Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği’nden (TÜSİAD) hükümetin ekonomi başta olmak üzere güncel politikalarını eleştiren açıklamalar geldi. CHP’de cumhurbaşkanı adayı seçme süreci başladı, ön seçim 23 Mart’ta olacak. ABD’de Donald Trump rüzgârı esiyor, dünyanın diğer yerlerinde de hissediliyor. Türkiye’nin Gidişatı‘nın “Hukuk devleti herkese lazım” başlıklı 6. bölümünde Ruşen Çakır ve Mehmet Altan bir ayda neler yaşandığını değerlendirdi.
TÜSİAD’ın hükümete eleştirileri neler?
TÜSİAD Genel Kurulu’nda konuşan Başkan Orhan Turan ve Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Ömer Aras, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu sorunları kapsamlı şekilde ele aldı.
YİK Başkanı Ömer Aras, son dönemde yaşanan gelişmelerin toplumda derin endişe yarattığını belirtti. Aras, “Seçilmiş belediye başkanları görevden alınıyor, yerlerine kayyum atanıyor. Bir siyasi parti lideri hakkında önce soruşturma başlatılıyor, sonra farklı bir nedenle tutuklanıyor” dedi.
TÜSİAD Başkanı Orhan Turan ise hukuka olan güvenin sarsılmasının tüm sorunların temelinde yattığını vurguladı. Turan, “Modern devletin temelinde hukukun üstünlüğü vardır. Burada sorun varsa her yerde sorun çıkar” diye konuştu.
Mehmet Şimşek’in ekonomi programına destek verdiklerini ancak her şeyin yolunda olmadığını vurgulayan Turan, “Enflasyonla mücadelenin hızlanması gerekiyor. Artık daha hızlı netice almalıyız. Yoksa stres birikiyor” dedi.
Konuşmalara tepki gösteren Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, “Sivil toplum kuruluşlarının görüş açıklaması elbette demokratik bir hak olmakla birlikte, yargıyı ve siyaseti yönlendirme çabaları, demokrasinin ruhuna ve hukukun üstünlüğü ilkesine aykırıdır” dedi.
Bu sözlerin ardından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Aras hakkında soruşturma başlattı.
CHP’de gözler 23 Mart’ta
Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) cumhurbaşkanı adayını belirleyeceği ön seçimin takvimi ve detayları belli oldu. 23 Mart’ta gerçekleştirilecek ön seçim için Türkiye genelinde 4 bine yakın sandık kurulacak.
40 yaşını doldurmuş, yükseköğrenim yapmış, Milletvekili Seçimi Kanunu’ndaki seçilme yeterliliğini taşıyanlar ile Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) grubundan ez az yirmi (20) üyesinin imzasını alanlar ön seçimde aday olabilecek.
Adaylık başvuruları 17-21 Şubat tarihleri arasında olacak.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
ABD’de Trump rüzgârı esmeye devam ediyor
ABD’de Donald Trump, 20 Ocak’ta başkanlık koltuğuna oturdu ve göreve başlamasının üzerinden neredeyse bir ay geçti. Bu süre zarfında aldığı kararlar ve politik hamleleriyle hem ABD içinde hem de küresel çapta büyük tartışmalar yarattı. Trump yönetimi, özellikle göçmen politikaları, ekonomi, dış ilişkiler ve yargıya yönelik müdahaleleriyle gündemin merkezinde yer aldı.
Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal
Merhaba, iyi günler. Prof. Mehmet Altan’la Türkiye’nin şubat ayı gidişatını değerlendiriyoruz. Çok şey konuşacağız. Tabii öncelikle dünkü TÜSİAD olayını konuşacağız. Hoş geldin ağabey.
Altan: Teşekkür ediyorum.
Bugünkü yayınımızı ‘’Hukuk Devleti Herkese Lazım’’ başlığıyla tanıttık. TÜSİAD’ın Yüksek İstişare Konseyi Başkanı ve Yönetim Kurulu Başkanı’nın ayrı ayrı yaptığı konuşmalarda çok ciddi saptamalar, eleştiriler vardı, ama mesele dönüp dolaşıp hukuk devletine odaklanıyordu. Tabii iktidardan hemen klasik “Siz işinize bakın” minvalinde cevaplar geldi. Bir diğer taraftan muhalefet cenahından da, “Yetmez ama evet” gibisinden “Aklınız şimdi mi başınıza geldi?” cevapları geldi. Sen ne düşünüyorsun?
Altan: Bugün ayın kaçı?
Bugün ayın kaçı? On dördü.
Altan: O zaman bir şiir okuyacağım.
A, evet, Sevgililer Günü. Peki, hadi okuyun bakalım.
Altan: Çok siyasileştin sen.
Ne hasta bekler sabahı, ne taze ölüyü mezar. Ne de şeytan, bir günahı, seni beklediğim kadar. Geçti, istemem gelmeni, yokluğunda buldum seni; Bırak vehmimde gölgeni, gelme, artık neye yarar?
Bu şiir Necip Fazıl’ın. Babam da çok severdi, güzel okurdu. Benim de çok sevdiğim bir şiiridir. On dört Şubat’ı böyle açmış olalım.
