20 Ocak’ta göreve başlayan Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Donald Trump dünyanın gündeminde kalmaya devam ediyor. Donald Trump ikinci başkanlık dönemine nasıl başladı, nasıl devam edecek? Ruşen Çakır, konuğu gazeteci Afşin Yurdakul ile Trump’ın iç ve dış politikadaki hamlelerini, küresel dengelere etkisini ve olası senaryoları videoda masaya yatırıyor.
Trump, Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy’i bu hafta veya gelecek hafta Beyaz Saray’da ağırlayabileceğini belirterek, “Şu anda anlaşma üzerinde çalışılıyor. Nihai anlaşmaya çok yakınız” dedi.
ABD ve Ukrayna, Washington’ın Ukrayna’nın stratejik madenlerine erişimini sağlayacak büyük ölçekli bir anlaşmanın imzalanması için sona yaklaştıklarını duyurdu. Anlaşma, ABD’nin Ukrayna’daki nadir toprak elementleri ve kritik mineraller üzerinde söz sahibi olmasını öngörüyor
Afşin Yurdakul: “Trump yönetiminin Ukrayna’dan kritik mineraller konusunda talepleri var. Bazıları bunu sömürgecilikle eşdeğer bir yaklaşım olarak eleştirirken, bazıları da ‘Amerika yıllardır Ukrayna’ya destek verdi, şimdi bundan faydalanmak istiyor’ şeklinde savunuyor. Bu konu şu anda Ukrayna ile görüşülüyor ve barış müzakereleri açısından önemli bir başlık oluşturuyor”
Yurdakul, “Zelenski, ülkesinin yeraltı zenginliklerinin satılık olmadığını açıkça ifade etti. Bu açıklama, Ukrayna’nın bağımsız karar alma noktasında net bir duruş sergilediğini gösteriyor” şeklinde konuştu.
Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik geniş çaplı saldırısının üzerinden üç yıl geçti. Afşin Yurdakul, “Ukrayna Savaşı’nın üçüncü yıldönümü geride kaldı ve savaşın nasıl sonlanacağı hem içerik hem biçim açısından önemli tartışmaları beraberinde getiriyor. Trump’ın bu konudaki tercihi, öncelikle Rusya ile daha derinlikli görüşmeler yapmak oldu. Ancak ilk eleştiriler, ‘Ukrayna masada olmadan bu çatışma nasıl sonlanabilir?’ sorusuyla geldi” dedi.
Macron ABD’de
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, ABD Başkanı Donald Trump ile görüşmek üzere Washington’a gitti. Macron, Putin’in Ukrayna’da kazanmasına izin vermenin “büyük bir stratejik hata” olacağını vurguladı. Macron’un Washington ziyareti, Avrupa’nın diplomatik becerilerinin sınavı olarak görülüyor.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Washington ziyaretine de değinen Yurdakul, “Macron’un Washington ziyaretinde, Ukrayna Savaşı’nın nasıl sonlanacağı, savaş sonrası nasıl bir güvenlik garantisi oluşturulması gerektiği ve Avrupa’nın bu süreçteki rolü üzerine pek çok görüşme yapıldı. Macron’un katıldığı basın toplantısı oldukça dikkat çekiciydi. Bir yandan şakalaşıyorlardı, aralarında belli bir yakınlık vardı. Ancak savaşın bitişi konusunda temel fikir ayrılıkları devam ediyordu.”
Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal
Merhaba, iyi günler. Gazeteci arkadaşımız Afşin Yurdakul uzun bir süredir Türk medyasında gözükmüyordu, stüdyomuzda konuk. Artık Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşıyor. Kendisiyle ağırlıklı olarak Amerika Birleşik Devletleri ve Trump üzerine konuşacağız. Trump ne yaptı, bundan sonra ne yapabilir ve tabii ki bunların Türkiye’ye etkisi ne olur? Hoş geldin, Afşin.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Yurdakul: Hoş bulduk, Ruşen Çakır. Çok teşekkür ederim.
Habertürk’ten ayrıldın, gittin. Ne kadar oldu?
Yurdakul: Bir seneyi aştı. Dediğin gibi, medyaya bir süre ara verdim, fakat dünya yerinde durmuyor, sürekli her gün yeni bir manşet var. Ben de İstanbul-Amerika arası hayatıma devam ediyorum Ve mesleki deformasyon galiba, ister istemez takip etmeden de yapamıyoruz. Çünkü çok karışık bir yere geldik.
Ne kadar zamandır ABD’de ve Chicago’dasın?
Yurdakul: O da yaklaşık benzer süreler diyebiliriz.
Biz Türkiye’den Trump’ı anlamaya çalışıyoruz. Siz orada içeriden görüyorsunuz. Bir ay oldu, çok şey yaptı ve daha da yapacağa benziyor. Önce istersen içeriyi biraz konuşalım. Trump Amerika’da neleri değiştirdi, neleri değiştirebilir ve kamuoyu desteğini muhafaza ediyor mu? Bir iddiaya göre, arttırarak muhafaza ettiği söyleniyor.
Yurdakul: Önce içeriyle başlayalım, çünkü çok başlık var Trump döneminde. Onun da sebebi, bizim takip etmekte zorlanmamız değil, Trump’ın bile isteye, bilinçli olarak çok başlık verecek, insanları belki de biraz şaşırtacak, rakiplerinin biraz kafasını karıştıracak bir strateji izliyor olması. Bu zaten Trump yönetiminin bilinçli olarak yaptığı şeklinde yorumlanan bir strateji. Senin de söylediğin üzere, geldiğinden beri birçok alanda, içeride ve dışarıda, seçim kampanyası döneminde de vermiş olduğu sözleri hızla yerine getirmeye başladı. Önce içeriden başlayalım dışarıya bakarız sonra. İçeride en çok öne çıkan, bu hükümetin etkinliğini artırmak üzere kurdukları yeni yapı. Başında, teknoloji milyarderi, dünyanın en zengin insanı ve davranışlarıyla biraz da tekinsiz görüntü veren Elon Musk’ın olduğu yapı. Ve bu yapının kendisine görev edindiği bürokrasiyi sadeleştirme, devleti, devlet yapısını küçültme, boşa giden paralar varsa bunları tespit edip hazinede, Amerika’nın cebinde kalması üzerine bir hareket. Fakat bunun yapılış biçiminde, Elon Musk’ın, yine Silikon Vadisi’nden alışkın olduğu bir stratejiyi devlet bürokrasisine uygulaması, çok da doku uyuşukluğunu sağlamış gibi görünmüyor. O strateji de, hızlı hareket et, kır, dök. Bu teknoloji inovasyonunda, Silikon Vadisi’nde alışılmış bir düşünce biçimi, fakat bunu devlet bürokrasisine uyguladığınızda çok ters sesler çıkabiliyor. Bu bürokrasinin sadeleşmesi konusu bir probleme dönüştü. Neredeyse Amerika’da bütün gazetelerde her gün bununla ilgili yeni bir başlık ve yeni bir şikâyet var. Federal çalışanlara, kamu görevlilerine en son Elon Musk’ın göndermiş olduğu, “Geçen hafta yaptığınız 5 işi yazın ve bize bildirin,” demesi büyük infial yaratmış durumda. Çalışanların uzun süredir kamu faaliyetleri konusunda verdiği emeklere saygısızlık olarak nitelendiriliyor, insanlara işten çıkmaları için belli süreler verilmiş durumda. Bu sebeple, devlet bürokrasisinde büyük bir kaos var, protestolar var. Ne olduğu ya da işlerine nasıl devam edeceğini bilemeyen birçok kamu görevlisi var. Dolayısıyla bürokraside büyük bir kaos var. Elon Musk böyle dedi diye bütün devlet kurumları da buna uyuyor değil. Bu da bir başka uyumsuzluk göstergesi. Örneğin Dışişleri Bakanlığı ya da Pentagon gibi önemli devlet kuruluşları da, bakanlıklar da bir taraftan, “Siz bu e-maile cevap vermeyin. Biz içeride kendi değerlendirme süreçlerimizi yapacağız” diye çalışanlarına telkinde bulunuyorlar. Bu nedenler Çalışanlar, kamu görevlileri arada kalıyorlar. Bu çok büyük bir karmaşa Amerikan bürokrasisi için şu anda. Kaş yapayım derken göz çıkarma gibi bir riskle karşı karşıya kalıyorlar. Elon Musk’a yönelik tepkiyi Trump taraftarları tarafından da yükselten bir durum bu. Dolayısıyla bu bürokrasiyi sadeleştirme işi çok da kazasız belasız gidiyor gibi görünmüyor.
