1990’ların başında Yemen’in kuzeyinde ortaya çıkan kültürel bir hareket, bugün küresel deniz ticaretini tehdit eden bir güce dönüştü. Husiler bir yanda düzenlediği saldırılarla İsrail’i tedirgin ediyor, diğer yandan Kızıldeniz’deki operasyonlarıyla da dünya ekonomisini etkiliyor. Husiler ile İsrail arasındaki çatışma neye evrilecek? İsrail için Gazze ve Lübnan’daki sonuçlar Yemen’de tekrarlanabilir mi? Ya da her şeyden önce şunu soralım; Husiler kimdir?

Yemen’in kuzeyinden “küresel tehdide”: Husiler kimdir?
1990’ların başında Yemen’in kuzeyindeki Saada bölgesinde ortaya çıkan Husi hareketi, bugün küresel deniz ticaretini tehdit eden, İsrail’e füzeler fırlatan ve bölgesel dengeleri sarsan bir güce dönüşmüş durumda. Bu dönüşümü anlamak için öncelikle hareketin kökenlerine, inanç yapısına ve geçirdiği evrelere bakmak gerekiyor.
Hareket ismini, 2004 yılında Yemen güvenlik güçleri tarafından öldürülen kurucusu Hüseyin el-Husi’den alıyor. Ancak Husilerin hikâyesi bundan çok daha önce, “İnanan Gençlik” (Believing Youth) adlı bir organizasyonun kurulmasıyla başladı. 1992’de kurulan bu organizasyon, başlangıçta Zeydi Şii değerlerini canlandırmayı amaçlayan kültürel bir hareketti. 1994-95 yılları arasında 20 bine yakın öğrenci, hareketin yaz kamplarına katılım gösterdi. Bu kamplarda Lübnanlı Şii alim Muhammed Hüseyin Fadlallah ve Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın dersleri okunuyordu.
Husilerin inanç yapısını anlamak, hareketin motivasyonlarını kavramak açısından kritik önem taşıyor.
Husiler, Yemen nüfusunun yaklaşık yüzde 35’ini oluşturan Zeydi Şiilerin bir parçası. Ancak Zeydi Şiilik, İran’daki On İki İmam Şiiliğinden önemli farklılıklar gösteriyor. Zeydiler, İmam Zeyd’i beşinci imam olarak kabul ederken, On İki İmam Şiileri Muhammed el-Bakır’ı beşinci imam olarak görüyor. Dahası, Zeydiler daha sonraki imamları tanımıyor ve imam olmanın Hz. Ali’nin soyundan gelen herkes için mümkün olduğuna inanıyor.
Hareketin sloganı “Allah En Büyüktür, Amerika’ya Ölüm, İsrail’e Ölüm, Yahudilere Lanet, İslam’a Zafer” şeklinde.
Bu slogan kısmen İran’ın devrim sonrası sloganından esinlenmiş. Ancak Husi yetkilileri, özellikle hareketin medya yüzü Ali el-Bukhayti, sloganın literal yorumlanmaması gerektiğini, hedefin bu ülkelerin hükümetleri olduğunu vurguluyor.
Husiler kimdir? Kaç kişiler?
2005’te bin ila 3 bin arasında savaşçısı bulunan Husiler, 2009’a gelindiğinde 10 bin militana ulaştı. 2010’a gelindiğinde Yemen Post, hareketin 100 binden fazla savaşçısı olduğunu iddia ediyordu.
Husi uzmanı Ahmed Al-Bahri’ye göre 2010 itibarıyla hareketin toplam 100-120 bin kadrosu bulunuyordu. Bu sayı hem silahlı savaşçıları hem de her an mobilize edilebilecek sivil unsurları kapsıyor. Bugün bu sayının çok daha fazla olduğu düşünülüyor.
