Bana arkadaşını söyle… | Ruşen Çakır yorumluyor

Ruşen Çakır, “İnsanın arkadaşı olması için aynı siyasi görüşten olması gerekmiyor” diyerek gazetecilik mesleğinde kurduğu farklı çevrelerden arkadaşlıklarını anlattı. Çakır, İslamcılardan Ülkücülere, Kürtlerden cemaat mensuplarına kadar geniş bir yelpazede binlerce kişiyle tanıştığını söyledi.

Ruşen Çakır, son yayınında arkadaşlık kavramı üzerine konuştu. Çakır, Akşam Gazetesi’nin kendisi hakkında yaptığı haberin ardından Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Kartoğlu ile arkadaşlığının sona erdiğini belirtti.

“Arkadaşlığımız vardı ama böyle bir yalanın onun gazetesinde yayınlanmış olması arkadaşlığı bitirdi” diyen Çakır, yıllardır tanıdığı ve sevdiği Kartoğlu’na bu tavrından dolayı hakkını helal etmediğini ifade etti.

Çakır, gazetecilik hayatının neredeyse tamamını kendisi gibi olmayanlar üzerine çalışmakla geçirdiğini söyledi. İslamcılar, Ülkücüler ve Kürtler konularında çalışan Çakır, binlerce insan tanıdığını ve bazılarıyla yakın arkadaşlıklar kurduğunu belirtti.

“Kişilerin siyasi görüşleri benden farklı olmaları benim için belirleyici değil. Önemli olan karşılıklı güven” diye konuşan Çakır, arkadaşlık kurabilmek için aynı siyasi görüşten olmanın şart olmadığını vurguladı.

Menzil cemaati ile ilişkilerini örneklendirdi

Çakır, 1997 yılında 28 Şubat sürecinde Menzil’e gittiğini ve şu anki Şeyh Saki Erol ile arkadaşlık kurduğunu anlattı. Pırsaklar’daki medresede Fevzeddin Erol ile sohbet ettikten sonra Menzil Köyü’ne gittiklerini belirten Çakır, köyde hastalandığında kendisine yatak serilerek saatlerce sohbet ettiklerini ifade etti.

Saki Erol’un İstanbul’a geldiğinde Metis Yayınları’na ve gazetesine uğradığını söyleyen Çakır, sürekli temasta olduklarını belirtti. Saygı Öztürk’ün Menzil kitabında Saki Erol’un kendisi için “Dostum diyebileceğim yakın görüştüğüm bir Ruşen Çakır var, gerçekten beğeniyorum onu” dediğini aktardı.

Barış Pehlivan’dan eleştiri aldığını anlattı

Çakır, Menzil hakkında “Çok temkinli giden bir cemaat, Fethullahçılık gibi organize şekilde devlete sızmayı planlayabileceklerini sanmıyorum” yorumunu yaptığını belirtti. Bu yorumun ardından Barış Pehlivan’ın kendisini “Menzili kayırıyor” diye eleştirdiğini söyledi.

“Birisiyle arkadaş olduğunuz zaman mesleğinizde yapacaksanız onu karıştırmazsınız” diyen Çakır, çok arkadaşının olduğunu ancak mesleğini bundan etkilenmediğini vurguladı.

Bana arkadaşını söyle... | Ruşen Çakır yorumluyor
Bana arkadaşını söyle… | Ruşen Çakır yorumluyor

Nasuhi Güngör ile yaşadığı tartışma

Çakır, Habertürk’te çıkan Nasuhi Güngör ile yaşadığı deneyimi de anlattı. AK Parti’nin kuruluş döneminde Güngör’ün “Yenilikçi Hareket” adlı kitabında kendisi hakkında “Erdoğan’ı Amerikalılarla buluşturdu” şeklinde komplo teorilerine yer verdiğini belirtti.

Bu duruma tepki gösteren Çakır’a Güngör’ün “Açıklama yollayın, yeni baskısında değerlendirebilirim” dediğini ancak daha sonra AK Parti medyasında çalışmaya başladığını ifade etti.

Ahmet Sever örneği

Çakır, yakın zamanda kaybettikleri Abdullah Gül’ün danışmanı rahmetli Ahmet Sever’i arkadaşlık konusunda örnek gösterdi.

Sever’den haber aldığını, bazen de yaptığı haberler yüzünden kavga ettiklerini ancak bunun arkadaşlıklarına zarar vermediğini söyledi.