Bunun en öne çıkan örneklerinden birisi, gelir gelmez Amerika’nın USAID denilen Uluslararası Kalkınma Ajansı’na yönelik başlattıkları girişim oldu. Burası, Amerika Birleşik Devletleri’nin yurtdışında birçok farklı ülkede insani iyileştirme ve kalkınma amaçlı projeleri fonlayan bir kuruluşu. Açıklama böyle. 1960’larda Kennedy zamanında kurulmuş ve aslında Sovyet nüfuzunu da dengelemek üzere varlık gösteren bir yapıydı bu. Bugünlere gelindiğindeyse, aslında sadece, oraya giden paralar Amerika’nın cebinde kalsın, içeride bütçede kalsın mantığı güdülmüyor, bir taraftan da ideolojik boyutu var. Çünkü Trump yönetimi ve Elon Musk, USAID’yi çok liberal, fazla woke buluyor, politik doğruculukla bir alıp veremedikleri, bir kavgaları var. Dolayısıyla, aslında bu sadece bütçe sebebiyle değil, siyasi temsil sebebiyle de sonunu getirmek üzere USAID’ye karşı ciddi bir harekete geçmiş oldular. Bu da çok ciddi tepki çekti. Çalışanların ne yapacağını bilememesi, dünyanın farklı yerlerindeki ülkelerde bazı kritik insanî faaliyetlerin devamı-devamsızlığı konusunda oluşan belirsizlik, yurtdışındaki personelin tekrar ülkelerine dönmesiyle ilgili oluşan belirsizlik, bir rahatsızlık yaratıyor Amerika’da. En azından şu andaki gidişat böyle.
Fakat USAID ile ilgili şöyle bir boyut da var ki o çok konuşulmuyor. Çünkü o kadar çok ses çıkıyor, o kadar gürültü ve kakofoni var ki belki konu buraya gelmiyor. USAID, bir yandan da Amerika’nın yumuşak gücünü temsil eden bir kuruluştu; onun çekildiği yerlerde Çin’in de bu fırsattan istifade o alanlara dolması, yani kendi nüfuz alanını genişletebilmesi gibi bir durumdan bahsedip, “USAID’yi böylesine ortadan kaldırmak iyi miydi kötü müydü?” diye eleştirenler de var. Küçük devlet, tabii ki Trump taraftarları tarafından sevilen bir şey. Çok para harcamayan, her şeye karışmayan devlet, fakat yapılış biçimi itibariyle de pek gürültüsüz, sıkıntısız olmuyor, böyle görünüyor. Sonuç olarak, içeride ciddi bir bürokratik kakofoni söz konusu. Sadeleşeceğiz derken, çok kalabalık ve gürültü var.
Dışarıda en çok merak edilen hususlardan birisi de Trump’ın göç meselesinde çok katı uygulamalara gideceği. Göreve gelir gelmez bu konuda çok ciddi birtakım hamleler başladı herhalde ve bayağı da artarak süreceğe benziyor.
Yurdakul: Durum tam da böyle. Amerika’da kaçak göç konusu, Trump’ın seçim kampanyasında en gür sesle dillendirdiği sözlerinden birisiydi. Onlara ‘’İllegaller’’ diye hitap ediyor. Yani sınırdan belgeleri olmadan girmiş, çoğunlukla da Latin Amerika kökenli göçmenlerden bahsediyor. Bunların sınır dışı edilmesini bir ekonomik argüman olarak da seçmenlerine sundu. Trump. Şimdi de göreve geldi, bir ayı biraz aşan bir süre geride kaldı. Hızla bu konuda düğmeye basmış oldu. Düğmeye basması birçok açıdan hem alkışlanıyor hem de eleştiriliyor. Alkışlanmasının sebebi şu: Kendi taraftarlarının bakış açısına göre, Amerika Birleşik Devletleri’nin sınırından belgesiz olarak girmiş olmak bir kanun ihlali olduğu için, bunun da karşılığı, bu insanların tekrar geldikleri ülkelere gönderilmesidir. Burada, insanî sebeplerden, ekonomik sebeplerden Amerika’da fırsat aramaya gelmişler diye bir bakış açısı yok. Dolayısıyla bu kısmı alkışlanırken, bunun yapılış biçimi açısından eleştiriler var. Eminim Türkiye’de de yine görüntüler paylaşılmıştır ve üstüne konuşulmuştur. ASMR denilen ve sesin ağırlıklı olduğu, hatta insanların daha çok rahatlamak için dinledikleri bir video. Ama bu sınır dışı operasyonlarıyla ilgili çekilen böyle bir video vardı. Göçmenler o uçaklara bindirilmeden önce onlara kullanılan kelepçeler ve zincirler, bunların seslerinden ibaret bir sınır dışı etme videosu. Bu gayri insanî ve gayri ahlâkî olmakla da çok eleştirildi. Fakat bir taraftan da Trump bu gündem maddesinde, bu hedefinde kararlı. Bunun yapılmasını, hatta hızlandırılmasını söylüyor. Bunun ekonomik sonuçları da olabilir Amerika Birleşik Devletleri için. İş oraya dayandığı zaman acaba içeride nasıl bir tepki olacak görmek lazım.
Tabii ucuz iş gücü azalacak ve maliyetler artacak.
Yurdakul: Evet. İşgücü azaldığı zaman da sorun çıkacak. Mesela şöyle bir bağlantıdan bahsedebiliriz. Az önce USAID örneğini verdim. USAID’nin feshedilmesiyle ilgili yeni okuduğum bir haber bu ve benim çok ilgimi çekti. Bu feshetme dönüp dolaşıp, Trump’ın Orta Amerika’daki seçmenini etkileyebilir diye bir yorum var. Şöyle ki: USAID’nin yurtdışında yapmış olduğu gıda yardımları için gerekli olan gıda, Amerikan çiftçileri tarafından Orta Amerika’da yetiştiriliyor.
