Türkiye’nin sivil, bağımsız ve çoğulcu bir medya ortamına ihtiyacı var.
Bunun farkındalığıyla 20 Ağustos 2015’te Medyascope doğdu. Medyascope hayatına emekleyerek başladı. Eksiklikleriyle, aksaklıklarıyla da olsa Medyascope her zaman sivil, bağımsız ve çoğulcu bir medya anlayışıyla bu yolda emin adımlarda yürüdü.
Bu süreçte neler yaşandı?
Gamze Elvan, izleyicilerden gelen soruları Ruşen Çakır’a iletti.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Gamze Elvan: Evet, Ruşen Abi, 9 yılı geride bıraktık. Neler anlatmak istersin, neler hissediyorsun? Bize şu 9 yılı bir özetler misin?
Ruşen Çakır: Vallahi özetlenecek gibi değil. O gösterilen videolarda da görülüyor; o kadar çok insan geldi, o kadar çok konu ele alındı. Çoğu yaşları genç olan arkadaşlar… Kimisi gazeteciliğe devam etti, kimisi bıraktı, başka işleri seçti. Ama ezici bir çoğunluğu hayatlarında gazeteciliğe Medyascope’ta başladı. Hatta hayatlarında çalışmaya Medyascope’ta başlayan çok kişi oldu. İzleyicilerimiz, takipçilerimizde de adım adım bir gelişme oldu. Tabii her dönemin ayrı bir özelliği var. İlk başlarda Periscope ağırlıklı yapıyorduk yayınları ve Periscope’un çok ciddi zorlukları vardı; hem kolaylıkları hem zorlukları vardı. Özellikle Periscope yayınlarının saklanmasında, yani kaydedilmesinde, YouTube’a yüklenmesinde çok ciddi sorunlar yaşanıyordu, çok uğraştırıyordu onlar bizi. Daha sonra o sorunlar aşıldı, ama bu sefer Periscope kapandı. Biz ama YouTube üzerinden devam ettik. Bir ara Facebook’tan da canlı yaptık arada sırada, ama çok cazip olmadı, YouTube’la devam ediyoruz. Çok yoğun oldu. Bir de şöyle bir şey var: Herkes gazeteciliği taraflı istiyor. Herkes kendi tarafından olsun istiyor. Tarafsız yayıncılık, gazetecilik, bağımsız gazetecilik yapmak istediğiniz zaman birçok yerden çok ciddi tepkiler geliyor. Bir de şöyle bir husus var, en acısı budur: Olumlu düşünenler, hoşlananlar vesaire bunu çok ifade etmezken; şikayet edenler, kızanlar, öfkelenenler hep karşımıza çıkıyor. Özellikle sosyal medyadan… Bizim zaten bütün işimiz sosyal medya üzerinden olduğu için genellikle sosyal medyadan gelen bildirimler, geri bildirimlerin ezici bir çoğunluğu, yani yazılı gelenlerin ezici bir çoğunluğu olumsuz oluyor.Mesela şöyle diyeyim; bir video yapıyorsunuz, videonun like oranı çok yüksek, %95, 96, 97; ama videoya gelen yorumların diyelim ki 10 tanesinin 5’i olumsuz. Böyle garip bir Türkiye var. Kutuplaşmış bir Türkiye var. Kutuplaşmış Türkiye’de kutuplar üstü yayıncılık yapmak, gazetecilik yapmak gerçekten çok zor. Her gün birileri bir şeyinize kızıyor. Yani şunu söyleyebilirim; geride kalan 9 yılda, özellikle son 4-5 yılda toplumun tüm kesimlerinden linç yedik.Yani her siyasi görüşten, her siyasi partiden, her yaşam tarzı sahibinden… Tabii büyük bir çoğunluk daha çok iktidara yakın yerlerden oluyor ama örneğin bu — belki soru da gelir o konuda — fon meselesinde çok garip bir şekilde birbirlerine düşman kesimler birleşerek bize saldırdılar fon aldığımız için ve bunu gizlemediğimiz için. İlk başta sandılar ki gizliyoruz, büyük bir ifşaymış gibi yaptılar. Halbuki bizim bunu gizlemediğimizi görünce bu sefer başka şeyler yaptılar. Ve şimdi şöyle bir şey var: Hoşuna gitmeyen bir şey gördüğü zaman insanlar hemen fonla olayı izah etmeye çalışıyorlar. Yani mesela sokak hayvanlarının hakkını savunduğunuz zaman da fon yüzünden oluyor, ne alakası varsa, göçmenlerin, mültecilerin hakkını savunduğunuzda da aynı şey oluyor. Ve işin komik tarafı, mesela Fethullah Gülen’e yönelik onu rahatsız edecek yayın yaptığımda bile, bana Fethullahçılar Amerikan fonu aldığımız için yaptığımızı söyleyebilecek kadar ilginçleştiler, yani kendileri Amerika’da yaşıyor olmalarına rağmen. Ama sonuç olarak baktığımızda Medyascope bir kurum olarak bayağı bir yol kat etti, öncülük yaptı ve hala yapıyor. Şu haliyle bakıldığı zaman Türkiye’de bizim gibi yeni teknolojiyle yayın yapan kurum pek yok. Şahıslar var ama kurum olarak yok. Yeni yeni spor kanalları çıkıyor YouTube’da, onlar çok spor ağırlıklı oldukları için ve genellikle futbol ağırlıklı oldukları için istisna olabilirler. Ama genellikle bizde YouTube yayıncılığı bir şahıs üzerinden yapılıyor, gazetecilik yayınları. Öyle ki, mesela o şahsa soru soran — genellikle kadın oluyorlar — kişilerin yüzünü bile görmüyoruz, yani o kadar tek kişilik. Yani şimdi mesela biz seninle burada yayın yapıyoruz, sen varsın, ben varım, izleyici ikimizi de görüyor. Ama bazı yayınlar var ki, o yayınlarda esrarengiz kadınlar gazetecilere sorular soruyorlar falan. Böyle bir durumla karşı karşıyayız. Neyse, çok uzatmayayım, sorularla devam edeyim.
Gamze Elvan: Ruken Kaya’ya ve Doğan Özkan’a maddi katkıları için çok teşekkür ederiz. Biraz da yorumları okumak istiyorum. Aynı zamanda Ruken Kaya; “İyi yayınlar, 10. yılınıza girişinizi tekrar kutluyorum, tüm ekibin emeklerine sağlık, nice yıllara” demiş. Çok teşekkür ederiz. Doğan Özkan da fonla ilgili söylemiş; “Fon konusunda herkes kıskandı” diye. Kemal İslim de benzer yorumlarda bulunmuş. İzleyicilerimize hemen söyleyelim; abonelerimizden gelen soruları yanıtlıyoruz. O yüzden abone olursanız hemen bize soru sorma hakkına sahip olacaksınız diyelim. Ve aslında biraz daha şu konuda devam etmek istiyorum Ruşen abi, biraz Medyascope’un gelişmesi sürecinden. Çok fazla gelenler oldu, gidenler oldu. Çok fazla programcılarımız oldu. Tabii bunun yanı sıra, sen de az evvel biraz bahsettin, ‘‘Hatalar da yaptık. Ama haber yapmaktan vazgeçmedik’’ dedin. Bize biraz daha bu konuyu açar mısın? Nerelerde hata yaptık, nerelerde doğru ve kararlı bir şekilde durduk, bunları bize biraz daha açabilir misin?