Husiler başlangıçta ciddiye alınmayan bir gruptu. Ancak 2010’ların başındaki Arap Baharı’nın yarattığı etkiden yararlanarak pozisyonlarını güçlendirdiler. 2014 yılı sonunda Yemen’in başkenti Sanaa’yı ele geçirdiler. 2015 Şubat’ında ise ülke üzerinde kontrol ilan ettiler. Bu güç değişimi, İran’ın etkisi ve Lübnan’daki Hizbullah’ın yardımıyla desteklendi.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Hareketin ideolojisi karma bir yapı sergiliyor. Husilerin ideolojisi hem dindar hem Yemen milliyetçisi hem de geniş kapsamlı popülist unsurlar barındırıyor. Gözlemciler, Husilerin siyasi görüşlerinin genellikle belirsiz ve çelişkili olduğunu ve sloganlarının çoğunun amaçlarını doğru yansıtmadığını savunuyor. Araştırmacı Bernard Haykel’e göre, hareketin kurucusu Hüseyin el-Husi çeşitli dini geleneklerden ve siyasi ideolojilerden etkilendi. Bu da onu veya takipçilerini mevcut kategorilere yerleştirmeyi zorlaştırıyor.
Husiler kendilerini ulusal direniş olarak tanımlıyor. Tüm Yemenlileri dış saldırganlık ve etkilerden korumak, yolsuzluk, kaos ve aşırılıkla mücadele etmek, marjinalleştirilmiş kabile gruplarının ve Zeydi mezhebinin çıkarlarını temsil etmek iddiasındalar. Hareket, yolsuzlukla mücadeleyi ve hükümet sübvansiyonlarının azaltılmasını da siyasi programının merkezine koymuş durumda.
Husilerin Yemen’deki yükselişi ve bölgesel bir aktöre dönüşümü, sadece askeri başarılarıyla değil, aynı zamanda etkili bir propaganda makinesiyle de desteklendi. Lübnan Hizbullah’ının teknik desteğiyle “muazzam ve iyi çalışan bir propaganda makinesi” kurdular. Grubun liderinin televizyon konuşmalarının format ve içeriği, Hizbullah’ın öldürülen Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın konuşmalarını model alıyor.
Husilerin askeri kapasitesi ve savaş yöntemleri
Husilerin askeri kapasitesi, başlangıçtaki basit gerilla taktiklerinden daha sofistike bir savaş aygıtına evrildi. 2009’da dahi ABD Büyükelçiliği kaynakları, Husilerin hükümetle olan çatışmalarında giderek daha karmaşık taktik ve stratejiler kullandıklarını ve dini bir coşkuyla savaştıklarını rapor ediyordu. Bugün ise hareket, balistik füzelerden insansız hava araçlarına, deniz mayınlarından uzun menzilli roketlere kadar geniş bir askeri envantere sahip.
Son bir yıl içinde Husiler İsrail’e 200’den fazla balistik füze ve 170’ten fazla drone fırlattı. Bu saldırıların çoğu İsrail’in çok katmanlı hava savunma sistemi veya Kızıldeniz’deki ABD savaş gemileri tarafından engellenmiş olsa da, Husilerin askeri kapasitesinin gelişmişlik düzeyini göstermesi açısından önemli. Özellikle 2023 sonundan itibaren İsrail’e yönelik neredeyse günlük olarak balistik füze ve intihar dronu saldırıları düzenliyorlar.
Husilerin deniz gücü
Deniz savaş kabiliyetleri özellikle dikkat çekici bir gelişim gösterdi. Yemen iç savaşı sırasında, Husiler deniz kuvvetlerini geliştirmek için yeni taktikler benimsedi. İlk başlarda, gemi karşıtı operasyonları roketatar mermilerinin kıyıya yakın gemilere atılmasıyla sınırlıydı. Ancak zamanla, özellikle İran’ın desteğiyle, çok daha geniş bir deniz gücüne dönüştüler.
Husiler, BAE tarafından Yemen Sahil Güvenliği’ne 2010’ların başında bağışlanan 10 metrelik devriye botlarını WBIED‘lere (su üstü patlayıcı düzenekleri) dönüştürdü. 2017’de bunlardan biri Suudi fırkateyni Al Madinah’a saldırmak için kullanıldı. O zamandan beri üç yeni WBIED tasarımı daha geliştirildi: Tawfan-1, Tawfan-2 ve Tawfan-3. Ayrıca Husi yönetimi 15 farklı türde deniz mayını üretti.
İran’ın Husilere 120 km menzilli “Nur” ve 200 km menzilli “Kader” gemi savar füzeleri, 300 km menzilli “Khalij Fars” balistik füzeleri ve Fajr-4CL ile “Al-Bahr Al-Ahmar” gemi karşıtı roketlerinin teslimatı, Husi Deniz Kuvvetleri’nin kabiliyetlerini önemli ölçüde artırdı. Bu silahlar, uzun menzil, düşük maliyet ve yüksek hareket kabiliyetini çeşitli güdüm türleriyle birleştirerek Husi Deniz Kuvvetleri için oldukça uygun bir silah sistemi oluşturuyor.