Yani oradan yollanıyor.
Yurdakul: Evet,oradan yollanıyor. Dolayısıyla artık böyle bir tedarike gerek kalmadığı zaman bu çiftçiler nasıl etkilenecek? Bir de üstüne göçmenler gittiğinde, ucuz iş gücü konusunda sıkıntıya girildiğinde, mesela Trump’a destek vermiş o tarım işçileri ya da tarımla, çiftçilikle uğraşanlar, acaba nasıl bir pozisyon alacaklar? İçeride ve dışarıda, birbiriyle çok bağlantılı hamleler var.
Bu benzer husus, gümrük vergisi meselesinde de oluyor. Ben bugün Prof. Selva Demiralp’la tam da bu konuda bir yayın yaptım. Mesela Kanada ve Meksika’dan gümrük vergilerini yükseltme mevzusu çıkınca, içeride birtakım üreticiler bunun maliyetleri çok arttıracağını, çok zorlanacaklarını söylemişler. Trump bunu durdurmuştu, bugün tekrar başlayacağı söyleniyor. Ama gümrük vergilerini yükseltecek olması, Amerikan iç piyasasını yükseltecek, yerli üretimi artıracak önermesi, tek başına yeterli olmuyor, çünkü çok sayıda da dışarıdan giriş var. O olay, basitçe Trump’ın dünyayla pazarlık etmesi olarak mı okunuyor? Mesela Trump bir şey söylediği zaman artık şöyle bir refleks oluştu: “Böyle söylüyor ama el yükseltmek için bunu yapıyor. Aslında öyle yapmaz.” Durum öyle mi hakikaten?
Yurdakul: Ben bununla ilgili duyduğum ilginç bir anekdotu aktarayım. Çünkü duyduğumda güldüm, ama gülünecek bir şey midir bilmiyorum. Bu işleri çok yakından takip eden bir uzmanın söylediği şuydu: “Artık uluslararası ilişkiler teorileriyle anlayabileceğimiz bir Amerika ve dünya düzeni yok. Artık işletmenin kurallarını, kaidelerini bilmeliyiz. İşletme disiplininde bu işler nasıl işliyor ona bakmalıyız.” Çok iç içe geçmiş ekonomik dengeler var dünyada. Trump’ın bildiğimiz, hep bahsedilen, medyaya yansıyan, tarifeleri arttırmakla ilgili temel tezi, içeride üretimi güçlendirme amacıydı. İçerideki üretime de ne olmuştu? Trump ve ekibi bunun argümanını nasıl kuruyorlar, oradan söyleyeyim. Örneğin: “NAFTA gibi serbest ticaret anlaşmaları, Amerikan imalatına zarar verdi. Çünkü biz bu imalatı daha önce içeride yapabiliyorduk. Artık yurtdışında oluyor bunlar. Dolayısıyla bu bizi zayıflatıyor ve dönüp dolaşıp bize zarar veriyor,” diye bir argümanları var. Tarife uygulandığında da ne olacak? Bu sefer onları ithal etmeyecek ve üretimi içeriye almak, içeriye getirmek üzere bir ortam kurmaya çalışıyor. Fakat bu kadar kolay olmayacak. Çünkü “Bu, enflasyonist baskı getirebilir, enflasyonu artırabilir ve bu yine dönüp dolaşıp Amerikan halkını etkileyecek bir soruna dönüşebilir” diye bir eleştiri var. Aynı zamanda, ‘’gerçekten uygulayacak mı, yoksa taktik mi kullanıyor?’’ boyutu konuşuluyor. Her ikisi de olabilir. Trump’ın belirsizliği ve bilinmezliği bile isteye bir politik aracı olarak kullandığını zaten tecrübeyle görüyoruz. İlk döneminde de vardı, ikinci döneminde de aynı şeyi yapıyor.
Çin’le bu konu çok daha ciddi görünüyor açıkçası. Çünkü Çin’in de tarifeler konusuyla ilgili olarak karşı hazırlıkları var. Aslında Meksika ve Kanada gibi Amerika Birleşik Devletleri’nin kuzey ve güney komşularından, özellikle Kanada’dan bahsedecek olursak, ABD ile hiç sorunlu bir ilişkisi yok. Kanada, kuzeyde gayet iyi anlaştığı bir komşusuyken, ticari ve kültürel olarak ilişkiler varken, sınırlardan Fentanil denilen uyuşturucu madde giriyor argümanıyla onlara da tarife uygulama niyetinden bahsetti Trump Dolayısıyla Kanada ve Meksika da Çin’le beraber aynı torbanın içine atılmış oldular. O ikisi, Trump’ın da biraz daha hoş bulacağı bir adım atarak, sınır güvenliğini artıracakları taahhüdünü verdiler. Şu anda oradaki tarifelerin akıbetiyle ilgili bir duraklama var. Yaşayıp göreceğiz neye benzediğini. Fakat tarifeler Çin’le çok daha başka bir rekabetin enstrümanı. Sadece ekonomik ve ticari ilişkileri ilgilendiren bir boyutu yok. Amerika ve Çin arasında devasa bir güç rekabeti var ve orada satıh, bütün dünya. Nüfuz alanlarından tutun da ekonomik, teknolojik gelişmeye, siyaseten hangi platformlarda söz sahibi olacağına, kimin sözünün geçeceğine kadar çok daha büyük bir rekabet var orada. Dolayısıyla, Çin’le ilgili olan tarifelerin daha farklı, belki Amerika’nın ikna gücünü, yaptırım gücünü yükselten de bir boyutu var. Tarifelerin Trump döneminde biraz daha politik araç olarak kullanıldığını görüyoruz, en azından benim değerlendirmem o yönde. Bu ülkelere baktığımızda, sadece ticareti aşan bir boyutu var kesinlikle.
Şunu da eklemek lazım aslında Ekibine talimat verdiği ve bütün ülkelerle mütekabiliyet çerçevesinde tarifelerin nasıl işleyebileceğine dair bir altyapı çalışması yapılsın istendiğini de biliyoruz. Dolayısıyla Trump bunu cebinde politik araç olarak tutmaya devam edecek. Keza buna Avrupa Birliği de dâhil. Dostu düşmanı tarifelerle tehdit eder bir hâli var. Bu da daha çok onun sert pazarlıkçı tarafına oturan bir özelliği. Avrupa da bu konuda alarm halinde ve bu tabii ki Türkiye’yi de direkt ya da dolaylı etkileyebilir, bunu göreceğiz. Çünkü Türkiye’nin de Gümrük Birliği üzerinden Avrupa Birliği’yle ticari ilişkileri çok önemli, hayatî. Türkiye’nin ürettiği mallara nasıl etkileri olacak? Bu da eminim Ankara’da çalışılan bir konudur. Çünkü Trump döneminde, önemli politika üretilmesi gereken bir başka başlık da bu.