Ruşen Çakır: Şimdi şunu söyleyeyim; hatalarımız genel olarak tekil hatalardır. Yani birtakım haberlerin yazımında tam olarak teyit etmeden yaptığımız şeyler tek tük oldu. İfadelerde, özellikle klik avcılığından, tık avcılığından kaçınmaya çalışıyoruz. Bazen böyle tuzaklara bizim de düştüğümüz oldu. Ama şunu söyleyeyim; bir kere kutuplar üstü yayıncılıktan hiçbir şekilde vazgeçmedik. Siyasetçilerle olan ilişkimizde mesafeyi hep koruduk. Birtakım yapıştırmalar, yakıştırmalar yapılmak istendi ama; “şunun adamı, bunun bilmem nesi” vesaire gibi, böyle bir şey olmadığını aslında herkes gördü. Olabildiğince çok sesli olmaya çalıştık.Örneğin, 2023 seçimlerinde yorum yapanların büyük bir çoğunluğu Kılıçdaroğlu’nun adaylığına pozitif bakarken, bu konuda en sert olan isimler bizde sürekli program yapıyordu. Mesela Berk Esen, Burak Bilgehan Özpek… Hatta biliyorum, yaşadığım için biliyorum; Kılıçdaroğlu’nun yakın çevresinden bir şekilde “Niye böyle şeylere izin veriyorsunuz?” gibi şeyler de geldi. Ama bunların hiçbirisi bizi rahatsız etmedi. Daha doğrusu hiçbir şey yapmadık. Şu ana kadar 9 yıl içerisinde, yani böyle birilerinin kalkıp da bizden haber sildirmesi, “Şunu çıkartmayın” deyip de çıkartmadığımız ya da “Şunu şöyle yapmayın” diye herhangi bir kimsenin hiçbir şekilde Medyascope’a dışarıdan dahli olmamıştır. Bunu çok açık ve net söylüyorum: Ne siyasetçi, ne iş insanı, ne başka birisi, ne şu, ne bu…Tamamen kendi inandığımız gibi yaptık, bildiğimiz gibi yaptık. En ilginç olaylardan biri mesela 15 Temmuz darbe girişiminde bizi kapattılar. Çok ilginç bir olaydır o. 15 Temmuz’da ilk kapatılan 6-7 yerden birisi bizdik. Diğerlerinin hepsi Fethullahçı sitelerdi, içlerinde bir tek biz vardık. Bu çok esrarengiz bir durum.Ama ben bunun şöyle olduğunu düşünüyorum: O, Başbakanlıkta —o zamanlar Başbakanlık vardı— Başbakanlık ofisinden yapılmış bir liste ve daha sonra 15 Temmuz sonrasında Başbakanlık ofisinde çok sayıda Fethullahçı da ayıklandı. Onlardan herhalde birisi koymuştu. Biz bir şekilde müdahil olduk ve dedik ki; “Biz Fethullahçı falan değiliz.” Zaten söylediğimiz kişiler de bunu biliyorlardı. Yaklaşık 20 saat sonra açıldı. Onun dışında bir sorun yaşamadık. Yani yaşadığımız sorunların hepsi teknik sorunlardır; işte elektrik kesintisi, internet falan gibi olaylar yaşandı, çok oldu. Hele ilk başlarda çok oluyordu böyle şeyler. Ama insanlar biraz da bu yönümüzü de seviyordu başlarda. Ama sonra artık en ufak bir şeyden şikayet etmeye başladılar. Bunları en aza indirdiğimizi düşünüyorum. Seçimlerde, özellikle son dönemde; 2018, 2019, 2023 ve 2024, bu 4 seçimde Medyascope gerçekten çok büyük iş çıkardı. Örneğin, 2019 seçimlerinde neredeyse her yere gittik, 2023’te de gittik. Ama 2024’te bunu yapamadık.Çünkü 2023 seçimlerinin ardından küçülmek zorunda kaldık. Bu, maceramızdaki en acı dönemdir. Çünkü 2023 seçimlerinde Medyascope bayağı büyümüştü ve seçimlerin sonucunda Türkiye’nin değişeceği düşüncesiyle bunu yapmıştık. Hata yapmışız ve sonuçta hızlı bir şekilde küçülmek zorunda kaldık. Çünkü küçülmeseydik büyük bir ihtimalle Medyascope devam edemeyecekti. Onun dışında giden birçok arkadaşımızın gitmesine üzüldük. Kendi tercihiyle giden arkadaşlarımızın gitmesine çok üzüldük. Ama şunu biliyoruz ki şu anda değişik medya kuruluşlarında çalışan çok sayıda arkadaşlarımız var. Onları gördükçe, onların başarılarıyla bayağı mutlu oluyoruz. Ve bunu da zaten görüyoruz, insanlar diyorlar; “Biz bu arkadaşı Medyascope’tan tanıyoruz” diyebiliyorlar. Bir de tabii şu husus var, o da çok önemli: Birçok isim, özellikle akademisyen, ilk yayınlarını genellikle Medyascope’ta yaptılar. Ve ondan sonra da diğer büyük diyelim, yayın kuruluşları onları bizden görüp çağırmaya başladılar. O kadar çok ki bu isimler… Yani saymaya kalksam… Mesela biz dünyanın dört bir tarafında bir şey olduğu zaman, mesela Venezuela seçimi, Venezuela’yı bilen Türk akademisyen buluyorduk, Brezilya’yı bilen buluyorduk. Her yeri bilen insanları buluyorduk. Bu konuda bayağı bir ağımız var artık, dünyanın dört bir tarafında. Şimdi bunu Türkiye’de yapıyoruz. Türkiye’de özellikle yerel gazetecilerle bir ağ örmeye başladık. Onların da yayınlarıyla, onların yaptığı haberlerle Medyascope daha da zenginleşiyor.
Gamze Elvan: İzleyicilerimize, maddi katkıda bulunanlara ayrıca çok teşekkür ediyoruz. Erkmen Barikan, Cüneyt Pala, Muharrem Palaz; kendilerine çok teşekkür ediyoruz. Bu arada Medyascope’taki arkadaşlarım, Senem, Enes, Mert ve Murat şu an yayını izliyorlar, Aliye de burada. Onların da bizlere teşekkürleri var. Ankara ofisten selam göndermiş Enes. Bizim de sana selamımız olsun diyelim. Doğan Özkan’ın Kılıçdaroğlu’nun adaylığı üzerine bir sorusu var. Onu sorayım, sonra yine devam edeyim sorulara. “Kılıçdaroğlu’nun adaylığını desteklemedik Ruşen Çakır, başka adayımız mı vardı?” diye sormuş.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Ruşen Çakır: Şimdi, benim başka bir adayım yoktu. Ben genellikle şöyle diyordum: ‘‘Kılıçdaroğlu eğer seçilemeyeceğini düşünürse son anda seçilecek birisini aday gösterir’’ dedim, yanıldım. Ya Kılıçdaroğlu kesin kazanacağına inanıyordu ya da başka bir şey. Böyle bir adayımız falan yoktu, böyle bir düşünceye asla sahip olmadık. Zaten gazetecinin işi böyle bir şey değildir; gazeteci herhangi bir yere genel başkan, aday vesaire dayatamaz, dayatmaz. Böyle bir şey yok. Ama şöyle bir şey var: Kim aday olursa ne olabilir konusunda yorum yaparsın. Yorumcular vardır, onlar yorum yapar. Yoksa bizim bir yere angaje olmamız, adayımızın olması, bizim adayımız şu bu falan, böyle bir şeye biz kesinlikle tevessül etmedik. Ama bizde yorum yapan isimlerin içerisinde çok net bir şekilde Kılıçdaroğlu’nun olmamasını savunanlar da vardı, olmasını savunanlar da vardı. Biz burada şuna dikkat ediyoruz: Bunu yapan kişilerin seviyesi, kalitesi önemli olan. Yani diyelim ki bir siyaset bilimci, deneyimli gazeteci ya da emekli siyasetçi vesaire… Eğer kendi isimlerinin bir ağırlığı varsa, eyvallah; ama öyle her önüne gelenin konuştuğu, ahkam kestiği bir yer değil Medyascope. Medyascope’ta mesela kimse bize; “Şu kişi bilmediği konuda şu yorumları yaptı” diyemez. Bütün bunların hepsinin çok ciddi, bizim o diğer televizyon programlarında olduğu gibi, herkesin her şeyi bildiği bir kanal değil. Öyle bir husus var.Kılıçdaroğlu’nun adaylığına gelince, Kılıçdaroğlu adaylığını bir şekilde hepimize benimsetti ve sonra kaybetti. Sonuçta onun kaybetmesiyle beraber tüm Türkiye kaybetti. Böyle bir olay yaşandı.
Gamze Elvan: Tarık Çelenk’e de çok teşekkür edelim, o da şu anda YouTube chat’imizdeymiş. Çok sağ olun Tarık Bey, yazılarınızı da ilgiyle okuyoruz. Yayınlarınızı da ilgiyle takip ediyoruz. Selamlar diyelim. Bu arada Cenk de yayını izliyormuş, Mesaide şu anda. Cenk, sana da selam olsun diyelim. Ruşen abi, şu soruyla devam etmek istiyorum. Aslında en zor kısımları konuştuk, Medyascope’un en zor meselelerini konuştuk. Yine Doğan Özkan’ın soruları; en güzel zamanlarımızı soruyor Doğan Özkan sana, “En güzel zamanlarınız nasıldı?” diye soruyor. Bir de tabii ki ‘‘Medyascope’un geleceği için neler planlıyorsun?’’ diye soruyor. Ne dersin?
Ruşen Çakır: Demin biraz bahsettim. Yerel seçimler, mesela 2018, 2019, 2023 ve 2024 seçimlerinde çok iyiydik. 2019 seçimlerinde, Maslak’a gelmeden önce, malum Sanayi Mahallesi’nde şöyle bir olay vardı, çok iyi hatırlıyorum. Avrupa Birliği’nin büyükelçiliklerinin 2 numaraları İstanbul’a gelmişlerdi. Ankara’dan yerel seçimi izlemeye gelmişlerdi. Beni de bir yemeğe davet ettiler gazeteci olarak. Ben dedim ki; “Ben gelemem ama isterseniz siz gelin.” İki midibüs dolusu diyelim, otobüs değil de minibüs de değil, diplomat bizim Sanayi Mahallesi’ne geldiler. Sen hatırlayacaksındır onu.
Gamze Elvan: Hatırlıyorum.
Ruşen Çakır: Ve orada, çok iyi hatırlıyorum, benimle konuşmaya gelmişlerdi; ama ben onlara dedim ki: ‘‘Burada arkadaşlarımız var.’’ Mesela Murat Utku o sırada bize katkıda bulunuyordu, hatırlanacaktır. Çiğdem Mater’in eşi. Çiğdem’e de çok selam yollayalım buradan, yıllardır hapiste yatıyor maalesef. Murat tku, çok iyi bir İngilizceyle İç Anadolu’da, Karadeniz’de gittiği yerlerdeki gözlemlerini anlattı. Sonra Edgar Akdeniz’de gezmişti, Edgar Şar da yine muazzam bir İngilizceyle Akdeniz’i anlattı. O zaman İrfan vardı, İrfan Bozan İstanbul ilçelerini anlattı. En son benim odaya geldiler. Ben de o bozuk İngilizcemle onlara Türkiye konusunda ahkam kestim. Şimdi orada neye uğradıklarını şaşırmışlardı, çünkü bir kurum var Türkiye’de, bir medya kurumu var ve bu medya kurumu genç insanlardan oluşuyor ve yerel seçimi canavar gibi takip ediyor. Yani şuna eminim, bunu hiçbir medya kuruluşunda böyle bir şekilde karşılaşmaları mümkün değildi. Orada gerçekten çok hoş, gurur duymuştum, çok mutlu olmuştum. Orada Avrupa Birliği’nin bütün ülkelerinin temsilcileri, bizim ne yaptığımızı, nasıl yaptığımızı yerinde, gazetecilik yerinde yapılır esas olarak, onu görmüşlerdi. Yani bizim en başarılı olduğumuz alanlar kesinlikle seçimlerdir. Yani bütün imkansızlıklara rağmen, bütün maddi imkansızlıklara, kadro sıkıntısına rağmen seçimlerde acayip performanslar gösterdik. Ama onun dışında çok hatırlamıyorum ama çok damga vuran işler yaptık, damga vuran söyleşiler. Mesela Meral Akşener, İYİ Parti’yi kurmadan önce ilk röportajını Medyascope’a vermişti.
