Türkiye’nin sivil, bağımsız, özgür ve çoğulcu bir medya ortamına ihtiyacı var. Buna karşılık sosyal medya, haber ve yorumun sivil, bağımsız, özgür ve çoğulcu bir şekilde akışı için geniş imkanlar sunuyor.
Medyascope 20 Ağustos 2015’te doğdu. Gazeteci Ünsal Ünlü de kendi YouTube kanalından 26 Ağustos 2015’te bağımsız yayınlarına başladı.
Bağımsız yayıncılığında dokuz yılı geride bırakırken gazeteci Ünsal Ünlü, kendi YouTube kanalından yaptığı yayınları, gazeteciliği, yaşadıkları zorlukları Ruşen Çakır’la beraber değerlendirdi.
Sizler de bağımsız gazeteciliği destekleyebilirsiniz:
Ünsal Ünlü’yü Patreon’dan desteklemek için
Medyascope’u Patreon’dan desteklemek için
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Gazeteci arkadaşım Ünsal Ünlü ile bir muhabbet edeceğiz. Bakalım neler olmuş son 9 yılda, değil mi Ünsal?
Ünsal Ünlü: Her sene artık rutin hâle geldi. Evet, doğru, 9 yıl… Çok zor geçti ama Ruşen. Merhaba. Herkese selâmlar, sevgiler. Hakîkaten zor geçti. Bilmiyorum, sen anlat. İlk 9 yılını dolduran sensin. Ben daha pazartesi dolduracağım.
Ruşen Çakır: Sen haftaya dolduruyorsun. Bu havuza seni attım, başkalarını da atmaya çalıştım. Havuzda kalan maşallah sensin. Zor olduğu muhakkak. Ama şöyle bir şey var ya: “Biz buraya geldiğimizde dutluktu” diye bir lâf var.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Ünsal Ünlü: Ben her yerde diyorum ki, biz geldiğimizde dutluk yoktu, devlet üretim çiftliği bile yoktu, yerküre sıcaktı diyorum ben daha. O kadar eski…
Ruşen Çakır: Ama şimdi bayağı bir şey var. İzliyor musun YouTube’dan diğer yayın yapanları, tâkip ediyor musun?
Ünsal Ünlü: Ya, şöyle: Ara ara. Yani sen de aynı durumdasın. O kadar çok koşturmak gerekiyor ki. Ama fırsat bulduğumda mutlaka bakıyorum kim ne yapıyor diye. Doğrusunu istersen, ben ilk günkü hâlimden, siz de öyle, Medyascope olarak da çizgiden çıkmadığımız için, ben o kıyaslamayı yaptığım zaman, bugünün o yenileşmesi, modernleşmesi falan hikâyelerinin hepsine eyvallah; tamam, ama yapılan işi çok çok iyi bulmuyorum. Türkiye çok çabuk unutuyor Ruşen. Yani sen benden daha eski gazetecisin, sen rahatsız olmuyor musun insanların tavrını falan görünce? Bir anda herkes pîrüpâk oluyor, ortaya çıkıyor, yaptığı ettiği her şey unutuluyor falan. Rahatsız oluyorum o yüzden.
Ruşen Çakır: İsim vermeden konuşacak olursak anlatacak çok şey var. Meselâ ben, biliyorsun, “muhâlif” lâfını sevmiyorum, kullanmıyorum.
Ünsal Ünlü: Ben de.
Ruşen Çakır: Ama muhâlif olmadığını bildiğim, çok iyi bildiğim birtakım insanlar köşelerde, bâzıları kurum içinde, bazıları tek tabanca olarak, maşallah “muhâliflik” yapıyorlar ve bir de ders veriyorlar, öğretiyorlar.
Ünsal Ünlü: Ama şimdi öyle olmadı mı? Görmüyor musun ana haber bültenlerini falan? Ana haber bültenlerinde artık, hani ben meselâ geçmişini bildiğim, tanıdığım, Ankara’dan gazeteci olarak, gazeteciliğe başladığı dönemi bildiğim ve normalde meselâ Meclis’te harcadığı bir saat vakti olmamış insanın çıkıp Türkiye’de siyâset üzerine, parti siyâseti üzerine ahkâm kestiğini görüyorum. Hani bunlar falan o yüzden çok normal geliyor. Eskiler, hele o muhâlif işine hiç girmeyelim, çünkü aynı noktadayız orada; gazetecinin muhâlifi olmaz, muhâlif dediğinde farklı bir kanadın yandaşıdır. Gazeteci gazetecidir kardeşim, muhâlif olur mu yani? Ama şimdi öyle bir atıp tutuyorlar ki. Şimdi gördük bak, ben gazeteciliğe başlayalı 35 sene bitti, senin benden daha uzun, herhalde 40 sene. Şimdi düşün bak, bu insanların gelişim sürecini biliyorsun. Ve izlediğim zaman ben, izleyicim bana çok alışkın olduğu için rahat söyleyeyim; ben acâyip sövüyorum, müthiş küfrediyorum, yani böyle dalıp çıkıyorum. Hani içinden geçmek denir ya; gerçekten içinden geçiyorum. En azından rahatlıyorum, değişmeyeceğini biliyorum çünkü, değişmeyecek kardeşim. Benim halkım bakmıyor, buna bakmıyor. Bak, bunun sıkıntısını yaşayanlardan biri sensin. Şimdi, 2016’da darbe girişimi oldu 15 Temmuz’da. Ben her sene ısrarla bu örneği veriyorum, insanların aklına kazınsın diye. 16 Temmuz sabahı bir sen yayındaydın, bir ben yayındaydım, başka hiç kimse yoktu ortada. Hiç kimse yoktu.
Ruşen Çakır: Evet.
Ünsal Ünlü: Üçüncü bir isim sayamazsın. Ve o günden bugüne pusu kurup kenara yatmış insanların hepsi döküldü bir anda. O günlerde meselâ…
Ruşen Çakır: Neyse.
Ünsal Ünlü: Ya, şunu söyleyeyim: O günlerde güzel şirketlerde çalışanlar, tekmeyi yiyince kıçına, acâyip demokrat oldu. Muhtemelen böyle geriden ittirmeli bir demokrasi anlayışından bahsediyoruz.
Ruşen Çakır: Şimdi şunu soralım, geçen seneden bu seneye, bir yıl, çok direkt soracağım: Maddî açıdan daha mı iyisin, daha mı kötüsün, aynı durumda mısın? Çünkü aynı işi yapıyoruz.
