İran’da İslam rejimi varlığını sürdürebilecek mi? Ruşen Çakır, Kenan Çamurcu ile konuştu.
13 Haziran sabahı İsrail, İran’ın askeri ve nükleer altyapısını hedef alan kapsamlı bir saldırı başlattı. Saldırıda İran Genelkurmay Başkanı Muhammed Bakıri, Devrim Muhafızları Komutanı Hüseyin Selami, eski Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Feridun Abbasi ve İslami Azad Üniversitesi Rektörü Muhammed Mehdi Tehranchi’nin de aralarında olduğu üst düzey isimler öldürüldü. Ayrıca 9 nükleer bilim insanı saldırılarda ölürken, toplam sivil kaybı 78 olarak açıklandı.
İsrail’in saldırılarının ardından İran da dün akşam (13 Haziran) saatlerinde misilleme saldırısında bulundu.
İran’dan Tel Aviv’e füze saldırısı gerçekleşti. Bu sabah (14 Haziran) saatlerinde de Tahran’da yeni patlamalar duyuldu.
- Yükseliş ve düşüş dönemleriyle “Direniş Ekseni”: İran’ın elinde ne kaldı?
- Bir zamanların müttefikleri, bugünün baş düşmanları: İran ve İsrail neden karşı karşıya?
İran’da İslam rejimi varlığını sürdürebilecek mi? Ruşen Çakır, Kenan Çamurcu ile konuştu.
İran rejiminin gücü hiç mi yok?
İran ile İsrail’in çatışmasına iki açıdan bakılabileceğini söyleyen Kenan Çamur, “Birincisi, İsrail’in askeri kapasitesi ve teknolojinin gücünü görmüş olduk. Hem direniş efsanesi Hizbullah’a yönelik saldırılarında hem de şu son İran saldırısında. İtiraf etmek gerekir ki İsrail herhalde 100 yıl ileride İran’ın askeri kapasitesinden, öyle anlaşılıyor. Biz devrim muhafızlarının, İran’ın askeri kabiliyetleri konusunda bir fikir edinmiştik ama onlar video editleriymiş meğer. Yeraltı üretim tesisleri, füzeler, balistik füzeler vs… Şimdi görüyoruz ki İran balistik füze atıyor İsrail’e ama kör atışlar, nereye gittiğini bilmezsin. Ama İsrailliler komutanı odasında vurmuşlar” dedi.
Mosad’ın, Tahran’ın göbeğinde drone üssü kurduğunu ifade eden Çamurcu, “Bu çok şaşırtıcın. Nasıl olabilir diye insan düşünüyor. İran rejiminin gücü hiç mi yok, çok mu abartıldı? O kadar bile mi değildi? Asgari seviyede bile mi bir kabiliyeti yoktu diye düşünüyor insan. Bu son operasyonda nükleer testlerin birçoğunu vurdular. Fakat nükleer, radyasyonal sızıntı yok testlerde. Bu biraz 67 Savaşı’na benziyor. İsrail’in Mısır jetlerini havaalanında, daha havalanamadan yerde vurarak Mısır’ı diskalifiye etmişti. Savaşın dışına çıkardı” diye konuştu.
“Emir komuta zinciri bozulduğunda ordu iflas etti”
“Neden İran’ın askeri savunma sistemi felç oldu?” diye soran Kenan Çamurcu, şöyle devam etti:
“Ben bunun siyasi rejimin bir çıktısı olduğu kanaatindeyim. Yani o kadar güçlü bir tek adam rejimi var ki ve işler bir tek kişinin iki dudağı arasına çıkan işlerle o kadar yürütülüyor ki, kendi başına işleyen bir sistem yok İran’ın askeri teknolojisinde. Kendi başına işleyemiyor. Yürütemiyorlar mesela. Birkaç yer bombalandığında emir komuta zinciri bozulduğunda ordu iflas etti.”
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. İsrail’in İran’a saldırılarını birçok boyutuyla ele almaya devam ediyoruz. Bu yayında rejimin geleceğini konuşacağız. Bu konuda çok yetkin bir isimle, yazar Kenan Çamurcu’yla birlikteyiz. Kenan merhaba.
Kenan Çamurcu: Merhabalar Ruşen, iyi yayınlar.
Ruşen Çakır: Sen Türkiye’de İran’ı, özellikle İslam rejimini en iyi bilen isimlerden birisin.
Kenan Çamurcu: Estağfurullah.
