Bugün Dünya Çocuk Hakları günü. Uzmanlar, Türkiye’de çocuk olmanın, hayalleri sınırlayan, kaygıları derinleştiren ve fırsat eşitliğini yok eden bir mücadele anlamına geldiğini söylüyor. Araştırmalara göre, anne karnından başlayan yoksulluk, çocukların yaşamlarını yalnızca bugün değil, yarını da şekillendiriyor. Veriler, yetersiz beslenme, sağlık hizmetlerine erişim eksikliği, eğitimden kopuş, çocuk işçiliği ve cinsel istismar gibi sorunlarla çocukların temel haklarını tehdit eden bir tablo oluşturuyor. Uzmanlarsa, çocukların temel haklarının korunması için acil ve kapsamlı politikalar gerektiğini vurguluyor.

Sayılarla konuşacak olursak, Türkiye’de bebeklerin çok büyük bir kısmı yoksul koşullarda yaşıyor. Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) bünyesinde yayımlanan çalışmaya göre, 0-17 yaş grubunda 7 milyon 3 bin çocuk yoksulluk içinde yaşıyor. Çalışmaya göre, yoksul çocuk oranı yüzde 31,3 olarak açıklandı. Ayrıca 2017’de yoksul bebek oranı yüzde 36,8 iken 2022’de bu oran yüzde 41,4’e yükseldi.
2022 verilerine göre bebeklerde (0-2 yaş) yüzde 41,4, çocuklarda (3-14 yaş) yüzde 43,8, gençlerde (15-24 yaş) yüzde 29,9, 25+ yaş nüfusta ise yüzde 18,2 yoksulluk oranına ulaşılıyor.
- Derin yoksulluk, ilgisizlik ve yalnızlık: 5 çocuk nasıl öldü?
- MEB verileri açıklandı: Eğitimden kopan çocuk sayısı artıyor
Eğitim Reformu Girişimi’nin raporuna göre ise eğitim dışındaki çocuk sayısı yüzde 38,4 artarak 612 bin 814’e ulaştı. Cinsel istismara uğrayan çocukların güvenilir bir kaynak verisi yok.
Türkiye’de çocuk olmak beraberinde nasıl sorunları getiriyor? Bu sorunlar nasıl çözülebilir? Derin Yoksulluk Ağı’ndan Önder Uçar, Önce Kadınlar ve Çocuklar Derneği Başkanı Müjde Tozbey ve Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi ve Akdeniz Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Taner Akpınar Medyascope’a anlattı.
Anne karnından başlayan yoksulluk: Türkiye’de çocuk olmak
Derin Yoksulluk Ağı’ndan Önder Uçar, Türkiye’de yoksulluğun çocukların hayatını daha doğmadan etkilemeye başladığını söyledi. Beslenme yetersizliği, sağlık sorunları, eğitime erişim güçlükleri ve sosyal dışlanma gibi pek çok sorunun çocukların karşılaştığı temel problemler arasında yer aldığını belirtti. Önder Uçar, yoksulluğun çocukların fiziksel ve bilişsel gelişimlerini nasıl etkilediğini şöyle özetliyor:
“Türkiye’de 2018 yılında yapılan araştırmalarda, 0-4 yaş arası çocuklarda bodurluk oranı %6 seviyesindeydi. Bu, sorunun ne kadar derin ve erken başladığını gösteriyor.”
Beslenme: İlk kriz anne karnında başlıyor
Uçar, yetersiz beslenmenin çocukların daha doğmadan sağlığını etkilediğini belirtti. Maddi durumu olmadığı için sağlıklı beslenemeyen aileler, henüz daha yeni doğmuş çocuklarını dahi besleyemiyor diyen Uçar, “Yeni doğmuş bir bebeğin annesi, yeterli beslenemediği için süt üretemiyor. Mama alamayan aileler, bebeklerini şekerli suyla beslemek zorunda kalıyor” diye konuştu. Uçar, bu durumun, çocukların fiziksel, bilişsel ve zekâ gelişimini olumsuz etkileyerek hayat boyu sürecek sorunların temelini attığını söylüyor.