Ünsal Ünlü: Şöyle, tabiî tabiî, daha kötü. Kesinlikle daha kötü, yani o tartışmasız. Neden? Bir kere geçen senenin… sen de yaşıyorsun bunu; gerçi şimdi yayına girmeden önce baktım, 400 bin hedefini geçmişsiniz, 408 bin olmuş. Çok sevindim buna, Medyascope’un abone sayısına. Meselâ geçen seneden bu seneye yayınların izlenirliğindeki kayıp yaklaşık %30 civârında bende, %25-30 civârında. Ama tabiî bu YouTube gelirine çok yansımış durumda. Başka bir gelir de yok. Yok yani. Öbür türlü gelir olmayınca da bu bir düşüşe işâret ediyor. Ama yani bunun için de işte, gelip gelip aynı yere dayanıyoruz. Şimdi sen bir şeyi doğrudan söylüyorsun, insanlar onu doğrudan duymak istemiyorlar artık. Geçen senenin, özellikle bu 14-28 Mayıs seçimlerinin biletini bize kestiler çünkü. Hiç böyle evirip çevirmeye gerek yok; çok açık, yekten söyleyeyim, bize kestiler. Sanki adayı biz belirlemişiz, oy vermeye biz gitmişiz ya da gitmemişiz, ortağını masadan devirerek atan bizmişiz falan, böyle tuhaf bir şey var. Ve insanlardan o arayı değerlendirenler oldu. Meselâ çıkıp hiçbir şey söylememiş, hiçbir şey yapmamış gibi yürüyenler. Ama bende öyle bir kayıp var. Sizde de var değil mi? Yani Medyascope’un da var.
Ruşen Çakır: Tabiî. Ama sonra biraz, meselâ seçimlerin ardından 1-2 ay bayağı bir şey oldu. Bizde zâten şöyle bir olay oldu, biliyorsun: Seçim öncesi Kılıçdaroğlu’nun kazanacağını “satın almıştık” diyelim, birçok kişi gibi, hakîkaten kazanacaktı yani. Kazandığı seçimi verdi. Neyse ona girmeyelim. Büyümüştük ve seçim sonrasına bayağı o tempoyla çok iyi seçim yayınları yaptık, biliyorsun, Anadolu’da falan. Ve şöyle düşünüyorduk: “İktidar da değişecek, geçiş döneminde acâyip iş olacak, reklam da almaya başlayacağız” vs. diye büyüdük ve pat diye kaldık. Sonra mecbûren ilk kez böyle bir şey yaptık, bâzı arkadaşlarımızı işten çıkarmak zorunda kaldık. Ve izlenmeler, sen de gördün, ilk günler acâyip düştü. Şunu çok iyi biliyorum: Seçim öncesi, başında Kılıçdaroğlu geçen video yaptığımda belirli bir sayı garantiydi, tamam mı? Meselâ Alevî videosu üzerine yaptığım yorum, bilmem ne, şu bu vs.. Ondan sonra, Kılıçdaroğlu adı geçenlerin, yani şöyle söyleyeyim: hani birisi 10 bin ise öteki 700’e, 800’e düştü. Ve bir de şöyle şeyler de çok var, sen de görmüşsündür: “İzlemiyorum, istemiyorum”. Yorum yazıyor, yani giriyor, vurup kaçıyor. Bu tabiî mâlî olarak da etkiliydi, ama psikolojik olarak çok etkiliydi.
Ünsal Ünlü: Kesinlikle.
Ruşen Çakır: Psikolojik olarak… Senin demin söylediğin o husus: “Faturayı bana kesiyorlar”. Yani, hiçbir şey olmamış gibi, Kılıçdaroğlu yine genel başkanlığa aday oldu.
Ünsal Ünlü: Ofis tutup adam devam ediyor hayâtına işte yani. Siyâsetin değişimi dönüşümü…
Ruşen Çakır: Ama sonuçta sen hâlâ gazetecilik yapıyorsun.
Ünsal Ünlü: Tabiî. Ya, bakıyorlar, bak. Şöyle bir şey var herhalde, bana öyle geliyor. Şimdi iki ayrı yerden bakmak lâzım buna. Bir tânesi: İnsanlar gerçeği görmek istemiyorlar, bu çok net, bunu koyalım. Ama ikincisinde de şöyle bir durum var: Gerçeği görmek istemediği gibi, gerçeğin konuşulmasından da hoşlanmıyor artık insanlar. O demin anlattığın yorum hikâyesi işte. Konuşulmasından hoşlanmadığı için o yayına girip altına o yorumu yazıyor meselâ: “Bunun konuşulmasını istemiyorum”. Tamam, sen konuşmuyorsun da, konuşulmasını istemiyorsun da, ülke durmuyor ki kardeşim. Ben ne anlatayım meselâ? İnsanlara söylemeyeyim mi? Genel başkanlıktan geçen Mayıs’ta düşmesine rağmen, hâlihazırda bir ofis tutmasının siyâsî geleneğe, CHP’nin siyâsî geleneğine aykırı olduğunu, Kemal Kılıçdaroğlu’nun? Bugün hâlâ İzmir’e gittiğinde 3000 kişinin önünde konuşurken coşup bir yandan Ekrem İmamoğlu’na, bir yandan Özgür Özel’e sallamasının doğru olmadığını söylemeyeyim mi? Şimdi bunu söyleyince de sen işini yapmış oluyorsun, benim o konuda hiçbir tereddüdüm yok; ama öbür taraftan gelen insanlar bunu konuşmandan hoşlanmıyorlar. Bu acâyip bir çelişki, gerçekten çelişki; çünkü konuşulması gereken hikâye bu — mecbûruz yani.
Ruşen Çakır: Sen çok interaktifsin. Hattâ bâzen senin şeylerini paylaştığım zaman, sana öfkeliler bana nefret kusuyor.
Ünsal Ünlü: Sana öfkeliler de bana geliyor, rahat ol, güzel paylaşım var aramızda.
Ruşen Çakır: Ne tür tepkiler var genel olarak baktığın zaman? Yani bu 9 yılın bir özetini daha çok merak ediyorum, ama bir de özellikle tabiî son bir yıl.
Ünsal Ünlü: Şöyle; aslında tepki demin söylediğim şekilde gidiyor. Yani 2023’ün Mart ayında yaşanan hikâye, yani o 14 Mayıs seçimlerinin hemen arkasından insanlar masayı sen yıkmışsın gibi davranıyor. Halbuki tam tersine, meselâ ben o 6 Mart’ın arkasından aynı gün akşamüstü yaptığım yayını hatırlıyorum. İnsanlara tam tersine bunun nasıl bir operasyon olduğunu anlatmıştım ben. Ama dedim ya? Bileti kesiyorlar diye. Ya, kessinler, yapabileceğim bir şey yok. Çünkü Türkiye’de böyle, oturduğu yerden rahat sallayabilen insanlar var. “Klavye delikanlısı” demek istemiyorum, çok aşağılayıcı bir ifâde ve herkesi kapsamıyor bu aslında. Ama bir de şöyle bir şey oldu tabiî: Aynı dönem içinde sen nasıl yaşadın bilmiyorum ama, son bir buçuk senedir ben sürekli ifâdeye çağrılıyorum. Sürekli ifâdeye gidiyorum. O kadar çok oturduğu yerden şikâyet eden var ki. İnsanlar CİMER üzerinden şikâyet ediyor, bir yerden sallıyor meselâ, bir şey yapıyor. Bu tabiî, yayınlardan rahatsız olanların sâdece seçim sonucuyla alâkalı olmadığını da gösteriyor. Bir yandan Türkiye’de daralan medya ortamında –ki burada senin de benim de hiç tevâzu gösterecek hâlimiz yok–, bizim açmaya çalıştığımız o medya ortamının daha da böyle yapış yapış olmasına çalışan insanlar var. Çünkü artık bunların konuşulduğu yerler bir elin parmaklarını geçmiyor.