Askeri kapasitelerinin önemli bir boyutu da istihbarat ve gözetleme yetenekleri. Sahilde yaklaşık 30 kıyı gözetleme istasyonu kurdular, “casus dhow’ları” (geleneksel yelkenli tekneler) inşa ettiler ve demirlemiş gemilerin deniz radarını saldırılar için hedefleme çözümleri oluşturmak üzere kullandılar. En dikkat çekici özelliklerinden biri de patlayıcı taşıyan ve düşman savaş gemilerine çarpan uzaktan kumandalı drone botları oldu.
Husilerin Zuqar ve Bawardi adalarında savaş dalgıçları eğitmeye başlamaları da dikkat çekici bir gelişme. Bu, deniz kuvvetlerinin kapasitesini daha da artırmayı hedeflediklerini gösteriyor.
Coğrafi konumun avantajı var mı?
Husilerin coğrafi konumu da askeri avantajlarından biri. Yemen’in dağlık arazisi, tıpkı Afganistan’da olduğu gibi, gerilla grupları için hava saldırılarına karşı önemli bir artı. Yıllar içinde hava saldırılarına adapte olmayı öğrendiler. Silah üretimini yeraltına taşıdılar. Bölgedeki limanlara ve dışardan silah sevkiyatlarına erişimleri var.

2015’ten beri Suudi Arabistan’ın liderliğindeki Sünni koalisyon bombardıman saldırıları ve on binlerce kara askerinin konuşlandırılmasıyla başlayan çabası, Husileri başkentten çıkarmayı veya koalisyonun tercih ettiği lideri yeniden göreve getirmeyi başaramadı. Ocak 2024’te, ABD ve İngiltere Husilere karşı Poseidon Archer Operasyonu‘nu başlattı. Ancak Amerikan Girişim Enstitüsü’nden Brian Carter’a göre, “bir dizi yarı reaktif önlem, kesin etkiler elde edemedi veya Husi askeri yeteneklerini anlamlı şekilde azaltamadı.”
Husi milisleri Yemen Silahlı Kuvvetleri’nden düzinelerce tank ve çok sayıda ağır silah ele geçirdi. Fakat silah teknolojileri konusunda da sürekli gelişim gösteriyorlar. 2015’in sonlarında, Al-Masirah TV’de kısa menzilli balistik füze “Qaher-1″in yerel üretimini duyurdular. Mayıs 2017’de Suudi Arabistan, başkenti Riyad’ın güneyindeki ıssız bir bölgeyi hedef alan Husi balistik füzesini engelledi.
Uluslararası denetçiler, Husilerin giderek daha gelişmiş drone teknolojisine erişim kazandığını bildiriyor. BM Yemen Uzmanları Paneli’ne göre, Husiler 2018 ortalarında 932 mile kadar potansiyel menzile sahip ek bir drone elde etti. Bu, Husilerin Riyad, Abu Dabi ve Dubai gibi hedeflere vurma kabiliyetine sahip olduklarına dair iddialara inandırıcılık kazandırıyor. Panel ayrıca “intihar veya kamikaze dronları”nın yaygın kullanımını vurguladı – hedeflerine çarpan patlayıcılarla donatılmış dronlar.
Husiler: Kim, kiminle ittifak?
Husilerin bölgesel ve uluslararası ilişkileri, Yemen iç savaşının çok ötesine geçen karmaşık bir ağ oluşturuyor. Bu ağın merkezinde İran ile olan ilişkileri yer alıyor, ancak son dönemde Kuzey Kore ve Rusya gibi aktörlerle de bağlantılar kurulduğu görülüyor. Özellikle İran ile olan ilişkinin niteliği, basit bir vekalet ilişkisinin ötesinde bir karakter taşıyor.
İran’ın Husilere desteği 2011’de, grubun Yemen’in Suudi yanlısı Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih’i deviren devrime öncülük etmesiyle belirgin şekilde arttı. Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan -Tahran’ın bölgesel rakipleri- 2015’te Husilere karşı askeri operasyon başlattığında, İran gruba gelişmiş drone’lar ve füzeler göndermeye başladı.
