Kara Harp Okulu’ndaki mezuniyet töreninde kılıçlı yemin görüntüleri nedeniyle başlatılan soruşturma sonuçlandı. Milli Savunma Bakanlığı (MSB) 5 teğmenin ve 3 disiplin amirinin TSK’dan ihraç edildiğini açıkladı.
Kuruldan yapılan açıklamada cezaların TSK Disiplin Kanunu ve ilgili yönetmelikler çerçevesinde verildiği belirtildi.
Ruşen Çakır bu videoda, kararın haksız ve çarpıcı olduğunu söyledi. Çakır, konunun siyasi boyutunu değerlendirirken Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sürece doğrudan müdahale ettiğini vurguladı.
Çakır, iktidar kanadının konuyla ilgili ilk başta temkinli tepki verdiğini hatırlattı. Ruşen Çakır, “Birçok insan ne olur ne olmaz diyerek temkinli hareket etti. Siyasetçiler, teğmenlere sahip çıkmanın onların aleyhine olabileceğini düşündüler” dedi.
Ancak Erdoğan’ın tavrının belirleyici olduğunu söyleyen Çakır, “Cumhurbaşkanı net bir şekilde tavrını koydu. Ve ihraçların önünü açtı” diye konuştu. Parti sözcülerinin ilk başta sert çıkmadığını hatırlatan Çakır, bunun Erdoğan’ın siyasi ittifaklarıyla ilgili olduğunu belirtti. “Erdoğan, eski iktidar sahiplerinin bazılarıyla yeni bir ittifaka girdi. Atatürkçülük karşıtı pozisyonlardan kaçınmaya başladı” diye konuştu.
Atatürk’ü neden yenemiyorlar?
Çakır, Erdoğan’ın yıllarca Atatürkçü çevrelerle mücadele ettiğini ancak Atatürk’ün toplumsal gücünü yok edemediğini söyledi. “İslamcılar Atatürkçüleri yendiler ama Atatürk’e yenildiler” diyen Çakır, AKP ve Fethullahçılar arasındaki ittifak döneminde Atatürkçü kadroların tasfiye edildiğini hatırlattı. Ancak buna rağmen Atatürk’ün toplumdaki güçlü referans noktası olmaya devam ettiğini belirtti.
Atatürkçülüğün bireysel bir kimlik haline geldiğini söyleyen Çakır, “Önemli günlerde Anıtkabir’e akın eden binlerce kişi, İzmir Marşı’nın her yerde söylenmesi, ‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ sloganının yaygınlığı bunun göstergesi” dedi. Ruşen Çakır, Erdoğan’ın 20 yılı aşkın süredir alternatif bir ideoloji inşa etmeye çalıştığını ancak başarılı olamadığını vurguladı.
Çakır’a göre Harp Okulu’ndaki mezuniyet töreninde “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganının öne çıkması, hükümet için bir rahatsızlık kaynağı oldu. Ruşen Çakır, “Bunu bir tür kalkışma gibi göstermeye çalıştılar, ama başarılı olamadılar” dedi. Ancak faturanın beş teğmene ve üç amirine kesildiğini hatırlattı.
Son olarak Çakır, iktidarın Atatürk yerine yeni bir lider inşa edemediğini söyledi:
“Atatürk’e ara sıra saygı göstermeleri, aslında kaybettiklerinin utangaç bir itirafı.”
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler, iyi sabahlar. 5 genç teğmenin ordudan ihraç edildiğine tanık olduk. Onlarla beraber amirleri olan 3 subay ordudan ihraç edildi. Gerekçenin ne olduğunu biliyoruz. Geçen yıl Kara Harp Okulu’nda mezuniyet töreninde edilen yeminin ardından bir başka andı içmek istediler, yaptılar. Bir de “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye slogan attılar, öyle diyelim, slogan çünkü ve disiplinsizlik nedeniyle ordudan atıldılar. Tabii bunun birçok boyutu var. Hukuki boyutu çok önemli. Yüksek Disiplin Kurulu’nda 4 üye itiraz etmiş, 5 üyenin oyuyla ihraç edildiler. Bu bile çok anlamlı, bayağı bir tartışmalı bir konu olduğunu gösteriyor. Hafta sonu emekli Yarbay Hakan Şahin’le çok önemli bir yayın yaptım. Hakan Bey çok net bir şekilde anlattı ki bu, uygulanabilecek en sert cezalardan birisi. Disiplinsizlik nedeniyle bambaşka cezalar da verilebilecekken ordudan atılmaları… Ki bu 5 genç teğmenin okullarında en başarılı öğrenciler oldukları, özellikle kadın teğmenin okul birincisi olarak mezun olduğu biliniyor. Buna rağmen ordunun böyle bir karara varmasının çok haksızlık olduğunu ve çok çarpıcı bir karar olduğunu söyledi. Olayın siyasi yönüne bakacak olursak, şimdi şöyle bir durum oldu: Soruşturma başladı, yargılanma ya da disiplin soruşturması başladı ve birçok insan “Ne olur