Ruşen Çakır: İlk yıllarından itibaren yerinde gözlemlerin oldu. Türkiye’de de hep yakından takip ettin. Her ne kadar ben senin kadar olmasa da İran’la ilgiliyim, gitmişliğim de var ve özellikle Hatemi döneminde İran rejiminde reform yanlılarının rejimi bir şekilde demokratikleştirme ihtimali diye birtakım hayaller kuruluyordu. Onlar erkenden bitti. Şimdi çok ilginç bir olayla karşı karşıyayız. O da şu: İran, Hamas’ın İsrail saldırısının ardından girdiğimiz süreçte üst üste darbe yiyor. Hem kendisi yedi hem de o ‘‘Direniş Ekseni’’ diye tarif ettiği gruplar yedi ve Suriye’de Esad rejimi çöktü. Bütün bunlar daha kapanmamışken İsrail’in çok etkili bir saldırısıyla karşılaştık. Üst düzey komutanlar, en son rakama göre galiba 11 nükleer araştırmacı İsrail tarafından çok kolay bir şekilde, öyle diyeceğim, tabii çok hazırlık yapılmış ama, çok kolay bir şekilde öldürüldüler. Birçok yer imha edildi. Bu İran rejiminin en büyük özelliklerinden birisi, ona atfedilen ve kendisinin atfettiği ve ona atfedilen bu güç değil miydi? Ben mi yanlış biliyorum, yoksa bir yerden sonra bu artık ortadan kalktı mı? Yani bu kadarı biraz fazla geliyor bana.
Kenan Çamurcu: Şimdi ben iki açıdan bakılabilir diye düşünüyorum. Birincisi, İsrail’in askeri kapasitesi ve teknolojisinin gücünü görmüş olduk. Yani bu hem Direniş Ekseni’nin Hizbullah’a yönelik saldırılarında hem de şu son İran saldırısında. Yani bunu itiraf etmek gerekir ki İsrail herhalde 100 yıl falan ileride yani İran’ın askeri kapasitesinden, öyle anlaşılıyor. Yani biz Devrim Muhafızları’nın, Sipah ordusunun editleriyle büyük ölçüde bilgilenerek İran’ın askeri kabiliyetleri konusunda bir fikir edinmiştik ama onlar video editleriymiş meğer. Yani o yeraltı şeyleri, üretim tesisleri, füzeler, balistik füzeler vesaire filan. Şimdi görüyoruz ki İran balistik füze atıyor İsrail’e ama kör atışlar, nereye gittiğini bilmezsiniz. Ama İsrailliler, işte fotoğraflar, insanlar görüyorlardır sosyal medyada o fotoğrafları, bir Sipah komutanının odasını vurmuşlar filan. Yani çok böyle nokta atış. Daha da ötesinde bir durum var. Ben bu açıdan da şaşkınlık içindeyim. Tahran’ın göbeğinde Mossad, Tahran’ın göbeğinde Hamaney’in burnunun dibinde drone İHA üssü kurmuş. Suikastlerin bir kısmı da oradan o şeylerle, kamikaze dronelarla yapıldı. Bu çok şaşırtıcı bir şey yani, ‘‘Nasıl olabilir bu?’’ diye insan düşünüyor ya da ‘‘İran’ın, İran rejiminin gücü çok mu abartıldı, o kadar bile mi değildi, yani asgari seviyede bile mi bir kabiliyet yoktu?’’ diye düşünüyor insan. Şimdi bu son operasyon, yani “Yükselen Aslan” operasyonu, işte 200 uçak katılmış verilen bilgilere göre. Nükleer tesislerin birçoğunu vurdular. Şey hariç, Kum’a yakın 30 kilometre mesafede dağın içinde yerin 100 metre altında bir Fordo nükleer tesisi var, o hariç. Natanz, İsfahan, özellikle uranyum zenginleştirmede kullanılan Natanz’ı da vurdular. Şimdi İsrail nükleer testleri vurdu, çalışamaz hale getirdi onları, tahrip etti; fakat nükleer şey yok, radyasyon sızıntı yok tesislerde. Atom Ajansı açıklama yaptı, “Kirlilik yaratacak bir durum yok” dedi. Yani mesela bu askeri kapasite nasıl bir şeyin ürünüdür, yani nasıl bir çalışmanın ürünüdür? Bu çok akıl alır gibi bir şey değil. Bu şeye benziyor biraz, 67 savaşına benziyor. İsrail’in Haziran 67 Savaşı’nda Mısır jetlerini havaalanında, daha havalanamadan yerde vurarak Mısır’ı diskalifiye etmişti, savaşın dışına çıkardı. İran’a yapılan operasyon bunun kopyası gibi görünüyor. Hiçbir uçak havalanamadı mesela, İran Hava Kuvvetleri’nden hiçbir uçak havalanamadı. İkinci güne girerken ancak uçaksavarlar çalışmaya başladı. Neden mesela? Şu sorulabilir: Neden İran’ın askeri savunma sistemi felç oldu? Ben bunun siyasi rejimin bir çıktısı olduğu kanaatindeyim. Yani o kadar güçlü bir tek adam rejimi var ki ve işler bir tek kişinin, işte Hamaney’in