Gamze Elvan: Evet.
Ruşen Çakır: Bülent Arınç, ilk ciddi kendi kanalları dışında, kendi kanalları çıkartmazken gelip bizimle konuşmuştu. Selahattin Demirtaş, bir sonraki seçimde, Kasım seçimleri öncesi her yerde ambargoluyken bizde canlı yayına çıkmıştı. Biz, Ankara katliamını canlı yayında verdik, oradan insanlarla en iptidai yöntemlerle, hatırlıyorum, Sırrı Süreyya Önder’le cep telefonuyla konuşarak, onun sesini dışarı vererek canlı yayınlar yaptık. Çok çarpıcı işler yaptık. Bir de şöyle şeyler yapmıştık, o Periscope zamanlarında; mesela bir dönem 27.50 oluyordu, değişik yerlerde, hatta genel merkezini de basmışlardı. Oralarda birtakım vatandaşlar Periscope’ta bunları çekiyorlardı, biz bunları alıp yükledik. Mesela Konya’daki meşhur ıslıklama meselesi, maçtaki saygı duruşunu ıslıklama meselesi. Suruç’la ilgili miydi ya da Ankara’daki bir IŞİD katliamı için yapılan saygı duruşunu ıslıklamışlardı mesela. O videoyu biz bir şekilde bulup yüklemiştik. Bizden başka yükleyen olmamıştı. Mesela onlar yüz binlerce izlendi. Böyle şeyler de yaptık. Yani o vatandaşın yaptığı işleri, şimdi bu çok yapılıyor, ama ilk başta Periscope zamanında bunu yapan belki de tek bizdik. Mesela birtakım terör saldırılarının ardından olay yeri görüntüleri ya da 15 Temmuz döneminde, 15 Temmuz gecesi yaşanan birtakım olayların görüntülerini, vatandaşların çektiği videolardan hareketle yükleyerek böyle bir şey de yaptık.Yani bunlar da çok önemli olaylardı ve riskliydi aslında. Onları yaptığımız için başımıza…Mesela Selahattin Demirtaş yayınını pekâlâ yarıda kestirilebilirdi gibi, böyle şeylerimiz var.
Gamze Elvan: Doğan Özkan, bu anılar üzerine ne güzel gülümsediğini söylemiş abi, haberin olsun. Onu da ileteyim. Bir izleyicimizin sorusu var, bu daha çok Servet abiyle Özge’yi ilgilendiriyor, bir de Büşra’yı. O sorunun cevabını ben ileteyim. Cüneyt Pala’nın sorusu: ‘‘Jenerikleriniz bazen uzun sürüyor, yayın başlayıncaya kadar kurdeşen döküyoruz.’’ Buna cevap veriyoruz. Servet abi ile Özge’nin cevabı: Twitter ve YouTube’a aynı anda gönderiyoruz yayınları. O nedenle YouTube’un algoritması uzun sürüyormuş. Daha sonra onları YouTube’dan kesmeye çalışıyormuşuz. Tamamen bu nedenle. Özensizlik ya da ciddiyetsizlikten değil, elimizde olmayan sebeplerden ötürüymüş. Özge ve Servet abiye de teşekkür ederim ayrıca. Ben devam edeyim; ‘‘Kulağımıza nefes alıp vermediğiniz mikrofonları almanız dileğiyle’’ demişler. Evet, o konuda da belki adımlar atacağız elbette. Bir izleyicimizin sana esprili bir yorumu var, bize de destek vermiş: ‘‘Ümit Özdağ ile mesafeyi koruyamadınız. ‘İşleri büyütmüşsünüz Ruşen’ muhabbetini hâlâ açıp izliyorum’’ demiş izleyicimiz. Doğan’ın bir sorusu var abi sana: ‘‘Medyascope spor yayın ihalesine ne zaman girecek? Katarlı olurum ben gerekirse’’ demiş.
Ruşen Çakır: Nasıl, spor?
Gamze Elvan: ‘‘Medyascope spor yayın ihalesine ne zaman girecek? Katarlı olurum ben gerekirse’’ demiş bizim spor servisi şefimiz, Doğa söylemiş abi. Neyse, devam edeyim. Şunu soralım; ‘‘Bilim, teknoloji ve müzik başlıklarında içerikler eklenebilir mi acaba?’’ diye sormuş izleyicilerimiz. Aslında bir noktada biz şimdi Netizen’le anlaşmaya başladık.
Ruşen Çakır: Bu Ümit Özdağ meselesinde bir şey söylemek istiyorum, Yakışıklı Borsacı’nın söylediğine. Şimdi şöyle bir şey var, bu gazetecilik acayip bir olay. Ben 1985’te gazeteciliğe başladım. İlk yıllarımda, gazeteciliğin ilk yıllarında Ankara’ya çok sık gidip geliyordum ve hatta bir dönem Ankara’da da çalıştım. Ümit Özdağ’la biz 86-87, belki biraz daha geçtir, o zaman tanıştık. Yanılmıyorsam Ümit Özdağ ya yeni doktorasını yapmıştı ya da araştırma görevlisiydi vesaire. Yani yaşlarımız da birbirine yakındır ve biz birbirimizi yıllardır tanırız. Yani en aşağı 35 yıldır falan tanırız ve senli benli konuşuruz. O daha siyasete girmeden önce ASAM diye bir yerdeydi vesaire, orada da çok konuştum. Kendisiyle değişik vesilelerle röportaj da yaptım ve siyasi olarak da birbirimizi biliriz yani. Ben ona ‘‘faşist’’ diye bakarım, o da bana komünist diye bakar. Yani böyle bir durum. Şimdi biz onunla yayın yaptığımızda, tabii ki siyasi parti lideri olduğu için sizli konuşuyoruz yayınlarda; ama sonuçta biz birbirine ulaşabilen, edebilen çok eski tanıdık insanlarız ve şu ana kadar da birbirimize karşı yaptığımız yanlış bir hareket olduğunu da hiçhatırlamıyorum. Yani bu aslında çok örnek bir şeydi. Şimdi o yayını yaptık. Yayının öncesinde yaptığımız videoda, tabii biz 30 küsur yıldır tanışan Ümit ve Ruşen olarak konuşuyorduk. Öncesinde yaptığımız o video üzerinden insanlar oradan hareketle bize acayip acayip laflar ettiler. İşte, “Şunu yapıyorsun, bunu yapıyorsun” vesaire dediler ve adlarıyla birtakım kurumlar, hiç kusura bakmasınlar ama, Uluslararası Af Örgütü’nün en üst düzey yöneticileri açık kimlikleriyle eleştirinin ötesinde ‘‘Burada bir iş var’’ gibi şeyler yazdılar. Ondan sonra bayağı bir saldırı geldi. Soldan gelen linçlerdendir bu. Sonra ne oldu? Bu olaydan 2-3 yıl sonra, belki daha azdır, Ümit Özdağ Kemal Kılıçdaroğlu’yla protokol imzaladı. Ve neyi alıyor? MİT’i alıyor, İçişleri Bakanlığı’nı alıyor, bilmem neyi alıyor. Hatta ben bir yayında dedim ki; “Ya İçişleri Bakanı olsaydı herhalde ilk beni tutuklardı” diye söyledim şaka yollu. Tutuklamazdı herhalde ama. Şimdi güçleri gazeteciye yetiyor ya da yettiğini sanıyorlar. Allah’a çok şükür, bu tür saldırılar karşısında pes eden bir yapımız yok. Kendilerine gereken cevapları, onların saygısızlığında olmadan da verdik. Ama şimdi kalkıp, bir yayın yaptık diye o kadar esip gürleyen; “Sen bunu nasıl çıkartırsın, niye çıkartıyorsun?” diyen insanlar, sonra bakıyorlar ki Cumhurbaşkanı seçildiği zaman Türkiye’yi kurtaracağını düşündükleri Kemal Kılıçdaroğlu, Ümit Özdağ’a İçişleri Bakanlığı’nı, Milli İstihbarat Teşkilatı’nı ve belki de bir iki bakanlığı daha veriyor. Ona bir şey olmuyor ya da oluyorsa da ona karşı gösterdikleri tepki daha az. Yani şöyle bir husus var ki bu çok acı. Mesela şimdi siyasetçilerde de bu çok yaygın bir moda: gazeteciye vurmak modası, gazeteciye saldırmak. Bizi kolay lokma sanıyorlar. Ona laf edemeyen, buna laf edemeyen bize saldırıyor. Sanki bu kişiler, Ümit Özdağ ve onun savunduğu fikirlerle çok ciddi cansiparane mücadele ediyorlar da biz ayaklarına çelme takmışız gibi. Yani böyle acayip bir durum. Bu gerçekten en can sıkıcı olaylardan birisiydi.Yani şundan dolayı… Ondan sonra da Ümit Özdağ’la ben yayın yaptım, konuştum da, arada sırada sohbet de ederiz vesaire. Ama oradaki şey çok acımasız. Şöyle bir husus var: Onca zaman bir şey yapıyorsun, fedakârlık yapıyorsun vesaire, ve yanlış da yapmış olabiliriz. Tamam, bu yanlış; bitiriyorlar, bitti, üzerine çarpı koyuyorlar. Ya ne oluyoruz, bir dakika! Yani burada böyle bir acımasızlık var ve bunun da sağcılıkla solculukla alakası yok. Herkes aynı, herkesin kendi küçük bir iktidar alanı var. O iktidar alanından herkes linççi ve herkes yasakçı. “Onu çıkartma, bunu çıkartma, ona şöyle davran, ona şöyle hitap et” gibi her şeyi dayatmaya çalışıyorlar.