Sağlık ve hijyen: Eşitsizliğin derinleştiği nokta
Yoksul ailelerin sağlık hizmetlerine erişiminde yaşadığı güçlükler de çocukların yaşam kalitesini etkilediğini belirten, Uçar, ailelerin aile sağlığı merkezlerinde dışlanma ve kötü muameleyle karşılaştığını anlatıyor:
“Kılık kıyafetlerinden veya genel durumlarından dolayı iyi muamele görmeyen anneler, çocuklarının hastalığına dair yeterli bilgiye ulaşamıyor. Tedavi ve ilaç masraflarını karşılamakta da zorlanıyorlar.”
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
“Hijyen koşullarının da büyük bir problem teşkil ettiğini söyleyen Uçar, “Gittiğimiz mahallelerde, çocukların temizlikleri ciddi bir sorun. Tuvalet ve banyo gibi temel ihtiyaçlar karşılanamıyor” dedi.
Oyun ve hayallerin eksikliği
Yoksulluğun, çocukların oyun oynama hakkını da ellerinden aldığını belirten Uçar, durumu şöyle anlatıyor:
“Oyuncak alacak imkânı olmayan aileler, çöplerden topladıkları kırık oyuncaklarla çocuklarına bir şeyler yapmaya çalışıyor. Ancak çocuklar özgüvenlerini kaybediyor, hayal kurma kapasiteleri daralıyor. ‘Büyüyünce ne olacaksın?’ sorusuna cevap veremeyen, hedefi olmayan çocuklarla karşılaşıyoruz.”
Eğitimde eşitsizlik
Okul çağındaki çocuklar için masraflar büyük bir engel. Kırtasiye, üniforma ve kayıt masrafları, ailelerin bütçesini zorluyor. “Eylül ayında yaptığımız bir çalışmada, görüştüğümüz 119 öğrenci velisinin yüzde 75’i, çocuklarının maddi sebeplerle okulu bırakabileceğinden endişe duyduğunu söyledi. Çocukların çoğunun kendine ait bir odası veya çalışma masası bile yok” diye konuşuyor Uçar.
Beslenme sorunu ise eğitimdeki eşitsizliklerin daha da derinleşmesine neden oluyor. Uçar durumu, “Evde haftada bir gün bile et, tavuk, balık tüketemeyen çocuklar var. Okulda da bir şey yemeden günü geçirmek zorunda kalıyorlar. Hatta sularını bile evden taşıyorlar” diye özetliyor. “Yoksulluk, çocukları eğitimden koparıp erken yaşta iş hayatına itiyor” diyen Uçar, bu durumun, çocuk işçiliği ve istismar gibi sorunları beraberinde getirdiğini söylüyor.
Çocuk olmak: Hayaller yerine kaygılar
Uçar, Türkiye’de çocuk olmanın zorluklarını “Türkiye’de çocuk olmak, bitmeyen bir kaygı sahibi olmak ve rahatça hayal kuramamak demek” diyerek belirtiyor.
Yoksullukla mücadelede ilk adımın sorunun varlığını kabul etmek olduğunu belirten Uçar, “Türkiye’de yoksulluğun varlığı inkâr ediliyor. Bu inkâr, çözüm yollarını tıkıyor. Sosyal hizmetlerin ve politikaların güçlendirilmesi gerekiyor” diyerek sözlerini tamamlıyor.
Ağırlığı ve toplumsal sorumluluk
Çocuklara yönelik tecavüz vakaları, Türkiye’nin en büyük sorunlarından biri olarak karşımıza çıkıyor. Önce Kadınlar ve Çocuklar Derneği Başkanı Müjde Tozbey, bu suçun ciddiyetinin “cinsel istismar” terimiyle yumuşatıldığını belirtiyor. “Yaşananları sadece ‘istismar’ olarak adlandırmak, suçun ağırlığını hafifletiyor ve çocuğa yönelik tecavüz gerçeğini görmezden geliyor” diyor Tozbey.
Veri eksikliği: Sorunun görünür değil
Peki, elimizde bu konuda herhangi bir veri var mı?