Galatasaray Lisesi arkadaşlıklarını koruyor

Çakır, 1972 yılında girdiği Galatasaray Lisesi’ndeki arkadaşlıklarının büyük kısmını hâlâ muhafaza ettiğini ve bu durumdan mutluluk duyduğunu belirtti. Bu pazar da pilavda buluşacaklarını söyleyen Çakır, genç yaşta kaybettikleri bir arkadaşlarını da andı.

Bana arkadaşını söyle... | Ruşen Çakır yorumluyor
Bana arkadaşını söyle… | Ruşen Çakır yorumluyor

Yayınını “Arkadaşlık, dostluk çok güzel. Sürebildiği ölçüde ve zenginleştirilebildiği ölçüde güzel” sözleriyle tamamlayan Çakır, herkese arkadaşlarıyla mutluluklar diledi.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler, iyi sabahlar. Bugün yine ‘‘Gomaşinen’’ tadında bir şeyler anlatmak istiyorum. Bunun birçok nedeni var. Kişisel bir yayın olacak, şimdiden söyleyeyim. Geçen, biliyorsunuz, Akşam Gazetesi bizim hakkımızda sözüm ona bir haber yaptı, gazetecileri hedef gösterdi ve ben de onunla ilgili yaptığım cevabi yayında, Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Kartoğlu’nun arkadaşım olduğunu ve bu yaptığını asla unutmayacağımı, hakkımı helal etmediğimi söyledim. Ve ondan sonra birçok kişi bana “Nasıl böyle arkadaşın olur?” dedi. Bu çok yadırgatıcı bir şey. İnsanın bir arkadaşı olması için illaki aynı siyasi görüşten olması gerekmiyor. Ben kendisini yıllardır tanıyordum ve sevdiğim birisiydi. Onun da beni sevdiğini düşünüyordum. Bir arkadaşlığımız vardı ama sonra böyle bir yalanın onun gazetesinde, Genel Yayın Yönetmeni olduğu bir gazetede yayınlanmış olması tabii ki o arkadaşlığı bitirdi. Arkadaşlık değişik şekillerde oluşur ve kimi zaman güçlenerek artar, kimi zaman da söner, kimi zaman da böyle kopar gider. Ben gazetecilik hayatımın neredeyse tamamını diyeyim, kendim gibi olmayanlar üzerine çalışmakla geçirdim. Öncelikle İslamcılar, sonra Ülkücüler, sonra Kürtler, hepsi bir arada ve çok sayıda, yani binlerce insan tanıdım. Bunların bazılarıyla bayağı bir yakın oldum, bazılarıyla daha mesafeli ilişki oldu, gazeteci-haber kaynağı ilişkisi oldu ve burada o kişilerin siyasi görüşleri, benden farklı olmaları falan benim için belirleyici değildi. Önemli olan bir karşılıklı güvendir, onda bir şeyler bulabilmenizdir. Mesela şimdi size bir örnek göstereceğim. Bir tweet, Barış Pehlivan atmış. Barış Pehlivan bu tweette benim Menzil şeyhi, ki o sırada, 2019’da yaşanan bir şey bu yanılmıyorsam, o sırada henüz Menzil şeyhi değildi Saki Erol, babasıydı şeyh. Kendisi en büyük oğul olarak onun yanındaydı. Sonra biliyorsunuz, babasının ölümünün ardından kardeşler birbirine girdi ama en büyük, en öne çıkan isim Saki Erol oldu. Saki Erol’la ben arkadaşım. 1997, 28 Şubat sürecinde Menzil’e gittim yanımda iki arkadaşımla beraber arabayla. Önce Pursaklar’da onların medresesine gitmiştik. Orada Fevzeddin Erol ve arkadaşlarıyla sohbet etmiştik. Sonra Menzil köyüne gittik ve köyde Saki Erol ve diğer kardeşleriyle, muhtemelen şu anda onunla kavgalı olan kardeşler, onlarla da tanışmıştım. Ben hatta o sırada hastalanmıştım, bana bir yatak serdiler ve yatağın etrafında saatlerce sohbet ettik. Sonra Saki Bey İstanbul’a çok geldi ve İstanbul’da benim çalıştığım yerlerde — Metis Yayınları ya da gazeteye geldi — bayağı bir sohbetimiz oldu ve birbirimizle sürekli temasta olduk. Ve Saygı Öztürk bir Menzil kitabı yaptığında, Saki Erol’la da sohbet ediyor. Orada diyor ki Saki Bey, gazeteciler için bahsediyor; ‘‘Dostum diyebileceğim, yakın görüştüğüm bir Ruşen