Gamze Elvan: Şu bilim, teknoloji ve müzik alanları ile ilgili, daha çok aslında kültür-sanat haberlerimizle ilgili ben belki bir şey ekleyebilirim. Teknoloji alanında Netizen aslında çok yeni başladı. Önümüzdeki haftadan itibaren hafta içi her gün aslında en az bir haberini web sitemizden okuyabilirsiniz diyelim. Belki müzik alanında biraz eksiğiz, evet, haklısınız; ama birtakım adımlar atıyoruz. Mert Gümüş, yeni editör arkadaşımız, kültür-sanat alanında da birtakım çalışmalar yapmaya başladı, daha çok yeni. Yine sayfamızı takip edebilirsiniz diyelim ve içerikleri arttıracağız.
Ruşen Çakır: Bu tamamen insan malzemesiyle ilgili bir şey. Dönem dönem bazı arkadaşlarımız var, çalışan arkadaşlarımız; kültür-sanatla çok ilgili vesaire oluyorlar ve bir dönem çok kültür-sanat haberleri yapıyoruz. Sonra o arkadaş ayrılıyor, yeni gelen kişilerin de aynı özelliklere sahip olanları olmayabiliyor vesaire. Mesela bir dönem biz Kürtçe bülten yaptık. Çünkü güvenebileceğimiz iki tane arkadaş vardı, bir tanesi sonra ülkeyi terk etmek zorunda kaldı, diğeri devam etti. Ama daha sonra diğeri de kişisel nedenlerle ayrıldı ve biz yapamadık. Şimdi insanlar soruyorlar. Şimdi Mehmet geldi, Mehmet Tatlı, Kürtçe bilen, yani Kürtçe bilen dediğim ana dili zaten Kürtçe olan. Ama ana dili Kürtçe olup da iyi konuşamayanlar, yazamayanlar da var ama Mehmet öyle değil. Şimdi onunla o açığımızı kapatmaya çalışıyoruz. Bu tamamen, yani bilim meselesi vesaire, bu içerikle, içerik üretmekle ilgili bir şey. Dışarıdan yayınlar… Mesela bir ara biz bilim akademisi ile bayağı ortak yayınlar yaptık, sonra bir ara verdiler. Onlar mesela tekrar başlarsa, bir ölçüde herhalde oralardan ilerleme olur. Yani olabildiğince siyasetin dışına da çıkmaya çalışıyoruz.Ama izleyicilerimiz şunu da kabul etsinler ki esas önceliğimiz siyaset maalesef. Siyaseti iyi yapabilmemiz şart, iyi takip edebilmemiz şart. Diğerlerine sıra daha sonra geliyor maalesef.
Gamze Elvan: Ruşen abi, İdil Su Yonat’ın bir sorusu var. Bunu cevaplayalım. ‘‘Medyascope’ta Ruşen Çakır’ın memnun olmadığı, değiştirmek istediği hususlar var mı?’’ diye sormuş.
Ruşen Çakır: Var tabii ki, Ruşen Çakır’ın kendisi var.
Gamze Elvan: Niye öyle diyorsun abi? Biz senden memnunuz aslında.
Ruşen Çakır: Şimdi birtakım şeyler her dönem var, birtakım şeylerde zorlandığımız oluyor. Keşke buraları daha iyi yapabilsek vesaire falan dediğimiz şeyler olabiliyor. Ama bunların büyük bir kısmı — izleyicilerimiz bilsin — parayla ilgili meseleler, yani imkanlarla ilgili meseleler. Ben şu anda Medyascope’ta daha fazla muhabirin olmasını arzuluyorum, hele deneyimli, az buçuk deneyimli muhabirlerin olmasını arzuluyorum ve bakınıyoruz da. Ama bunların bütçemizle denk gelebilmesi lazım. Şimdi Ankara büromuzda sağ olsun Hıdır Göktaş temsilci olarak geldi, bayağı bir toparladı, etti. Ama sonra, benden bir yaş büyük olmasına rağmen yaşlılık gerekçesiyle kendini çekti. Ama şimdi Ankara büromuz birtakım takviyelerle çok iyi. Yani şu anda mesela Ankara’dan çok memnunum. İstanbul’dan da memnunum ama hala yapmamız gereken çok şey var ve bunları yapabilmemiz için gerçekten paraya ihtiyacımız var.Şimdi fon meselesinin şöyle bir zararı oldu: İnsanlar sanıyorlar ki böyle bir musluk açılmış, biz oradan kana kana para içiyoruz. Böyle bir şey yok. Her seferinde, 9 yıl boyunca biz her seferinde ucu ucuna gittik. Çok şükür şu ana kadar hiçbir zaman çalışanlarımızın maaşını geç ödeme, bilmem ne gibi bir durumumuz olmadı.
Gamze Elvan: Hiç olmadı. Evet.
Ruşen Çakır: Çalışanların hak edişleri hep zamanında verildi; ayrılanların tazminatı vesaire falan onlardan yana sorunumuz olmadı. Ama her seferinde gerçekten bir iki ay ötesini göremiyoruz. Böyle bir sorun var. İnsanlar sanıyor ki biz fonlarla acayip bir hayat sürüyoruz. Böyle bir şey yok. Ve özellikle izleyicilerin katkısı bu anlamda çok önemli. YouTube gelirleri çok önemli. Artıyor ama sonuçta yetmiyor. YouTube ‘‘Katıl’’dan ya da Patreon’dan gelen destekler çok işimize yarıyor, ama yetmiyor. Ne kadar çok maddi imkanımız olursa, o kadar daha deneyimli gazeteciye sahip olabiliriz ve şu da çok önemli tabii, çalışanlarımızın standartlarını yükseltiriz. Bunlar da kesinlikle üretilen işin niteliğini birinci derecede etkileyen bir unsur. Mesela şimdi asgari ücrete ara zam yapılmadı, biliyorsunuz Türkiye’de ama biz kendi imkanlarımızla yaptık, çok fazla yapamadık ama yaptık. Keşke çok daha fazla yapabilsek; ama bunu yapabilmemiz için gerçekten gelirlerimizin, reklam geliri, izleyicilerden gelen direkt gelirlerin artması lazım.O anlamda gerçekten izleyicilerimizin desteğine ihtiyacımız var.
Gamze Elvan: Belki bu sorunun devamı olması niteliğinde iyi olabilir, finansal zorluklar üzerine sormuş Ruken Kaya: ‘‘Bu işte çok emek, alın teri varsa bırakmak kolay olmaz. Hiç pes etme noktasına geldiniz mi?’’ diye sormuş.
Ruşen Çakır: Pes etme noktasına mali açıdan gelmedik. Pes etme noktasına Türkiye’nin hali açısından gelmiş olabilirim. Yani, Türkiye’de birçok şeyi insan hakikaten niye yaptığını bir yerden sonra kaçırıyor. Yani bunu bir şey olarak görmeyin. Yani, gün yüzü görmeden çekip gideceğiz bu dünyadan. Ben kendimi bildim bileli… Ve çok ilginç, açıkçası gazetecilik hayatımın en teknoloji nedeniyle imkanların en geniş olduğu, habere ulaşmanın, haber kaynağına ulaşmanın en kolay olduğu bir dönemde, ama Türkiye’de gazetecilik yapmanın en zor olduğu bir çağda yaşıyoruz, bir dönemde yaşıyoruz. Böyle kötü bir dönem ben yaşamadım. 1985 yılında başladım, 12 Eylül’ün etkileri hâlâ sürüyordu. 1990’lı yıllarda Kürt meselesi üzerinden çok ciddi sorunlar yaşandı vesaire, ama bugünkü gibi gazeteciliğin üzerinde bu kadar baskının olduğu bir döneme tanık olmadım. Böyle acı bir durum var. Bunu özellikle kayda geçirmek istiyorum.
Gamze Elvan: Naci Bey; seni seyretmekten keyif aldığını söylemiş Ruşen abi. Cüneyt Pala; “Yayınlarınızın haftalık programı olsa da zamanımızı daha etkili kullanabilsek. Bazen pisi pisine kaçırdığım programlar oluyor” demiş. Aslında WhatsApp haber hattımız ve Telegram var. Aliye chat’a koydu diye biliyorum. Belki oralardan takip etmek sizler için çok daha iyi olabilir diyeyim. ‘‘‘Transatlantik’ yayını özellikle önümüzdeki günlerde aksarsa travma yaşarız. Keşke şu 3 ay zarfında daha sık yayınlansa’’ demişler. Cüneyt Pala demiş. Ruşen abi, ne dersin?
