Dr. Ezgi Uzun Teker değerlendirdi: İran nükleer programdan vazgeçer mi?

İran nükleer programdan vazgeçer mi? Ruşen Çakır, Dr. Ezgi Uzun Teker ile İran-İsrail arasındaki çatışmaları ve bunun nereye evrilebileceğini konuştu.

13 Haziran sabahı İsrail, İran’ın askeri ve nükleer altyapısını hedef alan kapsamlı bir saldırı başlattı. Saldırıda İran Genelkurmay Başkanı Muhammed Bakıri, Devrim Muhafızları Komutanı Hüseyin Selami, eski Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Feridun Abbasi ve İslami Azad Üniversitesi Rektörü Muhammed Mehdi Tehranchi’nin de aralarında olduğu üst düzey isimler öldürüldü. Ayrıca 9 nükleer bilim insanı saldırılarda ölürken, toplam sivil kaybı 78 olarak açıklandı.

İsrail’in saldırılarının ardından İran da dün akşam (13 Haziran) saatlerinde misilleme saldırısında bulundu.

İran’dan Tel Aviv’e füze saldırısı gerçekleşti. Bu sabah (14 Haziran) saatlerinde de Tahran’da yeni patlamalar duyuldu.

İran nükleer programdan vazgeçer mi? Ruşen Çakır, Dr. Ezgi Uzun Teker ile konuştu.

Dr. Ezgi Uzun Teker değerlendirdi: İran nükleer silahtan vazgeçer mi?
Dr. Ezgi Uzun Teker değerlendirdi: İran nükleer programdan vazgeçer mi?

İran’ın böyle bir saldırıyı beklediğini, bu nedenle hazırlık yaptığını söyleyen Teker, “Trump başkan olarak geldiğinde hatta İran’a yönelik maksimum baskı politikasına devreye soktuğunda çok tartışılmıştı. Belki tekrar bu baskı politikasıyla birlikte askeri bir baskı da gelebilir diye. Nitekim bölgede bir hareketlilik başlamıştı. Yani Amerikan üslerinde ya da Okyanus’ta vs. Bunları yakından takip ediyordu İran. Ama bir yandan da bir müzakere sürecine de girildi” dedi.

“İsrail, programdan tamamen vazgeçmesini istiyordu”

Bu müzakere sürecin ilk etapta iyi gittiğini, her iki tarafın da olumlu sinyaller verdiğini hatırlatan Teker, “Yalnız şöyle bir mesele vardı: Müzakerelerin başından beri, Amerikan tarafıyla İsrail tarafının bu müzakereden çıkacak sonuca dair beklentilerinde farklılıklar vardı. İran’ın net olduğu konu şuydu: ‘Uranyum zenginleştirmeyi belli bir ölçüde elimizde tutmak istiyoruz. Bunun karşılığında da silah programını yapmayacağız.’ Bunun karşılığında da ekonomik yaptırımlar ve her türlü baskın politikasının devre dışı bırakılması. İran bunu istiyordu. Öte yandan İsrail’in istediği şey, İran’ın nükleer programından tamamen vazgeçmesi. Yani bu Libya modeli dediğimiz şeydi. Yalnız Amerikan tarafına baktığımızda biz çok farklı sesler duyuyorduk. İran nükleer zenginleştirme programını belli bir ölçüde tutabilir, tamamını elimine etmek zorunda değil diyordu ABD” dedi.

Teker, İsrail ile ABD’nin fikir ayrılığı yaşadığını ifade ederek, “Açıkçası son bir hafta zenginleştirmeyi sıfıra indirin gibi bir talebi yoktu. Bu konuda bir baskısı yoktu Amerikan tarafının. Öyle bir noktaya gelindi ki, savaş artık sanki bir kaçınılmaz bir duruma geldi gibi görünüyor” diye konuştu.

“Mesele sadece İran’ın nükleer programını yok etmek değil”

İran’ın da bu yaşananlara karşı çıktığını söyleyen Teker, şöyle devam etti:

“Tabii tüm bu sürecin üç-dört aya yayıldığını düşünürsek, en başta Trump hem İran’ı masaya oturtmak hem de istediklerini elde edebilmek için o askeri opsiyonu hep masada tutuyordu. İsrail’in saldırısı son derece kapsamlı. Yani burada sadece nükleer tesisleri hedef almıyorlar. Nükleer tesislerin yanı sıra devrim muhafızlarına ait olan askeri tesisler, çeşitli askeri merkezler, birim noktaları, radar sistemleri, hava savunma sistemi… Daha da önemlisi devrim muhafızlarına mensup olan çok üst düzey komutanlarının genelkurmay başkanı dahil olmak üzere suikasta kurban gittiğini görüyoruz. Nerede? Kendi ikametgâhlarında. Bunun yanında ayrıca nükleer bilim adamları ya da bu nükleer program üzerine çalışan önemli isimler de suikastte kurban gittiler. Şimdi bunların hepsini bir düşünürsek eğer, aslında sanki mesele sadece İran’ın nükleer programını yok etmek değil ama bunun bir adım daha ötesine geçerek devrim muhafızlarını biraz daha sakat bırakmak sanki.”


Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. İsrail’in İran’a saldırısı bekleniyordu ama bu kadar erken ve bu kadar güçlü mü olacaktı, bu tartışma konusu. Ve bundan sonra ne olacak? Bütün bunları İran konusunu yakından çalışan Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Doktor Ezgi Uzun Teker’le konuşacağız. Ezgi Hanım, merhaba.

Ezgi Uzun Teker: Merhaba Ruşen Bey, iyi yayınlar dilerim.

Ruşen Çakır: Sağ olun. Şimdi bir saldırı, İsrail’in saldırı ihtimali hep vardı, uzun zamandan beri var. Ama en son Trump’ın nükleer müzakerelere çok ciddi bir şekilde önem vermesi ve Netanyahu’ya da bu konuda biraz sert çıkması üzerine, ‘‘Acaba İsrail geri adım mı atar?’’ diye düşündük. Böyle olmadı, bir saldırı oldu. Bir de tabii ki saldırının zamanlaması kadar saldırının boyutları… Zamanlama ve saldırının boyutları beklenenden farklı mıydı?

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Ezgi Uzun Teker: Şimdi aslında İran tarafında belki bir saldırı olabilir diye bir beklenti tabii ki vardı. Bunun hazırlığını yapıyorlardı. Bu yeni bir şey de değil. Trump ilk başa geldiğinde, hatta İran’a yönelik tekrardan bir maksimum baskı politikasını devreye soktuğunda şu çok tartışılmıştı; yani belki tekrardan bu baskı politikasıyla birlikte askeri bir baskı da gelebilir diye. Nitekim bölgede bir hareketlilik başlamıştı. Yani Amerikan üslerinde, bölgedeki Amerikan üslerinde ya da okyanusta bu bölgelerde çeşitli hareketlilikler başlamıştı. Bunları yakından takip ediyordu İran ama bir yandan da bir müzakere sürecine de girildi ve bu müzakere süreci de fena başlamadı. İlk etapta her iki taraf da çok olumlu sinyaller verdiler. Yalnız şöyle bir mesele vardı müzakerelerin başından beri; Amerikan tarafıyla İsrail tarafının bu müzakereden çıkacak sonuca dair beklentilerinde farklılıklar vardı. Yani özellikle şunu çok net görüyorduk, İran’ın net olduğu konu şuydu: ‘‘Uranyum zenginleştirmeyi belli bir ölçüde elimizde tutmak istiyoruz. Yani barışçıl amaçlarla diğer ülkeler gibi ve uluslararası hukukun da el verdiği şekilde biz uranyum zenginleştirmeye devam etmek istiyoruz. Bunun karşılığında da silah programını yapmayacağız.’’ Yani bu şu anlama geliyor en temelde: ‘‘Uranyum zenginleştirmeyi 3.67’nin altında tutabiliriz.’’ Yani bunun sinyalini veriyordu. Bunun karşılığında da ekonomik yaptırımlar ve her türlü baskı politikasının devre dışı bırakılması. İran bunu istiyordu. Öte yandan İsrail’in istediği şey İran’ın nükleer programından tamamen vazgeçmesi. Yani bu ‘‘Libya modeli’’ dediğimiz şeydi. Yalnız Amerika tarafına baktığımızda biz çok farklı sesler duyuyorduk. Witkoff bir açıklama yapıyordu. Witkoff’un açıklamalarından şunu görüyorduk: ‘‘İran nükleer zenginleştirme programını belli bir ölçüde tutabilir. Tamamını elimine etmek zorunda değil.’’ Ama daha sonra burada içeriden birtakım farklı sesler geliyordu senatörlerden ya da içerideki İsrail lobisi gibi. Bazen Trump farklı açıklamalar yapıyordu. Yani Amerikan tarafında bir net olmama durumu vardı ve bunun çok büyük bir sebebi de aslında İsrail’le bu konuda yaşanan fikir ayrılığıydı. Açıkçası son bir hafta, yani son 7 gün, 10 güne kadarki dönemde de ‘‘Zenginleştirmeyi sıfıra indirin’’ gibi bir talebi yoktu. Yani bu konuda bir baskısı yoktu Amerikan tarafının. Ancak bu 7-10 gün içerisinde böyle bir noktaya gelindi ve savaş artık o noktada sanki kaçınılmaz bir duruma geldi gibi görünüyor. Çünkü İran buna tamamen karşı çıktı, yani bunu bir kırmızı çizgi olarak aldı. Müzakerelerin bu şekilde devam edemeyeceğinin sinyallerini verdi. Yani, “Bizim konumumuz net, biz burada devam etmek istiyoruz” dedi. Tabii tüm bu sürecin 3-4 aya da yayıldığını düşünürsek, en başta Trump hem İran’ı masaya oturtmak için hem de istediklerini elde edebilmek için o askeri opsiyonu hep masada tutuyordu. Yani, “Ya biz bu nükleer anlaşmayı imzalayacağız sizinle ya da askeri bir operasyon olacak.” Dolayısıyla bu masada vardı ve bu İran’ın beklediği bir şeydi ve son 7-10 gün içerisinde de bunun netleştiğini söylemek mümkün. Tabii kapsamına baktığımızda, şimdi İsrail’in iki gece önceki saldırısına baktığımızda, son derece kapsamlı bir saldırı bu. Yani burada sadece nükleer tesisleri hedef almıyorlar. Yani nükleer tesislerin yanı sıra Devrim Muhafızları’na ait olan askeri tesisler, çeşitli askeri merkezler, birim noktaları, radar sistemleri, hava savunma sistemi, bunun gibi çok farklı unsur, yani askeri unsur da hedef alınmış. Ve belki bundan daha da önemlisi, Devrim Muhafızları’na mensup olan çok üst düzey komutanlarının, Genelkurmay Başkanı dahil olmak üzere, suikasta kurban gittiğini görüyoruz. Nerede? Kendi ikametgahlarında, yani kendi evlerinde oluyor bu olay, nokta atışıyla. Bunun yanında ayrıca nükleer bilim adamları da ya da bu nükleer program üzerine çalışan önemli isimler de suikasta kurban gittiler. Şimdi bunların hepsini bir düşünürsek eğer, aslında sanki mesele sadece İran’ın nükleer programını yok etmek değil; ama bunun bir adım daha ötesine geçerek Devrim Muhafızları’nı biraz daha sakat bırakmak sanki. Çünkü burada en üst liderlik seviyesinden başlayarak, o Hizbullah saldırısında eğer hatırlarsanız, orada da çok üst düzey komutanlara yönelik saldırılar olmuştu. Burada da çok benzeri oluyor. Dolayısıyla liderlik kadrolarını daha çok hedefe alarak da bir saldırı düzenlediklerini görüyoruz. Bu da Devrim Muhafızları’nı sistem içerisinde daha da zayıflatmak, biraz daha elimine etmek, böylelikle sadece nükleer program değil artık o bölge siyasetini, yani Devrim Muhafızları’nın daha çok taşıyıcısı olduğu, ana aktör olduğu o bölge siyasetini biraz daha geriletmek, yani Direniş Ekseni hattını biraz daha zayıflatmak ve bununla birlikte belki içeride de, yani İran’ın iç siyasetinde de Devrim Muhafızları’nı zayıflatmak gibi çok farklı farklı amaçlar güdüldüğünü görüyoruz.

Ruşen Çakır: Bu sizinle daha önce yaptığımız ‘‘Direniş Ekseni’nin geleceği’’ yayınında da konuştuğumuz olayları hatırlayınca, şimdi sizin söylediklerinizden de hareketle bu nükleer programa yönelikmiş gibi, tabii ki ilk akla gelen bu, ama bu Hamas saldırısıyla beraber bölgede yaşanan yeni dönemin sanki zorunlu bir uzantısı en azından İsrail için. Yani bölgenin yeniden yapılandırılmasının zorunlu bir uzantısı gibi görmek herhalde mümkün. Yani hem nükleer hem sizin demin söylediğiniz gibi İran’ın bölgesel etkisi. Peki onun da ötesinde İran’ın iç destabilizasyonu hedefi de yok mu?

