadan paylaşıyorlar. Ama bir şekilde oradaki alan, müzik ve atılan sloganlar nedeniyle önce sosyal medyada bir linç başladı ve yargı da kolluk da bir şekilde sosyal medyada oluşan bu linç kampanyasından sonra gözaltı işlemi gerçekleştirdi. Gözaltı sonrası 9 genç örgüt propagandası iddiasıyla tutuklandı. Daha sonra Mersin’de başlayan bu olay İstanbul’a, Ağrı’ya, Batman’a yayıldı.

Oralara geleceğiz. O arada bir de şey var, polis arabasında kendilerine dinletilen şarkı var: “Ölürüm Türkiyem”. Ben 12 Eylül döneminde cezâevinde yatmış birisiyim. Biz de Metris’te yatarken açlık grevi yaptığımız sırada bize de o dönemde yine böyle büyük bir “Türkiyem” şarkısı vardı, onu yüksek sesle dinletirlerdi. Birden aklıma o geldi. Bu da herhalde olayın çok önemli bir detayı, değil mi?

Nahit Eren: Tabiî, yani evet Metris’te, ama bunun en iyi örneklerinden biri de yine Diyarbakır’da, 12 Eylül sonrası Diyarbakır Cezâevi’nde yaşananlar. Mâlûm, bu tür marş dinletmek, bu tür milliyetçi parçaları dinletmek maalesef bir gelenek hâline dönüştü. Tabiî ki özellikle polis aracında gözaltı işlemi esnâsında söz konusu parçanın dinletilmiş olması aslında kolluğun ya da ilgili kamu görevlilerinin görevlerini ne şekilde sûiistimal ettiğini de bizlere gösteriyor. Meselenin aslında tartışmamız gereken boyutunu da, söz konusu marş bizlere daha çok gerekli kılıyor. Daha doğrusu tartışmayı bu konu üzerinden yürütmemiz gerekiyor. Çünkü mesele gerçekten bir örgüt propagandası mı, yoksa kamuoyuna bir mesaj vermek ya da topluma bu konuda bir mesaj vermek mi? Söz konusu marşın dinletilmesi, aslında kolluğun görevini sûiistimal eden bir yaklaşımı. Bu anlamda, devâmında gelen gözaltılar, belki birazdan konuşacağız, yani diğer illere de yansıyan gözaltı işlemleri, bu parçayla birlikte kamuoyunda oluşan ve bir şekilde kolluğun da yargı makamlarının da bu sürece sosyal medyadaki linç kültürü üzerinden dâhil olduğunu bizlere gösteriyor.

Evet, şimdi diğer yerlerde yapılanlara gelince; ben baktım: İstanbul’da gördüm, Ağrı’da gördüm, Van’da gördüm. Siz bildiğim kadarıyla Diyarbakır Barosu olarak bölge barolarıyla da koordineli bir şekilde bu konuları derliyorsunuz. Şu hâliyle bakıldığı zaman peş peşe gelen gözaltılar –bâzıları tutuklamayla da sonuçlanıyor– hangi illere sirâyet etti?

Nahit Eren: Mersin olayından sonra İstanbul’da farklı ilçelerde farklı düğünlerden alınan 11 kişi tutuklandı. 18 kişi gözaltına alındı, 11’i tutuklandı, 7’si adlî kontrol şartıyla serbest bırakıldı. Daha sonra Ağrı’da bir tutuklama yaşandı. Batman ve Siirt’te 4 kişi tutuklandı, hattâ aynı âileden 3 kişi tutuklandı, bir kişi adlî kontrol şartıyla serbest bırakıldı. Ve Hakkâri’de bir düğünde müzisyenler tutuklandı. Dün îtibâriyle dört müzisyen Hakkâri’de tutuklandı. Yani yaklaşık bir hafta içerisinde 30 kişinin düğünlerde söylenen türküler ya da halaylardan dolayı, daha doğrusu oradaki şarkılardan dolayı, hem şarkıları, türküleri seslendiren hem de o şarkılara eşlik edip halay çeken, söyleyen kişiler maalesef tutuklandı ve bir kısmı da adlî kontrolle serbest bırakıldı. Burada üzerinde durmamız gereken şey, gerçekten bu fiiller örgüt propagandası olarak tanımlanabilecek nitelikte fiiller mi? Tutuklama, tedbir îtibâriyle ölçülü bir yöntem mi? Aslında burada üzerinde durmamız gereken ilk konu bu.