Ruşen Çakır: Şimdi ‘‘Transatlantik’’ konusunda evet, bizim en önemli yayınlarımızdan. Daha demin Gönül’le bir muhabbet ettik bu konuda; ama hem Gönül hem Ömer çok yoğunlar. Bunu yapabiliyor olmaları bile başlı başına büyük bir fedakarlık. Gerçekten ikisinin de çok önemli işleri var. Onlar da çok seviyor. Geçen Macaristan’da mı ne, havaalanında bir Türk kadın, hatta başörtülüymüş, gelmiş Gönül’e “Sizi Transatlantik’ten izliyoruz” falan demiş. Çok etkilenmiş Gönül. Öyle şeyler de oluyor. Ama haftada bir yapabilmek bile yeterli. Onları gerçekten çok da alıkoymamız mümkün olamıyor. Hatta bazen biliyorsunuz, ikisinin aynı anda olamadığı yayınlar da oluyor. Çünkü birisinin son anda toplantısı çıkıyor vesaire falan. Ömer’in okulda sınavları, şunlar bunlar… Bayağı yoğunlar yani.
Gamze Elvan: Ruşen abi, en keyif aldığın ve en sıkıntılı röportajını sormuş Ruken Kaya. Belki ben buna ek olarak Medyascope’ta olanı da sormak isterim. Hem gazetecilik kariyerin anlamında hem de Medyascope’ta en keyif aldığın ve en sıkıntılı röportajların hangisi?
Ruşen Çakır: Vallahi, sıkıntılı röportaj… Şimdi isim vermeyeceğim, bir iki kişiyle öyle oldu. Yani çıkartmak zorundaydım ama benim uykum geldi. Siyasetçiler… Mecburen çıkarttım, ama böyle oldu yani. Ama en keyif aldığım kesinlikle Selahattin Demirtaş röportajıdır, 2015’teki röportajdır. Ama onun dışında Bülent Arınç, Meral Akşener, demin bahsettiğim o röportajlar çok çok önemliydi. Mesela ilk çıktığında, DEVA Partisi ilk kurulduğunda Ali Babacan’la yaptığımız röportaj çok ilgi görmüştü. İçerik olarak çok neydi bilmiyorum ama zamanı çok iyi denk gelmişti.Onun dışında bakıyorum, aslında nasıl söyleyeyim, çok kişiyle yaptık. Keşke iktidardan daha fazla kişiyle yapabilseydik. İstemiyorlar, çekiniyorlar vesaire, ihtiyaç duymuyorlar. Ama mesela en son İzmir’de AK Parti’nin belediye başkan adayı Hamza Dağ’la yaptık. İyi bir yayındı. Böyle insanlarla röportaj yapmak çok daha keyifli oluyor; böyle bir kendine güvenen, konusuna hakim, diyecek lafı olan… Bir de mesela Meral Akşener, Bülent Arınç olayları öyleydi. Bir şey söylemek istiyorlardı ve ben çıktım karşılarına, orayı bir şey olarak kullandılar. Medyascope öncesinde mesela Hanefi Avcı yayınımız vardı, Mirgün Cabas’la NTV’de. Mesela o da böyle acayip bir olay yaratmıştı, o bambaşka bir şeydi.Tabii, NTV olunca çok daha farklı oluyor ama Medyascope’ta en çok tabii ki siyasetçiler… Bir de ben çok keyif aldığım röportajlar yapıyorum. Mesela Cemal Kafadar’la… Ne zamandır beni sallıyor ama bir daha yapmaya çalışıyorum. Ali Yaycıoğlu’yla mesela… Öyle daha entelektüel, doğrudan siyasi olmayan konularda yapmak daha hoşuma gidiyor.
Gamze Elvan: Ruşen abi, bir video izletmek istiyorum. Video izletmemin sebebi de Muharrem Palaz’ın da aslında bir noktada söylemesi. Medyascope’ta kültür-tarih sohbetlerini, Müge ablanın ‘‘Zeytin Dalı’’ programı gibi birtakım programları çok sevdiğini ve ilgiyle takip ettiğini söylemiş. Ben de hem eskiden program yapan hem de şu an mevcut programlarını devam ettiren programcılarımızın mesajını yayınlamak istiyorum. Bunu vereyim, bu videoyu verelim hemen diyeyim, seni de birazcık rahatlatmış olayım.
———————————————————————————————————————
Gamze Elvan: Hıdır Göktaş’ın röportajlarını özlediğini de söylüyor, Doğan Özkan. Emin olun biz de çok özlüyoruz ama Hıdır abi, az önce de Ruşen abinin söylediği gibi inzivaya çekildi. ‘‘ABD seçim özel programları istiyoruz’’ demişsiniz. Doğan Özkan. Murat Türsan ve Ali Deniz Çakır çalışmaya başladı. Yakında o programlarımız da gelecek. ‘‘Yurt dışındaki saygın ve sosyal demokrat gazetecilerle haber alışverişi yapsanız, Türkiye ve o ülkelerdeki haberlerle ilgili olarak, bence uluslararası dayanışma açısından bir ilk olabilir’’ demiş izleyicimiz Yeşim Miller. Ruşen abi, ne dersin? Aslında Senem, bu konuda epey fikir alışverişi de yapıyor diye biliyorum. Hem yayınlar yapıyor hem de az önce sen açıkladın.
Ruşen Çakır: Şu anda, nasıl söyleyeyim, yabancı dilde yayın yapmaya tekrar ağırlık verirsek olabilir ama şu anda zaten ihtiyacımız olduğunda ulaşabildiğimiz çok kişi oluyor. Ancak şu anda yabancı dil yayınları biraz geri plana attık. Eğer atmamış olsaydık, mesela İngilizce bültenimiz, Fransızca bültenimiz sürüyor olsaydı, oralarda çok daha fazla – ki zamanında böyle yapıyorduk zaten – oralardan insanlarla yayınlar yapılıyordu. Öyle olursa, tekrar onları öne çıkartabiliriz.
Gamze Elvan: Hazır dış haberler demişken, yine Senem’e gelmiş bir yorum: “Medyascope English’in dünya ve Türkiye haberlerini günlük vermesi, Medyascope’u uluslararası haber platformuna taşır” demiş. Senem ayrıca size teşekkür etmiş, bunu da iletmiş olayım. “Medyascope’ta felsefe yayınları yapmayı düşünüyor musunuz?” diye sormuş bir izleyicimiz. Ne dersin Ruşen abi?
Ruşen Çakır: Ne yapmayı?
Gamze Elvan: ‘‘Felsefe yayınları gibi yayınlar yapmayı düşünüyor musunuz?’’ diye sormuş izleyicilerimiz.
Ruşen Çakır: Yani onu yapabiliriz. Ama mesela rahmetli Metin Sarfati bir anlamda yapıyordu bunu. Ona birilerinin talip olması lazım, bizim aklımıza esmesi lazım. Öyle olur ancak. Yani, birisi kalkıp onu önerecek, biz de hakikaten olabileceğini düşüneceğiz, öyle olabilir. Yoksa bizden birisinin felsefe yayını yapması diye bir şey söz konusu olamaz. Çünkü o yetkinlik gerektiren bir iş.
Gamze Elvan:Evet. Bence de öyle. Adem Adem; “Medyascope sadece Kürtçe değil, aynı zamanda Lazca, Gürcüce, Çerkezce, Pomakça gibi Anadolu’nun etnik dillerinde haftada bir kere de olsa haftanın özet haberlerini sunarsanız çok kıymetli olur” demiş. Ama bence şu an buna ilgi duyacak biri yokmuş gibi. Ne dersin Ruşen abi?
Ruşen Çakır: O konuda şöyle bir şey var, bu tamam, güzel ama şunu unutmayalım: Bunu birilerinin yapıyor olması lazım ve bizim kapımızı çalması lazım. Yani birisi kalkıp “Ya ben size Gürcüce haber yapabilirim” demesi lazım. Yani ben kalkıp şimdi Gürcüce bana haber yapacak insan aramam falan, bu çok kolay bir şey değil. Biz mümkün olduğu kadar tüm kültürlere sahip çıkmaya çalışıyoruz ama bunun olabilmesi için bir arzın olması lazım. O arz olursa, o zaman değerlendiririz.
Gamze Elvan: ‘‘Faruk Bildirici ile Ayşenur Arslan gibi deneyimli, değerli gazetecilerle haftalık yayınlar yapılsa, onlar Medyascope’ta program yapsa çok kıymetli olur’’ demişler. Adem Adem demiş.
Ruşen Çakır: Faruk arada sırada bize konuk oluyor zaten ama onun kendi bir rutini var. Ayşenur Arslan da hâlâ Halk TV’nin zaten elemanı. Program yapmasa da orada internet sitesinde haber yazıyor. Yoksa Ayşenur Arslan, bilmeyenlere tekrar söyleyeyim; benim gazetecilik hayatımdaki ilk şefimdir. Nokta dergisinde çalıştığımda ilk şefimdir, çok severim kendisini. Ama onun bir yeri var zaten, oradan yani Halk TV’den Medyascope’a gelmesi pek akıl kârı olmaz.
Gamze Elvan: Ruşen abi, yine Doğan Özkan’ın sana bir önerisi var. ‘‘Kendinizi klonlayın, çok yoruluyorsunuz bazen’’ demiş.
Ruşen Çakır: Neyse.
Gamze Elvan: Yine senin çok inatçı ve nedense değişime açık olmadığını söylemişler Ruşen abi. Ben çok aynı fikirde değilim aslında. Bence değişime açık birisin.