Ezgi Uzun Teker: Kesinlikle var. Yani burada geçtiğimiz saatlerde Netanyahu’nun yaptığı açıklamalar da var. Halkı aslında tekrardan protestolara davet etti, İran halkını. 2022’deki Mehsa Emini protestolarına atıfta bulunarak, oradaki sloganları kullanarak, yani aslında”Biz sizin için bir ortam yarattık. Tekrardan ayaklanabilirsiniz, tekrardan protestolara başlayabilirsiniz ve istediğiniz sistemi kurabilirsiniz” gibi bir mesaj verdi burada. Burada da aslında o rejim değişikliği mesajının çok net bir şekilde İsrail tarafından verildiğini görüyoruz biz. Demek ki bu sadece nükleer programla alakalı bir mesele değil. Bu çok büyük ölçüde içeride bir rejim değişikliği olabilir diye de yapılmış bir hamle. Yani bu çok net görünüyor. Tabii burada şuna da bakmak lazım: Netanyahu hükümeti ve özelde Netanyahu’nun İran diasporasıyla da daha doğrusu şöyle söyleyeyim, rejim karşıtı olan İran diasporasıyla da çok yakın ilişkileri var. Özellikle eski Şah’ın oğlu, Şah Rıza Pehlevi’nin oğlu şu an bir aktör olarak, yani alternatif bir aktör olarak dışarıda duruyor. Onlara daha çok ‘‘monarşi yanlıları’’ deniliyor. Gerçekten nasıl bir sistem kurabilirler, bu konuda çok karışıklık var tabii ki ama şu çok net: Rejimin devrilmesini istiyorlar. Rejimin devrilmesi için de İsrail’le ilişkileri var. Yani İsrail’le bu konuda görüşmeler yapıyorlar ve bunu, yani böyle bir ortamın çıkmasını çok destekliyorlardı dışarıdan. Şimdi böyle bir şey olabilir. Yani İsrail bu adımı attıktan sonra dışarıdaki o diaspora tarafından birtakım eylemlerde bulunulabilir İran içerisinde. Tabii ki İran’daki çeşitli iç grupların da desteği lazım bunun için. Dolayısıyla sistem karışabilir. Yani sistemin belli bir ölçüde, yani belki birkaç gün içerisinde değil ama belki birkaç ay içerisinde karışması çok da uzak bir ihtimal gibi görünmüyor eğer mevcut durum bu şekilde devam ederse. Burada da zaten şu zamana kadar, özellikle de 2022 protestolarına baktığımızda protestoların başarıya büyük ölçüde ulaşamamasının sebebi İran’ın çok büyük bir güvenlik devleti olmasıydı. Ve bu güvenlik devletinin en büyük ayağını da zaten Devrim Muhafızları oluşturuyor. Şimdi 1999 öğrenci olaylarından beri özellikle bu o dönemlerde reformcu hükümete ve genel anlamda reformcu her türlü sivil topluma yapılan baskıları da düşünürsek, zaten bu baskın mekanizmalarını uygulayan aktör de Devrim Muhafızları’ydı. 2022’de de böyleydi bu. Keza 2017, 2018, 2019’da Devrim Muhafızları, Besic grupları, devletin diğer güvenlik aygıtları, bunlar o kadar sıkı bir şekilde ellerinde tutuyorlardı ki sistemi, halk protesto etse bile o baskı mekanizmasıyla karşılaştığı için bir karşılık veremiyordu buna karşı. Ama şimdi bu protestolara karşılık verebilecek bir Devrim Muhafızları ne ölçüde var, biraz şu an bu tartışma konusu. Çünkü dediğimiz gibi üst düzey liderlerinde ciddi kayıplar var. Evet, yerine yenileri yerleştirildi hemen. Çünkü Devrim Muhafızları çok büyük bir oluşum. Yani Hizbullah gibi değil sonuçta, düzenli bir ordu en nihayetinde. Hemen yerine yeni isimler getirildi, ama şu an dikkati çok dağınık. Yani dışarıda şu an İsrail’le meşgul. Dolayısıyla içeride çıkabilecek herhangi bir protestoyu ne derece bastırabilirler, bunlar şu an gözlemlenmesi gereken konular.

Ruşen Çakır: Şöyle de bir boyutu var tabii: ‘‘yenilmez, güçlü’’ algısı kırıldı. Yani orada halkın, İran halkının çok korktuğu birtakım komutanlar nokta atışlarıyla İsrail tarafından öldürüldüler. Yani şimdi İran halkı için ulaşılamaz, asla baş edilemez olarak görülen insanlar çok hızlı bir şekilde, birden, aynı anda çok sayıda komutanı… Öyle değil mi? Çok ince bir çalışma bu aslında. Bir de şöyle bir şey var; biliyorsunuz, İran geleneksel olarak bir istihbarat devletidir, yani Şahlıktan beri. Ama İran rejimi de böyleydi. Burada çok ciddi bir istihbarat zaafı var anlaşılan. Daha önceki olaylarda da gördük bunu. Hamas liderinin öldürülmesi olayında da gördük. Hizbullah falan ama onlar hani İran dışıydı. Ama İran’ın içinde bu kadar etkili operasyonlar yapmış olmaları, hele o söyledikleri ülke içerisine dronelar yerleştirip onları harekete geçirmek, bu İran hakkındaki o efsanevi, güçlü devlet, istihbarat devleti algısını da bayağı bir yerle bir ediyor sanki.