iki dudağı arasından çıkan işlerle o kadar yürütülüyor ki, o kadar abartılı biçimde organize ediliyor ki kendi başına işleyen bir sistem yok İran’ın askeri teknolojisinde, kendi başına işleyemiyor, yürütemiyorlar mesela. Birkaç yer bombalandığında, yani emir komuta zinciri bozulduğunda iflas etti. Yani ordu iflas etti. Scud füzeleriyle Saddam şeyi vuruyordu, bir ay önce İsrail’i vuruyordu, 2003’te Amerikalılar Irak’a girdiğinde karşısında ordu yoktu, Irak ordusu yoktu. Benzer bir durum var şu anda İran’da da. Her ne kadar Sipah medyasında, ‘‘Biz kazanıyoruz, şöyle mahvedeceğiz İsrail’i, yok edeceğiz’’ filan gibi şeyler söylense de… ‘‘Bağdat Bob’’ diye bir adamcağız vardı, Saddam’ın Enformasyon Bakanı, meşhur Sahaf. Amerikalılar ülkeye girerken, Irak’a girerken o hala “Biz savaşı kazandık, püskürttük onları” filan konuşmaları yapıyordu. Biraz böyle bir şey yani Sipah medyasının yaptığı işler.
Ruşen Çakır: Kenan şeyi sormak istiyorum, bugün Ezgi Uzun Teker’le yaptığım yayında daha çok nükleer odaklıydı o. O şunun özellikle altını çizdi: En çok hedef alınan kurumun, nükleerin dışında, Devrim Muhafızları olduğunu söyledi ve Devrim Muhafızları zaten, bilmeyenler için söylemekte yarar var, bir milli bir ordu var ama esas ordu Devrim Muhafızları.
Kenan Çamurcu: Evet.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
![]()
Ruşen Çakır: Ve Devrim Muhafızları sadece İran’da değil bölgede de etkili. Yani bir zamanlar Suriye’de, Irak’ta, Yemen’de, Lübnan’da, bu Direniş Ekseni denen yerde etkili ve Devrim Muhafızları’nın çok sayıda üst düzey yöneticisinin bu kadar… Daha önce de oldu, Kasım Süleymani suikasti mesela, onu İsrail yapmamıştı ama yine aynı şekilde… Bu rejimin temeli değil mi Devrim Muhafızları? Yani ben abartmıyorum değil mi?
Kenan Çamurcu: Tabii tabii, aynen öyle. Yani şimdi burada İsrail’in yaptığı gövde gösterisi, Devrim Muhafızları’nın komuta kademesini İran’da öldürmesi. Yani Kasım Süleymani Irak’ta, istihbaratı İsrailliler verdi, Amerikalılar onu öldürdü. Ama bu seferki, yani Tahran’da Devrim Muhafızları’nın komuta kademesini, 20 kişinin üzerinde insanı öldürmeleri, generali öldürmeleri bir gövde gösterisi. Yani büyük bir şey bu. Askeri tarihte filan herhalde bir yerlerde savaş tarihinde bunlar not edilecek, yazılacak, okunacak bunlar. Yani çok şaşırtıcı bir durum çünkü. Rejimin bel kemiği Devrim Muhafızları. Şimdi onun komutanı bugün de sanırım sabah saatlerinde de iki yardımcısını öldürmüş İsrail yine bir tesiste. Bir tanesi istihbarat ve güvenlikten sorumlu, diğeri operasyonlardan sorumlu iki yardımcısı daha öldürüldü Devrim Muhafızları’nın. Kudüs Ordusu’nun Komutanı Kaani’nin nerede olduğu belli değil. Ben sabah İran medyasına bakıyordum, yani Sipah’ın medyası aslında örtülü olarak, İsrail kaynaklarına atıfla Kaani’nin öldüğünü duyuruyorlardı. Kendileri teyit etmiyorlar. Yani cenaze ellerinde değil mi? Niye bu konuda bir açıklama yapmıyorlar? Kaani ortada yok mesela, İsmail Kaani. İsraillilere bakarsak işte el altından şeyi sızdırıyorlar, “Bizim assetimizdi, ajanamızdı, şu anda İsrail’de, görevini yaptı ve İsrail’e döndü” diye yayın yapıyorlar. Yani trollüyorlar mı, şaka mı yapıyorlar, gerçek mi? Bu da mesela çok enteresan bir durum. Yani Kaani ortada yok hiçbir şekilde. Nobel Barış Ödülü sahibi Şirin Ebadi’nin bir açıklaması oldu. O diyor ki: “Bu savaş İran’la savaş değildir, İslam Cumhuriyeti savaşıdır.” Hakikaten İranlılar, yani şeyle kıyaslayalım, Saddam’ın 1980’de İran’a saldırdığındaki seferberlik hali, hangi görüşten, düşünceden, toplumsal katmandan olursa olsun herkesin ülkeyi kurtarmaya, vatanı kurtarmaya cephelere koştuğu savaşla bunu karşılaştırdığımızda arada çok şey var, yani büyük bir uçurum var. Şu anda hiç kimse ilgilenmiyor. Şirin Ebadi açıklamasında “Bu İslam Cumhuriyeti’nin savaşıdır, bizimle ilgisi yok” diyor.