Ruşen Çakır: Yeşim Hanım’ın neden öyle dediğini biliyorum. O, Amerikan seçimleriyle ilgili bize yolladığı maillerden hareketle söylüyor herhalde. Şimdi nasıl adımız Trump’a, pardon, Trump, Allah yazdıysa bozsun, Kemal Kılıçdaroğlucu’ya çıktıysa, Yeşim Hanım da bizi Demokrat Partili sanıyor. Öyle bir şey yok. Bana ne, yani kim ne olursa olsun. Değişime kapalı falan değiliz. Sürekli değişiyoruz. Yani ben şahıs olarak değişmek… Öyle bir şey yok yani, böyle bir şeyler var da yok sayıyor falan değiliz.
Gamze Elvan: Ruşen abi, yine bir izleyicimizin önerisi var; “Linç kültürü üzerine düzenli yayın yapmanızı öneriyorum” demiş Cüneyt Pala. Belki, bilmiyorum ister misin? Konuklarla aslında konuşuyoruz konusu geldikçe diye düşünüyorum ben. Sen ne dersin?
Ruşen Çakır: Evet, yani şimdi düzenli yayın yapmak başka bir şey. Orada bizim yapmamız kadar düzenli yayın yapılacak kişinin… Yani bazı insanlar yapamıyor. Mesela birçok kişi şey oldu, belli bir yerde tükendiğini düşündü, vesaire. İşleri oluyor, bilmem ne oluyor, vesaire oluyor. Yani biz burada sürekli duruyoruz ama insanlar o periyodu tutturamayabiliyorlar. Onun için düzenli yayın yapmak öyle kolay bir iş değil. Çok kişi var, düzenli yayın yapsak iyi olur dediğimiz. Ama onların buna gelebilmesi lazım.
Gamze Elvan: İzleyicilerimizin hem teşekkürleri hem de nice yıllara dilekleri var. Çok teşekkür ederiz onlara. ‘‘Kendinizi ve yaşadıklarınızı anlatan ‘Gomaşinen’ gibi ‘‘Medyascope anıları’’ başlıklı bir kitap hazırlığınız var mı?’’ diye sormuş Doğan Özkan.
Ruşen Çakır: Yok artık, yani daha fazla yok.
Gamze Elvan: Neden olmasın aslında?
Ruşen Çakır: ‘‘Gomaşinen’’ yaptım, yeter artık. Daha fazla yapmaya gerek yok şu anda, kalsın.
Gamze Elvan: Aslında güzel olurdu bence de, iyi fikir bence.
Ruşen Çakır: Şöyle bir şey var ama, şunu söyleyeyim; benim yaptığım yayınların hemen hemen hepsinin deşifresi yapıldı ve onlar hem Medyascope’ta var hem de rusencakir.com sitemde. Şu ana kadar, yani gazetecilik hayatımda yazdığım yazıların neredeyse hepsi, ilk yıllardakilerin bazılarına ulaşamadıklarım oldu tabii, ama onların hepsi orada var. Oraya bakabilirler, insanlar çok istiyorlarsa. Ama yani yeter artık, şey yapmayalım.
Gamze Elvan: Bir izleyicimiz sormuş: ‘‘Her şey yolunda giderse, Ankara’da olduğu gibi başka şehirlerde de şubeleşmeyi düşünür müsünüz? Antalya, Eskişehir, İzmir, Trabzon gibi.’’ Aslında Diyarbakır’da var, Ankara’da var.
Ruşen Çakır: İmkanımız olursa belki İzmir’de yapabiliriz. Ama şu haliyle bakıldığı zaman, bize lüks kaçıyor açıkçası. Ankara’da büromuz var, Diyarbakır’da tek başına büro olan bir Ferit’imiz var. İzmir’de bir ara bir arkadaşımız vardı, fena da olmuyordu ama sonra bitti o iş. Belki daha sonra bakarız. Ama bunun yerine yerel gazetecilerle ilişkilerle bir şeyler yapmaya çalışıyoruz son dönemde. Medyascope sayfasına baktığınız zaman görebilirsiniz; Güneydoğu’dan, Adıyaman’dan, Hatay’dan, İzmir’den, Bursa’dan gazetecilerin işlerini yayınlıyoruz.
Gamze Elvan: Siirt’ten de geldi bu arada, izleyicilerimize de söyleyelim. Dersim’den de gelecek, Dersim Haber’den gelecek. Bugün de Cemil Tugay’ın haberini aslında girdik. Yine Demokrat Gündem’in haberiydi. Bu akşam Cemil Tugay’la röportajlarını da izleyebilirsiniz Medyascope’un YouTube kanalından. Bunu da önden duyurmuş olayım diyeyim. Emel Öktem Çınar; ‘‘Bir yüz yüze Medyascope ve destekçileri buluşması olsa çok zorlar mı?’’ diye sormuş. Aslında biz bunu Medyascope’un ilk zamanlarında yapmıştık; ‘‘Medyascope okulları’’ diye. Öyle bir şey mi yapmak gerekir ya da destekçilerle buluşmak gibi mi?
Ruşen Çakır: Bir kere iki destekçimiz yayına geldiler; Doğan Bey ile Ruken Hanım. Böyle şeyler yapabiliriz, pekala mümkün. Tabii İstanbul’da yapabiliriz, İstanbul’a gelmeleri durumunda. Yani İstanbul’da yaşamayanların İstanbul’a gelmeleri durumunda yaparız tabii seve seve.
Gamze Elvan: ‘‘Erdoğan iktidarını kaybederse sizin yayınınıza çıkar mı? Abdullah Gül’ü hiç çıkartmak istemiş miydiniz?’’ diye sormuş Kemal İslim.
Ruşen Çakır: Abdullah Gül’ü çıkartmak istedim, birkaç kere kendisine söyledim, o istemedi. Artık istese de bana çıkacağını sanmıyorum; çünkü yaptığım bir yorumdan dolayı rahatsız olduğunu duydum. Neyse. Erdoğan iktidarını kaybederse benim yayınıma, bizim yayınımıza çıkar mı? Pekala çıkar, hatta Erdoğan iktidarını kaybetmeden de çıkabilir. Ama tabii çıkmıyor, tercih etmiyor. Ama ben çıkartmak isterim. Bir şekilde kendisine bunu da söyleyebilsem, iletebilsem ileteceğim. Ama herhalde olmaz. Bizim kimseyle bir meselemiz yok. Yani herkesle, bir meşruiyeti olan herkesle gazeteci olarak yayın yaparız, röportaj yaparız. Bu Erdoğan da olabilir, başka herhangi birisi de olabilir, böyle bir çekincemiz vesairemiz yok. Biz herkesle yayın yaparız; ama herkes bizimle yayın yapmak istemiyor, öyle de bir gerçek var.
Gamze Elvan: ‘‘Ali Yaycıoğlu ve Cemel Kafadar söyleşileri çok iyiydi’’ demiş Cüneyt Pala. Yeşim Miller de, “Ruşen Bey, siz de beni iyi tanımışsınız” demiş. ‘‘Soğukkanlı ve sakin olmayı, sakin yorumlamayı nasıl başarıyorsunuz?’’ demiş Ahmet Gülen.
Ruşen Çakır: Bugün mesela Kemal Kılıçdaroğlu yayınına da birisi çok haklı bir yorum yazmış YouTube’da. Diyor ki mealen; “Nasıl sakin anlatıyorsunuz?” Halbuki ben normalde arkadaşlar arasında o yayını yapıyor olsam bambaşka şeyler söylerdim. Bu bizim işimiz. Yani şöyle, süreklilik önemli olan. Bir yayın yaparsınız, her şeyi kesip atarsınız, ondan sonra ikinci bir yayın yaparsınız; üçüncü bir yayın yapamazsınız, böyle bir şey olamaz. Süreklilik önemli olan. Bir de olabildiğince sakin olmak gerekiyor ki insanlar sizi dinlesin, insanlar sizi taraf tutmak, tutmamak, karşı çıkmak üzerinden anlamasın. Şimdi birçok kişi bunu yapıyor, çok da izleniyorlar vesaire, biliyorum; ama onlar genellikle gaz veriyorlar, gaz alıyorlar. Yani bizim böyle bir derdimiz yok. Bizim mesela çok nadide fikirlerimiz yok. Hani mesela benim bugünkü Kılıçdaroğlu yayınlarında söylediğim şeyler çok da olağanüstü laflar değil. ‘‘Kılıçdaroğlu şunu yapsın, bunu yapsın’’ gibi bir üslupla yapmıyoruz, yapmayacağız. Bizim böyle bir derdimiz yok, gazetecilik böyle bir şey değil. Ama bazı insanlar bunu tercih ediyor.
Gamze Elvan: ‘‘Kadri Gürsel ve Özer Sencar’la karşılıklı yayın yapar mısınız?’’ demiş bir izleyicimiz. Başka bir izleyicimiz de cevap olarak demiş ki; ‘‘Vallahi harika bir fikir ama Kadri Bey çok alıngan maalesef’’ demiş Ruşen abi.
Ruşen Çakır: Kadri Bey’den… Neyse o konuyu açmayalım. Özer Bey gönül koydu zaten, artık şey yapmıyor, ne derler, küstü. Yapacak bir şey yok. Seçim zamanı yaklaşsın, o zaman bakarız.