Ezgi Uzun Teker: Evet, son birkaç yıldır bu çok dikkati çekiyor. Yani bu yine dönüp dolaşıp aslında Kasım Süleymani suikastine gelecek. Orada da çünkü Kasım Süleymani’nin de çok yenilmez bir kişilik olduğu algısı vardı. Ama sonra o da Irak sınırları içerisinde, yanında çok güvendiği Haşdi Şabi üyeleriyle birlikte, Mehdi el-Mühendis’le birlikte, yani sonuçta suikasta kurban gitti. Demek ki sızıntı orada da vardı, o zaman da vardı. Keza Fahrizade suikastini hatırlarsınız, nükleer bilim adamı, yine aynı yıl içerisinde olmuştu. Bu da yaşandı. Haniye suikasti tabii ki bunların en belki de üst noktası. Çünkü tüm devlet başkanlarının toplanıp da İran’da olduğu bir dönemde Haniye, Devrim Muhafızları’na ait bir ikametgahta kalırken gene nokta atışı bir şekilde öldürüldü, suikasta kurban gitti. Bunların hepsi de evet, yani hem Devrim Muhafızları içerisinde ciddi bir sızıntı olduğunu, büyük ihtimalle sadece Devrim Muhafızları da değil, devletin diğer güvenlik organları ve belki Arteş, yani o düzenli ordu dediğimiz diğer ikinci ordu, konvansiyonel ordu, belki oradan da kaynaklı olarak bir sızıntı olabilir. Yani İran’ın o güvenlik algısı biraz yıkılmaya başladı. Ben şunu hatırlıyorum kendi saha deneyimi dönemimde, yani 2015-2016’da İran halkının da İran’a yönelik güvenlik algısı çok yüksekti. Ki o dönemler Suriye İç Savaşı’nın olduğu, hala Irak Suriye cephesinde IŞİD’in faaliyetlerine devam ettiği, yani çatışmaların devam ettiği bir dönemdi. Ve İran halkı hep şunu derdi: “Biz bu coğrafyalar gibi değiliz. Biz oradan farklıyız. Bizim ülkemizde bu tarz eylemler olmaz. Bombalama eylemleri de olmaz.” Hatta o dönem Türkiye’de çeşitli terör saldırıları da gerçekleşiyordu ve bunu çok şaşkınlıkla karşılıyorlardı. Yani halk nezdinde de İran’ın çok güvenli bir ülke olduğuna dair genel bir kanı vardı. Ama şimdi o kanının işte Devrim Muhafızları’yla birlikte, yani bu yaşanan son olaylarla birlikte artık yavaş yavaş kaybolduğunu görüyoruz. Tabii Devrim Muhafızları’nı bu derece zayıflatan, yani halk gözünde bu derece zayıflatan olaylardan biri de hiç şüphesiz Suriye meselesi, Suriye’de Esad’ın devrilmesi. Bu da hiç beklenmedik bir durumdu; yani İran’ın birkaç gün içerisinde Suriye’yi terk etmesi ve buraya eş-Şara ve kendi grubunun yerleşmesi, burada yeni bir sistemin kurulmaya başlanması ve İran’ın tamamen buradan elimine edilmesi. Çünkü Lübnan’da tamamen elimine edildiğini söylemek güç, her ne kadar Hizbullah zayıflasa bile. Irak’ta keza durum bu şekilde değil. Yemen’de bu şekilde değil. Ama Suriye çok güvenilen, çok da yatırım yapılan bir saha. Ve buna rağmen Devrim Muhafızları burayı ellerinde tutamadılar. Demek ki çok ciddi bir istihbarat krizi yaşıyorlar. Bir askeri kriz de yaşıyorlar bununla birlikte. Ve İran halkı da bunu görüyor. İran halkı da bundan dolayı cesaretlenebilir. Ama tabii ki İran halkının hangi grupları daha çok buna cesaretlenir, hangileri farklı bir refleks verir, buna bakmak lazım.