İran’ın desteğinin boyutu konusunda somut veriler mevcut. 2024 Şubat’ta, ABD Merkez Komutanlığı, İran’dan Husilere giden bir gemide “orta menzilli balistik füze bileşenleri, patlayıcılar, insansız sualtı/yüzey araç parçaları, askeri sınıf iletişim ve ağ ekipmanı, tanksavar güdümlü füze fırlatıcı tertibatları ve diğer askeri bileşenler” ele geçirildiğini duyurdu.
İran, Rusya, Kuzey Kore…
Ancak Husiler bilinenin aksine İran’ın kuklası değil. Para için İran’a bağımlı değiller, bunun yerine vergiler ve kaçakçılık ağlarından kaynak sağlıyorlar. Ayrıca İran’dakinden farklı bir Şii İslam yorumunu uyguluyorlar. Kararlarını İran ve Devrim Muhafızları’ndan bağımsız olarak alıyorlar. Örneğin, İran 2014’te Husilerin başkent Sana’yı ele geçirmemesini tavsiye etti, ancak grup bu tavsiyeyi dikkate almadı.
Kuzey Kore faktörü de son dönemde öne çıkıyor. Ağustos 2019’da, Güney Kore Ulusal İstihbarat Servisi, Suudi Arabistan’a saldırmak için kullanılan Scud füzelerinin izini Kuzey Kore’ye kadar sürdü. 2024 Ocak’ta, Güney Kore’nin Yonhap Haber Ajansı, İsrail’e fırlatılan füzelerde bulunan Hangul yazılarını kanıt göstererek, Kuzey Kore’nin İran üzerinden Husilere silah gönderdiğini bildirdi. Kuzey Kore, Husileri bir “direniş gücü” olarak görüyor.
Husilerin Rusya ile ilişkiler de derinleşti. Temmuz 2024’te Newsweek, Husilerin Rus yapımı P-800 Oniks füzelerine sahip olduğunu ve transferin muhtemelen Suriye ve İran üzerinden gerçekleştiğini bildirdi. The Wall Street Journal’a göre, ABD yetkilileri Rusya’nın Ukrayna’ya verilen ABD desteğine misilleme olarak Husileri gelişmiş gemi savar füzeleriyle silahlandırdığına dair artan işaretler görüyor. Rusya’nın askeri istihbarat birimi olan GRU’nun Husilerin kontrolündeki Yemen bölgelerinde konuşlandığı ve ticaret gemilerine yönelik saldırılara yardımcı olduğu iddiaları medyada yer alıyor.
“Direniş Ekseni’nin son unsuru”
Son dönemde Husiler, İran’ın “direniş ekseni” stratejisinin neredeyse tek aktif unsuru olarak kaldı. The Soufan Center’dan Kıdemli Araştırmacı Kenneth Katzman’a göre, “Hizbullah’ın geri çekilmesi ve Esad’ın devrilmesinden sonra İran ile ilişki daha da yakınlaşacak.”
Ancak bölgedeki yeni durum, Husilerin daha bağımsız ve iddialı bir hareket haline gelmesine de yol açabilir. Alman Uluslararası ve Güvenlik İşleri Enstitüsü’nden Wolf-Christian Paes’e göre, “Yarın Tahran’da bir rejim değişikliği olsa veya Tahran hükümeti Husileri durdurmaya karar verse bile, bu Husilerin durmasını gerektirmez.”
Husilerin askeri kapasitesinin gelişimi, İran Devrim Muhafızları’nın (IRGC) doğrudan katılımıyla gerçekleşti. 2017’de, İran’ın Kudüs Gücü’nün başı Kasım Süleymani, Husileri “güçlendirmenin” yollarını aramak için IRGC ile görüştü. Suudi öncülüğündeki koalisyonun sözcüsü Tuğgeneral Ahmad Asiri, Reuters’a Husilerin daha önce Yemen ordusunda veya Husilerde hiç kullanılmamış olan Kornet tanksavar güdümlü füzelerini kullanmasının İran desteğinin kanıtı olduğunu söyledi.
Bu karmaşık ittifaklar ağı, Husilerin sadece Yemen’deki bir iç savaş aktörü değil, aynı zamanda bölgesel ve küresel dengeleri etkileyebilen bir güç olduğunu gösteriyor. Bu durum, grubun gelecekteki rolünü ve olası çatışmaların boyutunu anlamak açısından kritik önem taşıyor.