Tozbey, Türkiye’de çocuğa yönelik tecavüz vakalarına dair güvenilir bir veri bulunmadığını söylüyor. “Veri eksikliği, yalnızca devletin çocukları koruma yükümlülüğünü yerine getirmediğini değil, aynı zamanda sorunun gerçek boyutunun kamuoyundan gizlenmek istendiğini de gösteriyor” diyor. Tozbey’e göre, bu eksiklik, çözüm sürecinin başlamasını engelliyor. Çünkü veriler olursa bu veriler, sorunun kapsamını ve büyüklüğünü gözler önüne serecek ve devletin acilen atması gereken adımları belirginleştirecek.
Devlet politikaları ve çocukların korunması
Öte yandan mevcut iktidarın çocuk hakları konusunda dönemsel söylemlerle yetindiğini vurgulayan Tozbey, çözüm için güçlü sosyal politikalar, adalet sisteminde köklü reformlar ve faillerin cezasız kalmasını engelleyecek mekanizmaların gerektiğini söylüyor. Ancak Tozbey, “Bugün Türkiye’de çocukları koruyan etkin bir eylem planı ya da mekanizma yok” diye ekliyor.
Yasal düzenlemeler ve uygulamadaki yetersizlikler
Tozbey, yasal düzeyde çocuk haklarını koruyan düzenlemeler bulunduğunu ancak uygulamaya gelince mevcut yasaların yetersiz kaldığını belirtiyor. BM Çocuk Hakları Sözleşmesi ve Lanzarote Sözleşmesi gibi uluslararası anlaşmalar, devlete ciddi sorumluluklar yüklüyor. Ancak Tozbey’e göre sözleşmelere imza atmak tek başına yeterli değil, asıl önemli olan gereğini yerine getirip uygulamak ve faillerin hak ettiği cezayı alması.
Tecavüz vakalarının artışı: Toplumsal dinamikler ve yoksulluk
Tozbey vaka artışılarının temel nedenini “Toplumdaki muhafazakâr dönüşüm, artan yoksulluk ve sosyal güvenlik mekanizmalarının yetersizliği” sözleriyle özetliyor. Özellikle çocukların eğitimden ve sosyal hayattan uzaklaştırılmasına ve kız çocuklarının eğitim dışı bırakılmasına dikkat çeken Tozbey, yoksul ailelerde suçun üstünün kapatılmasının tecavüz vakalarını daha da yaygınlaştırdığını söylüyor.
Yoksulluk ve çocukların durumu
Yoksulluğun, çocuklara yönelik tecavüz vakalarında ihmalin ve suistimallerin artmasına neden olan en önemli faktörlerden biri olduğunun altını çizen Tozbey, yoksul ailelerin çocukları sosyal desteğe ulaşmada zorluk yaşadığını, eğitimden yoksun bırakıldığını, yetersiz beslendiğini ve devletle bağlarının zayıfladığını aktarıyor.
“Bu çocuklar, devletin korumasına daha çok ihtiyaç duyuyor” diyen Tozbey, sosyal devlet politikalarının yeterince devreye girmediğini belirtiyor. Tozbey, yoksulluğun bu kadar yaygın olduğu bir düzenin, çocukların korunmasını sağlamadığını ve devletin bu konuda somut adımlar atmadığını dile getiriyor.
Çocuk olmak
Türkiye’de çocuk olmanın, ağır bir yoksulluk, güvensizlik ve hak ihlalleriyle mücadele etmek anlamına geldiğini ifade eden Tozbey, “Devletin, çocukları korumak yerine onları daha da savunmasız hale getiren politikalar uyguladığını” belirtiyor. Çocukların eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik gibi temel haklardan eşit bir şekilde yararlanması gerektiğini vurgulayan Tozbey, “Çocuklar güvende değil” diyerek devletin politikalarının çocukları suistimale açık hale getirdiğini söylüyor.
Çocukların çalışmak zorunda bırakılması, hem Türkiye’de hem de dünyada ciddi bir sosyal sorun olarak varlığını sürdürüyor. Uzmanlara göre bu durum, yalnızca ekonomik bir mesele değil, aynı zamanda çocukların sağlıklı gelişimlerinin, eğitim haklarının ve güvenliklerinin de tehlikeye girmesi anlamına geliyor.