Ruşen Çakır: Şimdi dâvâ dedin de, burada şeyi söyleyeyim: Bana Süleyman Soylu bir dâvâ açtı, biliyorsun, geçenlerde yazdım. Tâkipsizlik karârı verildi. Ama meselâ hakaret dâvâsı açıyor, nerede hakaret ettiğimi söylemiyor. Şöyle bir şey yapmış; benim sayfadan transkriptleri çıkartmış, deşifreleri, dosya yapmışlar. Başlığında Süleyman Soylu olan yayınların hepsini yollamışlar. Yani savcıya diyor ki: “Bu benden bahsettiğine göre illâki hakaret etmiştir, ara bul” diyor. Hiçbir şey yok halbuki. Kendisiyle de şahsen tanışırız yıllar önceden, bir muhabbetimiz de vardı. Benim öyle bir şey yapmayacağımı o da bilir, sen de biliyorsun, herkes biliyor. Yani niye? Adamı eleştiririm tabiî ama. En son yeni bir hakaret dâvâm oldu, sıkı dur: Rasim Ozan Kütahyalı.
Ünsal Ünlü: Çok şaşırdım, gerçekten çok şaşırdım. Yani işte… Ama bak, tam yayının başına döneceğiz işte burada. Şu anda son iki gündür sosyal medyada biliyorsun, “Ulan bu adam bile doğru söylüyor” diye videosu dönüyor adamın. Ya, o kadar saçma bir yerde yaşıyoruz ki biz… Bir insanın sâdece geçici olarak, 5 dakikalık doğru söylemesi, Türkiye’de temizlenmesine de alaşağı edilmesine de yol açabiliyor ve tamâmen güç belirliyor bunu. Kafasına göre nereden giderse… Sana niye açmış dâvâyı?
Ruşen Çakır: Ama bir şey ekleyeyim; ben yazı yazdım, yazıya açmış, eski karısıyla olan o muhabbetle ilgili. Orada bir cümle var: “Fethullahçı polis şefi Ali Fuat Yılmazer’in tetikçisi”. Tamam mı? Bundan şikâyetçi olmuş. Dâvâ açılacağını sanmıyorum, ifâde vermeye gideceğim de. Ama dâvâ açılırsa şunu ricâ edeceğim: “Ali Fuat Bey’i çağırın, tanıklık etsin”.
Ünsal Ünlü: Tabiî, ne kadar güzel işte ya! Yani birbirlerini… Aynı şeyleri yaşıyoruz abi. Adam diyor ki sana işte: “Sen şu yayında şöyle dedin, bu hakaret ifâdesi”. “Hakaret değil” diyorum. Ya bak, canlı yayında bunu kendi söylüyor muhâtabı; ama o, bugün onu unutturmaya çalışıyor. Sen sâdece unutmadığın için suçlu hâle getiriliyorsun bir anda kamuoyu önünde.
Ruşen Çakır: Bizim o anlamda seninki kadar değil. Bize erişim engeli geliyor.
Ünsal Ünlü: Doğru.
Ruşen Çakır: Ama o erişim engellerini de biliyorsun, çok acâyip.
Ünsal Ünlü: Çok daha can yakıcı abi o sizin için.
Ruşen Çakır: Şöyle bir şey, sana hiçbir şey sormuyorlar. Meselâ A şirketi hakkında bir haber çıkmış; o şirket adının geçtiği bütün haberleri taratıyor. Gidiyor, mahkemeye başvuruyor. Mahkeme bizden savunma falan almıyor, onun hakkında karar veriyor. Bir merkeze gidiyor ve merkez bunlara erişim engeli getiriyor. Bir de ama şöyle bir incelik var; yeni uygulamayla kaldırma karârı da alınabiliyor. Yani erişim engeli şöyle: Türkiye’den giremiyorsun ya da VPN’le giriyorsun, yurtdışından giriyorsun. Kaldırma karârı, içeriği tamâmen kaldırtıyor. Ama o daha üst bir şey. Birçok erişim engeli karârını sana, “Erişim engeli karârı alındı, bunu kaldırmanız gerekiyor” diye yolluyorlar. Orada bir numara çekiyorlar, anladın mı?
Ünsal Ünlü: Tabiî, sana bırakıyor. “Hadi sıkıysa kaldırma, bak neler olacak” diyor.
Ruşen Çakır: İyi bir hukukçun yoksa, tabiî panik hâlinde kaldırıyorsun bunu. Ama normal şartlarda kaldırmıyorsun. Hattâ erişim engeli konusunda bile birtakım şeyler var vs.. O çok oluyor ve onların içinde öyle şeyler var ki Ünsal. Bâzılarını anlıyorsun, yani iktidar yanlısı şirketler, bilmem neler falan; ama bâzıları da çok sıradan insanların. Meselâ bir üniversiteyle ilgili öğretim üyelerinin düzenlediği protestonun haberini yapıyorsun. Yani yapılmış işte protesto, nesini kaldırtıyorsun? Kaldırtıyor yani, böyle acâyip bir şey.
Ünsal Ünlü: Abi, işte bu böyle bir şey oldu. Bak, ben sana başıma gelen en ilgincini anlatayım: Geçen sene 10 Kasım yayınından sonra 12 Kasım’da benim 10 Kasım özel yayın videoma telif attı adamın teki. Ben iş edindim, araştırdım, buldum. YouTube’da sana, “Şurası bana âit” demek zorunda. Telif attığı bölüm neresi biliyor musun? Sessizlik. Bölüm sonundaki sessizliğe atmış. Bir siren sesi var ki o siren sesini ben kaydettim zâten, hani telife girmesin diye. Dışarıda çalınan sireni cep telefonuyla kaydettim, onu kullanıyorum. Sessizliğe atmış. Azmettim, kanalını kapattırdım herifin. Azmettim onu. Bak, 20 günümü aldı, 20 gün uğraştım bununla, kanalını kapattırdım adamın. Belli ki sağa sola böyle kıtır atıyor, tamam mı? Korkuyor. Tam demin söylediğin gibi; hani “İçeriği kaldırmazsanız şöyle olacak” gibi. Çünkü biliyorsun, biz Instagram yasağında yaşadık ya? Bilgi İletişim Kurumu Türkiye’de kanuna aykırı şekilde 48 saati geçti abi. Kimse söylemedi bunu. 48 saat süresi var hâkim kararı almadan. Daha fazlasını yapamaz. Yaptı. Yaptı işte, hani ne olacak? Yaptı.
Ruşen Çakır: Peki, Ünsal, bugünlerde ne popüler? Geçenlerde Burak Bilgehan Özpek bir tweet atmış, uzun bir tweet. Şöyle diyor: “TV100 kanalı” diyor… TV100 değil mi? Öyle bir kanal var.
Ünsal Ünlü: Var.
