John Hopkins Üniversitesi’nden uluslararası ilişkiler profesörü ve Ortadoğu uzmanı Vali Nasr, Suriye’deki son gelişmeleri güç dengesi ve jeopolitik bağlamda değerlendirdi. Foreign Policy’de çıkan yazısında Nasr Türkiye’nin bölgede artan etkisinin diğer aktörleri durumu tersine çevirmeye iteceğini, bunun içinde Suriye’deki fay hatlarının kullanılabileceğini söyledi. Medyascope Dış Haberler Servisi, Vali Nasr’ın “Esad sonrası Ortadoğu’da İran’ın kayıpları, Türkiye’nin kazanımları” başlıklı yazısını sizler için Türkçe’ye çevirdi.
Lübnan ve Suriye’de son haftalarda yaşanan yıkıcı olaylar—İsrail’in Hizbullah’ı etkisiz hale getirmesi ve Esad rejiminin düşüşü—Orta Doğu için yeni bir dönemin kapılarını araladı. İran’ın Levant bölgesindeki direniş ekseninin çöküşü, bölgede barış ve istikrar dönemi vaat edebilir. Ancak, daha olası bir sonuç, İran ve müttefiklerinin zayıflamasıyla oluşan boşluğu doldurmak için bölgesel rekabetin yoğunlaşmasıdır. Hizbullah’ın çöküşü, İran ve İsrail arasındaki güç dengesini değiştirdi. Beşar Esad’ın düşüşü ise İran’ı daha da zayıflattı. Ancak bu gelişmelerin daha geniş bir etkisi, Türkiye ile diğer tüm aktörler arasındaki güç dengesini değiştirmesi oldu.
Esad rejiminin hızlı çöküşü, Suriye için önemli bir dönüm noktası. Bu, yıllardır acı çeken bir ülkenin 54 yıllık hanedanlıktan kurtuluşunu temsil ediyor. Bu yönetim, özellikle son 14 yıldaki savaşla birlikte, zulüm ve vahşetle anılıyor. Rejimin çökmesi aynı zamanda, Esad’ı destekleyen İran ve Rusya için de küçük düşürücü bir yenilgi. Rusya, Afrika’ya açılmak için kullandığı askeri üslerini kaybetme ihtimali yaşarken, İran, Suriye’yi Lübnan’a kara bağlantısı olarak kullanma imkanını kaybediyor.
Esad’ın düşüşü ve İran’ın yenilgisiyle ilgili coşkulu kutlamalar, hikayenin tamamını anlatmıyor. Esad rejiminin 12 günlük bir yıldırım harekatıyla çökmesi, aynı zamanda Türkiye’nin ustaca bir güç hamlesi olarak da değerlendirilebilir. Ankara, Esad karşıtı başlıca güç olan Heyet Tahrir eş-Şam’ın (HTŞ) ana destekçisi. Grubun savaş alanındaki başarılarının büyük ölçüde Türkiye’ye bağlı olduğu açık. Türkiye, Esad rejiminin bu kadar hızlı çökeceğine şaşırdığını belirtse de, bu tavır kasıtlıydı. Bu, Türkiye’nin HTŞ ve müttefik güçleri aracılığıyla gücünü yansıtma kabiliyetinin açık bir göstergesi. Türkiye, Rusya ve İran’ı geride bırakarak Suriye’deki en baskın dış güç haline geldi.
Türkiye’nin Suriye’deki kazanımları, İran’ın zayıflamasıyla birlikte zaman içinde Lübnan ve Irak’ta da etkisini artırabilir. Bu gerçeklik, bölgesel güç dengelerini önemli şekillerde değiştiriyor. Bu sadece İran için büyük bir geri adım olmakla kalmıyor; aynı zamanda Türk kazanımları diğer bölgesel aktörler için de önemli sonuçlar doğuruyor. Bu aktörlerin politikalarını yeni gerçekliğe göre yeniden kalibre etmeleri gerekecek.
İran için Suriye’nin kaybı, itibarına ve bölgesel stratejisine ağır bir darbe. Bu, Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail’e karşı elinin zayıflaması demek. Ancak, İran siyasetini takip edenlerin Esad’ın düşüşüne verdikleri tepkiler, Türkiye’nin artan etkisinin İran için acil bir endişe olduğunu gösteriyor. İran, Türkiye’yi Ortadoğu ve Kafkasya’daki nüfuz alanlarına meydan okuyan bir bölgesel rakip olarak görüyor. Türkiye’nin Azerbaycan’a verdiği güçlü destekle, özellikle Ekim 2020’de Dağlık Karabağ’ın kontrolünü kazanmasıyla, İran bu rekabeti kaybetmiş durumda. Eğer Türkiye, Suriye’deki başarısından cesaret alarak Azerbaycan’ın Zengezur koridoru ticaret rotasını kontrol altına almasını desteklerse, İran Kafkasya’dan tamamen dışlanmış olacak. Bu durum, İran’a, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kafkasya ve Levant’ta 16. ve 20. yüzyıllar arasında elde ettiği kontrolü yeniden kazanıyor gibi görünebilir.