Tam da bunu soracaktım. Burada sâdece Kürtçe halay çektikleri için değil; Kürtçe ifâde edilen birtakım şeyler, söylenen türküler vs. ya da Mersin olayında olduğu gibi atılan sloganlar öne çıkartılıyor herhalde. Onları ayrıştırabiliyor muyuz?

Nahit Eren: Şimdi şöyle: Türkiye’de mâlûm, örgüt propagandası geçmiş yıllarda herkesin ifâde özgürlüğü çerçevesinde sarf ettiği her aykırı görüşten ya da farklı görüşten dolayı tutuklanmasına sebep olan bir hükümdü. 2013 yılında örgüt propagandası suçu Türkiye’de yeniden tanımlandı. Tabiî ki propaganda suçu biraz da iktidarların bakış açısıyla şekillenen bir suç tipi, ama 2013 yılında çok önemli bir düzenleme yapıldı. Evet, siz bir örgütün fikrini, yani ideolojisini, düşüncesini, inancını başkalarına benimsetme, tanıtma ya da yayma konusunda bir girişimde ya da bir fiil, bir davranışta bulunabilirsiniz; ama bu tek başına örgüt üyesi suçlamasıyla yargılanmanıza ya da cezâ almanıza yeterli olan bir unsur değil. 2013 değişikliğiyle Türk Cezâ Yasası’na, yani Terörle Mücâdele Yasası’na, aynı zamanda bu bahsettiğim örgüt ideolojisini yayma, tanıtma ya da benimsetmenin dışında örgütün cebir, şiddet ve tehdit içeren yöntemlerinin de aynı zamanda övülmesi, teşvik edilmesi, meşrû gösterilmesi gibi faktörlerden birinin varlığına bağlı kılınmıştı. Yani sizin örgüt propagandası yapabilmeniz için örgütün ideolojisini tanıtmanın yanı sıra cebir, şiddet ve tehdit yöntemlerinden birini de meşrû göstermeniz, övmeniz ya da bu yöntemleri teşvik edici bir davranışınızın olması lâzım. Geçmiş yıllarda Yargıtay, Türkiye’de bu konuda çok net tanımlamalar yaptı. Hattâ Anayasa Mahkemesi bu konuda karar verdi. Yani sizin Abdullah Öcalan lehine slogan atmanız tek başına örgüt propagandası suçu olmaz ya da gerilla marşlarını dinlemeniz, marşlarını dillendirmeniz ya da bunları söylemeniz tek başına örgüt propagandası suçunu oluşturmaz. Bu, yargının çok net kararlara bağladığı olgular. Yani sizin bu marşların yanı sıra ya da örgüt ideolojisini yansıtan bir marşın yanı sıra cebir, şiddet, tehdit yöntemlerinden birine dâir övücü, meşrû gösterici bir fiiliniz olmalı. Hattâ Yargıtay şunu bile söylüyor: Cebir, şiddet, tehdit yöntemlerini meşrû gösteren, yayan bir fiiliniz olsa bile bunun yeri, zamânı ve mekânı çok önemli. Yani kimlere hitap ettiğiniz, geniş kitlelere mi yaydığınız; bunların hepsi örgüt propagandası açısından birer hukukî kriter. Ama maalesef son tutuklamalar, son gözaltılar ve yapılanlar yasal sınırların dışında. Bana göre üzerinde düşünülmesi gereken –dün de ben bunu kendi kişisel sosyal medya hesabımda paylaştım– âdeta bir merkezden düğmeye basılmış gibi kolluk ve yargı içerisinde bir milliyetçi dalgayı yansıtan fiil ve davranışlar gibi gözlemledim.