Ruşen Çakır: Peki, şunu sormak istiyorum. İran bir yandan yalnız. Mesela İsrail’in doğrudan ya da örtülü destek aldığı ülkeler var ya da gruplar var. Özellikle ülkeler var. Mesela burada Ürdün, Mısır bir şekilde, hatta bir şekilde Körfez’in hepsi olmasa bile bazı ülkelerinin falan İsrail’le araları bayağı iyi. Ama İran’ın durumu o kadar parlak değil. Ve mesela burada Türkiye’den İsrail’e yönelik çok sert bir şey çıktı ama onu da İran’ın yanında değil de İsrail’in karşısında bir açıklama olarak gördüm ben, bilmiyorum. Yani ‘‘İran’ın yanındayız’’ diyen çok fazla kişi yok sanki.

Ezgi Uzun Teker: Ben hiç rastlamadım. Ben de baktığım açıklamalarda İran’ın yanında olduğunu söyleyen bir açıklamaya rastlamadım. Gerçi şu vardı, galiba hem Türkiye’nin açıklamasında hem de Suudi Arabistan’ın açıklamasında, “Kardeş ülke İran’a yapılan saldırıyı kınıyoruz” gibi, hani o ‘‘kardeş ülke’’, ‘‘komşu ülke’’, ona bir atıfta bulunulmuştu, hani oraya, yani İran’a karşı sanki bir yakınlık var gibi. Ama dediğinize katılıyorum. Yani İsrail’in son bir buçuk yıldaki bölge politikalarına yönelik bir karşıtlık üzerinden şekillenen bir şey bence de bu daha çok. Onun haricinde bu ülkelerden İran’a herhangi bir askeri bir şey gelir mi, destek gelir mi, şüpheli. Yani ben çok şüpheli yaklaşırım böyle bir şeye. Destek verebilecek ülkeler kimler olabilir, potansiyel? İran’ın en azından destek beklediğini bildiğimiz bir Rusya var. Çünkü Rusya’yla bir stratejik partnerlik anlaşması var. Ama bu da çok da fazla askeri iş birliğini içermiyor açıkçası. Yani İran vurulduğunda Rusya ona karşılık verecek ve yardımcı olacak gibi herhangi bir şey içermiyor. Dolayısıyla Rusya’dan da bir şey gelir mi, çok emin değiliz. Çin de çok yakınlaşmaya başlamıştı geçtiğimiz yıllarda, geçtiğimiz 5-6 yıl içerisinde. Ama bu daha çok ekonomik bir ortaklıktı. Daha kalkınma amaçlı altyapı projeleri, kalkınma, daha çok bu ölçüdeydi. Ki zaten Çin’in de, yani her ne kadar global liderliğe oynayan bir devlet olsa da, yani bu manada yükselmeye çalışan bir süper güç olmaya çalışan bir ülke olsa da bu tarz konulara, yani siyasi konulara çok da girdiğini görmüyoruz. Hala o noktada değil Çin. Dolayısıyla İran bence de şu an çok yalnız görünüyor. Birkaç tane direniş aktörü var belki destek olabilecek. Husiler var. Keza Irak’taki Haşdi Şabi var. Ama bunlar da İsrail’e doğrudan bir saldırı yaparlar mı, çok emin değilim. Irak’taki Haşdi Şabi, yani İran yanlısı Haşdi Şabi gruplarının genel prensibi Irak’taki askeri üslerini bombalamak oluyor. Ama şu an şu çok net görünüyor: İran bunlara bir talimat vermiş ve “Amerika bu meseleye doğrudan dahil olmadığı müddetçe siz vurmayacaksınız” demiş. Yani şu anki tablo böyle görünüyor. Tabii ki Amerika çok daha fazla işin içine dahil olursa, İran’a yönelik bir askeri hamle yaparsa, o zaman belki Amerikan üslerine de çeşitli direniş gruplarından aksiyon alınabilir. Böyle bir şey görülebilir.

Ruşen Çakır: Peki, tekrar nükleer programa dönecek olursak, Trump saldırıların ardından tekrar “masa, masa” dedi. İran’ın ne yapacağını çok kestiremiyoruz. Masaya oturmaktan başka bir yolu yok gibi geliyor bana ama siz daha yakından biliyorsunuz. Nükleer program bundan sonra ne olacak? Şimdi değişik yorumlara baktım. Yani saldırının hemen ardından yapılan yabancı medyada çıkan uzman görüşlerine falan hızlıca baktığımda İran’ın nükleer programdan vazgeçme ihtimalinden bahseden görmedim ya da bu nükleer programının zorla bitirilmesinden bahseden de görmedim. Bir zamandan bahsedenler var, işte “Şu kadar geciktirir, şöyle olur, bu olur” falan gibi. Genel yaklaşım nedir? Bu nasıl bir noktaya doğru evrilebilir? Bir anlaşma, tabii ABD ile bir anlaşma, İran’ın da kabul edeceği, ABD’nin ve tabii ki İsrail’in de mecburen kabul edeceği bir anlaşma ihtimali hala mümkün mü?