Evet, sevgililerimize selam yollayalım. Seni bilmiyorum, ben sevgili eşim Müge İplikçi’ye sevgilerimi yolluyorum.
Altan: Torunlar en büyük sevgili. TÜSİAD meselesine geçelim. Bir kere TÜSİAD nedir ne değildir, bunu çok kısa bir hatırlatmak gerek. Bu herhangi bir dernek değil. Derin araştırmalara da gerek yok. Herkes Wikipedia‘ya girip, TÜSİAD’ın ekonomideki yerine baksın. Ne diyecektir? TÜSİAD üyesi kurumlar, toplam dış ticaretin %80’ini gerçekleştiriyor. Kurumlar vergisinin çok önemli bir bölümünü ödüyor; yani, hazineye dışarıdan gerçek vergi olarak giren paranın çok büyük bir kısmını, TÜSİAD üyesi sanayi kuruluşları ödüyor. Mesela ben memurum, kendimi çok vergi veriyorum zannederim, ama onlar fiktif vergilerdir. Hakiki vergi, özel sektörün dışarıdan fiilen hazineye getirip bıraktığı paradır. Bir memurun aldığı maaş, verdiği vergi, onun patronu hazine. O memurlar az para alıyorlar, çok vergi verdiklerini sanıyorlar. Hâlbuki alan da, vergiyi veren de aynı yere gittiği için bunlara ‘’fiktif vergi’’ denir. İstihdam. Tarım ve kamu dışı çalışanların %50’si TÜSİAD kurumlarının istihdam ettiği insanlar. Türk ekonomisindeki yeri nasıl büyük, devâsa bir hâl aldı. Hukuksuzluk burada hiçbir zaman var olmadı, ama 15 Temmuz’dan sonra sırra kadem bastı. Mahkeme, benim Anayasa Mahkemesi kararımı uygulamadığı için Moody’s Türkiye’nin notunu düşürdü ve bunu açıkladı. Bu 2018 yılı. Uluslararası derecelendirme kuruluşu Moody’sin Türkiye Değerlendirmesi Raporu’na gir bak, Türkiye’nin notu düştü. Neden düşürdüğünün gerekçelerinden biri de, mahkemenin, anayasaya rağmen, Anayasa Mahkemesi kararını uygulamaması. TÜSİAD, şimdi biraz daha gecikerek, -gecikerek dediğim de 8 yıl sonra- ‘’hukuk’’ diyor. Ama gene de bu kadar yoğun ekonominin içinde yer alan bir zenginler kulübünün, sanayiciler kulübünün, yani vergi veren, üretim yapan, istihdam yapan grubun da, çok ürkek, çıkarcı, hatta oportünist denilecek kadar başkasının derdiyle hemhâl olmayan, ama medeni ve modern duran, “Tabii olmaz böyle şeyler” deyip, onun yanında da, “Kardeşim ne oluyor?” demeyen, bu kadar da kendi para pul ve konumunu düşünen bir büyük sermayedarlar topluluğunun da ‘’hukuk’’ diye bağırması, çığlık atması, yabana atılmaması gereken bir şey. Siyasal iktidarın da, höthötlenmek yerine, “Ne oluyor? İpin ucu iyice kaçtı” diye bunu değerlendirmesi gerekir. Bu siyasal iktidarın, herkesle kavga etmek, itişip kakışmak, korkutmak yerine, “Bunlar bu ölçülerin kaçtığını ifade eden çığlıklar” diye kendisine bir bakmasında da fayda var.
Bundan yıllar önce de mesela Genelkurmay, eski Beşiktaş antrenörü Toshack için bildiri yayınlamıştı. Herkesle kavga, kavga. Nedir yani? Üstelik sen herkesin adına huzur, refah, özgürlük dağıtmak için geliyorsun. Şimdi konumuz TÜSİAD ama, mesela Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün Yolsuzluk Algı Endeksi 2024 raporuna göre Türkiye, 180 ülke arasında 107. sırada. AKP geldiğinde kaçıncıydı? 60 filandır. Mesela bu Japonya’da yaşansa, siyasal iktidar topluca intihar ederdi. Burada ilkönce utanma sırra kadem bastı. TÜSİAD’ın, herhangi bir siyasi hukuksuzluk, hepimizin artık ezbere bildiği insanlar üstünden simgelenmiş hukuksal skandalların, ‘’15 Temmuz yargısının hukuku boğması’’ ifadesinin ötesinde değerlendirilmesi gereken bir şey. Bu siyasi bir şey değil. Türkiye’yi var eden, ekonomik olarak bir büyük. Herkes ne diyeceğini ne demeyeceğini birbirine soruyor. Siyasal iktidarla içli dışlı, büyük zengin, bir de büyük para kazanıyorlar bu dönemde. Ona rağmen, senin deyiminle ‘’hukuk, hukuk, hukuk’’ diye bağırmaları bence çok ciddiye alınmalı. Bağırmasalar daha mı iyi? Bağıran, haklı olarak hukukun olmadığını söyleyen, bugünkü durumun devam edemeyeceğini ifade eden herkes değerlidir. Bir de böyle bir gelenek var: “A onu niye söylüyorsun?” İşte ben de söylüyorum. Moody’s bunu 2018’de söyledi. ‘’Keşke daha evvel bir cümle söyleseydin’’ diyebilirsin, ama söylenmemesi çok daha iyi. Herkes için bu böyle. Söyleyene kızan bir garip adamlar grubu var.