Ruşen Çakır: Evet. “TV100 kanalı bütün şeyini CHP içi tartışmalara ayırmış”. Ve muhakkak da konuşan eski CHP’li birtakım insanlar var. Ve sürekli –ben izlemediğim için bilmiyorum ama bâzen önüme düşüyor– çok garip bir şekilde, “Ülkede ekonomi çok berbat”, bilmem ne, şu bu deniyor. AKP ile MHP arasında böyle sürekli birtakım inceden inceye tartışmalar var; ama herkes işini gücünü bıraktı, CHP konuşuyor. Sen de mecbûren öyle mi yapıyorsun?
Ünsal Ünlü: Çok fazla yapmıyorum, ama yayınların içinde mutlaka yer vermek zorundasın. Öyle şeyler oluyor ki, bir yandan gördüğün için zâten hani ve geçmişten tanıdığın için anlatmak zorundasın; bir yandan da yeni gelişmelerle. Yani işte bugünün meselâ konusunu düşün, bugünü CHP konuşmadan geçiremezsin: Seydişehir Belediyesi, Beykoz’da resmen provoke edilerek protesto edilen Suavi’nin konserini yasaklıyor. Konserin yasak karârını kendi duyuramıyor, MHP Seydişehir İlçe Başkanlığı duyuruyor. Bu ne demek? “Biz senden güçlüyüz, senin belediyende konseri yasaklatırız”. Şimdi bunu CHP konuşmadan anlatamazsın ki. Çünkü bunu konuşurken eğer gerçekten oturup bir siyâsî analiz, bugünün konumunu tartışacak bir konuşma yapacaksan, bunu mecbûren geçen cuma Meclis’te yaşanan Can Atalay oturumuna bağlamak zorundasın. Üstüne Özgür Özel’in yaptığı konuşmayı hatırlatmak zorundasın, Ahmet Şık’ın cezâ alması ile ilgili. Yapamazsın ki bunu. Ama dediğin doğru, meselâ muhâlif görünümlü kanallar var, tamam mı? Hani sen konuşmanın başında söyledin ya? “Muhâlif gazeteci”; ikimiz de inanmıyoruz, öyle bir kavram olamaz. Çok saçma bir şey bu. Ama orada eski CHP’liler, CHP ile mutlaka bir şekilde kuyruk acısı yaşamış olanlar klasik bir kadroyla çıkıyorlar. Geçmişte bunu meselâ CNN TÜRK çok yapardı. Bir tâne AKP’li hukukçu, bir tâne AKP’li eski siyâsetçi, bir tâne muhâlif görünen ama aslında her cepheye oynayabilecek bir tip, bir tâne de mutlaka kadın hukukçu, illâki. 4 kişiyle yayın yaparlardı. Şimdi aynı şeyin program bölümü var; çatır çatır konuşuyorlar adamlar ve arada herkes sallıyor, kafasına göre sallıyor, istediği gibi yani. İşte, “Özgür Özel’in ayağı kırılmadı, vurdular aslında” bilmem ne falan. Ortam köpük yapmaya çok müsâit, çünkü puslu bir hava var şu anda. Önümüzü çok net göremediğimiz için onlar da bundan nemâlanıyor yani.
Ruşen Çakır: Peki, senin favori konun ne?
Ünsal Ünlü: Benim favori konum, yani favori değil de Türkiye’de mutlaka konuşulması gereken konu: Adâlet. Yani ben şöyle kabaca bir şey yaptım, 9. yıl için bir düşüneyim diye; yayınların yaklaşık üçte ikisi aslında temelde adâlet üzerine olmuş 9 sene boyunca. Çünkü Türkiye’de açlık da dâhil, yoksulluk da dâhil, işsizlik de dâhil her şeyin adâletsizlikten kaynaklandığına inanıyorum ve böyle anlatıyorum ben insanlara. Yani kadın cinâyetlerinin önlenebilmesi için de adâlet lâzım. Senin, TÜİK tarafından doğru açıklanmayan birtakım veriler eşliğinde 17 bin liralık asgarî ücretinin artmama gerekçesi de adâletsizlik. Ben en çok adâlet konuşuyorum.
Ruşen Çakır: Ünsal, sen de ben de, Medyascope da; ben şahıs olarak, sen şahıs olarak, Turkuaz Medya Grubu’ndan fazla vergi ödedik.
Ünsal Ünlü: Yüzde yüz. Ben herkesi dâvet ediyorum, ben herkesi dâvet ediyorum. Bak şu anda o kadar komik bir şey yaşıyorum ki ben, bir vergi denetimi geçiriyorum ben. “Ben vergi denetimi geçiriyorum” sözünü ısrarla her yerde her tanıştığım insana söylüyorum. Çünkü bugün Türkiye’de internet geliri vergilendiriliyorsa, bunun müsebbibi benim. Birçok insan da nefret ediyor bu yüzden benden. Çünkü artık şirket kurmaya gerek yok. Çok uğraştım ben bunun için. Şimdi aynı denetimi bana yapıyor adamlar. Niye yapıyor bunu? Yani sen de biliyorsun, ben de biliyorum, bunu izleyen de biliyor. “Kardeşim, izliyoruz, biz senin peşindeyiz” diyor. Yani yap, yap, ne yapabilirsin yani?
Ruşen Çakır: Açık açık şey dediler canım, “Tâlîmat var” dediler. Hattâ benim en son ödediğim cezâ; yani şöyle: Vergiyle berâber cezâ, KDV vs. falan, bütün bir yıllık paranın yaklaşık %80’ini aldı devlet ve bunu da tâlîmatla yapıyorlar. Açık açık söylüyorlar; yani bunun bir tâlîmatla olduğunu söylüyorlar. Ondan sonra birilerine, “Ya, böyle bir şey var” falan diyorsun, “Olur mu öyle şey?” falan diyorlar, sonra “Oluyormuş” diyorlar falan, böyle bir durum. Ama tabiî bize bunu yaparken diğer tarafta… Şimdi bana meselâ “fondaş” diyen adam… Geçenlerde yurtdışında bir şey vardı, Roma değil ama Avrupa Birliği’nin başka bir şehrinde. Benim tanıdığım iktidar yanlısı gazetelerden arkadaşlarla berâber gitmiştik. Bir iki tânesini tanıyorum. Bir tânesiyle bayağı bir samîmiyetimiz var, bir gazetenin bayağı üst düzey yöneticisi. Dedim ki: “Ya, Allah’ını seversen, ben tamam, fondaşım, benim nereden aldığımı ben açıkça söylüyorum. Senin paranı kim ödüyor?” dedim. “Nasıl yani? Patron ödüyor” dedi. “Patronun o parayı nereden buluyor? Senin gazete satmıyor” dedim.
Ünsal Ünlü: Satmıyor ki, hiçbir zaman satmadı ki.
Ruşen Çakır: Satsa da, bak şuna emin ol, 1 milyon satsa da o masrafını bilmem neyini karşılayamaz. Nereden ödüyor? Kamu bankaları reklamı, Turkcell vs. gibi birtakım yerlere verdirilen reklamlar, bilmem neler… Yani o gazete aslında, birçok gazete öyle biliyorsun, hele gazeteler, internet siteleri vs. aslında çöp. Ama oraları kamu fonluyor. Kamu deyince de kim? Sen, ben. Sensin, benim. Bizden aldığı vergileri onlara aktarıyor, onlardan vergi de almıyor.