Ruşen Çakır: Evet, tam onu soracaktım. Buradaki mesele sanki rejimin İsrail’le savaşı gibi. Yani böyle birtakım görüntüler gördüm, mesela başı açık bir kadın, “Bir an önce nükleer silahımız olsun, bunlara cevap verelim” falan diyen görüntüler de var ama benim duyduğum çok kişi, birbirinden farklı insanlardan edindiğim bilgiye göre kamuoyunun içinde birçok kişi çok da böyle rahatsız olmuyor. Hatta özellikle Devrim Muhafızları’nın ülke içi güvenliği de Besicler falan üzerinden sağladığı için ve baskı uyguladığı için o öldürülen komutanlara, şunlara bunlara çok da üzülmedikleri söyleniyor. Abartılı mı?
Kenan Çamurcu: Şimdi Tahran’da bombalamalar, suikastler başladığında tabii çok merkezden bombalama sesleri geliyor, bomba sesleri filan geliyor. Devletin medyasında, televizyonda alt yazıda “Seslerin kaynağı bilinmiyor” şeyi geçiyordu. Yani ben gördüm o yayınları. O sırada sosyal medyada İranlılar vurulan yerlerin görüntülerini yayınlıyor, oralarda kimlerin oturduğunu falan söylüyorlardı. Canlı yayın yapıyorlar, Demavend Dağı’ndan çekenler, yukarı çıkmışlar, oradan bombalamaların görüntülerini alıyorlar, sosyal medyada yayınlıyorlar. Yani rejimle halk arasındaki mesafe tahmin edilemeyecek kadar uzak şu anda. 86’daydı yanlış hatırlamıyorsam, videosunu gördüm. Humeyni şeyi uyarıyor, işte Devrim Muhafızları’nı ve rejimin önde gelen isimlerini, aralarında Hamaney’in de olduğu isimleri uyarırken, o konuşma şimdi viral olmuş, yani onu yayınlıyorlar. “Sakın ha!” diyor, “Sakın ha bir gün gelir de halkla aranızdaki mesafe açılmasın, halktan kopmayın. Aksi takdirde eski rejimin uğradığından daha beter bir akıbete uğrarsınız.” “Tam işte o günler geldi” diyorlar. Yani bu Mehsa Emini gösterileri yapıldığı zaman iki sene önce Ekim’de o sırada bir makaleden bahsedildi. Makale, Savunma Üniversitesi’nin dergisinde yayınlanmış bir makaleydi. Yani gösterilerden bir 3-4 ay önce yayınlanmış bir makale. Diyor ki: ‘‘Nüfusun %85’i rejimle arasından mesafe koyuyor. Herhangi bir zaaf, rejimin zaaf göstermesi anında sokağa çıkacağını beyan ediyor.’’ %85 oranı çok yüksek bir oran ve bunu rejim biliyormuş. Mehsa Emini gösterilerinin olacağını tahmin etmişler zaten. Her fırsatta, doğan en küçük bir boşlukta halk çıkacak. Yani yeni bir devrim neredeyse olacak. Şimdi Devrim Muhafızları kendini buna hazırlıyor. Bütün gücünü halk üzerinde kullanıyor. Mesela İsrail karşısına çıktığında işte ortada Devrim Muhafızları filan yok şu anda. Şeyi düşünün, yani ‘‘İnsanlar seviniyor’’ dedin. Bu General Hacızade, Hava İşlerinden sorumlu hava sahasıyla ilgili Devrim Muhafızları’nın generaliydi. 2020’de Ukrayna yolcu uçağı Tahran-Kiev seferini yapan uçak Tahran semasında düştüğünde üç gün boyunca bütün dünyaya yalan söylediler. O da yalan söyledi. Yani “Neden düştüğünü bilmiyoruz, araştırıyoruz, teknik bir arıza galiba” filan dediler. Sonra uçağın vurulduğuna dair bilgiler sızdırılınca ve bazı görüntüler çıkmaya başlayınca kabul etmek zorunda kaldılar. Şimdi Hacızade, 176 kişinin öldüğü o uçağın vurulması vakasının birinci derecede faili. Şimdi bütün aileler, yani Ukrayna uçağında hayatını kaybeden yolcuların aileleri bayram yapıyor mesela Hacızade’in arkasından.