Ezgi Uzun Teker: Kısa vadede bence mümkün değil. Yani kısa vadede İran tarafından yapılan açıklamalar da masadan şu an için vazgeçildiği, yani diplomasinin açıkçası başarısız olduğu bu noktada, buna yönelik ben daha çok yorumlar okuyorum İran medyasında. Şunu da görüyoruz şimdi; İran halkı da şokta. Yani böyle bir saldırıyı çok da beklemiyordu galiba. Çünkü İran’ın kaç tane şehrinde, Tebriz, Şiraz, İsfahan, Tahran, bunların hepsi büyük şehirler, bunların hepsine birden ve şehrin içine olacak şekilde saldırılar var. Siviller de hedef alınıyor. Dolayısıyla o güvenlik algısı yıkıldı dedim ya İran halkı nezdinde, şimdi onlar da çok korkuyorlar. Dolayısıyla içeride şu an tam tersi yönde bir tartışma var: ‘‘İran’ın nükleer silah geliştirmemeye yönelik olan nükleer doktrinini, Hamaney’in hep söylediği ‘Biz nükleer silah geliştiremeyiz dini sebeplerden ötürü’, bu doktrini tekrar gözden geçirmesi gerekiyor. Bir an önce nükleer silahlanma lazım ki kendimizi korumaya alalım.’’ Şimdi bu şekilde söyleyen de bir halk var. Bunu uzun zamandır söyleyen başka bir grup da var İran içerisinde, o da şu an meclis çoğunluğunu elinde bulunduran Paydari Cephesi. Yani Pezeşkiyan’a karşı Said Celili’yi aday çıkaran, ultra muhafazakar, kesinlikle ABD ile Batı ülkeleriyle müzakere sürecini desteklemeyen, nükleer programın da yani tam bir İran güvenliği için artık bir silah programına dönüşmesi gerektiğini zaman zaman dile getiren ve geçtiğimiz aylarda da bunun için bir mektup yazmış olan — Hamaney’e bir mektup yazdılar bir grup milletvekili — bir grup. Şimdi onlar da var. Şimdi bu taraftan bir baskı gelebilir. Yani artık o güvenlik algısı bu kadar çok yükselmişken belki İran rejimi o tarafa doğru da ilerleyebilir. Hiç nükleer ülke olmayı düşünmüyorken tamamen bir nükleer silah ülkesi de olabilir. Ama en başından beri, yani Trump’ın bu anlaşmadan çıktığı 2018 yılından beri zaten olan da buydu. Yani İran o dönemlerde de nükleer silah üretmeyi düşünmüyordu. Zenginleştirme oranı bu kadar yüksek de değildi. 2015’te anlaşmayı imzaladığında %20 civarındaydı. Daha sonra bunu anlaşmadan sonra %3.67’nin altına çekti zaten ve çok da yani Uluslararası Atom Enerjisi tarafından yayınlanan raporlarda da 2018’e kadarki süre içerisinde, yani bu 3 yıllık süre içerisinde söz verdiği vaatleri yerine getirmediğine dair bir şey yok. Yani nükleer silahlanmaya yönelik böyle herhangi bir program geliştirdiğine yönelik herhangi bir açık da yok aslında. Ama 2018’de Trump çekildikten sonra ve maksimum baskı politikasını getirdikten sonra İran için işler değişti. Zaten İran için bu anlaşmanın mahiyeti de değişti. İran içerisinde bugün bu anlaşmaya resmi olarak “nükleer anlaşma” pek demiyorlar da “yaptırım anlaşması” diyorlar. Yani o nükleer zenginleştirmeyi bugün %65 seviyelerine çıkardığı söyleniyor İran’ın raporlara göre. Bunu çıkarmasının sebebi sürekli İran’a yönelik yaptırımların ve baskıların artırılması. Yani o baskıya yönelik olarak İran o nükleer programın o zenginleştirme programını daha da yükseltiyor. Olay tam tersine döndü, anlatabildim mi? Yani o artık bir yaptırım anlaşması olarak görüyor bunu. Ve bunu da açıkçası işte Trump’ın anlaşmadan çekilmesi, Trump anlaşmadan çekildikten sonra AB ülkelerinin bu anlaşmada kalmalarına rağmen kendi vaatlerini, kendi sözlerini yerine getirememesi, yani anlaşmaların maddelerini yerine getirememesi, İran’ın bunları görmesi bunlara yönelik bir karşı atakta bulunmak için kendini nükleer bir ülke haline getirmesine sebep oldu. Yani biraz uluslararası toplum İran meselesiyle ve bu nükleer meseleyle o kadar yanlış bir şekilde uğraştı ki en nihayetinde nükleer zenginleştirme seviyesi çok da yüksek olmayan bir ülke bugün %65’lere varan bir nükleer zenginleştirme oranına ulaştı.