Tam bunu sormayı düşünüyordum. Şimdi Mersin’de bir şey başladı, Mersin’e özgü olduğu düşünüldü, orada slogan falan da atıldığı için insanlar öyle dedi; ama peş peşe olunca bunun bir şekilde irâdî bir olay olduğu, hattâ bâzı yerlerde özel olarak düğünlere önceden gittikleri görülüyor. Şunu sormak istiyorum. Yaz ayları genellikle düğünlerin olduğu, bölgede ya da büyükşehirlerde yaşayan Kürtlerin düğünler yaptığı bir dönemdir. Yıllardır bu düğünlerde çok dikkat çekici birtakım operasyonlar, yani polis operasyonu ben hatırlamıyorum. Var mıdır? İstisnâî birtakım şeyler vardır, ama sonuçta düğünler aynı düğünler herhalde. Yani aynı halaylar çekiliyor, aynı türküler söyleniyor. Bu o zaman 2024 yazına özgü bir süreç galiba. Önceden, yakın bir dönemde benzeri yoktu diye biliyorum. Var mıydı?

Nahit Eren: Katılıyorum. Yani uzun yıllardır, 90’lı yıllarda tabiî ki bu baskılar vardı. Bir şekilde düğünlerde ya da bu tür etkinliklerde insanlar kendilerini daha baskı altında ve sınırlanıyor hissediyorlardı, evet, bu tür gözaltılar vs. yaşanıyordu. Ama dediğim gibi, 2000’li yıllardan bu yana, son 20 yıldır böyle münferit birkaç vaka hâriç, bu tür düğünlerin basıldığını, sanatçıların ya da halayı çekenlerin ya da orada bu türkülere eşlik edenlerin gözaltına alındığına ben de tanıklık etmedim. Ya da bu tür vakaların çok da kamuoyuna bu şekilde yansıdığını hatırlamıyorum.Ama dediğim gibi, bu üst üste ve her ilde düğünlerin bir kontrol altına alınıyormuş izlenimi ve sanatçıların gözaltına alınmasının ben sıradan münferit olaylar olarak değerlendirilmemesi gerektiğine inanıyorum. Bir şekilde Türkiye’de, özellikle son 2-3 aydır, her ne kadar somut adımlar atılmasa da, bir şekilde yeniden normalleşme ve toplumsal sorunlarla yüzleşme konusunda bir beklenti var. Kamuoyunda var, Kürt toplumunda var, sivil toplum örgütlerinde var; ama maalesef her ne kadar somut adımlar atılmasa da, bu niyeti ya da bu irâdeyi benimseyenler ya da destekleyenler açısından bence bir gözdağı, bir şekilde yeniden Kürt meselesinin tartışılması ya da bu konu üzerine fikir beyan edilmesi gibi konu başlıklarının birileri tarafından engellenmeye ya da bu meselenin bir kriminal mesele ya da adlî mesele olarak görülmesinin önü açılıyor. Bunların çok da basit münferit adlî vakalar gibi görülmemesi gerektiğini düşünüyorum.

Burada şöyle bir yaklaşım da var — siz de duymuşsunuzdur, tanık olmuşsunuzdur: Bu söylediklerinize ek olarak da bir tür tahrik boyutu olabileceği, yani Kürtlerin, Kürtlerin siyâsî temsilcilerinin, gençlerin bir anlamda bu tür şeylere cevap vermek istemeleri gibi. Hattâ birtakım açıklamalar da yapıldı. Leyla Zana da meselâ bir şeyler söyledi. Bir tarafta gözaltılar, tutuklamalar; diğer tarafta buna cevaplar. Böyle yeni bir gerginlik ortamı yaratılma istendiği spekülasyonları size inandırıcı geliyor mu?