ne olmaz?” diyerek temkinli davrandı. Teğmenlere sahip çıkmanın, özellikle siyasetçilerin sahip çıkmalarının, çok coşkulu bir şekilde sahip çıkmalarının onların aleyhine olabileceğini düşündüler, ki haksız sayılmazlar. Ama başından itibaren Cumhurbaşkanı Erdoğan net bir şekilde buna tavrını koydu ve ihraçların önünü açtı. Hatta “30-40” gibi bir rakam da telaffuz etti. İşin ilginç yanı, olayın ilk sosyal medyaya yansımasının ardından parti sözcüleri hiç de sert çıkışlar yapmamışlardı. Çünkü biliyoruz ki Erdoğan belli bir süreden itibaren Türkiye’de eski iktidar sahiplerinin birtakım geri kalanlarıyla yeni bir ittifaka girdi. Fethullahçılarla kurduğu ittifak dönemindeki gibi bir ordu ve Atatürkçülük karşıtı pozisyonlara pek girmiyor. Değişik vesilelerle Atatürk’ün adından da genellikle olumlu olarak bahsediyor, saygısını dile getiriyor vesaire. Şimdi ama burada bir şey oldu. Önce bir tereddüt, ondan sonra Erdoğan karşısına aldı ve bunu kabul edilemez bir şey olarak tanımladı. Peki, ne oldu? 5 genç teğmen ve 3 amirleri ordudan atıldılar ama sonuçta onların sahip çıktığı, 5 genç teğmenin sahip çıktığı Atatürk’e bir şey olmadı, bu ilginç bir durum. Öteden beri yaşanan bir durum. Daha önce bir yazıda şu başlığı atmıştım: “İslamcılar Atatürkçüleri yendiler ama Atatürk’e yenildiler” demiştim. Bunda çok eminim, bu görüşümde. Şöyle; İslami hareket Türkiye’de Atatürk karşıtlığı, tek parti dönemi karşıtlığı üzerine bina edilmiş bir harekettir. Değişik versiyonları çıktı tabii ki. Atatürk’e sempatiyle bakan küçük gruplar da oldu belki. Samimi olarak sempatik bakan, bir de, hani ne deniyor ona, takiye yaparcasına Atatürk’ü sahiplenenler de çıktı. Ama büyük bir kısmı, tek parti dönemini bir din düşmanı, İslam düşmanı olarak tanımlamak üzerine kendini inşa etti. Alenen olmasa da, çünkü biliyorsunuz Atatürk karşıtlığının yasalarda yeri var, cezai müeyyidesi var. Dolayısıyla bunlar genellikle dolaylı olarak yapıldı, dolambaçlı şekillerde yapıldı. Ama Atatürk karşıtlığı üzerinden yürüdü ve daha sonra da özellikle AKP iktidara geldikten sonra çok ciddi bir hesaplaşmaya gidildi. Atatürkçülüğü kendisine bir tür miğfer yapan, onu koçbaşı olarak kullanan birtakım derin devlet yapılanmalarına, medyaya karşı çok ciddi operasyonlar oldu. Ve bu, özellikle Fethullahçılarla birlikte yapılan Ergenekon, Balyoz sürecinde yaşandı ve buradan başarıyla çıktılar. Zor oldu, sert oldu ama başarıyla çıktılar. Ve büyük ölçüde Türkiye’de Atatürkçülük üzerinden varlığını sürdüren, Atatürk’ü kendilerine koz olarak kullanıp öne çıkartıp iktidarlarını muhafaza eden çevreler, başta ordunun üst kademesi olmak üzere ama aynı zamanda sivil toplumdaki birtakım yapılanmalar, medya kuruluşları vesaire, AKP iktidarı ve Fethullahçılar iş birliği tarafından tasfiye edildi, dışlandı ve kazanıldı. Ama şunu gördük ki, orada kaybeden Atatürk olmamış. Kim olmuş? Atatürk’ü kendilerine temel alan, nasıl söyleyeyim, eksen olarak alan ya da almış gibi yapan; ama Atatürk üzerinden kendi iktidarlarını koruyan, korumak isteyenlere karşı bir zafer elde etmişler. Fakat işler birazcık normalleşmeye başlayınca ve de üstüne Erdoğan’ın partisi, Erdoğan’ın kendisi müttefiki Fethullahçılarla savaşa girince işlerin rengi değişti. Ve bu hengâmede şunu gördük ki, bir muharebe kazanmışlar ama savaşı kazanamamışlar. Atatürkçülüğü kendilerine tek ya da ön kimlik olarak belirlemiş olanları yenmişler; ama Atatürk’ün kendisini yenememişler. Bunu nereden görüyoruz? Erdoğan’ın onca yıllık iktidarına, tek adam rejimine rağmen, devlet eliyle nelerin empoze edilip nelerin yasaklandığı ya da sınırlandığına baktığımızda, medyaya baktığımızda, her yere baktığımızda, devlet eliyle toplumun yukarıdan aşağı kontrol edilmeye çalışıldığı, Diyanet’in olağanüstü yetkilerle ve imkânlarla donatıldığı bir yerde, Türkiye’de ideolojik olarak hâlâ en güçlü referans Atatürk’ün kendisi. Burada fakat şöyle bir şey var: Örgütsüz bir Atatürkçülük var. Önemli günlerde Anıtkabir’e akın eden binlerce kişi bunun bir göstergesi. En olmadık yerde söylenen İzmir Marşları bunların bir göstergesi ya da “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganının sivil hayata bu kadar derinlemesine girmiş olması… Burada başka bir tür Atatürkçülük var. Buna bir tür Atatürk sevgisi denebilir. Bir iktidar amacı olmadan, bir kimlik olarak sahiplenme olayı var. Şu olsa, iktidarın işi kolay olabilir; bunlar örgütlü, belli yerler tarafından organize edilen işler olsa, geçmiş dönemde olduğu gibi, bunlara yönelik operasyonlarla bunu kırabilir. Ama burada kimi, ne yapacaksınız? Bakıyorsunuz, harp okulundan mezun olan öğrencilerin ezici bir bölümü, yüzlercesi bu sloganı atıyor. Çok uğraştılar anlaşıldığı kadarıyla bunların örgütlü bir şekilde yapılmış olduğunu kanıtlayabilmek için, hiç böyle bir şey bulamadılar. Yani bir dışarıdan ya da içeriden bir örgütlü yapı bulamadılar. Ama ne çıktı karşımıza? Oradaki mezun olan kişiler, devletin o kadar müdahale etmesine rağmen, okullarda, harp okulunda vesaire müdahale etmesine rağmen, ön soruşturmalar, güvenlik soruşturmaları, mülakatlar vesaire, bütün bunlara rağmen, bütün derslerin seçimine, şuna, buna rağmen, bu kişilerin kendilerini dile getirmek istedikleri zaman ilk akıllarına gelen slogan “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganı oluyor. Burada sivil bir şey var, burada resmi bir şey yok. Burada, nasıl söyleyeyim, bir entrika, bir iktidara meydan okuma ya da var olan iktidarı koruma arayışından ziyade, insanların birey olarak kendilerini tanıma, tanımlama arayışı var. Ve bu anlamda baktığımız zaman, Erdoğan’ı kendisine referans alan ve bunu her vesileyle tekrarlayan insanların sayısı ve coşkusuyla yıllar sonra hala Atatürk’ü kendilerine referans alanların sayısı ve coşkusu arasında çok büyük bir orantısızlık var. Ve tabii ki bu Atatürk’ün lehine. Bunu iktidar başaramadı. Atatürk’ün yerine başka birisini, Atatürk’ün çizdiği söylenen perspektifin yerine başka bir perspektifi 20 küsur yıl uğraşmasına rağmen beceremedi. Hiç kimse şunu söylemesin: “İktidarın böyle bir derdi yoktu” demesin. Vardı; ama kaybetti. Açıkça bu savaşı, bu mücadeleyi kaybettiklerini söylemek istemiyorlar. Atatürk’e arada sırada saygılarını göstererek onunla bir dertleri olmadığını söylüyorlar, ki aslında bunu yaptıkları zaman kaybettiklerini bir anlamıyla utangaç bir şekilde itiraf etmiş oluyorlar. Bu ilginç bir durum. Türkiye’nin bunca zaman sonra — 1938, kaç yıl geçti Atatürk’ün ölümünün ardından? — Atatürk’e, Atatürk’ün yerine, onun karşısına onu aşabilecek herhangi bir kişiyi, siyasetçiyi ya da şahsiyeti çıkaramamış olması çok önemli, çok çarpıcı bir olay. Burada tabii ki Atatürk’ün kendisi ilk olarak aklımıza geliyor. Ama aynı zamanda Türkiye’de Atatürk sonrası Türkiye’sinin yaşadığı çalkantılar, iniş çıkışlar, mücadeleler, iç kavgalar… Bütün bunların hepsi kendisini gösteriyor ve kutuplaşma tabii ki kendisini gösteriyor. Erdoğan toplumu kutuplaştırarak, kutuplaşmayı derinleştirerek ne kendisini sevmeyenleri kazanabiliyor, iyice onları karşısına alıyor ama kendisini sevenlerin sayısını da, kendisini bir ana eksen olarak görenlerin sayısını da azaltıyor. Bir yenilgi var. Burada kazananın Atatürk olduğu muhakkak. Ama tekrar söylüyorum; buradaki yeni Atatürkçülük bambaşka, çok daha bireysel, kolektif olmaktan ziyade bireysel bir şey. Kara Harp Okulu’ndaki mezuniyet töreninde bir kolektifliğin ortaya çıkması, iktidar tarafından bu anlamda hem bir rahatsızlık yarattı hem de bunu bir tür kalkışma gibi göstermeye çalıştılar, onda da başarılı olamadılar. Faturayı 5 genç teğmene ve 3 de onların amirlerine kestiler. Ama bu kişilerin toplumda çok geniş bir şekilde sevgiyle sarmalanması, iktidarın bu yaptığının da kendisinin çok da lehine olmadığını bize gösteriyor. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.