Trump bu hafta savaşı bitiriyordu.
Yurdakul: Ukrayna Savaşı’nı mı?
Trump’a yakın, adını açıklamayan bir kaynak, Ukrayna Savaşı’nı bitiriyor diye bir şey söyledi. Gördüğüm kadarıyla, herhalde siz de öyle görüyorsunuzdur, bence Trump çok Putin yanlısı ve Zelensky karşıtı bir pozisyon alıyor. Bu savaşta Washington’ın desteği olmasaydı Zelensky bugüne kadar gelemezdi herhalde. Şimdi o destek kesiliyor, net bir şekilde görüyoruz. Avrupa hâlâ ayak diremeye çalışıyor, ama Avrupa’nın tek başına sahiplenebileceği bir savaş değil sanki ve sonuçta herhalde Putin’i memnun edecek bir noktaya doğru gidiyor. Olay bu mu, bu kadar net mi?
Yurdakul: Ukrayna Savaşı’nın üçüncü yıldönümüydü. Ukrayna Savaşı’nın nasıl bitirileceği hem içerik hem biçim açısından önemli tartışmaları beraberinde getiriyor. İkisine de bakabiliriz. Trump’ın bu konudaki tercihi Rusya’yla öncelikli ve daha yakın, derinlikli görüşmek oldu. Hatta ilk gelen eleştiriler, Ukrayna masada olmadan bu savaş nasıl sonlanabilir meselesiydi. Şimdi burada ilginç bir başka şey de oldu: Rusya ve Amerika’nın Birleşmiş Milletler’de aynı tasarılara beraber oy verdiğini gördük. Bunlar çok sıra dışı gelişmeler. Çünkü pek tabii ki yan yana duran ülkeler değiller. Özellikle Ukrayna Savaşı sadece Ukrayna Savaşı değil, bütün Batı’nın güvenlik parametresini ilgilendiren ve şekillendiren bir savaş olduğu için bunlar çok sıra dışı görüntüler. Rusya’yla bu savaşın nasıl bitirileceğine dair derinlikli olarak konuşulduğu anlaşılıyor. Avrupa Birliği ve Ukrayna “Masada olmak zorundayız” diyor. Keza Türkiye de aynı şekilde. Türkiye’de devletin en üst kademesi, tarafların tümünün masada olması gerektiğini söylüyor. ‘Masada çözüm kimlerle olmalı?’’ şeklinde bir baskı var Trump yönetimine.
Avrupa Birliği açısından Ukrayna Savaşı, sadece Ukrayna savaşı değil. Az önce söylediğim gibi, Avrupa Birliği’nin, Avrupa’nın, bütün Batı ittifakının güvenlik parametrelerini, güvenlik mimarisini şekillendiren bir savaş oldu. Savaş başladığından beri kıtada askerî varlık arttı, yatırımlar konusunda daha başka bir hassasiyet gelişmesi gerekti. Rusya’nın Batı ittifakına nasıl bir tehdit olduğuyla ilgili onca tartışma gördük, duyduk. Yine NATO’da savunma harcamalarının artırılması da bu konuyla ilişkili bir mesele. Trump yönetiminin Ukrayna Savaşı’nı sadece Rusya’yla ve Ukrayna’yla konuşulacak bir dar çerçevede görmesi, Avrupa Birliği için de büyük bir sorun teşkil ediyor. Çünkü orada Avrupa’nın tanımladığı şekliyle, mesele çok daha geniş, çok daha boyutlu. Bununla ilgili de şimdiden tepkileri, görüyoruz. Macron’un Washington ziyaretinde, Ukrayna Savaşı’nın bitiminde nasıl güvenlik garantileri olması gerektiği, Avrupa’nın rolünün ne olması gerektiği, Amerika’nın, Avrupa’yı dışarıda bırakmaması gerektiği konusunda birçok konuşma geçti. Bunlar medyaya da yansıdı, gördük. Hatta o da ilginç bir basın toplantısıydı. Hem bir yakınlık var gibi şakalaşıyorlardı, hem de gerginlerdi. Çünkü aynı fikirde değiller her konuda; özellikle savaşın nasıl biteceğiyle ilgili. Ya da Almanya’daki seçimler sonrasında Merz’in yaptığı ilk konuşmalarda, seçim galibiyetinden sonra altını çizdiği şeylerden birisi, Avrupa’nın, Amerika’dan bağımsız olarak önünü görebilecek bir güce, kapasiteye gelebilmesinin önemini vurgulamasıydı. Avrupa’da artık ‘’Amerikan güvenliği cepte’’ gibi bir his yok ve Ukrayna Savaşı bu açıdan da çok uyandırıcı. Belki soğuk duş gibi bir gerçeklik Avrupa için de. Dediğim gibi hem biçim açısından, hem içerik açısından Ukrayna Savaşı şu anda Avrupa için bir baş ağrısı olmaya devam ediyor. Tabii Zelensky için de öyle.
NATO eski Genel Sekreteri Rasmussen, “Transatlantik ilişkiler çöküyor” demiş. Olay bu raddeye vardı mı sence?
Yurdakul: Bence çöküyor demek için erken de olabilir. İlk dönemini hatırlayalım. Trump NATO’yla ilgili onca eleştiriyi peş peşe saydıktan sonra ‘’Güvenliğin bütün faturası Amerika’da olamaz, -ki o zaman %2 deniliyordu- bütçelerinin %2’sini savunma harcamalarına ayırsınlar, siz de maliyeti sırtlanın’’ diye Avrupa’ya çıkışmıştı. Bu, NATO’yu zayıflatan bir şey değil, aslında NATO’yu güçlendiren bir şeye de dönüştü. Dolayısıyla burada da aslında Trump’ın benzer sonuçları hedeflemediğini de bilmiyoruz. O yüzden belki aceleci olmamak lazım. Ama şunu da söylemek gerekiyor ki, Avrupa’nın alıştığı bir dil, alıştığı yorumlar, alıştığı bakış açısı yok Washington’da. Bu da Transatlantik ilişkileri açısından başlı başına sarsıcı zaten. Açıklamalarda da görüyoruz onu. Merz’in açıklaması çok önemli.
Trump’ın kadrosuna bakıyoruz, kendisi zaten başlı başına bir fenomen. Sen Elon Musk’tan bahsettin, ama onun dışında, mesela FBI’a atanan kişi. Sağlık Bakanı Kennedy oldu. Savunma Bakanlığı’na atanan kişi bir televizyon sunucusu. Basın toplantısının bir yerinde viski içiyor arada. Böyle acayip insanlar. Bu Amerikan sistemi hakkında bildiğimiz şeylerin çok dışında, farklı, uçuk fikirleri olan, çok acayip insanlar. Şimdi buradan nasıl bir şey çıkacak? Bunlar sistemin şeklini mi alacaklar, yoksa gerçekten Amerika’nın o yıllarca inşa edilmiş sistemini mi dönüştürecekler, ne olacak? Trump’ın bir önceki Başkanlığında, kritik noktalarda eski sistemden çok fazla insan vardı. Bu sefer çok az sayıda öyle isim var. Dışişleri Bakanının nispeten daha makûl olduğu söyleniyor, ama o da bayağı sağcı birisi. Peki, bu nasıl olacak? Gerçekten de o bizden ödünç aldıkları derin devleti yenmeyi hedefleyip, senin başta bahsettiğin, Elon Musk’ın kamu çalışanlarına yaptığı gibi, birçok şeyle sistemin içinden mi geçecekler?