İsrail’in Husi stratejisi: Yakın dönem analizi
İsrail’in Husilere yönelik stratejisi, özellikle 7 Ekim 2023 Hamas saldırısından sonra önemli bir değişim geçirdi. Başlangıçta sınırlı karşılık vermeyi tercih eden İsrail, Husilerin artan saldırıları karşısında daha agresif bir tutum benimsemeye başladı. İsrail bu süreçte üç önemli hava saldırısı düzenledi ve stratejik yaklaşımında önemli değişiklikler yaptı.
İsrail’in askeri yanıtının kronolojisi şöyle gelişti: 19 Temmuz 2024’te Husilerin İran yapımı bir Samad-3 dronu Tel Aviv’de bir apartman binasına çarptı ve bir İsrailli’nin ölümüne neden oldu. İsrail, ertesi gün Yemen’deki El-Hudeyde Limanı yakınlarındaki “Husi terör rejiminin askeri hedeflerine” saldırdı. Onlarca İsrail uçağı, yakıt depolarını, enerji altyapısını ve limandaki vinçleri hedef aldı.
29 Eylül 2024’te, Husilerin orta İsrail’e balistik füzeler fırlatmasına yanıt olarak, İsrail savaş uçakları Husi kontrolündeki Yemen’deki petrol rezervlerini, elektrik santrallerini ve limanları vurdu. Bu, İsrail’in son aylarda Husilere karşı düzenlediği ikinci hava saldırısıydı.
18 Aralık’ta, İsrail’in merkezi bölgesindeki Ramat Gan’da bir okul, Husiler tarafından fırlatılan bir balistik füzenin parçalarıyla vuruldu. Bu olay sonrasında İsrail ordusu (IDF), önceden planlanmış bir harekât ile Yemen’deki Husi kontrolündeki askeri hedefleri, limanları ve elektrik santrallerini vurdu.
Önce Husiler mi? İran mı?
Bu saldırılar süresince İsrail siyasetinde stratejik bir tartışma başladı. Mossad başkanı David Barnea, Husi tehdidiyle mücadelede farklı bir yaklaşım öneriyor. Barnea’ya göre, doğrudan Husileri hedef almak yerine, İran’a odaklanmak daha etkili olabilir. Bu görüş, Başbakan Benjamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Israel Katz’ın Husilere doğrudan saldırıları tercih eden yaklaşımıyla çelişiyor.
İsrailli yetkililerin açıklamaları, yaklaşan yeni bir stratejik hamleye işaret ediyor. Bir İsrailli yeticili, “Husiler İsrail’e saldırmaya devam ettikçe büyük bir hata yapıyorlar” açıklamasını yaptı. Yetkili “Bugün, Lübnan’da ateşkes var ve Gazze’de çatışmalar daha az yoğun. Şimdi dikkatimizi ve kaynaklarımızı Yemen cephesine, Husi cephesine kaydırma fırsatımız var” dedi.
İsrail Savunma Bakanı Israel Katz da Husi liderlerini hedef almaya başlayacaklarını duyurdu. Netanyahu ise İsrail’in Husilere karşı, İran’ın diğer “terörist kollarına” karşı kullandığı güçle hareket edeceği uyarısında bulundu.
İsrail’i Yemen’de bekleyen zorluklar neler?
Ancak İsrail’in karşılaştığı zorluklar var. Husilerin Yemen’deki dağlık arazi avantajı, hava saldırılarının etkinliğini sınırlıyor. Ayrıca, Husilerin silah üretimini yeraltına taşımış olmaları ve hâlâ limanlara ve dış silah sevkiyatlarına erişimlerinin devam etmesi, salt hava saldırılarıyla etkili sonuç almayı zorlaştırıyor.
İsrail’in stratejisindeki bir diğer önemli boyut, uluslararası işbirliği. ABD ve İngiltere öncülüğündeki Poseidon Archer Operasyonu ile koordinasyon içinde hareket eden İsrail, bölgesel müttefikleriyle de işbirliğini güçlendirmeye çalışıyor. Özellikle Suudi Arabistan’ın Yemen’deki deneyimi, İsrail için önemli dersler içeriyor.