Çakır var, gerçekten beğeniyorum onu” demiş. Eyvallah, benim de hoşuma gitti tabii. Ama sonra benim bir yorumum var, yorum da şu: “Menzil çok temkinli giden bir cemaat. Fethullahçılık gibi organize bir şekilde devlete sızmayı planlayabileceklerini sanmıyorum” diye bir yorum yapmışım, ki Menzil benim yıllardır üzerinde çalıştığım bir cemaat. Ve bunun üzerine hemen ne oluyor; ‘‘Saki Erol’un arkadaşı Menzil’i kayırıyor” deniyor. Burada kayırma olduğunu sanmıyorum. Hatta açıkçası ben Menzilci olsam rahatsız olurum, ‘‘Fethullahçılar kadar değiller’’ demişim. Ama mesela o gazeteci arkadaşımız durumdan vazife çıkartıp beni takipçilerine “İşte görüyorsunuz, Menzil’i böyle kayırıyordu çünkü arkadaşı” diye gösterdi. Yani şunu özellikle vurgulamak lazım: Birisiyle arkadaş olduğunuz zaman mesleğinizi de yapacaksanız onu karıştırmazsınız. Benim çok arkadaşım var, isimlerini vermeyeyim, çok üst düzeyde isimler de var. Hatta bir tanesi bir yayında kendisini sert bir şekilde eleştirdim diye bana küstü, onu da anlıyorum ama ben kendimi de anlıyorum. Yani ne yapacağım? Şimdi, o benim arkadaşım diye, eleştirilmeyi bence hak ediyorsa eleştirmeyecek miyim? Böyle ilginç bir durum. Bir başka olay daha anlatmak istiyorum. Her sefer adını düşünerek… Nasuhi Güngör, biliyor musunuz bilmiyorum. Habertürk’e çıkıyor, yazıyor da galiba. Bu kişi, diyorum artık… Bir zamanlar Ankara’ya ben çok sık giden birisiydim ve o tarihlerde gittiğim sıralarda – ki AKP’nin kuruluşundan önceki yılları kastediyorum, Refah Partisi’nin kapatıldığı zamanlar falan, daha doğrusu Fazilet yılları – rahmetli Aydın Menderes’in — çok severdim kendisini — onun yanında gördüğüm birisiydi. Bu arada Aydın Menderes’le ilgili de bir şey söyleyeyim. Bir seçim oluyor, Refah Partisi birinci parti çıktı ve ben o sırada bir yerde çalışmıyorum, Show TV’de yorum yapıyorum. Ve Refah Partisi Genel Merkezi’ne bağlanıldı ve Aydın Bey de orada bizim yayına canlı bağlandı. Ve biz soru soracağız ama Aydın Bey’in yanında Adnan Hocacılar vardı, seçim zamanı ona yatırım yapmışlar. Ve ben orada canlı yayında Aydın Bey’e dedim ki: “Aydın Bey, siz siyasette erdeme çok önem veren birisiniz” mealen anlatıyorum, “ya böyle karanlık işler çeviren bu insanlarla ne işiniz var?” diye söylemiştim ve kıyamet kopmuştu. Ve Aydın Bey’le o olaydan sonra da biraz aramız açılır gibi oldu. Neyse, Nasuhi Güngör, tanışıyoruz, ediyoruz, ‘‘abi’’ diye hitap ediyor bana filan. Ve bir gün, AK Parti’nin tam kuruluşu sırasında bir kitap çıkarttı: “Yenilikçi Hareket” diye. “Yenilikçi Hareket” diye kitap çıkarttı, ben de aldım okuyorum ve bir baktım, tamamen Erdoğan ve yenilikçilik ya da AK Parti aleyhine bir kitap ve tamamen komplo teorileri, bunların nasıl şöyle kurulduğu, böyle kurulduğu ve o klasik, benim artık reddetmekten canımın çıktığı olay: Erdoğan’ı Amerikalılarla ben buluşturmuşum. Neye uğradığımı şaşırdım. Açtım, dedim ki: “Ya kardeşim, nereden çıktı bu?” falan. Birden o arkadaşımız kayboldu ve çok mesafeli bir şekilde, “İşte bu doğru, bilmem ne.” Dedim, ‘‘Bana niye sormadın? Böyle bir şeyi sormadan koyuyorsun’’ falan. Neyse… Bana şöyle dedi: “Bana bir açıklama yollayın, yeni baskısında değerlendirebilirim” gibi bir şey söyledi. Ben de galiba küfrettim, şimdi küfrü hatırlamıyorum. Sonra ne oldu? Yıllar sonra bu kişi AK Parti döneminde de AK Parti medyasında çalışmaya başladı hiçbir şey olmamış gibi, nasıl olduysa. Sonra bir gün Muharrem