Yurdakul: Trump’ın ekibi, daha isimler ilk geçmeye başladığından beri büyük tartışmaları beraberinde getirdi. Onların içerisinde kimler var? Mesela İç Güvenlik Bakanı, eski Güney Dakota Valisi Kristi Noem, göç konusunda çok hassas birisiydi. Sınır dışı operasyonlarda önemli fotoğraflar vererek aslında kendisini de ön plana çıkaran bir isim oldu. Bütün operasyonlarda boy göstererek, Trump’ın göç ajandasına, göç gündemine çok büyük destek vererek, kabine içerisinde varlığını daha da güçlendirmiş oldu. Bir başka isim Savunma Bakanı Hegseth. O da çok eleştirilen birisiydi. Zaten oylamalara baktığımızda, aslında onların atama oylamalarında Cumhuriyetçiler ve Demokratlar arasında ciddi bölünmeler görüldü. Hegseth’le ilgili olarak, cinsel taciz suçlamalarından alkolizme kadar birçok suçlama, eleştiri, söylentiler, sansasyonlar dillendirildi. Aşırı sağ, sola çok tepkili. Amerika Birleşik Devletleri içerisinde de yine solun hayati bir tehdit olduğuna varan ifadeleri, yorumları var kayda geçmiş olan. Trump’ın hem yakın ilişkileri olduğu hem de belli ki çok izleyip takip ettiği Fox News‘da yorumculuğu var. Böylesi bir geçmişi var Hegseth’in. Kadınların orduda bulunmasıyla ilgili rezervlerinden açıkça bahsetmiş birisi. Dolayısıyla böyle sıradışı, çok eleştirilen, tartışmalı bir profildi bu Savunma Bakanlığı.
Dediğin gibi, Dışişleri Bakanı da sağcı, sağ görüşlü. Örneğin USAID’la ilgili, geçmişte o kurumu öven, fakat Trump politikalarıyla uyumsuzluk olmaması için bugün bu politikaya destek veren Marco Rubio. Kendi ekibindeki insanlar da Trump dönemi uygulamalarıyla zora düşebiliyor, ona örnek teşkil etsin diye söyledim. Ya da FBI’ın başına getirdiği Kash Patel. Trump’ın çok yakın destekçisi, ona sadakatinden hiç sual olunmayan birisi Kash Patel. Hatta Trump’a yönelik FBI soruşturmaları zamanında, ona çok destek vermiş bir isim. Dolayısıyla hem bürokraside hem siyaset içerisinde hem medyada, Trump’ın, muhaliflere karşı nasıl adımlar atacağı, onların peşlerine düşüp düşmeyeceği tartışılıyor. Amerika’da hiç duymayacağınız şeyler. Çünkü böylesi politize görevler olmadı Amerika’da. Bu tartışmalar o açıdan yeni. Ya da FBI Direktörünün Başkan Yardımcılığına yeni getirilen isim de yine Gizli Servis geçmişi olan, bir podcast’i olan sıradışı bir başka isim. Bu arada bu yönetimin podcastler’le arası da çok iyi. Çünkü farklı bir kitleye o sayede de ulaşabildiler. Trump’ın ekibinde böyle isimler var.
Trump ekibinin en baştan beri kendisine sadık isimlerden oluşacağı belliydi. Florida geçmişleri olan isimler olması sebebiyle konuşuluyordu hep. Trump’ın, sadakatin öne çıktığı bir tercih kullanacağı konuşuluyordu. Ne yapacaklar? Trump’ın çizdiği çerçevenin dışına çıkabilecek icraatları olacağını düşünmüyorum. Çünkü Trump yönetiminde öylesi var olmuş bir kabineye bakmıyoruz. Fakat sıradışı isimler olduğu, Amerikan bürokrasisinin bugüne kadar görmediği sınamaları da beraberinde getirebilecekleri de aşikâr. Keza yine Ulusal İstihbarat Direktörlüğü’ne getirilen Tulsi Gabbard. O da hem Snowden’a karşı olan tutumu, Rusya ve Suriye’yle ilgili tutumu sebebiyle eleştirilen bir isimdi. Şimdi istihbaratın çatı kuruluşunun başında olacak. Bu isimler Amerikan bürokrasisinin alışkın olduğu isimler değiller. Trump’ın çizdiği politik çerçevenin dışına da çok çıkacakları görülmüyor. Uygulayıcı olacaklar, ama bir taraftan da kendi içlerinde de gerginlikler, çatışmalar yaşayabilirler, onu da bilemiyoruz. Çünkü sivri ve köşeli isimler ve kendi içlerinde de iddiaları büyük. Trump’a sadık olmaları dışında böyle özellikleri de var.
Her an her şey olabilir diyorsun.
Yurdakul: Evet, Amerika biraz böyle bir durumda.
Ukrayna meselesi ile ilgili bir şeyler daha eklemek istiyordun.
Yurdakul: Ukrayna konusunda Trump’ın izleyeceği yol ne olacak, daha çok Rusya’yla mı konuşacak, Ukrayna işin neresinde olacak? Önemli bir başka gelişme de Trump’ın Ukrayna’yla yürütmüş olduğu, Ukrayna’da var olan bu kritik mineraller dedikleri, önemli yeraltı zenginlikleriyle ilgili. Bu konuda Trump’ın bir talebi var. “Biz Amerika Birleşik Devletleri olarak Ukrayna’ya çok büyük destek verdik, bunun karşılığında da Ukrayna’daki bu kritik minerallerden, yeraltı zenginliklerinden faydalanmak istiyoruz ve hakkımız da Ukrayna’ya bugüne kadar destek vermiş olmaktan geçiyor” diye çok tartışmalı, hatta bazılarının, ‘’bu, sömürgecilikle eş tutulabilecek bir açıklama’’ diye eleştirdiği, bazılarının, “Hayır, Amerika destek verdiği için şu anda bundan faydalanmak istiyor” dediği bir talep var masada. Şimdi bu görüşülüyor Ukrayna’yla. Ben bu konunun da yine barış görüşmeleriyle ilgili, savaşın nasıl sonlanacağıyla ilgili çok önemli bir konu olduğunu düşünüyorum. Çünkü Ukrayna hem bir taraftan güvenlik destekleri ve Amerika’nın güvenlik konusunda vereceği destekle ilgili bu konuyu görüşmeye gönüllü görünüyor. Hem de bir taraftan, “Bize Trump’ın söylediği kadar yüksek miktarlarda yardım yapılmadı. Beş yüz milyar dolarlar gibi yardımlar almadık. Kaldı ki verilen paralar da hibeydi, bize kredi verilmedi” diyor. Dolayısıyla Zelensky’nin, “Bunlar satılık değil’’ açıklaması, kendi ülkesinin yeraltı zenginlikleriyle ilgili de böyle bir çıkış yapmış olması durumu var.