Ünsal Ünlü: Ruşen, şunu biliyorsun sen, sözünü kesiyorum ama, sen de yaşadın aynı dönemi. Ben de gazeteciliğe başladığımda Özal daha yeni köşke çıkmıştı, 1989 yılında. Meselâ o dönemde, sağ siyâset bunu hep yaptı, her zaman yapardı; ama bu dönemde yeniden oluşturulan kurumlarla, birtakım aracı kurumlarla yapılmaya başlandı. O dönemde de meselâ Türk Tanıtma Vakfı vardı, hatırlarsın. Sağa sola geziler planlanırdı, Türkiye’yi tanıtıyoruz, bilmem ne diye. Kaynağı belirsiz milyonlarca dolar para harcanırdı. Şimdi meselâ “Ulusal Tanıtma Ajansı” yapmışlar bunun adını. Dün bu konuyla çok ilgilenen bir arkadaşımla konuşurken o anlattı. “Aslında arada dağılımı yapanlar bunlar” dedi. Ve biliyorsun dün akşam yaptıkları açıklamada da kabulleniyorlar onu. Diyorlar ki: “Biz kurala uygun yapıyoruz”. Bak, ben meselâ, biz ilk gününden îtibâren işte Medyascope’la berâber yayınları içinde olarak, hâlâ zaman zaman yayınlanıyor, o danışma kurulunun içinde olarak ben gururla söylüyorum bunu; ama ilk gününden beri kullanılan fonun her kuruşu orada yayınlandı. Kaldı ki o fonları sağlayan kurumlar bugün Ulusal Tanıtma Ajansı’na kaynak sağlayan kurumlarla aynıydı. Onlar da kendi bulundukları ülkeler ve Türkiye’de denetime tâbi. Ve adamlar bunu bile bile, senin aldığın paraya fon diyor, kendi aldığı paraya destek diyor. Ya, böyle bir yüzsüzlük görebilir misin? Aynı paradan bahsediyorsun kardeşim, aynı para.
Ruşen Çakır: Onun hikâyesi, ilk çıktığında SETA yapmıştı bunu: “Vatan hâinleri” falan diye site dağıtmış.
Ünsal Ünlü: Ya, fişlemişti ya. Yani gazetecileri fişleyip isim isim yayınladı adamlar. Fişlediler herkesi Türkiye’de çalışan.
Ruşen Çakır: Neyse. Peki, nasıl gidiyor? Ne kadar daha sürdüreceksin? Gidecek misin dibine kadar?
Ünsal Ünlü: Valla şöyle Ruşen, bir kere 9 sene oldu, ama bu devam edecek. Yalnız ben yeni dönemde biraz yenileyeceğim yayını, onunla ilgili bir 6-7 aydır çalışıyorum üzerinde. Yayının içinde hafta içinde farklı nitelikte bir bölüm açacağım, hani haftanın 5 günü aynı yayın olmayacak artık. Onu biraz değiştireceğim. Yayının finansman modeliyle ilgili kafamda farklı fikirler var — ki ilk günden beri, oluştururken zâten 8 ay sürmüştü yayına başlamadan önce. Şimdi onunla ilgili birtakım çalışmalar var, ama yayının temel niteliğini değiştirmeyeceğim. Çünkü hâlâ, bilmiyorum sen ne düşünüyorsun ama, hâlâ bizim yaptığımız yayınlara ihtiyaç olduğunu düşünüyorum ben. Hâlâ her şeyin doğru düzgün konuşulamadığına, kavganın bile namusluca verilmediğine inanıyorum. Gerçekten çok böyle bel altı vurarak yapıyorlar insanlara, kendi yaptıkları sahtekârlıkları unutup, arkalardan dolaşarak. Birtakım yeni gazeteciler çıktı –ki seninle bir kere konuşmuştuk bunu–; yani burada da Gezi’nin kabahati var, altını çizerek söylüyorum. O dönemin pek çok aktivist tipi, sokaktaki tip, bir anda Gezi bittikten sonra gazeteci olarak ortaya döküldü. Gazeteciliğin “G”sinden anlamayan, temel niteliklerini bilmeyen ve saygı da duymayan insanlar bunlar. O yüzden bizim yaptığımız yayınlara ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Yayının niteliğinde, temel niteliğinde bir değişiklik olmayacak; ama tarzında ufak ufak değişiklikler planlıyorum. İşte ona da artık önümüzdeki haftadan sonra, Eylül başı ile birlikte başlamaya niyetliyim. Bakalım yani. Hani Anadolu’da derler ya? “Yiyecek ekmeğimiz, içecek suyumuz ne kadarsa bakacağız” derler. Hakîkaten öyle gidiyoruz yani, kara düzen gidiyoruz.
Ruşen Çakır: Sen tek mi yapıyorsun hakîkaten ya?
Ünsal Ünlü: Ben tek yapıyorum. Türkiye’de benden başka tek çalışan, gerçek anlamda tek çalışan yok hakîkaten.
Ruşen Çakır: Geçen bizim bir yayında söyledim, 9. yıl yayınında. Bir şeyler var, görünmeyen kadınlar var, biliyor musun?
Ünsal Ünlü: Nasıl yani?
Ruşen Çakır: Soru soruyorlar yayın sâhibine.
Ünsal Ünlü: Tabiî canım, kadın da var, erkek de var. Yani alıyorsun, getiriyorsun onu, istediğin soruyu soruyor; sen soruya şaşırmış gibi davranıyorsun sonra. Sen hazırlıyorsun yayını, ama şaşkın davranman gerekiyor arada. Yani bilmiyorum abi ya, tarzdır bu. Ben sonuçta şundan yana bir sıkıntı duymuyorum: Bana ne? O da öyle yapsın. Yani benim için hiçbir sıkıntı yok. Beni sâdece rahatsız eden şu: Bak, meselâ anket sahtekârlığı yaptığını hepimizin bildiği, kendisinin de kabul ettiği bir insan, bugün Türkiye’nin en dürüst gazetecisi gösteriliyor. Hakîkaten bileklerimi kesmek geliyor o zaman. Fethullahçılığın dibini yaşamış, kitabını yazmış herifin tekinin attığı videolar Türkiye’de, “Ulan, ne dürüst adam!” diye karşılanıp on binlerce, yüz binlerce kez retweet alıyor. Ben bunu kabullenemiyorum. Bir insanın sâdece o anda doğruyu söylemesi, o insanın dürüstlüğünü göstermez ki. Bayağı sahtekârlık yapmış insanlardan bahsediyoruz işte, 15 Temmuz’un müsebbibi olan tiplerden bahsediyoruz. Bugün onların peşinden gidiyor herkes. Ben çok anlamıyorum bunu. O yüzden bizim yayınlara bence ihtiyaç var.
Ruşen Çakır: Evet, ihtiyaç var da… bu arada yaşlandık ya Ünsal.
Ünsal Ünlü: Öyle.
Ruşen Çakır: Yani bilmiyorum, ben kendimi yaşlı hissediyorum. Sen benden gençsin tabiî de.