İnce seçim kampanyasında bunun kitabını alıp gösterdi ve Erdoğan’a oradan yüklendi vesaire. Neyse, o da bir kenara gitti. Bunları niye anlatıyorum? Çok gereksiz gelebilir size ama gerçekten hayat, siyaset, her şey geliyor geçiyor. Çok kişiyi tanıyoruz gazeteci olarak. Birbirine çok yakın meslekler bunlar; gazetecilik, siyaset, istihbarat, emniyet, bütün bunlar. Mesela biliyorsunuz, istihbarat servisleri birçok yere insanları gazeteci kılığıyla yollar ya da gazetecilerden eleman devşirir. Çok kişi var böyle. Herkes birtakım şeyleri tahmin ediyor, şu oluyor, bu oluyor. Ama burada önemli olan bu kurduğunuz ilişkilerde bir mesafe olması ve bir de ne kadar yakın olursanız olun, ne kadar samimi olursanız olun, orada kendi bildiğinizi yapabilmeniz gazeteci olarak. Bu anlamda benim en bariz örneğim Ahmet Sever’dir. Rahmetli, yakın zamanda kaybettik. Abdullah Gül’ün en yakın danışmanıydı ve benim de en yakın arkadaşlarımdandı. Kimi zaman Ahmet’ten haber alırdım, kimi zaman Ahmet’le yaptığım haberler yüzünden kavga ederdik, tartışırdık. Çok kibardı, en azından bana karşı. Onun istemediği şeyler de yazdığım oldu ama bu bizim arkadaşlığımıza halel getirmedi. Şimdi şöyle toparlayayım. Bütün bunları niye söylediğimi ben de bilmiyorum ama içimi dökmek gibi alın. Herkesin hayatta arkadaşları vardır ve arkadaşlar çok değerlidir. Bu yayının başlığına çıkarttığım “Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim,” bir Fransız atasözüdür bu. Ama bir yerden sonra şu oluyor; ‘‘O nasıl arkadaşın? Biz seni solcu bilirdik, buna nasıl şey yapıyorsun? Onunla niye görüşüyorsun?’’ gibi şeyler özellikle kutuplaşmış Türkiye’de çok fazla söz konusu oluyor. Ben bundan açıkçası rahatsız oluyorum ama artık bir yerden sonra çok da fazla etkilemez oldu. Şu anda gözümün önüne geliyor, birbirinden farklı tanıdığım, ettiğim ve sevdiğim insan var. Bunları bazen söyleyemeyebiliyoruz maalesef. Bu da klasik mahalle baskısı nedeniyle. Tabii şunu da söylemek lazım; insanın hayatta bir de çok eski arkadaşları vardır. Benim için en önemli husus tabii, 72 yılında girdiğim Galatasaray Lisesi. Yatılı okudum ve orada kurduğum arkadaşlıkların büyük bir kısmını hâlâ muhafaza etmenin mutluluğunu yaşıyorum. Bu pazar bir aksilik olmazsa yine pilavda gelebilenlerle buluşacağız. Ve bu yayını çok genç yaşta kaybettiğimiz İmarettin Algül’e ithaf etmek istiyorum. Şu anda görüyorsunuz, en sağda en uzun olan kişi. İmarettin, Çorlulu bir öğretmen çocuğuydu, parasız yatılıydı ve sınıfın en çalışkanlarındandı. Çok uzun boyluydu ve sürekli boyunun uzaması gibi bir hastalığı vardı. Çok parlak bir şekilde üniversiteyi kazandı ama üniversitenin ilk yıllarında hayatını kaybetti. Biz ona ‘‘İmoş’’ derdik, çok sevdiğimiz ve ilk kaybettiğimiz arkadaşımızdır. O resim bizim C sınıfının, lisede 112 devresinin en çarpıcı sınıflarından birisidir ama numara sırasıyla gidiyor. Bunlar numarası düşük olanlar olduğu için ilk başta bunları… Mesela ortada bir yerde yönetmen Reha Erdem’i görüyorsunuz. Mesela onun hemen altında bizim Haldun Bayrı var, başkaları da var. Şimdi benim olduğuma gelelim. Bu da benim olduğum resim ve benim nerede olduğumu söylemeyeceğim, herhalde ayrık dişlerimden anlıyorsunuzdur. Evet, arkadaşlık dostluk çok güzel, sürebildiği ölçüde ve zenginleştirilebildiği ölçüde güzel. Hepinize arkadaşlarınızla, dostlarınızla ortak mutluluklar diliyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.