Ben yine, Ukrayna Savaşı’nın sonlarına geldiğimizi anladığımız bu dönemde, bu konunun önemli bir mesele olduğunu düşünüyorum. Amerika ve Ukrayna arasında bu konuda nasıl bir pazarlık olacak, o da önemli. Çünkü o nadir yeraltı mineralleri denilen mineraller, aslında 21. yüzyıl ekonomisi denen, yapay zekâdan teknolojiye, üretime kadar, ekonomik çarkın dönebilmesi için çok hayatî. Amerika da bu konuda Çin’e olan bağımlılığını kırmak için bütün fırsatları kolluyor. Ukrayna bu açıdan da önemli. Çin’e olan ekonomik bağımlılığın da kırılması açısından, bu kritik mineraller konusundaki pazarlık önem taşıyor. Niye bunu anmak istedim? Çünkü konular çok girift. Buradaki savaşın nasıl biteceği, sadece Rusya ve Ukrayna ile konuşulmuyor. Bütün bunlar hep büyük soru olan Amerika-Çin rekabetine de bir yerden bağlanıyor. Grönland’ı ve hatta Panama’yı da bu kapsamda görmek lazım. Çünkü oralarda da ilk duyduğumuzda bizi çok şaşırtan, ‘’Grönland nereden çıktı, Panama nereden çıktı?’’ dedirten konular, Çin’le ekonomik rekabete bağlanan konular. Trump yönetiminin jeopolitiğini, ekonomik hassasiyetleri hep akılda tutarak okumaya çalışmak, anlamaya çalışmak lazım diye düşünüyorum. O yüzden buna not düşmek istedim hazır konu oraya gelmişken.
Filistin meselesine de hızlı bir şekilde değinelim. Çünkü Trump Gazze’yle ilgili acayip bir plan dile getirdi. Filistinlileri oradan çıkartarak Gazze’yi bir eğlence merkezi, turizm merkezi gibi bir şey yapmayı planlıyordu.
Yurdakul: Ortadoğu’nun Rivierası gibi bir ifade kullandı.
Evet. Sonra biraz frene basar gibi oldu ama çok net bir şekilde tavizsiz bir İsrail yanlısı bir yönetimi. Bir önceki dönemi de öyleydi, ama burada çok daha vurgulu bir şey var. Bu aynı zamanda da Ortadoğu’daki, özellikle Körfez’deki ilişkilerini sıkıntıya sokabilecek bir husus. Mesela en son, rehine anlaşması yine kesintiye uğradı. Netanyahu’nun tekrar savaşı tırmandırmak istediği yolunda spekülasyonlar var.
Yurdakul: Sadece Gazze değil, askeri olarak Batı Şeria’ya yüklenmek de var.
Evet. Mesela İsrail Suriye’de bayağı bir yürüyor. Yeni üsler kuruyor ve bütün bunları Amerika Birleşik Devletleri desteğiyle yapıyor. ABD arkasında olmasa bu kadar rahat hareket edemez herhalde. Tabii ki içeride birtakım itirazlar var ama, anladığım kadarıyla Amerikan kamuoyunun çok da fazla dikkatini çekmiyor ya da umurlarında değil sanki.
Yurdakul: Amerikan kamuoyunda, özellikle Arap Amerikalılar ya da Amerika’daki Yahudi toplumu, Müslüman Amerikalılar için hep bir gündem maddesi. İsrail-Filistin meselesinin böyle bir boyutu var. Fakat şu anda Amerika’da özellikle başka bir bürokrasi fırtınası estiği için, manşetler daha çok oradan geliyor. Ama Ortadoğu’da ne oluyor ya da şu anda nereye gelmiş olduk? Trump’ın Gazze’yle ilgili sarf etmiş olduğu, “Orayı alacağız. Satın alınacak bir şey yok. Kontrol edeceğiz. Bizde olacak” sözleri, hakikaten grotesk, insanları şoke eden ifadeler. Belli ki bir şekilde kendisine bu planın hâlâ iyi bir plan olduğu, ‘ama bekleyelim’ deme noktasına geldiğini görüyoruz. Ürdün Kralı Abdullah’ın Washington ziyaretindeki basın toplantısı da çok konforsuz, zorlu bir basın toplantısıydı. Çünkü Kral Abdullah orada kendi pozisyonunu açıklamak durumunda kaldı. Gazzelilerin Gazze’den çıkarılmasıyla ilgili, Arap toplumlarında kabul edilemeyecek, akla hayâle gelemeyecek teklifler çünkü bunlar. O da orada topu Mısır’a atmıştı ve “Mısır’ın da üstünde çalıştığı bir plan program var. Arap ülkeleri, topluca bu konuda belli formülleri çalışacak. Ondan sonra konuşabiliriz” dedi. Herhalde bulabileceği tek ara formül oydu. Orada canlı yayında kameraların, ışıkların altında böyle bir formülden bahsetmişti, öyle de ilerledi.
Arap ülkelerinin üstüne çalıştığı belli başlı formüller var, bunların bazısı kendi basınlarına yansıyor. Mısır’ın üzerinde çalıştığı bir formülden bahsediliyor. Gazze’de çözüm ne olabilir, nasıl olabilir, Gazze’nin yeniden inşasının özellikle Körfez fonlarıyla yapılıp yapılamayacağı, Arap ülkelerinin oluşturacağı bir fonla nasıl yapılacağı konusunda çalışıyorlar. Fakat Hamas’ın rolünün ne olacağı, ne olmayacağı konusunda bütün Arap ülkeleri de hemfikir değiller. Çünkü İsrail’in istediği, Amerika’nın da bunu desteklediğini söylediği şu: Gazze’nin yeniden inşasında Hamas’a hiçbir rol yok. Varlığı olmayacak. El-Fetih’le bir yol yürünürse yürünebilir, ama Hamas’la değil. Buna da her Arap ülkesi olumlu bakmıyor; destekleyen var, desteklemeyen de var. Dolayısıyla oradan da tatmin edici bir formül çıkması zor görünüyor şu anda. Ama bir taraftan da İsrail’in arzu ettiği yönde ilerliyor bu konu, görünen o. Bu da şaşırtıcı değil. Çünkü Trump seçim kampanyası döneminde de İsrail’e tam desteğini hiçbir zaman gizlemedi. Zaten damadı İbrahim Anlaşmaları’nın mimarlarından. ‘’Gazze’nin önemli bir emlak değeri olduğu,’’ damadı Kushner tarafından da zamanında zikredilmiş bir mesele.