Ünsal Ünlü: Ya, sen benden gençsin dediğin, ben 54’ü bitirdim, 55’e giriyorum. Artık kalanını kurcalamayalım bence. Hakîkaten şu son 9 sene çok zorlayıcı geçti ya, çok zor geçti. Ama yani sen de yaşadın aynı şeyi işte, orada yayına girmeden önce gördüm, Servet de, ne bileyim Kaya da hepiniz yaşadınız. Abi, bu iş kolay bir iş değil. İnsanlar baktığında sâdece meselâ benim gün içinde yaptığım biri 20 dakikalık, biri 1 saatlik iki yayını görüyor. Ama onun hazırlığı, bak çok net söylüyorum, 16 saat sürüyor. 16 saat kemiksiz çalışıyorum; çünkü tekim ben.
Ruşen Çakır: Bayağı çokmuş.
Ünsal Ünlü: Ama başka çârem yok abi, tekim. Yani sağ olsun izleyicilerden 9 sene boyunca sürekli olarak yardım teklif edenler oldu. Yani bir şeyini ben yapayım, işte özetleri… Ama abi tek başına çıkıp anlattığın bir işte bir insanın yaptığı ufacık bir hatâyı üstlenme şansın yok ki, o yayını değiştirir. Onun için mecbûrum ben. Bölerek, gün içinde bölerek hazırlanıyorum. Yani benim cuma öğleden pazar öğleye kadar hafta sonu tâtilim var. Onun dışında yani böyle çalışıyorum sürekli. Şikâyetçi de değilim bu arada, onu da söyleyeyim açık açık. Ben işimi yapmak istiyorum çünkü.
Ruşen Çakır: Peki, o köşe senin evinin içinde bir yer mi, nedir bu?
Ünsal Ünlü: Burası çalışma odam, benim çalışma odam. Yani evimizde biz üç oda…
Ruşen Çakır: Sürekli yeni bir şeyler ekleniyor sanki.
Ünsal Ünlü: Nereye? Yok, çok yeni eklenen bir şey yok. Şu “Gazetecilik yapıyoruz”, bak, bu pankart, biz bunu Anayasa Mahkemesi’nin önünde protestoda taşıdık. Ben o gün getirip buraya koydum. Arkadaki pano zâten Yılmaz’ın 8 sene önce yaptığı, Otisabi’nin, Yılmaz Aslantürk’ün 8 sene önce yaptığı pano. Bunlarda da bir değişiklik yok. Kitaplar zaman zaman değişiyor; çünkü çok kitap birikiyor. İşte onu kütüphânelere yolluyorum, birileriyle paylaşıyorum falan. Kitaplar değişiyor, onun dışında çok değişmez. Şuraya gelen ödüller falan zaman zaman değişiyor, onları koyuyorum, gösterip kaldırıyorum ondan sonra. Ama yani ben klasik bir Ankara evinde oturuyorum. Toplamı 105 metrekarelik bir ev, onun çalışma odası burası. Yani değişik bir yer değil, sâdece onun bir köşesi. Masayı en rahat koyabileceğim yer bu olduğu için, hani yayıncı kafasıyla, ışığı en rahat burada kullanabileceğim için burası.
Ruşen Çakır: Evdekiler bu durumu artık iyice kabullendiler yani, öyle mi?
Ünsal Ünlü: Herhalde abi. Anadolu’da derler ya hani: “Ölüsü olan bir gün ağlar, delisi olan her gün ağlar” diye. Bizimki de biraz o hesap yani. Bu saatten sonra ne değişecek? Onlar kabullendiler. Yapımı da bildikleri için ilk günden beri kabullendiler zâten. O konuda bir sıkıntı yok. Bir de sabah böyle herkes okula, oğlum da eşim de okula gidiyor. İkisi de işlerine gidiyorlar yani. Ben zâten tek kalıyorum burada. Ama işte bu kapı sürekli kilitli, yayın yapıldığı müddetçe. Türkiye burası, başımıza ne geleceği belli olmaz. En azından yayının namusunu korumak için… Ama onun dışında yani herkes biliyor canım, sıkıntı yok o konuda.
Ruşen Çakır: Şöyle bir şey var Ünsal; biz seninle sâhada tanıştık biliyorsun. Daha önce Meclis koridorlarında vs.. Sen sâhacı bir muhâbirsin yani.
Ünsal Ünlü: Tabiî, ben her zaman öyle görüyorum kendimi.
Ruşen Çakır: Peki ama, yapabiliyor musun, çıkabiliyor musun, girebiliyor musun?
Ünsal Ünlü: Çıkıyorum. Çıkıyorum, şöyle yapıyorum onu da: Meclis’e gitmiyorum, bilinçli olarak gitmiyorum, çünkü Meclis’te hiçbir verim alamadığımı gördüm, gerçekten. Yani artık oturup konuşarak orada bir şey yapamıyorum. Ama onun dışında dışarıda buluşuyorum, siyâsetçilerle konuşuyorum. Telefon bu konuda çok işe yarıyor, yazışıyoruz, mail’leşiyoruz. Gün içinde haber kaynaklarına ulaşıyorum. Sende durum ne bilmiyorum ama, geçen ay mı, önceki ay mı, “Serbest Uçuş” yapıyorum ya her ayın sonunda: Bir dertleşme yayını yapıyorum 9 yıldır. Orada izleyicilerden biri sordu: “AKP’li haber kaynaklarınız duruyor mu hâlâ?” diye. %40’a yakını duruyor. Bir grubu göçtü, bayağı kaçtılar onlar; ama %40’a yakını duruyor. Sende durum ne meselâ, AKP’li kaynakların durmuyor mu?
Ruşen Çakır: Ben aslında şöyle söyleyeyim: Pek aramıyorum, çünkü çok sıkılmaya başladım. Sürekli –yani şey olacak ama– ağlıyorlar.
Ünsal Ünlü: Doğru. Sanki kendileri yapmamış gibi ağlıyorlar, değil mi? Kendi orada yokmuş gibi, bunlar yaşanırken.
Ruşen Çakır: Mağdur oluyorlar, vs.. Kimileri çekiniyor, onları zora sokmak da istemiyorum. Bâzılarında da şöyle bir şey var tabiî: Sen bir şey istediğin zaman, karşılığında bir şey istiyor. Benim onlara verebilecek bir şeyim yok, anlatabiliyor muyum? Böyle garip bir durum var. Yani benim tanıdığım insanların sayısı seninkinden fazladır.
Ünsal Ünlü: Kesinlikle. Tabiî sen mütedeyyin siyâset üzerine ilk çalışanlardan birisin, çok normaldir bu. Bu işin kökenine de gittin.
Ruşen Çakır: Yani meselâ grup toplantılarına gittiğimde… ben gidiyorum arada AK Parti toplantısına.
Ünsal Ünlü: Biliyorum, biliyorum.
Ruşen Çakır: Orada görüyorum ki aslında çok genç insanlar gelmiş, tanımadığım çok milletvekili falan var. Onun dışında hepsiyle ayaküstü konuşabiliyorum. Ama yani şöyle bir şey var, bak o çok önemli: Erdoğan o kadar hâkim oldu ki diğerlerinin söylediklerinin hiçbir kıymetiharbiyesi yok.