İronik bir şekilde, İran’ın birincil düşmanı olan İsrail de Suriye’deki olayların dönüşünden endişe duyabilir. İsrail, İran’ın Levant’taki varlığını neredeyse tamamen sona erdirdiği için kutlama yaparken, şimdi Suriye’de bir Türk nüfuz alanı ile yüzleşmenin zorluklarıyla karşılaşacaktır. HTŞ liderliğindeki yeni bir hükümet, güçlerini konsolide ettikten sonra, yüksek ihtimalle İsrail’in Golan Tepeleri’ni ilhakını reddedecek ve Filistin meselesinde tarafsız kalmayacaktır. HTŞ’nin Sünni Arap olması. Şii İran’ın ve Hizbullah’ın aksine örgütü Filistin’e daha organik bir şekilde bağlıyor. İsrail’in sınırlarındaki tehdit artık Ankara’nın desteklediği, Şam’daki yeni siyasi düzende yatıyor olabilir.
Mısır ve Ürdün’den Basra Körfezi’ndeki ülkelere kadar Arap devletleri için, HTŞ’nin Suriye’deki zaferi, Arap Baharı’nın tehlikeli bir yankısı gibi görünüyor. Arap Baharı, demokrasi ve iyi yönetim çağrılarıyla Arap dünyasındaki otoriterliği sorgulamıştı. Bu hareketler hızla bazıları demokrasiyi kabul eden, bazıları ise katı İslami devletler kurmayı hedefleyen İslamcı partiler tarafından sahiplenildi. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Arap Baharı’nı kucaklayarak, Arap dünyası için kendi “Müslüman demokrasisi” vizyonunu yansıtan bir gelecek gördü. Karşılığında, birçok İslamcı parti Türkiye’yi ilham kaynağı ve destek sağlayıcı olarak benimsemişti.
Arap devletleri, ülkelerindeki İslamcı hareketleri bastırmak için yoğun bir mücadele verdi ve bu durum onları Türkiye ile karşı karşıya getirdi. Sonunda bu mücadeleyi Arap devletleri kazandı. Türkiye için en kritik nokta ise Suriye’ydi. Türkiye, İslamcı grupları da içeren bir muhalefet kesimini aktif olarak destekledi ve iç savaştan kaçan milyonlarca mülteciyi kabul etti. Ancak bu mücadelede Türkiye’nin Esad’ı devirmeye yönelik çabalarını Rusya ve İran engelledi. Arap devletleri, Esad’ı İran’ın müttefiki olarak gördükleri için onu dışladılar, ancak onun hayatta kalması İslamcılığın yükselmesini engelleme hedeflerine uyuyordu. Daha yakın zamanda, bu devletler Esad ile bağlarını yeniden inşa etmeye ve Suriye’yi Arap dünyasına geri kazandırmaya yönelik adımlar attılar.
Şimdi, Suriye ayaklanmasının başlamasından yaklaşık 14 yıl sonra, Türkiye nihayet Esad’ı devirmek ve Suriye’ye yerleşmek için verdiği mücadeleyi kazandı. Arap devletleri için endişe verici olan bu zafer, Arap Baharı’nın gecikmiş bir bölümü gibi, İslamcılığın siyasi bir güç olarak canlanması ve önemli bir Arap devletini kontrol etmesi anlamına geliyor.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Bölgesel bir gücün (Türkiye’nin) yükselişi, kaçınılmaz olarak bir yeniden hizalanmayı ve ardından bu yükselişi sınırlayıp tersine çevirmeye yönelik stratejileri davet eder. Bu tersine çevirme çabaları, Suriye içindeki fay hatlarını kullanmak zorunda kalacak. HTŞ, Suriye hükümetini ve Halep’ten Şam’a uzanan kuzey-güney koridorunu kontrol ediyor, ancak ülkenin geri kalanındaki hakimiyeti kesin değil. Suriye’de başka İslamcı ve milliyetçi güçler ile ülkenin kuzeydoğusunu kontrol eden Kürt güçleri de bulunuyor. Bu güçler, Şam’daki yeni düzene meydan okumak için kendi nedenlerine sahip olabilir ve dış aktörlerden destek bulmaları halinde bu çabaları daha etkili hale gelebilir.
Suriye için yıllar süren acılardan sonra en iyi sonuç, savaşın harap ettiği ülkeyi yeniden inşa etmeye odaklanan güçlü ve istikrarlı bir devlet oluşturmak. Ancak Suriye, bölgesel rekabet girdabına çekilirse, dış güçler arasındaki rekabetin ülkeyi parçaladığı ve acılarını uzattığı Libya’nın kaderine benzer bir gelecekle karşı karşıya kalabilir.
Vali Nasr, Johns Hopkins Üniversitesi Uluslararası İleri Araştırmalar Okulu’nda Ortadoğu Çalışmaları ve Uluslararası İlişkiler alanında profesör. Vali Nasr 2009-2011 yılları arasında ABD Dışişleri Bakanlığı’nda görev yapmıştır ve The Dispensable Nation: American Foreign Policy in Retreat (Vazgeçilebilir Ulus: Geri Çekilen Amerikan Dış Politikası) kitabının yazarıdır.
Kaynak: Foreign Policy