Ruşen Çakır: Son olarak şunu sormak istiyorum: İsrail bu işten kazançlı mı çıkıyor?

Ezgi Uzun Teker: İsrail, yani belki Netanyahu hükümeti, pek çok analist de herhalde buna vurgu yapıyor: Biraz hem bu Gazze’deki insan hakları ihlalleri, savaş suçları gibi meselelerden, biraz kamuoyunun ilgisini ve iç ilgiyi dağıtmak, biraz da kendi iç güvenliğini sağlamak, yani o kendi rejim güvenliğini sağlamak için İran’a karşı böyle bir hamlede bulunuyor gibi yorumlar var. Ben bunlara katılıyorum. Evet, İsrail’in bu meseleyi bu kadar uzatması, Netanyahu’nun daha doğrusu bu meseleyi bu kadar uzatması ve genişletmesi elbette buna katkı sağlıyordur diye düşünüyorum. Ama yani uzun vadede tüm şu olan bitene bir baktığımızda son bir buçuk yıl içerisinde bölge yangın yerine döndü. Yani mesele sadece Gazze’de kalmadı. Lübnan’a sıçradı, Suriye’ye sıçradı keza. En sonunda, yani en çok korkulan şey oldu, İran’a sıçradı ve bugün iki tane devlet iki gündür birbiriyle bir savaş halinde. Ve bunun nereye gideceğini biz şu an bilemiyoruz. Yani bu ne kadar sürecek? Ki ben çok kısa sürede bunun sonuçlanacağını da düşünmüyorum. Bölge ülkeleri buna nasıl cevap vermek zorunda kalacaklar? Körfez ülkeleri, Türkiye, diğer ülkeler, bunlardan nasıl bir şey gelecek? Keza rejim değişikliği olursa eğer İran’da, daha doğrusu o siyasi stabilite daha da azalırsa ve İran’ın iç siyaseti karışırsa o zaman buralarda ne olacak? Bunlar çok büyük meseleler ve bunlar tüm bölge ülkelerini ilgilendiren meseleler. O zaman biz tekrardan 2010’lu, 2011’li yıllara geri dönmüş oluyoruz ve bu da İsrail yüzünden olmuş oluyor. Ama işte İsrail şu an bir şekilde uluslararası sistem tarafından korunuyor. Yani uluslararası hukuk çok uygulanamıyor şu an İsrail’in yaptığı eylemlere karşı. Ama bu ne kadar devam ettirilebilir? Çok da sürdürülebilir görmüyorum ben. Belki kısa vadede İsrail kendi istediği şekilde bir bölge planı yaratmaya çalışıyor ve bunu oturtmaya çalışıyor olabilir. Ama daha uzun vadede baktığımda işler o kadar da İsrail’in istediği gibi gitmeyebilir. Çünkü o da artık bir meşruiyet problemi yaşıyor. İran her zaman uluslararası meşruiyeti problemli bir ülkeydi ideolojisinden ve uluslararası eylemlerinden dolayı. Şu an İsrail de o noktada artık. Çünkü çok fazla, yani sadece bölgeden değil, bölge dışından da çok fazla eleştiriler geliyor. Bunların hepsini bir arada düşündüğümüzde uzun vadede ben bundan İsrail’in de çok zararlı çıkacağını düşünüyorum. Ama bölge geneli çok zararlı çıkıyor. Yani son bir buçuk yıldır bölge hiç olmayacak kadar dağınık ve kaotik bir yöne doğru ilerliyor. Sonucun ne olduğunu da hiç öngöremiyoruz. Daha da genişleyebilir bu. Yani daha da bir bölgesel savaşa doğru da evrilebilir, bu sonuçta bir ihtimal.

Ruşen Çakır: Çok teşekkürler Ezgi Uzun Teker. Çok sağ olun. Eksik olmayın. İsrail’in İran’a saldırısı nelere yol açtı, neler yol açabilir? Bütün bunları konuştuk. Çok teşekkür ediyoruz. Evet, Yeditepe Üniversitesi’nden Ezgi Uzun Teker ile konuştuk. Kendisine teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.