O, genellikle de kendileri bir şey yapmadığı için oluyor. Şöyle bir husus var. Dün akşam Prof. Öner Günçavdı ve Haluk Levent’le yaptığımız yayında bu konuyu değerlendirirken onlara şunu söyledim: “Bu aslında Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde de çok oldu. Arada sırada TÜSİAD’dan ya da yüksek sermayeden birileri iktidara bir laf edince, bunu popülist argümanlarla, ‘İşte görüyorsunuz. Biz halkın insanı olduğumuz için bunlar bize saldırıyor’ diye kullanıyorlardı. Şimdi de kullanmaz mı?’’ diye sorduğumda, şöyle bir rezerv düştüler ki o çok önemli: Ekonomide işler iyi gitmiyor ve iktidarın şu anda TÜSİAD’ı da ya da TÜSİAD’ın temsil ettiği çevreyi de çok ciddi bir şekilde karşısına almak çok akıl kârı değil. Zaten TÜSİAD’ın açıklamalarında ekonomiyle ilgili de birtakım şeyler var. Yani Mehmet Şimşek’in politikaları, enflasyonu düşürdüğü…
Altan: AKP, emekçilerle, prekaryayla, motokuryelerle, işsizlerle, emeklilerle, sabit gelirlilerle işbirliği yapan bir siyasal iktidar değil; bundan çoktan vazgeçti. Sermaye grubuyla, arkadaşın, dostun kol kola para kazanıp yahut onun sayesinde aldığın yüzde her neyse, Türkiye yolsuzluk endeksinde bu kadar böyle bir serbest düşüş yaşadığına göre, onunla kavga etmeye başlıyorsun. Benim önerim, bunu siyasi bir mesele olarak algılamamak. Bağırmayacak adamlar bağırıyor. Emekliler, asgari ücretliler, işsizler, hukuk mağdurları bağırsalar, hepsinin karşılığı var. Bunlar, en son âna kadar bağırmayalım diye korkan, “Benim parayla kaybedecek çok şeyim var,” diyen, Türkiye’nin değerlendirmesini Moody’s kadar bile zamanında yapmayan bir grup. Ama herhangi bir güç değil. Söylüyorum, bu sıradan bir bilgi. Toplam dış ticaretin %80’ini yapan bir grup. Sana bir şey derse, sen ona höt höt mi yaparsın? Yoksa “Bir bakayım, ne oluyor? Nerede yanlışlar oldu, nedir şikâyetin?” mi dersin?
Ne bekliyorsun, öyle mi yapacaklar?
Altan. Hayır, bence ikili değerlendirme yapacak. Hani görüntüde siyasetin Türkiye’de oynadığı oyun gibi. Öbür türlü de, el altından “Neyiniz var, niye huzursuzsunuz?” gibi. el altından.
Yeni bir düzenleme var biliyorsun. TMSF’nin yargı kararı olmadan işletmelere kayyum atama yetkisi.
Altan: Tabii, ondan dolayı. Ama bunu birisinin oturup, akademik olarak 15 Temmuz sonrası sermaye transferini, sermayenin el değiştirmesini, bunda yargının oynadığı rolü çalışması lazım. 6-7 Eylül, Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı’nın temelinde hepsi sermayeye el koyma hareketleridir de. Bu Türkleştirme meselelerinin ekonomik boyutu, sürekli sermayenin el değiştirmesi içindir. Şimdi TÜSİAD baktı ki bu hukuksuzluk onlara geliyor, ondan bağırıyor zaten. Çünkü söylediği şey doğru. Sana geldiği vakit bağırıyorsun, o tarafından eleştirilir. Moody’s’i ondan örnek veriyorum 2018’de neredeydiniz siz? Bir mahkeme, anayasaya rağmen Anayasa Mahkemesi’nin kararını dinlemediği vakit, herhangi bir ciddi, üretken sanayi sermayesinin ayağa kalkması lazım. Hiç ağızlarını açmadılar. Şimdi sıra kendilerine gelmiş olsa da ağızlarını açmaları değerli ve önemlidir
Ben sana bir şey hatırlatayım, fikri takip yok burada. İkinci evlerin, ama herhangi bir ikinci eve değil, bu zenginlerin, muhtemelen de TÜSİAD üyelerinin Boğaz’daki, şurada buradaki evlerine büyük bir imar vergisi getiriyorlardı. Bununla ilgili bir tasarı vardı, sonra ne oldu? Herkes onun peşine gitti. Türkiye’de bu kadar korkunç şeyler var, ama böyle infilak etmiş bir yanardağ gibi en çok buna bağırıp çağırıyorlardı; o tasarıyı geri aldırttılar. Hiç kimse hatırlamıyor bunu. Yani TÜSİAD’ın o kadar yabana atılacak bir grup olmadığını söylüyorum. Tarım ve kamu dışında %50 istihdam, ihracatın %80’i.
Sen çok siyaset konuşmak istemiyorsun ama yine de sorayım. CHP’nin 23 Mart’ta ön seçimle cumhurbaşkanı adayı seçiyor olması, sence iyi bir fikir mi?