Gamze Elvan: Bir izleyicimiz, belki buna ben cevap verebilirim. Aslında ben değil de… ‘‘Nuray Mert neden hiç ‘Hoş bulduk’ demedi?’’ diyor izleyicimiz. ‘‘Hoş geldiniz, demekten neden Gökçe vazgeçmedi?’’ diye sormuş. Bunu Gökçe’ye de Nuray Hoca’ya da soracağım, özellikle soracağım. Murat Türsan; ‘‘Günlük haberlerin İngilizce yayınlanması çok isabetli olur’’ demiş. Bence de iyi bir fikir. Sen ne dersin bilmiyorum. Yurt dışından takip eden izleyicilerimize çok teşekkür ederiz. Sizlerin de desteklerinizle daha çok büyüyeceğiz diyelim. ‘‘Medyascope’a destek vermek bir istek değil, ihtiyaç bizim için. Şartlar ne kadar zor olursa olsun devam edeceğiz’’ demiş Emel Öktem. Çok teşekkür ediyoruz. Bir izleyicimizin sorusu; ‘‘Nur Betül Aras’ın yazılarını severek okuyorum. Tekrar canlı yayına alır mısınız?’’ diye sormuş.
Ruşen Çakır: Olur, ama bir bağlam olması lazım. Bir bağlam olursa, bir şeye denk gelirse olabilir pekala. Neden olmasın?
Gamze Elvan: Ruşen abi, bu son sorum olsun. Bir de tabii belki gelecek planlarımızı konuşuruz son olarak. ‘‘Üniversitelerden, İletişim Fakülteleri’nde eğitim alan öğrencileri cesaretlendirip, hazırladıkları kısa haberleri size gönderecekleri bir program hazırlasanız, gazeteci adaylarının önünü açabilirsiniz’’ demiş Adem Adem. Bize böyle bir öneri sunmuş.
Ruşen Çakır: Adem Adem isimli arkadaşa şunu söyleyeyim; önünü açmak değil, önünü kapatmış oluruz. Yani, Medyascope’ta diyelim ki Çankırı İletişim Fakültesi’nden bir öğrencinin kısa bir videosu Medyascope’ta çıktığı zaman o kişinin hoşuna gidebilir ama şu andaki üniversite yapısıyla bakıldığı zaman hocalarının herhalde pek hoşuna gitmeyecektir. Maalesef öyle bir durumumuz var. İletişim Fakültesi öğrencilerine yönelik başka şeyler düşündük, daha önce yaptık, bundan sonra da yapmayı düşünüyoruz; ama bu dediğiniz olay pek olabilecek bir şey değil. Çünkü o genç arkadaşların durumlarını riske atmış oluruz. Maalesef Türkiye böyle bir durumda. Şimdi, bundan sonrası için planlarımız ne? Bir kere, her şeyden önce gerçekçi olalım; planımız ayakta kalmak. Önceliğimiz bu; ayakta kalmak. Çizgimizden taviz vermemek, kimseye tabi olmamak, kimseye biat etmemek, özgürlüğümüzü koruyarak olabildiğince çok yönlü, çoğulcu bir çizgiyi sürdürmek. Bu kolay bir şey değil. Bunları yaparken, ayakta kalırken tabii ki daha iyi yayın yapmak, daha fazla yayın yapmak, daha farklı alanlara açılmak, daha çok kişiyi katmak gibi hedeflerimiz var ve buna yönelik birtakım tasarılarımız da var.Ama şöyle bir husus var: Bizim gibi bağımsız kuruluşların çabalarıyla ya da bağımsız gazeteci çabalarının ardından var olan birtakım kurumlarda bir silkinme oldu. Yani Halk TV, Sözcü TV, FOX TV ya da yeni adıyla NOW TV, buralarda da daha fazla gazetecilik, daha kaliteli yayıncılık yapma arayışı öne çıktı. Bu aslında iyi bir şey. Ama eskiden çok fazla rakibimiz yoktu; şimdi onlarla yarışabilmemiz bayağı zor oluyor, imkanlar nedeniyle zor oluyor. Bir de şöyle bir şey var; bizi insanlar YouTube’dan izliyor, ama onları uydudan, evlerden vesaire izleyebiliyorlar. Yine de biz o farkımızı koruyacağız. O farkı korurken de o kurumların örnek aldığı bir yer olmaya devam edeceğiz. Yine bizden telefon numarası istemeye devam edecekler. ‘‘Geçen size birisi çıktı, onun bize numarasını verir misiniz?’’ diye soracaklar, sonra onu yine ertesi gün orada göreceğiz. Bunu koruyabilmek bile başlı başına bir çaba gerektiriyor; onu yapacağız. Onun dışında böyle çok büyük “Şunlar olacak, bunlar olacak” transfer vesaire falan gibi şeyler yok. Ben mütevazı bir şekilde yola devam edeceğimizin, bu süreçten pes etmeyeceğimizin garantisini verebilirim. Ama bu, Türkiye’nin koşullarıyla doğrudan alakalı bir şey. Türkiye’de bir ara normalleşme dendi; şimdi tekrar sertleşme oldu. En son gördünüz, Alpay Özalan’ın yaptığı olaylar ve alkışlanması falan. Bu, birçok şeyin daha kötüye gidebileceğinin işaretçisi ve bundan biz de olumsuz olarak etkileneceğiz. Ya da işte dün ya da önceki akşam Suavi’nin Beykoz’daki konserinde muhatap olduğu husus ya da bizim haberlerimize trollerin sosyal medyadan yaptıkları tacizler, vesaireler. Bunlar çok tatsız. Şöyle bir örnek vereyim; İzmir yangını ile ilgili bir vatandaşın şu sözünü başlığa çıkartmıştık: “Biz vergi veriyoruz, devlet niye bize destek olmuyor?” Bunu paylaştım, sadece bunu paylaştım, haberi paylaştım, başlığı bu. Yani çok acı. Bunun üzerinden yüzlerce, abartmıyorum, yüzlerce saldırı mesajı geldi X’ten. Şimdi biz haberlerimizin ne kadar okunduğunu falan görebiliyoruz. Haberin okunması çok mütevazı, diyelim ki 200-300 kişi tarafından okunmuş, kısa bir haber yani. Ama bir anda bir bakıyorsunuz, onlarca kişi bilmem ne vesaire, size ‘‘terörist’’ diyor. Şunu yapanlar da var: Ben o haberi paylaşarak provokasyon yapıyormuşum. Altına İçişleri Bakanlığı’nı, CİMER’i etiketliyor, ihbar ediyor yani. Böyle bir ülkede yaşıyoruz ve bunu her gün yaşıyoruz. Bugün ondan dolayı oluyor, bir önceki gün başka bir şeyden dolayı oluyor, bir başka gün LGBTİ birisini konuşturduğumuz için oluyor, bir başka gün bir Kürt’ü konuşturduğumuz için oluyor vesaire. Ve sürekli bir saldırı altında, tehditlere maruz kalarak çalışıyoruz. Tabii bunların çoğu palavra şeyler ama olacak gibi değil; böyle bir ortamda bu işi yapıyoruz. Burada öncelikle insanın ruh sağlığını koruyabilmesi lazım, ondan sonra işine odaklanabilmesi lazım. Ama şartların çok da iyi olmadığını görmenizi rica ediyorum. Kolay bir iş değil yani yaptığımız. Bunu acındırmak anlamında söylemiyorum. Bazen insanlar şöyle şeyler söylüyor: “Şunu niye yapmadınız, bunu niye yapmadınız, bunu niye konuşmadınız, şuraya niye gitmediniz?” falan. Bunları yapabilmenin zemininin olup olmadığına baksınlar. Mesela şimdi şöyle bir şey gördüm. Ergun Babahan, Kanada’da yaşıyor, Montreal’de, bilenler bilir. Bir ara Türkiye’nin en önde gelen gazetelerinin genel yayın yönetmenliğini yaptı. Sonra Fethullahçılarla kanka olunca ülkeyi terk etti. Onunla bir röportaj yapmışlar. Tanırım da Ergun’u. Ergun demiş ki: “Türkiye’de habercilik öldü, haber heyecanı yok.” Biz burada neler yapıyoruz, neler yapmaya çalışıyoruz gerçekten, bu Türkiye koşullarında. Ondan sonra yurt dışından birileri kalkıyor, “Bunların haber heyecanı yok” vesaire diye ahkam kesiyor. Böyle bir şey yok. Gerçekten zor bir şey. Burada şunu söyleyeyim özellikle; zor ama aynı zamanda vatandaş olarak yaşamak da zor. Yani gazeteci olarak yaşamak tek başına zor değil. Mesela işte Dilruba tutuklu, hala tutuklu. Neden? Bir şey söylediği için tutuklu. Şimdi geçen gün biz, cuma günü izleyenler olmuştur, ‘‘Haftaya Bakış’’a başladık. ‘‘Haftaya Bakış’’ın ilk girişinde ne yaptık; “Medyascope’un 9 yılını konuşalım” dedik. Hemen bir izleyici şöyle yazdı; “Dilruba tutukluyken konuştuğunuz şeye bakın.’’ Pardon, Alpay olayı, ‘‘Meclis’te kan atmışken…’’ İkisinden birisi, neyse. Böyle bir ülkedeyiz.Yani şunu söyleyeyim; çok destek veren var, hakikaten çok müteşekkiriz. Ama destek verenlerin sayısının Türkiye gibi bir ülkede çok yüksek olmaması bizim içimizi acıtıyor. Onu özellikle vurgulamak istiyorum. Bunu bir şikayet olarak değil, bir durum tespiti olarak almak lazım. Böyle bir ülkede bir şeylere direnebilmek, ayakta kalabilmek çok zor. Olay sadece gazetecinin, siyasetçinin, STK yöneticisinin yapacağı bir olay değil; vatandaşın bir şekilde dahil olması gereken bir olaydan bahsediyoruz. Vatandaşın daha fazla dahil olması lazım.