Konu buraya gelmişken şunu da eklemek lazım: Trump’ın, dünya meselelerini okumasında bu emlak geçmişinin gerçekten önemli olduğunu düşünüyorum ve bunu da ironik ya da alaycı biçimde söylemiyorum. Hakikaten gözlemlediğim, gördüğüm bu. Gazze’ye baktığında, orada bir emlâk değeri görmesi, bir ekonomik potansiyel yaratılabileceğini düşünmesi, geçmişini düşündüğümüzde şaşırtıcı değil. Ben Davos’taki hitabını dinledim bu sene. Ukrayna Savaşı’nın neden hızla bitirilmesi gerektiğini, çok ölümlerin yaşandığını, bunun kabul edilemez olduğunu anlatırken, şöyle bir örnek veriyor: “Ben Ukrayna’dan gelen fotoğrafları, oradaki yıkımı görüyorum” diye anlatıyor. Hatırladığım kadarıyla aktarıyorum şu anda. Tabii ki birebir ifadeleri bu değil, fakat bu minvalde konuşuyor. “Yıkılan binalara bakıyorum. O binalar çok büyük. Ölü sayısı kesinlikle daha fazla olmalı. Çünkü o binalarda, o sayılardan daha fazla insan yaşıyordur” diye, aslında o binaların yüzölçümü üzerinden böyle bir hesap yapıyor ve bunu da ‘’Ukrayna’da çok büyük ölümler oldu ve bu savaş bitmeli’’ diye anlatıyor. Ya da başka bir örnek verdiğinde, topografyadan bahsediyor. “Ukrayna dümdüz bir yer. Gelen kurşunları durdurabilecek tek şey insanların bedenleri, o yüzden bu kadar ölüm oluyor” diyor. Yani arazi, arsa, mantığıyla değerlendirdiğini anlıyorsunuz. Tekrar ediyorum, bunu ironik, alaycı söylemiyorum. Sorunları, problemleri anlamada, tahlil etmede, bu emlâk geçmişinin etkili olduğunu düşünüyorum. Hem Gazze’de hem de Ukrayna’da paralellik içeren benzetmeleri, yaklaşımları olduğu için de not düşmek istedim. Bana ilginç geliyor, çünkü onun bakış açısını anlatan bir şey.
Afşin, şimdi son olarak Türkiye’den biraz bahsedelim. Benim aklıma, en çok Suriye geliyor. Belki de ilgi alanlarımdan dolayıdır. Özellikle de Suriye’de PYD, YPG’ye Amerikan desteği meselesi ve Ankara’nın bundan duyduğu rahatsızlık. Erdoğan da zaten değişik vesilelerle ‘’Amerika sizi satar’’ anlamına gelecek şeyler söylemişti. Ama en son haberler, Amerikan Ordusu’nun oraya daha fazla tahkimat yapıldığı yolunda. Trump’ın daha önceki döneminde de Suriye’den çekilmek istediğini biliyoruz. Bu sefer de isteyecektir diye tahmin ediyoruz. Ama geçen sefer, Trump çekilmek istedi, ordu istemedi. Bu sefer ne bekleniyor? Gerçekten Ankara’nın, Erdoğan’ın istediği şekilde buradan çekilecek mi?
Yurdakul: Suriye çok boyutlu bir mesele. Hem Türkiye açısından hem de Ortadoğu’da şu an birçok dinamik var. Türkiye’nin defaten söylemiş olduğu, ‘’PKK’nın uzantısı SDG, Türkiye için ulusal güvenlik meselesi, beka meselesi. Bu konuda müttefik Amerika’nın desteğini çekmesini istiyoruz’’ çağrısının ilk dönemde hangi sebeplerden yerine gelmediğini biliyoruz. Fakat Trump bunu duydu, duyduğunu da belirtti. Bu ikinci döneminde aslında şu beklenebilir: Trump’ın bir parametresi, bir temel bakış açısı var. O da yabancı savaşlarda bulunmamak, yabancı savaşlara Amerikan fonlarını akıtmamak, Amerikan askeri personelini yabancı topraklarda tutmamak. Dolayısıyla, Amerikan askeri personelinin Suriye’den çekilmesi fikri, bu vizyonuyla uyumlu. Fakat bir taraftan da ‘’orada bizim destek vermemizin sebebi, DAEŞ’le mücadele konusu oldu’’ diye Amerika da kendisini anlattı. Bir taraftan da ‘’DAEŞ tekrar hareketleniyor mu?’’ ya da ‘’biz orada desteği kesersek böyle bir olumsuz sonuç doğurur mu?’’ diye de bir bakış açısı var. Bunları bir şekilde dengelemek durumunda kalacaklar. Fakat Türkiye’nin tabii ki talebi, ısrarı değişmeyecek bu açıdan. Suriye’de de yeni bir momentum var, dünyanın da yakından izlediğini düşünüyorum. Her ne kadar dünyanın izleyecek çok başlığı olsa da artık, Trump döneminde bütün alışılagelmiş olduklarımızla ilgili sınanıyoruz çünkü. Orada da yeni yönetimin kendisini dünyaya anlatma, bir istikrar oluşturma çabası var.
Yine Davos’tan örnek vereceğim, çünkü geçiş döneminin Dışişleri Bakanı’nı orada iki ayrı oturumda izleme fırsatı buldum. Ondan biraz bahsetmek istiyorum, çünkü Türkiye’deki tartışmalarla ilgili de önemli bir içerik olduğunu düşünüyorum. Birincisi, birebir bir mülakattı. Kendisine yeni dönemin Suriye’si soruldu. Onlarla ilgili açıklamalar yaptı. Orada izlenen yöntemin, Batı kamuoyundaki birçok hassasiyeti karşılayacak nitelikte olduğunu düşündüm. Çünkü kadın haklarından, azınlık haklarına, yeni yönetimde nasıl bir dünyayla ve toplumun farklı bileşenleriyle ilişkileri nasıl oturtacaklarına kadar sorulara cevap verdi. Uluslararası kamuoyuna iki temel mesaj verdi orada: Yaptırımları kaldırın ve Suriye’ye yatırım yapın mesajı. Bu sıradan bir mesaj değil. Bunun, çalışılmış ve hatta belki de bir tavsiye alarak oluşturulmuş bir mesaj olduğunu da düşündüm. Çünkü böyle bir mesajı verebileceği en doğru yerlerden birisi Davos, yani Dünya Ekonomik Forumu. İş dünyası, karar vericiler, siyasetçilerin hepsi oradayken, o platformu çok doğru bir mesajla kullandığı görülüyor. O açıdan önemli buldum. Suriye yeni yönetiminin de dünyaya söylemek istedikleri var.
Diğer oturumda Ortadoğu’daki farklı ülkelerin Dışişleri Bakanlarıyla beraberdi ve orada Fransız Dışişleri Bakanı da vardı. Orada çizdiği görüntü de Suriye’de bir istikrarın oturması, bölge ülkeleriyle ve Batı’yla olumlu ilişkilerin kurulmasıyla ilgili moralleri çok yüksekti. Diğer ülkelerde aynı yüksek morali görmek mümkün değildi. Çünkü Filistin meselesi var, Lübnan’da, İran’da, Gazze’de birçok istikrarsızlık ve problem devam ettiği için, aynı olumlu hissiyatı duymak mümkün değildi. Fakat Suriye burada verdiği mesajla farklılaştı. Bunların da önemli olduğunu düşünüyorum. Yeni yönetimin dünyaya söylemeye çalıştığı bir şey var. Türkiye meselesine gelince: Türkiye, güneyde 900 küsur kilometre sınırı olan komşusu. Aynı güvenlik argümanını sürdürecek. Amerika’yla nasıl şekillenecek? Dediğim gibi, izleyip Trump’ın orada ne yapacağına bakmak lazım. Çünkü Suriye’den çıkmak hem onun dünyada savaşlara karışmamak vizyonuyla uyuşuyor, hem de gerek İsrail’in güvenliği gerek radikal grupların yükselişiyle ilgili endişeleri de masada durmaya devam ediyor.