Altan: Bence bütün bu meseleler varken, bunu gölgeleyecek. Siyasette gücün nereden anlaşılır? Gündemi belirlersen. Gündemi belirleyecek o kadar çok dehşet verici hadise var ki. Mesela Fransa birbirine girdi. Bildiğim kadarıyla, yolsuzluk endeksinde 5 puan düştü. Yahu yete. AKP iktidara geldiğinde yolsuzluk kaçtı, şimdi kaç? Yolsuzluk, yasaklar diye geldi, artık TÜSİAD bile bağırmaya başladı. Buna çare ne? Yolsuzluk endeksinde bizim tekrar ilk 10’a yükselmemiz için ne yapacaksın? Çok güzel bir konu, değil mi? Aynı zamanda bu hukuksuzluk üstüne Hâkim ve Savcılar Kurulu yeniden nasıl düzenlenir? Aslında Hâkim ve Savcılar Kurulu görevini yapmadığı için oluyor bunlar. Orada 11 kişilik bir ekip var. Muhalefetin de adamları var, hiç sesleri çıkmıyor. Çünkü Mecliste muhalefet aday öneriyor, Hâkim ve Savcılar Kurulu’nda o kişi muhalefet adayı olarak seçiliyor. O kimdir, nedir, ne yapar, niye kalkıp konuşmaz? Oradaki 11 kişi anayasayı, anayasal düzeni, hukuku, yargının hukuku boğmasını engelleyen bir kurum, çalışmıyor. Cumhuriyet Halk Partisi iktidara gelse ne yapacak? Eskisi gibi bir demokratik seçim usulü var mı? TÜSİAD’ın bile ‘’hukuk yook’’ diye bağırdığı bir yerde, ‘’normal bir seçim olacak ve ben seçimi kazanacağım’’ demek çok fazla safiyâne bir düşünce.
Peki, ne yapabilir?
Altan: İşte ne yapabilir? Siyasal mekanizma kırıldığı vakit, “Bence bir şey olmaz, bana gelmez.” TÜSİAD da öyle diyordu. TÜSİAD da, “Bize bir şey olmaz. Biz çok zenginiz. Biz siyasal iktidarla sabah akşam görüşüyoruz. Sayın Bakan’la bilmem nereye gidiyoruz. Çok büyük paralar kazanıyoruz.” Şimdi birden bağırmaya başladılar. Peki, niye bağırmaya başlıyorsunuz şimdi? Gerektiği zamanda, bağırmanıza ihtiyaç kalmayacak bir şekilde itiraz edecektiniz. Siyasetçiler de öyle. “Bana bir şey olmaz.” Çünkü bunlar sabah akşam görüşüyorlar Mecliste. “Sayın Bakan, nasılsınız? “Ona söylerim, onu aradım. Vali telefonuma çıkmadı.” Öbürü, “Ben kasten çıkmadım. Bakanı aradım.” Bunlar, dokunulmaz zannedilen adamlara dokunulmaya başlanıldığı vakit bağırıyorlar. Siyaset kurumu da TÜSİAD’dan farklı değil. Peki, gereği ne? Ben eskiden de televizyonda konuşurken bakardım. Muhalefet milletvekili benim kadar net, açık konuşmuyor, anlamazdım. Çünkü, “Ne olur ne olmaz. Ben hedef olmayayım, ilişkilerim iyi gitsin.” İşi vardır, kurduğu şirket vardır, bir yerden bir şeyi vardır. Çoluk çocuk bir yerlerde devlette çalışıyordur. Bir sessizlik vardı. TÜSİAD’ın çığlığı sessiz durulacak bir yere gelinmediğini anlatmıyor mu? Muhalefet niye gereğini yapmaz? Bana gelmez zannettiği için. Moody’s 2018’de not düşürüyor. Bunların hiçbirisi bir değerlendirme kuruluşu kadar bile bağırmadı. Senin sorunu ben sana sorayım: Siyasal olarak sistemin çöktüğü bir yerde muhalefet partileri ne yapmalı?
Ben gazeteciyim, bilmem onu.
Altan: En azından onu düşünmeleri lazım. Şimdi hiçbirisi pozisyon kaybetmek istemiyor. Şimdi arabaları biz park edelim, sağa bırakalım, sola bırakalım, eski milletvekili, yeni milletvekili… Ancak onlarla ilgililer. Ceza yazılmasın. E bu adamdan bir şey çıkmaz.
Erdoğan’a Uzakdoğu dönüşünde uçakta Ekrem İmamoğlu’na ceza ihtimali sorulduğunda, “Bu benim derdim değil. Ben bilmem, yargı bilir,” demiş.
Altan: Çok güzel. Burası bir hukuk devleti.
Gelir mi ceza?