Nahit Eren: Şimdi şöyle: Kürt kimliğine ya da Kürt kültürüne, Kürt diline yönelik saldırılar, Kürt toplumunun bir bütün olarak tepki gösterme başlıkları îtibâriyle en önemli konu alanları. Yani bu konuda herhangi bir siyâsî parti ayrımı olmadan ya da siyâsetin içerisinde olsun ya da olmasın, bütün Kürtlerin tepki gösterdiği bir alan. Yani Kürt kimliğiyle ya da Kürt diliyle ilgili ya da Kürt kültürüyle ilgili herhangi bir saldırıda, dikkat ederseniz bütün Kürtler bir anda tepki gösterebiliyor. Evet, aynı zamanda bu gözaltılar, sizin de belirttiğiniz gibi, bir şekilde karşı bir reaksiyon da geliştiriyor. Siyâseten evet, bir tutum ve tavır geliştiriliyor; ama öte taraftan toplumun sinir uçlarına da dokunan konu başlıkları. Bu anlamda, az evvel bahsettiğim, bir şekilde sorunun meşrû zeminde tartışma alanlarını da riske atacak kaotik bir sürecin habercisi gibi gözüküyor. Ben bu anlamda, az evvel de altını özellikle çizdiğim münferit adlî vakalar olarak görülmemesi gerektiğini düşünüyorum. Son yıllarda çok açık bir şekilde söyleyebiliriz: Gerek kolluk gerekse yargı içerisinde çok güçlü bir milliyetçi damarın olduğunu artık hepimiz çok iyi biliyoruz. Ve bunun çok kolay, çok basit bir şekilde küçük vakalar üzerinden gerginlik yaratacak kararlar ya da uygulamalara meylettiklerini ya da bu tür uygulamaları çok kolay bir şekilde icrâ ettiklerini görebiliyoruz. Ben bu anlamda da iktidar yetkililerinin ve bürokratlarının bu konuda daha dikkatli olmaları gerektiğini ve bu konular üzerine eğilmeleri gerektiğini düşünüyorum.Tabiî aynı hassâsiyeti iktidar partisinin belirli milletvekilleri de dile getirdi birkaç gün önce. Yani bu tür saldırıların çok da basite alınmaması gerektiğini, daha doğrusu gözaltıların, tutuklamaların provokatif bir yönünün olduğu konusunu iktidar yanlısı Kürt milletvekillerinin de dile getirdiği kamuoyuna yansıdı zâten.

Siz hukukçular olarak bu dâvâları tâkip ediyorsunuz; bâzı arkadaşlarınızın müvekkilleri var, dosyalara hâkimsiniz ya da tâkip edeceksiniz. Hukukî süreci nasıl görüyorsunuz? Buralarda gerçekten tutuklamaların olması çok ciddî bir işâret aslında. Yani alınıp bırakılmaları olsaydı, tâkipsizlik karârı vs. gibi beklentiler daha yüksek olurdu, ama burada çok sert başladı. Avukat arkadaşlarınız, dosyaları tâkip eden arkadaşlarınız gittikleri zaman, müvekkilleriyle görüştükleri zaman, izlenimleri ne? Bu olaylarda dosyalar bayağı sert bir terör örgütü olarak açılacağa mı benziyor?