Ekonomik strateji ve çocuk işçiliği
Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi ve Akdeniz Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Taner Akpınar’a göre, Türkiye’nin ekonomik stratejisi ucuz iş gücü yaratmaya dayalı bir yapıya dönüştü. Akpınar’a göre, 1980’lerden itibaren yabancı sermaye çekmek için ucuz iş gücü sunan bir model izleniyor ve bu modelin en belirgin sonucu çocuk işçiliği oluyor. Akpınar, “Küçük işletmelere ucuz iş gücü sağlamak amacıyla çocuklar ‘çırak’ adı altında çalıştırılıyor” diyerek bu durumu açıklıyor.
Yoksul ailelerin durumu: Geçim için çalışan çocuklar
Akpınar, çocuk işçiliğinin özellikle yoksul ve işçi ailelerini etkilediğini vurguluyor. Akpınar, bu ailelerin çocuklarını çalıştırma amacının eğitim değil, geçim sağlamak olduğunu belirtiyor. Çocukların çalıştırılması, ailelerin ekonomik yükünü hafifletmek amacıyla bir çözüm olarak görülüyor. Sanayi sitelerinde çalışan çocuklar arasında, memur veya kendi iş yeri olan ailelerin çocuklarına rastlanmadığını belirten Akpınar, “Bu çocuklar sadece işçi ve köylü ailelerinin çocukları ve en yoksul kesimlerden geliyor” diyor. Çocuk işçiliği, özellikle yoksullukla bağlantılı olarak artmaya devam ediyor. Akpınar, 17 yaş altındaki çocukların iş gücüne katılım oranının son 1-2 yılda arttığını belirtiyor ve şu veriyi paylaşıyor:
“Son dönemde çıraklık sistemindeki çocuk sayısı 600 bine çıktı. Bu artış, büyük ölçüde yoksulluktan kaynaklanıyor.”
Öte yandan yoksul aileler, çocuklarını çalıştırarak ev bütçesine katkı sağlama amacı güdüyor. Ancak, bu durum çocukların geleceğini karartıyor ve onları erken yaşta iş gücü olarak sistemin bir parçası yapıyor.
Akpınar, “Türkiye’nin onayladığı uluslararası yasalar gereği, 18 yaşın altındaki herkes çocuk kabul ediliyor. Ancak Türkiye’nin ulusal yasalarına göre 15 yaşından itibaren herkesin çalışma hakkı bulunuyor” diyerek bu çelişkiye dikkat çekiyor. Türkiye’de çıraklık eğitimi gören çocukların büyük çoğunluğunun, işçi ve yoksul ailelerinden geldiğini söyleyen Akpınar, “Ailelerin, çocuklarını sanayi sitelerine göndermesinin temel nedeni geçim sıkıntısı” diyerek durumun ekonomik bir zorunluluktan kaynaklandığını vurguluyor.
Denetim eksiklikleri ve çocuk işçiliği ölümleri
Akpınar, Türkiye’deki çocuk işçiliği denetimlerinin sembolik olduğunu ve gerçekten etkili olmadığını söylüyor. Sanayi sitelerinde çalışan çocukların sayısı yıldan yıla artarken, çalışma koşullarının yalnızca çok küçük bir kısmı denetleniyor. Akpınar, her yıl 60 civarında çocuğun iş kazalarından dolayı öldüğünü, ancak kayıt dışı çalışan çocukların sayısının fazla olması nedeniyle bu ölümlerin tam olarak tespit edilemediğini belirtiyor.
Çocuk işçiliğine karşı etkili bir çözüm için, hem toplumsal hem de ekonomik yapının dönüşmesi gerektiği açık olduğunu aktaran Akpınar, “Yanlış politika diye bir şey yok. Eğer yanlış dersek, bu politikaları uygulayanları beceriksiz olarak nitelendiririz ki bu, iyimser bir yaklaşımdır” diyerek politikaların bilinçli bir şekilde uygulandığını belirtiyor.