Altan: Bunu geçenlerde bir şekilde yayınladılar. Tıpkı, 2002’de AKP geldiğinde, Erdoğan yasaklı. Partinin başında da Abdullah Gül var. Abdullah Gül, “Aramızdan birisi olur” diyor. Şimdi bunu öne çıkarmanın manası yok. Eğer 100 yıllık bir partiysen, bunun kurumları ve kuralları vardır. Bunu ön plana çıkardığın an, o partinin toplumsal işlevi, kurum olarak işleyiş biçimi… Koskoca Cumhuriyet Halk Partisi iki üç kişi üstünden konuşulur hâle geldiği vakit burada bir sıkıntı ve yanlış var. Demek ki mesele adayın kim olacağı değil. Mesele şu: “Biz gerçekten doğru dürüst bir seçime gidebilecek miyiz?’’ Ayrıca Cumhuriyet Halk Partisi bir şeyi mesele yapacaksa, sandıkları nasıl koruyacak? Geçen sefer kaybettiklerinde, aradaki oy oranı kadar oy alsalardı kazanabileceklerdi. Kazanabilecekleri yerlerde sandıkları koruyamadılar, sandıklardan gelen ıslak imzalı belgeleri makineye sokamadılar. Şimdi bunlar dururken, “Sen olur musun, ben mi olayım? İkimiz de mi olalım? Yarım yarım olalım. Sen şuradan ol, sen sağdan ol, ben soldan olayım.” Saçma sapan bir ihtirasın ve bireyin öne geçtiği, kurumun, kuruluşun ve bu kadar halkın %80’inin topluca çığlık attığı bir yerde ve siyaset kurumu makinesinin kırıldığı bir yerde, ben bunları Osmanlı döneminin Balkan Savaşları’nda gemi batarken ‘’sadrazam kim olacak?’’ kavgasına çok benzetiyorum.
Peki. Biraz dünyayı konuşalım. Amerika’da bir sistem vardı ve Trump, o sistemi -bizden aldığı bir tâbirle- ‘’derin devlet’’ diye tanımlıyordu. Şimdi elinde baltalarla, yanında Elon Musk’la her şeyi paramparça ediyorlar. En son, televizyon sunucusu olan ABD’nin yeni Savunma Bakanı’nın NATO üyelerine yaptığı konuşmayı gördün mü bilmiyorum? “Biz salak değiliz. Siz artık bütçenizi şu kadar arttıracaksınız” diyor. Trump, Gazze’yi boşaltmaya kalkıyor. Orayı turizm merkezi ya da bilmem ne merkezi yapmaya kalkıyor. Böyle acayip şeyler oluyor dünyada.
Altan: Esas bunları, izlemek, konuşmak, değerlendirmek lazım. Sen, “Siyaset konuşmayı sevmiyorsun” dedin. Çünkü ben burayı bir mezra gibi buluyorum. Mezranın başına kim gelecek? Muhtarı kim seçecek? Derebeyi kim olacak? Hep konuştuğumuz şey, adamların kendi ikbal ve ihtiraslarını değerlendirerek, çağdan kopuk bir yerde, gittikçe böyle dipsiz bir kuyuya doğru hareket ettiğimizi düşünmemizdi. Ben sana ne oluyor ne bitiyor, bununla ilgili bir iki şey söyleyeceğim. Şimdi herkes Trump’ın yemin töreninde, arkadaki Silikon Vadisi’nin yahut dünya teknoloji devlerinin resmini konuşuyor. Bu nedir? Bunu bir sürü açıdan analiz etmek lazım. Bir, Trump Ortaçağ’da, aristokratların olduğu bir dünyada yemin etseydi, arkada aristokratlar, derebeyleri, şövalyeler olacaktı. Burjuva Fransız Devrimi, sanayi devrimi, 17-18-19. yüzyıllarda yemin etseydi, arkada sanayiciler, petrolcüler, silahçılar vesaire olacaktı. Şimdi niye bu adamlar var? Çünkü bunlar, bilgi çağına geçmiş yeryüzünün, yeni teknolojinin, yani bilginin imparatorları, bilgiyi paraya çeviren sihirbazlar bunlar. Bunların, böyle sosyal derebeyleri, burjuvazi, proletarya vesaire gibi bir algıları yok. Bunlara teknolojik, inovatif makineler olarak bak. Bu insanlar bütün hayatı da bir şekilde yapay zekâ gibi görüyorlar. Yapay zekâya, “Sosyal boyutu olmayan bir çözüm neyse, ona göre bir şey yapalım” diye sorsak? Şimdi, “Bu yapay zekâ bütün dünyayı yönetsin ve insan unsurunu, toplumların hislerini, duygularını, taleplerini, sınıfları, sosyal gelişmeleri, kültürleri, birikimleri, göz ardı etsin” dediğin vakit, ortaya kuralsız, itiraz edecek, her şeyi dışlayan bir garip teknolojik faşizm çıkıyor.
Evet, tam da onu söyleyecektim, ‘’Tekno Faşizm’’ diyorlar, değil mi?