Ünsal Ünlü: Doğru, doğru. İşe yaramadığını görüyor.
Ruşen Çakır: En son yaptığım muhabbette konuştuğum birkaç kişiyle, ayaküstü ya da başka türlü konuştuğum insanlarda, AKP ile MHP arasında bir gerilim varmış gibi görüyorsun. Çünkü insanlar görüyorlar ki, MHP ile bu angajman onların kimliklerinin içini iyice boşalttı ve bundan tedirgin oluyorlar. Ama bir taraftan da iktidârı kaybetmek istemiyorlar. Erdoğan da iktidârı muhâfaza etmenin formülünü Bahçeli’de gördüğü için böyle bir şeyler… Ama şimdi bakıyorsun, meselâ Numan Kurtulmuş’un Can Atalay olayındaki bu son tutumu. Numan Kurtulmuş, bu konuda ilk söylenenlerden birisidir.
Ünsal Ünlü: Doğru.
Ruşen Çakır: Ne oldu? MHP’liler diyor ki: “Katılmadık ama, sağ olsun AK Parti grubu eşkıyâlığa bilmem ne vermedi” falan. Yani, “Ben yokum, ama siz benim yerime, benim işimi yaptınız” demiş oluyor. Yani bütün hepsinin, Erdoğan’la konuşmadığın müddetçe hiçbir değeri yok.
Ünsal Ünlü: Ama sana şunu söyleyeyim meselâ: Ben geçen sene, tam geçen sene 28 Mayıs’tan sonra, herhalde böyle Haziran’da yayına ara vermeden önce yaptığım bir yayında, üstelik çok da eski, çok da sağlam bir AKP’li haber kaynağıyla konuştum. Bu kişi, partide çok üst düzey yönetime de gelmiş insanlardan biriydi. Bana meselâ o şikâyet etmişti. Sonra ertesi gün iki gazete kullandı bu haberi, benim adımı anmadılar, ama çok da önemli değil. Adam bana açık açık dedi ki: “Biz öğretmen tâyini bile yaptıramıyoruz”. Belki hatırlarsın, bu cümleyi söyledim ben yayında. Açık açık söyledi: “Öğretmen tâyini yaptıramıyoruz” dedi. Bu adam gerçekten çok kalın biri. Bana yayından sonra o kadar çok saldırdılar ki… Saldıranlar kim biliyor musun? AKP’liler. Bozuldular çünkü buna. “Ne demek bu ya, öğretmen tâyini bile yaptıramıyoruz? Olur mu böyle şey?” diye. Ağlayan kendi; ama bunun konuşulmasını istemiyor, tam söylediğin gibi. Çünkü bir yandan da güçsüz görünmek istemiyor.
Ruşen Çakır: Aklıma bir şey geldi. Zamanında yine Demokratik Sol Parti MHP ile koalisyon yapmıştı ya.
Ünsal Ünlü: 99 koalisyonu.
Ruşen Çakır: Hikmet Uluğbay Millî Eğitim Bakanı’ydı değil mi, yanlış mı hatırlıyorum?
Ünsal Ünlü: Doğru, Millî Eğitim Bakanı’ydı. İntihar etmişti.
Ruşen Çakır: Evet. Bir gün, Çanakkale İl Başkanı mı ne, öyle bir yerin, İç Ege ya da Marmara, öyle bir bölgenin il başkanı geliyor. Eşi öğretmen, bilmem nerede. Diyor ki: “Ya, Bakan Bey, benim eşimi şu ile aldırabilir misiniz?” falan. Bakan diyor ki: “Ya, işte şöyledir, böyledir” vs. falan diyor. Sonra aradan bir süre geçiyor, atıyorum, 6 ay geçiyor. Sonra başka bir ortamda, partinin bir toplantısında Hikmet Uluğbay görüyor adamı, “Ya, sizin eşinizin bir durumu vardı, ne oldu? Bir şey oldu mu?” diyor. Adam, “MHP İl Başkanı arkadaşa söyledim, halletti” diyor.
Ünsal Ünlü: İşte bak tam bu, tam bu yaşadığımız ve bunun konuşulmasını istemiyor adamlar. Yani iktidar olmak ama muktedir olmamak hikâyesi var ya? Şu anda yaşanan aslında tam o. Yani bu ip koptu, çok acâyip bir şey. Meclis’i bu Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’yle bilinçli olarak köreltip zayıflattı Erdoğan; ama bu işine yaramadı. Çünkü araya koyduğu bakan kademesi tamâmen kopuk çalışıyor. Onların da milletvekilleriyle bir alâkası yok, yani halkla da çok bir alâkası yok.
Ruşen Çakır: Şeyi sorayım: Kötüleri bırakalım; iyi gazeteci kimleri görüyorsun, kimleri takdir ediyorsun? Biraz birilerini onore edelim.
Ünsal Ünlü: Ruşen, sen de yapıyorsun, Medyascope da buna çok dikkat ediyor ve çok seviniyorum. Ben 9 senedir bu konuda kimsenin hakkını yememeye çalışıyorum. Yani bir günlük gazeteci bile olsa, yaptığı iyi bir haberse yayında özellikle adıyla anıyorum ve söylüyorum. Diyorum ki: “Bakın, bu bugünün iyi haberi. Çalacaklar bu haberleri, çalacaklar kardeşim ve ismini kullanmayacaklar”. O nedenle, bugün baktığım zaman, genç gazeteci arkadaşların çoğu çok iyi. Mesela BirGün gazetesi çok sağlam habercilik yapıyor. Gerçekten iyi haber kovalıyorlar. İşte, İsmail Arı da Mustafa Bildircin de, genç arkadaşların pek çoğu hakîkaten iyi işler yapıyorlar. Meselâ sağlık alanında Sibel Bahçetepe o kadar şık haberler yapıyor ki, nokta atışı böyle: Vuruyor ve ses getiriyor, direkt ses getiriyor. Bizim biraz ona ihtiyâcımız var. Ama herhalde sen de bu konuda hak vereceksindir bana; maalesef medyada da o bağlantı koptu. Yani gazetecileri yetiştirecek abi, abla çok fazla olmadığı için… Siz meselâ Medyascope’ta bunu iyi yaptınız. Ankara’da Hıdır abi, Hıdır Göktaş taş gibi bir büro oluşturdu orada. Çocuklar çok iyi bir gazeteciyle çalıştılar. Ama bak meselâ sen de görüyorsun, geçmişte pek çoğunda çalıştık o kanalların ya da gazetelerin. Ben gazetede çalışmadım ama. O dönemde insanların birlikte çalıştıkları editörler, istihbârat şefleri… aslında bu gelişimi sağlayan bunlardı. Şu anda o kademe yok Ruşen. Sen ne dersin bilmiyorum, ama ben öyle görüyorum, o kademenin kopması çok kötü.
Ruşen Çakır: O çok ciddî bir sorun. Meselâ BirGün’deki genç meslektaşlar iyi, güzel, hakîkaten iyi işler çıkartıyorlar; ama orada şöyle bir şey var: Sosyal medya ortamında doğmuş oldukları için ve sosyal medya ortamı gazetecilikle aktivizmin çok karıştırıldığı bir ortam olduğu için, özellikle genç arkadaşların biraz daha ayaklarının siyâseten frende olması gerekiyor.