Afşin, çok sağ ol. Nasıl toparlamak istersin? Trump, ikinci Trump dönemi.
Yurdakul: Yine burada biraz metinden çıkıyorum müsaadenle. Çünkü bazı şeyler jetlag’den ötürü aklıma biraz geç gelebiliyor. İki şey eklemek istiyorum, belki sonra döneriz ona. Elon Musk’ın elinde Arjantin Devlet Başkanı Milei’nin hediye etmiş olduğu testereyle yaptığı o gösteride, verdiği bir mesaj vardı: “Bürokrasiyi sadeleştireceğim, para cebimizde kalacak, kayıpların, israfın önüne geçeceğiz” mesajı. Bunun belki Türkiye’de çok görülmeyen, dünyada da sonuçlarını hissedeceğimizi düşündüğüm bir boyutu daha var. O da şu: Federal fonlar, Amerikan üniversiteleri için çok hayati bir gelir. Üniversitelerde birçok çalışma, bilimsel araştırma bu fonlarla yapılıyor. Üniversitelere giden federal fonların da yine dondurulduğunu, değerlendirileceğini, örneğin, bu çeşitlilik ve Trump’ın pek hoşlanmadığı ve önüne geçmeye çalıştıkları eşitlik, çeşitlilik, bunun gibi programlarla uyumlu fonların kesilmesi, yeşil dönüşümle ilgili programlara, planlara fon gitmemesi gibi belli tercihleri var. Buradan şöyle bir sonuç doğuyor: üniversitelere giden fonların kısıtlanması, donması, durdurulması, Amerikan üniversitelerinde bilimsel araştırmalara sekte vuracak sonuçlar doğurabilir. Amerikan üniversitelerinde bilimsel araştırmalar, Amerika’nın dünyadaki yumuşak gücü aslına bakarsanız. Amerikan üniversitelerinin bir marka gücü var Amerika için. İsimlerini bildiğimiz üniversiteler, okullar onlar. Buralarda bilimsel araştırmaların, federal fonların kesintiye uğraması sebebiyle sekteye uğraması, Amerika’nın imajına da, Amerika’nın marka gücüne de aslında zarar verebilecek bir boyut taşıyor. Eminim bunun farkındalar, fakat sonuçları itibariyle göreceklerimiz olduğunu düşünüyorum. Amerika’daki bu bürokratik karmaşaya ilgili bunu eklemek istedim.
Bir başka konu da şu: ‘’America First’’ (Önce Amerika) politikasının bugüne kadarki yorumu, ‘’Amerika içeri dönecek, o daha içeride olacak, dış angajmanları konusunda sadeleşecek’’ beklentisi. Bu doğru olmakla birlikte, eksik gibi görünüyor. Çünkü Trump göreve geldiğinden beri farklı ülkelerle olan ilişkilere baktığımızda, aslında tamamen bir içe kapanmaktansa, kendi dünya görüşüne yakın ülkelerle yakınlaşmayı da görüyoruz. Örneğin, Elon Musk’ın elindeki testereyi veren Arjantin Devlet Başkanı Javier Milei, bürokrasiye karşı kendisiyle çok yakın bir görüşe sahip. Hatta meşhur görüntüleri var. O da gelir gelmez, bir tahtadan, kâğıtlara yazılmış bakanlık isimlerini yırtıp atarak, devlet bürokrasisini sadeleştirme planını, yine çok sansasyonel bir biçimde dünyaya ilan etmişti. Keza Avrupa’da, İtalya’da Meloni’yle olan ilişkiler, Macaristan. Trump’ın kendi dünya görüşüyle, Trump yönetiminin dünya görüşüyle uyumlu ülkeler arasında da bir yakınlaşma söz konusu. JD Vance’in Münih Güvenlik Konferansı’na gittiği zaman, Avrupa içine yönelik getirmiş olduğu eleştiriler, ‘’ifade özgürlüğü kısıtlaması’’ diye tanımladığı aşırı sağ partilere karşı olan mesafe, bu konuda yaptığı eleştiriler, Almanya seçimlerinde ikinci olarak çıkan AfD’nin bu kadar güçlü bir varlık göstermesi ve bir şekilde, bugünkü Amerikan yönetiminde bu partiye, bu yaklaşıma duyulan sempatinin açık edilmesi de aslında ‘’Amerika tamamen içine kapanıyor’’ demeyi çok mümkün kılmıyor. Trump yönetimi kendi dünya görüşüne yakın yönetimlerle de farklı bir yakınlık içerisinde. Onu da görmek gerektiğini düşünüyorum ben bu dönemde.
Yeni bir tür enternasyonal oluşturuyorlar galiba.
Yurdakul: Evet, görüntü buna benziyor.
Evet, Afşin. Çok sağ ol. Size, Amerika’da yaşayanlara Allah kolaylık versin, dünyada yaşayanlara daha fazla kolaylık versin. Çünkü o Amerika’yı yeniden büyük yapıyor, ama dünyayı küçülterek yapmaya çalışıyor. Çok teşekkürler.
Yurdakul: Ben çok teşekkür ederim. Umarım sakin geçirebiliriz bu dönemi. Biz Türkiye’de manşetlerin peşinden koşmakta çok zorlanıyorduk. Dünya da böyle oldu. Şimdi Amerikan basını da bir güne ne kadar çok şey sığıyor, nasıl takip edeceğimizi şaşırıyoruz demeye başladı. Şu anekdotla da kapatayım, daha yeni dinledim: Uluslararası bir haber ajansının başında olan bir ismin, kendi haber merkezlerinde siyaset ve ekonomiyi takip eden muhabirlerin görev tanımlarına yenilikler getirdiklerini, siyaset takip edenlerin mutlaka ekonomi gündemine de bakmaları gerektiğini, ekonomi takip edenlerin mutlaka siyaset gündemini de hesaba katmaları gerektiğini, böyle bir yapılanmaya gitmek zorunda kaldıklarını anlattığına şahit oldum. Bu da aslında dünyada bu dengelerin ne kadar iç içe geçtiğini gösteren bir anekdot. Yapacak bir şey yok. İzleyeceğiz ve sükûnet dileyeceğiz.
Bir solcu olarak Karl Marx’ın ne kadar haklı olduğunu da gösteren bir yaklaşım diyelim.
Yurdakul: Evet. Amerika’yı tartıştığımız bir sohbetin sonunda hoş ve manidar oldu.
Evet, Afşin. Çok sağ ol
Yurdakul: Ben teşekkür ederim.
Afşin Yurdakul’la Amerika Birleşik Devletleri’ni, Trump’ın ikinci dönemini, ABD’ye yansımalarını ve dünyaya yansımalarını konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.