Nahit Eren: Tabiî. Yani az evvel de bahsettim; örgüt propagandası olduğu için TMK yani Terörle Mücâdele Kanunu kapsamında tutuklamalar yapıldı. Yani ben bu dosyaların tamâmında insanların beraat edeceğini, bir hukukçu olarak çok rahat bir şekilde ifâde edebilirim.Her ne kadar Adalet Bakanı bu konuda attığı tweet’lerle âdeta örgüt propagandası suçu işlenmiş gibi bir izlenim yaratsa da, çok net Yargıtay kararları var. Az evvel de îzah ettim: Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi burada örgütün şiddet, tehdit ve cebir yöntemlerini meşrû gösteren ya da bunları teşvik eden ya da bunlarla ilgili övücü bir ifâde yok burada. Yargıtay, örgüt marşını yani gerilla marşını bile söylemenin tek başına örgüt propagandası suçu oluşturmadığını kararlarında ifâde ediyor. Anayasa Mahkemesi de aynı şekilde bunu ifâde özgürlüğü çerçevesinde değerlendiriyor. Burada bu dosyaların tamâmı yargılama aşamasına, iddianâmeyle dâvâya dönüşse bile, tabiî ki de beraatle sonuçlanacak. Ama önemli olan şu: Örgüt propagandası suçunun cezâsı 1 yıldan 5 yıla kadar, yani 1 yıldan başlayıp 5 yıla kadar, hâkimin takdirinde olan bir cezâ öngörüyor. Siz bu cezâya, yani propaganda suçuna, insanlara cezâ yargılamasında ya da cezâ soruşturmasının en ağır koruma tedbiri olan tutuklamayla eğer tedbir hükmünü uyguluyorsanız, burada az evvel de bahsettiğimiz gibi niyet açısından sorgulamamız gereken, salt bir hukukî sürecin ya da yargısal sürecin içerisinde olmadığımız izlenimini veriyor.Ben bu dosyalardan bu insanların tamâmının beraat edeceğine bir hukukçu olarak şimdiden inanıyorum. Uygulama, pratik, mevcut yasal düzenleme bunu gerektiriyor. Bu anlamda ben Adalet Bakanlığı’nın da bu sürece attığı tweet’lerle dâhil olmasını ve gerçekten ortada bir örgüt propagandası varmış gibi bir önkabulle mâsûmiyet karînesinin ihlâl edilmesini de doğru bulmuyorum. Bu anlamda, bu şahısların lekelenmeme hakkı var. Hepsi, özellikle kolluğun araç içerisinde çektiği görüntülerle bu insanları sosyal medya hesapları üzerinden kamuoyuyla paylaşması aslında bir suç.Kişilerin reklam verme hakkı var ve aynı zamanda bunlar belli bir şekilde yakın zamandaki olası bir tahliyeden sonra bir hedef hâline de getiriliyor.Bence devletin, bir hukuk devletinin sorumluluğu bu ve benzeri… evet, insanlar suç da işleyebilir, bu suç da olabilir; ama sizin bu şekilde, bu tarz yöntemlerle insanların mâsûmiyet karînesi, lekelenmeme hakkını elinden almamanız ve aynı zamanda hedef gösterme gibi davranış ve tutumlardan uzak durmanız lâzım. Şu âna kadar iktidardan, Adalet Bakanı dışında, siyâseten bu gözaltı ve tutuklamalara ilişkin bir açıklamanın da yapılmamış olması gerçekten mânîdar.

Son olarak, konumuzla çok ilgili değil gibi gözüküyor ama bence ilgili: Tam bugünlerde yaşanan, önce Van’da sonra Diyarbakır’da yaşanan olaylar var. Nedir? Trafik işâretleri, trafik uyarıları, Kürtçe trafik uyarıları, yayalara yönelik özellikle uyarılar önce Van’da silindi, üzerlerine “Türkiye Türktür, Türk Kalacak” gibi sloganlar yazıldı. Daha sonra Diyarbakır’da da yapıldı bu. Bir meslektaşımız Van’daki olayın 16 yaşındaki birisi tarafından yapıldığını saptadı, hattâ kendisiyle de görüştü vesaire. Bunların doğrudan devlet eliyle yapılmadığını biliyoruz; ama burada da doğrudan Kürtçe’ye yönelik bir engelleme var. Bu olayları nasıl yorumluyorsunuz? Yasadışı bir şey yapmıyor belediyeler değil mi?