Ünsal Ünlü: Sâkin olmaları gerekiyor. Değil mi? Sâkin olmaları gerekiyor biraz. Kesinlikle.
Ruşen Çakır: Siyâseten ayaklarının frende olması gerekiyor. O anlamda hani böyle güzel haber yapıyor olmak, ses getiren haber yapıyor olmak insanı kanaat önderi yapmıyor. Gerek yok.
Ünsal Ünlü: Hani konuştuk ya; ana haber bültenleri de artık kanaat önderliğine sürüklüyor. Bak işte demin dediğim yere geliyoruz ama bence burada. Eğer senin birlikte çalıştığın çok daha kıdemli bir gazeteci abin ya da ablan varsa, o seni frenler. O senin durman gereken yeri gösterir. Bugün o bölüm koptu. Meselâ Ankara’da BirGün’den çıkan haberin bu kadar kaliteli ve bir yere geliyor olması… Nurcan var burada, Nurcan Gökdemir var. Bir milyon sene berâber çalıştık biz Meclis’te. Siyâsî haberin nereye gideceğini biliyor çünkü o. Yani çok coşmanın bir anlamı olmadığını, senin demin söylediğin gibi, bunun kanaat önderliğiyle sonuçlanmaması gerektiğini biliyor. Öyle olduğu zaman ayar kopuyor çünkü. Bence bugün bu yaşanıyor Türkiye’de.
Ruşen Çakır: Ben tabiî bu arada sevgili arkadaşımız Çiğdem’in adını muhakkak anmak isterim.
Ünsal Ünlü: Evet, yüzde yüz. Tabiî ki, tabiî ki… Çiğdem’in yaptığı iş çok farklı bir iş, çok farklı bir boyutta çalışıyor gerçekten. Hani belki bilmeyenler olabilir; Çiğdem hukukçudur, aslında Hukuk Fakültesi mezunudur. Ben onunla ekonomi muhâbirliği de yaptım berâber.
Ruşen Çakır: Ayrıca müzisyendir, değil mi?
Ünsal Ünlü: Tabiî, aynı zamanda müzisyen. Çok güzel gitar çalar. Ama yaptığı haberin meselâ… O yüzden meselâ Çiğdem’e Agrobay Grup’un 1 milyon liralık dâvâ açmasına rağmen o dâvâdan bir şey çıkmayacağı ortadaydı. Çünkü arkasını, çerçevesini çok iyi oluşturuyor haberin. Bizim de yapmaya çalıştığımız şey bu değil mi? Ben yayın yaparken, şunu ben de yapabilirim, hattâ daha iyisini yaparım. Türkiye’de benim yaşımda olup benden daha kıdemli yayıncı yok. Bak iddia ediyorum. Ben 12 yaşında başladım bu işe çünkü. 42 senedir kamera karşısındayım ben. Kameranın niteliği değişebilir ama. Bak ben şunu yaparım meselâ: Goygoyun kralını yaparım. Sözcü kafası, Halk TV kafası, araya biraz TV100 bulaştır; ondan sonra işte ne bileyim, goygoy, anket sahtekârının yalanlarını al, biraz kamuoyundan, işte aşı karşıtlığı, bilmem ne ile bağla; yemin ediyorum yıkılır yayın. Ama ben yapamam ki bu işi, yaptığın gazetecilik olmaz.
Ruşen Çakır: Bir de, senin diksiyonun da çok iyi.
Ünsal Ünlü: Ben eğitimini aldım bu işin. Ben Radyo Çocuk Saati’nden başladım, 12 yaşındayken. Yani benim hocalarım, bugün Türkiye’de insanların baktığı zaman parmağıyla gösterdiği insanlar; işte: Rüştü Asyalı, Çetin Tekindor. Ben bu insanlardan mikrofon eğitimi aldım. Sâdece işte, bir yandan da onu çiğnememeye çalışıyorum, yaptığım işlerde onu pas geçmemeye çalışıyorum. Hem Türkçe konuşurken düzgün konuşmaya çalışıyorum hem mikrofon kullanırken. Ama bu, işin bir boyutu. Sonuçta temelde yaptığımız şey gazetecilik Ruşen. Nereye gidersen git, sonuçta bitirdiğinde yaptığın iş o. Hattâ muhâbirlik… en temeli o. Muhâbir değilsen zâten bu işi yapma şansın yok bana kalırsa.
Ruşen Çakır: Bu muhâbirlik gerçekten bir virüs gibi.
Ünsal Ünlü: Öyle.
Ruşen Çakır: Yanarım, yanarım şuna yanarım: O cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi deli gibi Türkiye’nin dört bir tarafında dolaştım, ettim ve ben oradaki atmosferi görüp Erdoğan’ın kaybedeceği yorumunu yaptım. Trabzon’daki, Kayseri’deki, Konya’daki insanları görünce…
Ünsal Ünlü: Ben senin Konya’daki yayınını hatırlıyorum meselâ ve çok doğru bir yayındı o. İşte, yaşadığın bir yandan ülkenin gerçekliğiyle uyumlu olmuyor ya? O tuhaf. Ama yaşanan bir şey var ortada.
Ruşen Çakır: Hadi, yavaş yavaş toparlayalım, seni azat edelim.
Ünsal Ünlü: Estağfurullah.
Ruşen Çakır: Futbol konuşmuyoruz zâten; biz ikimiz de…
Ünsal Ünlü: Şampiyon takım taraftarıyız.
Ruşen Çakır: Sorunu olanlar düşünsün.
Ünsal Ünlü: Olmayanlar, şampiyon olamayan düşünsün. Futbol bile Türkiye’de artık… İnsanların birbiriyle dalga geçecek hâli kalmadı. Biz ne güzel dalga geçerdik. Benim o kadar yakın Fenerbahçeli arkadaşlarım var ki, maçlardan sonra birbirimizi o sarakaya aldığımız hikâye işin en güzel bölümüydü. Goygoyuydu işin güzel olanı. Şu anda o bile nefrete dönüştü ya. O bile nefrete dönüştü, hem de böyle bıçakla çizilecek bir nefrete. Neyse, öyle bitirmeyelim de biz. Ben seni kutluyorum. İyi ki 9 sene önce çıkmışız bu yola. Çok zor, acâyip darbe aldık, ağzımız burnumuz kırıldı, doğru; ama sen de ben de sonuçta 9 sene önceye dönsek aynı şeyi yapacağız nasıl olsa yine. Yani düşünmeyecek ki kimse.
Ruşen Çakır: Ayaktayız.
Ünsal Ünlü: O yüzden nice yıllara. Medyascope’u kutluyorum. Başlangıcından îtibâren bir parçası olmayı da seviyorum.
Ruşen Çakır: En azından bir dahaki sene yine böyle bir yayın yaparız diyorum.
Ünsal Ünlü: İnşallah. Arada da görüşürüz, ama seneye böyle 10. yılları kutlamak üzere diyelim. Herkese, bütün arkadaşlara çok selâm, sevgi. Ellerine sağlık hepsinin. Daha nice yaşlara, nice yıllara.