O zaman ikinci bir soru da şu: Türkiye niye Nazilerin iktidara geldiği dönemin fiziğini, teknolojik gelişimini konuşmuyor? Maalesef, fizikte ve teknolojide büyük zıplamaların olduğu yerde baskıcı rejimler, faşistler… Popülist kibar bir laf, bunlar düpedüz faşist. Bunu, 21. yüzyılın teknolojide bu kadar parlak, bilimde bu kadar parlak, ama siyasette bu kadar darmadağın olduğu bir resim olarak anlamak lazım. Şimdi Almanya’da seçim var, orada da faşistler kazansın diye. Ayı şey Fransa’da Le Pen. Bu, baskıyla, kuralsız bir dünya üstünden, burjuvazinin yerini alan o tekno faşistlerin istediği dünya ve bunlar, hazineden alacakları paralarla o kendilerinin deli yeni deneyimlerini, parlak fikirlerini finanse etmek istiyorlar. O beş kişinin bugün geldiği nokta budur. Bir zaman önce demokrat iktidarlar söz konusu olduğunda, Silikon Vadisi statik oldu. Neden? Çünkü hayatın merkezine gelmemişlerdi. 2008 krizi küreselleşmenin krizidir, ama teknolojik olarak küreselleşme yürümeye devam ediyor. Buradan, Türkiye’nin sosyal ve siyasal olarak 21. yüzyılı konuşmadığını, ama bütün bu acılardan sonra, 21. yüzyılı daha parlak bir yere götürecek olan teknolojik gelişmeyi de konuşmadığını görüyoruz.
Mesela birkaç gün önce, Paris’te Yapay Zekâ Zirvesi vardı. Sen yapay zekâyla ilgili hiçbir yerde bir şey dinledin mi? Sonuç bildirgesini Amerika da imzalamadı, İngiltere de imzalamadı. Amerika, ‘’karışmayın’’ diye imzalamadı, İngiltere ‘’bunun patronu kim olacak?’’ diye imzalamadı. Bütün bu detaylar, kurulmakta olan 21. yüzyıla ait bir siyasi partinin, bir düşünce kuruluşunun, üniversitelerin gündeminde bile yok. Bu konu önemli. Hızlıca bir iki şey daha söyleyeceğim.
Geçenlerde Daron Acemoğlu BBC‘ye konuşmuş ve yapay zekâ üzerinden yeni tür diktatörlüklerin ortaya çıkabileceğini, baskıcı amaçlar için kullanılarak demokratikleşme çabalarını zorlaştıracağını anlatmış.
Altan: Anlattığım şey bu işte. Ama yapay zekânın da kendisi bir vaka. IMF Başkanı, IMF’ye yapay zekânın ekonomi üzerindeki etkilerinin ölçülmesi konusunda bir rapor hazırlattı ve sonra büyük bir konferans düzenledi. Sonra gitti Davos’ta da aynı konuyu konuştu. “Gelişmiş ülkede yapay zekânın etkinlik alanı %60. Gelişmekte olan ülkelerde %40, düşük gelirli ülkelerde %26’’ diyor. Şimdi bunlar çağı yakalamakta çok zorlanıyor. Aynı zamanda, yapay zekâya uyum sağlayan da sağlamayan da o ülkenin kendi içinde de tansiyon oluşturuyor. Emekliler, sabit gelirliler. Bir de bunları eleştiren gençler, iyi teknokratlar. Onların arasında da gelir farkı, statü farkı gelişiyor. Hem IMF hem Davos, bunlara karşı neler yapılmasını öneriyor? Türkiye’de siyaset de, insanlar da, “Bizim burada bugün yaşadığımız perişanlık, yarın öbür gün, bu sefer de çağa uyamadığımız için devam edecek,” diye konuşmanın çok yersiz olduğunu düşünüyorlar, Sağda solda konuşanlar vardır.
Başka bir şey daha söyleyeceğim: Türkiye’nin yıllık hizmet ve mal üretimi 1,5 trilyon doları hiçbir zaman bulamadı. Şişirilmiş rakam 1 trilyon 100 milyar gibi. Apple, ocak ayı sonu itibariyle piyasanın en değerli şirketi. Değeri 3-3,5 trilyon. Onuncu sıradaki şirketin değeri, Türkiye’nin bir yıllık toplam resmi mal ve hizmet üretimi kadar. Türkiye’nin çipi yok, en iyi 350 üniversite içinde Türkiye yok, ürkütücü bir yerde. Yarın bir gün, ‘’ilelebet böyle kalmayacak, iyileşecek’’ dediğin vakit, bunun ön hazırlığını yapan bir beyni kalmadı buranın. Madem siyaset seviyorsun, iki tane de önemli güncel konu var. Biri, Kürt meselesinden sonra Türkiye’de bir değişim var mı? Diğer önemli konu da Avrupa’nın en üst düzey güvenlik konferansı var Münih’te.
Evet, orada Rusya’yla Ukrayna’yı barıştıracakmış?
Altan: Bizim içeride bu Kürt meselesindeki gelişmeler içeriği nasıl etkileyecek? Avrupa’daki Güvenlik Konferansı, Ukrayna-Rusya işini nasıl çözecek ve bunun Çin’e, Ortadoğu’ya etkileri ne olacak? ‘’Bunları konuşmayın’’ demek ‘’siyaset yapmayın’’ demektir. Siyaset, okuma yazma işidir, formüle etmektir, kavramsallaştırmaktır, sloganlaştırmaktır. Ama bunun için bir beyin gerekli. “Sen oradan kalk, orası daha iyi. Şimdi aday yapıyoruz, seçim yapıyoruz.” Bu böyle bir dünya, bu kadar çalkantılı. Bu tespitlerimiz kalsın ve onun üstünden yürüyelim gibi bir arzu da yok. Ama ihtiras var.