Gamze Elvan: Ruşen Abi, bir izleyicimiz, Yakışıklı Borsacı bir anısını seninle paylaşmak istemiş: “Dedem, ‘Ben YouTube’dan haber izlemem’ derdi. Ben de Akıllı TV’de sizin kanalı açıp izlettiriyordum. ‘Hangi kanal bu?’ diye sorunca, ‘Kanal Millet’ diyordum. Bu da benim size anlatacağım anım olsun” demiş izleyicimiz.
Ruşen Çakır: “Kanal Millet” güzelmiş. Bizim adımız da zor ama bu adı zorla da olsa insanlara bellettik. Gerçekten iyi de oldu. Medyascope’un sonundaki “Scope”, Periscope’tan geldi. Periscope öldü, biz yaşamaya devam ediyoruz. İnşallah ömrümüz daha uzun olur.
Gamze Elvan: İnşallah abi. Sana editörlerimizin bir sorusu var. Onları ileteyim ve sonra yavaş yavaş toparlayalım yayını. Cenk’ten geldi; ‘‘En çok röportaj yapmak istediğin üç isim nedir?’’ Bu birinci sorusu. İkinci sorusu da ‘‘İsmet Özel’le yayın yapmak istemez misin?’’ diye sormuş.
Ruşen Çakır: İsmet Özel. İsmet Bey’le çok eski bir tanışıklığımız var, yıllardır görmüyorum. Ama İsmet Bey çok zordur. Zamanında yayın yapmak ne kelime, röportaj yapmak bile zordu. Ama yapmıştım, çok da güzel şeyler söylemişti zamanında Refah Partisi hakkında. 28 Şubat’la ilgiliydi. 28 Şubat dönemiydi yanılmıyorsam. Ama İsmet Bey’le yayın yapmasam daha iyi olur. Ben onun çünkü şiirlerini çok severim, öyle kalsın, uzakta kalsın diyelim.
Gamze Elvan: Yapacak bir şey yok diyelim Cenk’e.
Ruşen Çakır: En çok yayın yapmak istediğim üç kişi: Bir kere tabii ki Erdoğan’ın kendisi. Erdoğan’la daha önce televizyon yayınlarında, NTV yayınlarında ekibin içerisinde çok oldum. Hemen hemen NTV’de çalıştığım dönemde, Erdoğan’ın çıktığı tüm yayınlarda ben de vardım. Yani Erdoğan’la konuşmak isterim. Türkiye’de onun dışında konuşmak istediğim çok kişi var mı, çok emin değilim. Konuşmuyor, ama mesela konuşacak olsa Sedat Peker’le konuşmak isterim. Çünkü anlattıkları çok önemliydi ama susması da çok önemli. Konuşmaz herhalde diye düşünüyorum. Onun dışında dünyadan birileri olabilir. Ama şu anda “Şununla muhakkak bir şey yapsam” diyeceğim insan var mı, açıkçası şu anda aklıma gelmiyor. Tabii, şunu yapmak isterim, iki tane şey, olmaz ama: Abdullah Öcalan’la ve Selahattin Demirtaş’la cezaevinde röportaj yapmak isterim. Yazılı değil de yüz yüze yapmak isterim. Bunların olacağını sanmıyorum ama olsa çok iyi olur ve bunu ben yapsam çok güzel olur. Şu haliyle bakıyorum, Kandil’de çok röportaj yaptım zamanında ve hepsinden çok, yani gazeteci olarak çok keyif aldım. Şimdi bazen o fotoğrafları kullanıp aleyhime şey yapmaya çalışıyorlar ama vız gelir tırıs gider.
Gamze Elvan: Yelkan Kandemir, 10 Medyascope üyeliği hediye etmiş. Aynı zamanda önerisi var: ‘‘Haberleri mizah soru-cevap şeklinde sunacağınız bir program hazırlarsanız izleyicileri gülümsetirken düşündürebilirsiniz belki. Sadece bir öneri. Sizleri seviyoruz Medyascope ekibi’’ demiş. Çok teşekkür ederiz. Belki buna yorumun olur. Ama onun dışında Ruşen Çakır’a son bir sorum olsun bu, Muharrem Palaz’ın sorusu olsun: “Ruşen Bey, Ünsal Ünlü ile geleneksel yıllık yayın gelecek mi? Yayına başlamanız hemen hemen aynı yıl ve günlere denk gelmişti” diyor.
Ruşen Çakır: Evet, denk gelmedi, havuza ben attım onu. Yani Periscope çıkınca Ünsal’a söyledim ve Ünsal girişti ve onun her şeyini de biz sayfada göstermeye başladık.
Gamze Elvan: Hâlâ devam ediyoruz.
Ruşen Çakır: Yaparız. Onu mümkünse İstanbul’a geldiği bir zamanda stüdyoda yapmamız iyi olur. Şimdi kendisine de yazarım, ilk geleceği zaman da stüdyoda baş başa Ünsal’la biraz hasret gideririz. O bizim çok eskiden beri arkadaşımız. Ama bu yeni teknoloji gazeteciliğinde de evet, aynı yaştayız ve aynı yollardan geçtik. O tek tabanca geçti, helal olsun, biz kurumsal olarak gidiyoruz.
Gamze Elvan: Var mı eklemek istediğin abi?
Ruşen Çakır: Yok. Herkese hayatta başarılar diliyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.
Gamze Elvan: Dur bir dakika, gitmeden önce sana son bir video izleteceğim. Gerçi izlemiş olman lazım, emin değilim. Bir izleyicimiz de hatırlattı; ‘‘Sevim Gözay’ı anmanız çok iyi olur’’ dedi. Ama biz sadece Sevim Gözay’ı değil elbette, Manuel Çıtak ve Metin Sarfati hocamızı da anarak bitirelim bu yayını. Çünkü Medyascope’un başından itibaren bu yolculuğunda onlar da bizimle birlikteydi. Sevim Gözay’la, Manuel Çıtak’la ve aynı zamanda Metin Sarfati ile birlikte mesai yaptık, buralardaydı. Onları kaybettik. Kaybettiklerimiz diyelim ve onları unutmayacağız diyerek yayınımızı bitirelim.
———————————————————————————————————————
KAYBETTİKLERİMİZ
Ruşen Çakır: Manuel Çıtak’la 1987 yılında tanıştık. İkimiz de 25 yaşındaydık. Ben gazeteciydim, o foto muhabiriydi. Birlikte çok iş yaptık. Türkiye’yi çok dolaştık. O fotoğraf çekti, ben haber yazdım ve aynı evi paylaştık uzun bir süre. Daha sonra ikimiz de evlenince tabii ki kendi yolumuza devam ettik. Yıllar sonra, 2015’te ben Medyascope’u kurmaya niyetlendiğim zaman – ki o tarihte Habertürk gazetesindeki odamda çekimler yapıyorduk – Manuel çok kızdı. ‘‘Burası hem ışık hem yalıtım anlamında elverişli değil’’ dedi ve kendisinin Sanayi Mahallesi’ndeki stüdyosunu önerdi ve orada Medyascope’u yapmaya başladık. Ve şirket kurduk, Manuel de bunun ortaklarından oldu ve birlikte bayağı yol gittik. Ve sonra Manuel, beklenmedik bir şekilde kalp krizinden geçen yıl 10 Ekim günü aramızdan ayrıldı. Çok büyük bir kayıp. Manuel’in Medyascope’a çok büyük emeği vardır, çok büyük katkıları vardır. Bugüne gelebildiysek onu saygıyla ve hayırla yad etmemiz gerekiyor.
Sevim Gözay’ı bilirdim ama tanımazdım. Benden genç bir gazeteciydi, özellikle popüler kültür alanında iyi işler yapıyordu. Medyascope’un ilk zamanlarında kendisini buldum, aradım, davet ettim ve bizde “Popüler” başlıklı bir yayın yapmaya başladı haftalık. Özellikle popüler kültürün önde gelen isimleriyle stüdyoda yayınlar yaptı. Periscope zamanında 103 bölüm yaptı. Sonra hastalandı maalesef ve yayıncılığa, gazeteciliğe ara verdi. Kendisini 14 Ocak 2021 yılında, daha 49 yaşındayken kaybettik. Sevim’in adı hep Medyascope’la birlikte anılacak. Çok önemli, çok iyi bir insan, çok iyi bir gazeteciydi.
Metin Sarfati… Aslında Metin Moşe Sarfati, ama o Metin Sarfati adını kullanıyordu. Galatasaray Lisesi’nden abim, ama kendisiyle Medyascope’ta tanıştım. Burak Tatari, o tarihte o da Medyascope’taydı. Onunla birlikte “Görünen & Görünmeyen” diye bir programa başladılar, düşünce tarihi üzerine felsefi bir programdı. Daha sonra Burak ayrıldı, Metin abi kendisi konuklarıyla yapmayı sürdürdü, 25 bölüm yaptılar. En son Mart’ın ortasında, 2022 yılında yaptı ve sonra maalesef kendisi aynı yıl, 3 Temmuz 2022 yılında 62 yaşında hayata veda etti. Çok önemli, kendi köşesinde, çok ortaya çıkmayı sevmeyen ama konusuna çok hakim, aslında esas kariyeri iktisat tarihi, bu konuda hocalık yapan bir abimizdi. Kendisini Medyascope olarak hep sevgi ve saygıyla hatırlıyoruz.