Nahit Eren: Hayır, yani bakın, az evvel bahsettiğimiz konudan bence çok da bağımsız değil. Yani yine evet, Kürtçe müzik, Kürtçe parçalar, devâmında Kürtçe trafik uyarıları ve bunların âdeta bir suçmuş gibi algılanması… Özellikle sosyal medyada belli basın-yayın organları tarafından da çok gündemde tutulup âdeta belediyeler hedefe oturtuldu.Şimdi şöyle, aslolan şu: Eğer trafikte güveni sağlayacak şekilde insanların güvenliği açısından bâzı işâretleri ya da bâzı dillerde daha kolay, daha sağlıklı bir ortam yaratmak istiyorsanız, her dilde yazılan yazıların bence Türkiye’de sorun olmaması lâzım. Yasal anlamda da trafik işâretleri konusunda, “Şu dilde trafik işâretleri yazılır” diye bir kural yok. Kürtlerin yoğunlukla, hattâ neredeyse tamâmına yakını Kürtlerin yaşadığı ve aynı zamanda Türkçe bilmeyen insanların da bulunduğu bir kentte, yaklaşık 15 yıldır ve kayyumlar döneminde de olan bâzı yazıların şu anda âdeta bir suçmuş gibi görülüyor, gösteriliyor olmasını gerçekten anlamak mümkün değil.Bugün siz Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ne ya da ilçe belediyelerine kayyumların olduğu dönemde bile gittiğiniz zaman, bütün tabelaların, aynı zamanda belediye isimlerinin hem Türkçe hem Kürtçe olduğunu görebiliyorsunuz. Bu uygulama, yaya geçişlerinin olduğu yerlerde, okulların önlerindeki yaya geçiş alanlarına Kürtçe sâdece “hêdî” yani “yavaş” dediğimiz kelimelerin yazılmış olması ve bunların âdeta bir suç unsuru gibi görülüp kamuoyunda gündeme getirilmesi gerçekten anlaşılır gibi değil. Ama Diyarbakır olayıyla ilgili dün Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin bir açıklaması oldu. Hafta sonu Diyarbakır Vâlisi’nin kendilerine, “Standartlara uygun olmayan yazılar” gibi bir bilgilendirme yaptığını ve silinmesini talep ettiği yönünde dün Büyükşehir Belediyesi’nin bir açıklaması oldu. Eğer şâyet standartlara da uygun değilse, bunun yol ve yöntemi gece geç saatlerde sabaha doğru –iddia bu, görüntülerde de belirli araçlar var– bu kolluk nezâretinde söz konusu yazıların silinmiş olması cidden vahim bir olay. Usûl ve yasa hükümleri îtibâriyle eğer sorunlu görülüyorsa yine yasal prosedür uygulanmalı. Ama burada yine sanki Kürtçe dili, Kürt dili, Kürt kültürü üzerindeki tartışmaların bir devâmı gibi bu konunun da resmî olarak gündeme getirildiğinin farkındayız. Daha doğrusu resmî olarak kamu kurumları nezdinde gündemle getirildiğini görmekteyiz. Ben Türkiye’nin bu tartışmalardan, Kürtçe dili ya da Lazca, Çerkezce gibi diller üzerinden ülkede toplumsal sorun alanlarının tartışılıyor olmasını ya da toplumsal fay hatlarının daha da derinleştiriliyor olmasını doğru bulmuyorum. Herkesin bu konuda sorumlu davranması gerekiyor. Bu konuda bürokrasinin ve siyâsetin toplumu daha germeyecek bir dil ve yöntemle meselelere yaklaşması gerektiği kanaatindeyim. Aksi durumda, toplumda çatışmaya ve yeniden sorunların daha da derinleşmesine sebebiyet verecek. Bu anlamda bu meselelerin bugünlerde gündemleştirilmesinin bana çok sıradan birer adlî vaka gibi gelmediğini bir kez daha ifâde etmek istiyorum.

Çok teşekkürler Nahit Bey.

Nahit Eren: Ben teşekkür ediyorum.

Evet, peş peşe gelen Türkçe halay gözaltıları ve tutuklamalarını, bu arada Kürtçe trafik uyarılarına yönelik birtakım silmeleri ve karalamaları da konuştuk Diyarbakır Baro Başkanı Nahit Eren’le. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.