Bugün bir şey gördüm. Bu Amerikan Savunma Bakanı basın toplantısında gazetecinin birisiyle bayağı tartışıyor Gazeteci değerlerden bahsediyor, o da ‘’para’’ diyor. Gazeteci ‘’Mesela Fransa’da direniş hareketi, şurada bu, burada bu var. İnsanlar bir şeylere inandıkları için yaptılar” diyor. Bakan da “Ama ellerinde silah vardı” diyor. Sonunda gazeteci, “Silahlar insanların değerleriyle birlikte daha etkili olur” diye bağlıyor. Amerika’nın Savunma Bakanı olan kişi bu tür tartışmalara çok alışık birisi değil. Şimdi her şeye para üzerinden bakan bir anlayış görüyoruz.
Altan: Saint-Just 27 yaşında öldü. Fransız Devrimi’nin en parlak figürlerinden biridir. Olağanüstü. Gençliğimden beri unutmadığım bir lafı vardır: “Devrim, silahların değil yasaların patlamasıdır.” Sosyoloji fakültesi diye bir fakülte var mı, hukuk fakültesi diye bir fakülte var mı, ekonomi fakültesi diye bir fakülte var mı? Bunlar nedir? İnsanlığın beyinsel birikimlerinin korunduğu, formüle edildiği ve ileriye taşındığı… AK Parti’nin bugünkü geldiği nokta, “Hukuku boş ver. Öyle bir şey yok. Bütün hukuk fakülteleri, insanlığın birikimleri, Hammurabi Kanunları falan diye bir şey yok. Ekonomi bilim değil, önemli değil. Sosyolojiyi birisi uydurmuş’’ Siyasetle, kurnazlıkla, yolsuzlukla… Doğayla toplum ilişkilerinin ortaya çıkardığı ilişkiler birikimini bu kadar yok sayacak bir cehaletteysen, başın belaya girer. O zaman bu kadar inkârcıysan, şeker hastası olarak her gün tahin helvası ye, bakayım ne yapacaksın, kaç gün götüreceksin? İşine gelince, “En iyi doktorlar nerede?” Ülkeyi yönetirken doktor aradığı gibi davranmayı inkâr eden bir cehalet içinde. Çünkü yolsuzluk endeksinde gittikçe dibe doğru gidiyoruz. Oradan birileri para kazanıyor. ‘’Yolsuzluk endeksinde düştük’’ deyince biz utanıyoruz, ama yolsuzluk endeksinde düşmekten dolayı çok sevinçli olan bir grup var tabii. Bu ayıp, bu utanılacak bir rezillik.
Geçen hafta bugün, AK Parti’nin İstanbul Olağan İl Kongresi vardı. Ben öyle şeyleri çok severim, hemen gittim tabii. Refah Partisi’nden beri İstanbul’da birçok kongresine gittim.
Altan: Senin uzmanlık alanındı onlar. Bu şimdi gittiğin ne ki yani?
Ama şöyle bir şey var. O kongrede gördüğüm şey artık çok daha net. Hatta Ahmet İnsel bununla ilgili Birikim’deki bir yazısında yazmıştı: “Yerli ve Milli Nomenklatura.”
Altan: Süper. Yolsuzlukta dip yapıyoruz.
Şu çok net: Bütün meşrûiyetini parti devletinden alan bir sınıf var artık. Kongrede, aşağıda delegeler, yukarıda partililer vardı. Eskiden Refah Partisi, Fazilet Partisi, hatta AK Parti’nin ilk yıllarında izlediğim kongrelerde kim delege, kim sıradan partili pek anlayamazdın; aralarında fark yoktu. Çünkü kılık kıyafetleri, davranışları, beden dilleri aynıydı. Salona giriş-çıkış yerleri ve oturma alanları ayrı olsa da iç içeydiler.
Altan: Millet partisiydi, ‘’devlet partisi’’ oldu. Onu anlatıyorsun çok güzel bir şekilde.
Evet. Şimdi baktığın zaman, onun delege olduğunu anlıyorsun. Bir kere, bütün delegelerin yaka kartları var, o da ayırıyor. Kılık kıyafetlerinden de kim delege kim sıradan partili anlıyorsun. Kongre, eski Abdi İpekçi Spor Salonu’nda yapılıyordu. Delegeler aşağıda, sıradan partililer yukarıda tribünlerde. Yukarıdakilerin de az buçuk kaybedecek bir şeyleri var, fakat aşağıdakilerin kaybedeceği çok şey var.
Altan: Çok doğru söylüyorsun. Şimdi bunu hemen söyleyelim; gitmez ama. Ben sana söyleyeyim. Bunları konuşalım. Bu gazetecilik açısından keyifli. Parti gibi özlemler de değerli ve önemli; ama gitmez, sahiden gitmez. Utanır insan. İktidara geldiğinde 60. sıradasın, bunu 10 sıraya çıkaramamışsın, 107’ye getiriyorsun ve bundan sevinç duyuyorsun. Bu yolsuzluk endeksiyle siyaset yapan arasındaki ilişki nedir?
Hiç alâkası yok.