İsrail’in önündeki en büyük zorluklardan biri, Husilerin artan teknolojik kapasitesi. Grup, son bir yılda İsrail’e 200’den fazla balistik füze ve 170’ten fazla saldırı dronu fırlattı. Bu saldırıların çoğu engellenmiş olsa da, Husilerin sürekli gelişen askeri kapasitesi İsrail için ciddi bir tehdit oluşturuyor.
Ramat Gan’daki okul saldırısı, İsrail’in hava savunma sistemlerinin bile tam koruma sağlayamayabileceğini gösterdi. Bu durum, İsrail’i daha kapsamlı bir strateji geliştirmeye zorluyor. İsrail hükümeti reaktif önlemler yerine, daha proaktif davranarak Husilerin askeri kapasitesini ciddi şekilde zayıflatacak uzun vadeli bir plan arayışında.
Olası senaryolar: Geçmiş veriler ne söylüyor?
Husilere karşı yürütülen askeri operasyonların tarihsel verileri, gelecek senaryolar açısından önemli dersler sunuyor. Özellikle Suudi Arabistan’ın 2015’ten bu yana sürdürdüğü hava saldırılarının sonuçları, benzer stratejilerin etkinliği konusunda ciddi soru işaretleri oluşturuyor.
Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyon, 2015’te başlattığı hava saldırıları ve on binlerce kara askerinin konuşlandırılmasına rağmen iki temel hedefine ulaşamadı: Husileri başkentten çıkarmak ve uluslararası tanınmış hükümeti yeniden göreve getirmek. Bu başarısızlık, salt hava gücüne dayalı stratejilerin sınırlarını gösteriyor.
İsrail’in Gazze ve Lübnan’da elde ettiği sonucun Yemen’e uyarlanabilirliği tartışmalı. Yemen’in coğrafi koşulları, Gazze veya Lübnan’dan çok farklı. Dağlık arazi, hava saldırılarına karşı doğal bir koruma sağlıyor ve kara operasyonlarını son derece zorlaştırıyor. Ayrıca mesafe faktörü de İsrail için önemli bir dezavantaj oluşturuyor – Yemen, İsrail’den yaklaşık bin 800 kilometre uzaklıkta.
Amerikan Girişim Enstitüsü’nden Brian Carter’ın değerlendirmesine göre, şu ana kadar uygulanan “önlemler, kesin etkiler elde edemedi veya Husi askeri yeteneklerini anlamlı şekilde azaltamadı.” Carter’a göre, Husiler caydırılmış değil ve ABD savunma sistemlerinin nasıl çalıştığı hakkında önemli bilgiler topladılar.
Husiler denizden ablukaya alınabilir mi?
Deniz ablukası ve ekonomik yaptırımların potansiyel etkileri üzerine yapılan analizler, bu araçların sınırlı etki yaratabileceğini gösteriyor. Uluslararası Stratejik Çalışmalar Enstitüsü’nden Wolf-Christian Paes’e göre, “Yemen’e ulaşmayan her füze savunulması gerekmeyen bir füzedir. Balistik bir füzeyi bir dhow’da kaçırmak kolay değil.” Ancak Husiler, silah üretimini yeraltına taşımış durumda ve hala limanlara ve silah sevkiyatlarına erişimleri devam ediyor.
Yeni bir bölgesel koalisyon ihtimali de masada. İsrail’in tek başına Husileri etkisiz hale getirmesi zor görünüyor. Suudi Arabistan ve bölgedeki diğer aktörlerle koordineli bir çaba daha etkili olabilir. Bu hafta, Suudi Arabistan ve yerel müttefikleri iki eyalette Husi güçlerine karşı saldırılar başlattı.
Husilere karşı olası mücadele stratejileri neler?
The Soufan Center uzmanlarına göre, Husiler üzerinde etkili olabilecek stratejiler şunları içermeli:
- Husi kontrolündeki bankaların uluslararası SWIFT sisteminden çıkarılması
- Yemen hükümet güçlerine desteğin artırılması
- Başkentten ve limanlardan Husileri geri püskürtmek için güvenilir bir kara tehdidi oluşturulması
- Yüksek tempolu bir bombardıman kampanyası
- Husi liderliğinin hedef alınması
- İran’dan gelen silah akışının kesilmesi için etkili bir deniz ablukası
Ancak tüm bu senaryoların başarı şansı belirsiz. Tel Aviv Üniversitesi’ndeki Ulusal Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü’nden Danny Citrinowicz‘e göre, “Gazze’deki savaş yarın bitse bile, cin şişeden çıktı. Yarın Suudilere saldıracaklar, ertesi gün Batı Şeria’da olan bir şey yüzünden tekrar İsrail’e saldıracaklar. Husiler bunu tekrar tekrar yapacak.”
Mevcut veriler, Husilerin savaş kapasitesinin hafife alınmaması gerektiğini gösteriyor. Güçlü düşmanlara karşı dirençli olduklarını kanıtladılar. Yemen’in dağlık arazisi, tıpkı Afganistan’da olduğu gibi, gerilla grupları için en önemli silah.
Husiler için sürekli çatışma hali, iç uyumu güçlendiren bir faktör
Ayrıca Husiler için sürekli çatışma hali, iç uyumu güçlendiren bir faktör. Uluslararası İlişkiler Uzmanı Paes’e göre, “Savaş halinde olduğunuzda insanlar hizmet sunumu ve ekonomi hakkında çok soru sormuyor.” Ekim ayında yapılan bir ankette, Husi kontrolündeki bölgelerde yaşayanların sadece yüzde 8’i grubu olumlu görürken, yüzde 35’i Kızıldeniz’deki saldırıları onaylıyor. Dolayısıyla kötü bir yönetim inşa etmiş olsalarda bölgedeki savaşlar Husilerin iç kamuoyundaki onayını arttırıyor.
Bu veriler ışığında, kısa vadede Husilere karşı kesin bir zafer elde edilmesi zor görünüyor. Daha olası senaryo, uzun süreli bir yıpratma savaşı ve ekonomik baskı stratejisinin kombinasyonu olabilir. Ancak bu durumda bile başarı garantisi yok.
Uzun soluklu bir çatışmaya doğru mu?
Husilerin son bir yıldaki faaliyetleri ve İsrail’in buna verdiği yanıtlar, bölgede yeni bir uzun vadeli çatışmanın başlangıcına işaret ediyor. Eldeki veriler, bu çatışmanın kolay ve hızlı bir çözüme kavuşmayacağını gösteriyor.
Mevcut durumda üç olası senaryo öne çıkıyor:
Birincisi, İsrail’in tek başına Husilere karşı kapsamlı bir askeri kampanya başlatması. Ancak mesafe faktörü, Yemen’in coğrafi koşulları ve Husilerin adaptasyon kabiliyeti düşünüldüğünde, bu senaryo başarı şansı en düşük olanı.
İkincisi, ABD, İngiltere ve bölge ülkelerinin katılımıyla geniş bir koalisyon oluşturulması. Bu senaryo, Husilerin askeri kapasitesini ciddi şekilde zayıflatabilir ancak grubun tamamen etkisiz hale getirilmesi yine de zor görünüyor.
Üçüncüsü, İran’a odaklanan dolaylı bir strateji. Mossad Başkanı Barnea’nın savunduğu bu yaklaşım, sorunun kaynağına inmeyi hedefliyor ancak bölgesel tansiyonu tehlikeli biçimde yükseltme riski taşıyor.
Bu senaryoların hiçbiri kısa vadeli bir çözüm vaat etmiyor. Aksine, veriler uzun soluklu bir çatışmanın başlangıcında olduğumuzu gösteriyor olabilir. Husilerin hükümet popülaritesi düşük olsa bile, saldırıları geniş kitlelerce destekleniyor. Bu durum, grubun varlığını sürdürme ve eylemlerini meşrulaştırma kapasitesine sahip olduğunu gösteriyor.
Gelecek dönemde çatışmanın şiddetlenmesi beklenebilir. İsrail’in Gazze’deki operasyonunun yoğunluğunun azalması ve Hizbullah ile varılan ateşkes, İsrail’e Husilere odaklanma imkanı veriyor. Ancak Yemen’deki durum, Gazze veya Lübnan’dakinden çok daha karmaşık.
Sonuç olarak, Husi tehdidi İsrail için yeni ve zorlu bir stratejik meydan okumaya dönüşebilir. Bu meydan okumanın üstesinden gelmek, klasik askeri yöntemlerin ötesinde, ekonomik, diplomatik ve istihbâri araçların koordineli kullanımını gerektirecek gibi görünüyor. Önümüzdeki dönem, bölgesel dengeleri bir kez daha etkileyebilecek yeni bir çatışma döneminin başlangıcı olabilir.