Altan: Tabii, tabii. ‘’Silivri soğuktur.’’ AKP’nin fakirleştirdiklerinden söz ediyoruz. AKP’nin etrafında, vicdanını da bir şekilde çıkarıp atmış olan %20’lik bir kesim var. Bunlar, siyaset sayesinde zenginleşenlerin de içinde bulunduğu bir grup ve bunları ‘’AK Parti’nin zenginleri’’ diye çalışmak lazım. AK Parti’nin zencileri, fakirleştirdikleri diye konuşuyoruz. Biz her gün, sabah akşam yolsuzluk konuşuyoruz. Peki, ondan kim nemalanıyor ve bunların bu siyasetteki yerleri ne? Onların etrafı kim? Üstelik sırf yolsuzlukla ilgili değil, “Sen benim çok hoşuma gittin. İyi bir çocuğa benziyorsun. Gel, ben seni devlette memur yapayım” diyor. AK Parti iktidara geldiğinde kamuda çalışanlar 2,5 milyondu, 5,5 milyon oldu. AK Parti’ye yakın olanlar devlet memuru yapılıyor. Onlar da maaş alıyorlar, ikramiyeleri oluyor. AK Parti, bu %20’lik kesim etrafında siyaset yapmaya çalışıyor. Ama onun içinde de büyük bir adaletsizlik var. Yahut da sosyal yardımlar artık yetmiyor. Onun için de korkuyor. Bir zamanlar oyları %50 küsur oranında artıyordu. Şimdi MHP’yle birlikte ayakta zor durmaya çalışan bir parti. Bir de heykeli dikilecekti AK Parti liderinin. AB’nin peşinden giderek, o çıraklıkta kalınsaydı, İslam âleminin en demokratik, en zengin, en müreffeh ülkesi olma ihtimali vardı. Sonra ne oldu? Yolsuzluk, baskı derken Türkiye çöktü. İlk yüzde üniversiteleri vardı. Tabii, haklısın. Bunlar sahiden, okumuş yazmış, alfabe bilen, dünyayı bilen, aynı zamanda manevi değerler deyince insanın beyninin ve beyinsel üretiminin de önemini anlayan insanlar için geçerli. İlk yüzde üniversiten yokmuş, yolsuzluk olmuş filanmış, “Bana ne, benim servetim arttı. Bende çok para var.” İşte anlatıyorsun ya Trump’ın adamını. Öyle adamlar bunlar. Aynı masada aynı değerlerle konuşulacak bir iş değil. Ama onu da yapay zekâ, çip yaparak yapmıyor. Türkiye’de siyaset hazineye çökme işi. Mesela bazen uçağa binip Ankara’ya giderken görüyorum. Business Class’ta oturanların profili değişti. Yani bütün kavga ‘’Orada kim oturacak?’’ kavgası. Orada kim oturacak diye kavga. Geçin arkaya, oturun sakin sakin.
Belki biz de bir gün Business Class’ta otururuz.
Altan: Düşünsene, bu yaşına kadar bütün bu konuşmalar. Değer mi? İnsanın kendisine ihaneti kadar ağır bir şey yok. Bu siyasetçilerde en çok anlamadığım şey o. Bugün böyle söylüyor ve utanmıyor bundan. Çünkü hepsi kayda alınıyor. Ben 40 kitap yazmışım; 20’si böyle, 20’si böyle. Geldiğimiz yer, TÜSİAD’ın ‘’hukuk yook’’ diye bağırdığı yer.
40 kitap yazmışsın. Şimdi aklıma şey geldi. Çok alakasız kaçacak ama, Atlan Hoca şimdi hapiste ya, yıllar önce Soykırım Yalanı diye kitap yazmıştı. Yahudi soykırımı yoktur diye. Ama sonra herhalde birtakım yerlerden çok tepkiler geldi. Sonra aynı kitabı Soykırım Gerçeği diye bastı.
Altan: Bugün esas konuşulması gereken şey, Lazca ile ilgili o senin attığın tweet.
Evet, Lazca-Türkçe sözlük. 2,100 sayfa.
Altan: Mesela böyle bir şey oluyor, değil mi?
Bu hakikaten çok değerli. Adını söyleyeyim. Zor ismi olan bir Japon araştırmacı yapıyor.
Altan: Düşün, Laz Ansiklopedisini Japon yapıyor.
Adı Goichi Kojima, dilbilimci.
Altan: Şimdi mesela bu mahcup olunacak bir şey değil mi? İnsanlık adına çok sevinilecek bir şey.
Tamam da, sonuçta böyle ilginç insanlar sayesinde kültür yaşıyor.
Altan: Onlar insanlığın altın beyinli insanları.
Evet, gerçekten.
Altan: Babam bize, “İnsanlar ikiye ayrılır: Ansiklopediye girenler, mezara girenler’’ derdi. Ansiklopediye giren adamlar sayesinde yürüyor bu iş. Siyasete bak. Kaç tane siyasetçi kalıyor? Böyle şeyler de konuşalım diyorum.
Evet, tamam. Türkiye’nin gidişatına noktayı böyle koyuyoruz. Mehmet Altan’a çok teşekkürler. Bir dahaki ay yine bekleriz.
Altan: Teşekkür ediyorum. Arada sırada uğrarım da.
Tamam. İzleyicilerimize de izledikleri için çok teşekkürler, iyi günler.