Ruşen Çakır: Sen devrimi neredeyse hemen akabinden itibaren izlemiş birisisin. O ilk baştaki coşku, bütün devrimden dünya İslam aleminin ayağa kalkması, Türkiye dahil vesaire, değişik değişik aşamalar oldu. Ve hatta bizim çevirdiğimiz bir kitap vardı Metis‘ten “Bir Devrimin Tükenişi” diye, yıllar önce yazılmış bir kitap. Farhad Khosbokhavar’ın kitabı, Olivier Roy’la, hatırlarsın. Bu devrim ve İslam rejiminin, nasıl söyleyeyim, tükenmesi ya da gerilemesi ya da özünü kaybetmesi, artık sen nasıl tanımlıyorsun bilmiyorum, bunun kilit anları nedir? Yani bu son birkaç yılın meselesi değil herhalde değil mi?
Kenan Çamurcu: Değil evet, çok erken zamanlarda. Şimdi Ayetullah Taleghani, Allame Taleghani adıyla bilinen bir molla vardı ama o tipik bir molla değildi yani, ilginç bir adamdı. Humeyni Paris’teyken, henüz Tahran’a dönmemişken o devrimin lideriydi Tahran’da. Onun adına o liderlik yapıyordu ve bu devrim komitesinin de başkanıydı Allame Taleghani. Daha o günlerde, yani o 80’de çok erken vakitte vefat etti. Hatta onu da hatırlatmadan geçmeyeyim; oğlu geçen yıl bir röportaj verdiğinde “Babamı otopsi yapmadılar, apar topar defnettiler. Benim babamın ölümü şüpheli” dedi filan. O daha devrimin başlangıcında, yani 80’de, bir sene sonra aşırıların işte başörtüsü bilmem ne filan, dini hayat tarzı mırıldanmalarını, homurdanmalarını duyunca, manşetlerden verilen konuşmasını yapmıştı; bu devrimin bütün toplumun her kesiminin katıldığı ortak bir devrim olduğunu, cumhuriyet kurulacağını, ne başörtüsü ne başka bir dayatmanın asla mevzu bahis dahi olamayacağını daha 1980’de söylemişti. Çok erken vefat etti. Keza, kurulan yeni rejimin ilk savcısı Ayetullah Muhammed Behişti, Almanya’dan felsefe doktoralı, o da bu uyarıları yapıyordu o zamanlar: “Bu özgürlük devrimidir, herkes özgür olacak, kimse kimseye hayat tarzı dayatamaz” diyordu. O da işte suikastle öldürüldü filan. Şimdi devrimin bu ilk nesli muhtelif nedenlerle ortadan kalkınca ve en sonda onların temsilcisi Ayetullah Muntazeri bir kumpasla saf dışı edilince artık kesin olarak devrim başka bir yola girdi. Yani bütün katılımcıları, farklılıkları, işte solcuları, liberalleri, milliyetçileri, kim varsa, devrimi kimler yaptıysa, hep beraber kimler yaptılarsa hepsini saf dışı bırakıp tek bir mecraya doğru akmaya başladı. Yani Humeyni’nin ölümünün de bunu hızlandırdığını ben düşünüyorum. Humeyni’nin torununun bir röportajını okumuştum, çok ilginçtir. O işte 87’de filan, 88 civarında üniversiteye gidiyormuş, genç kız, renkli giyiniyormuş. Örtülü birisi ama renkli giyiniyormuş. İslamcılar onu zorbalıyormuş, “Niye böyle giyiniyorsun, niye siyah çarşaf giymiyorsun?” diye. “Dedeme bunu şikayet ettim” diyor, “Senin İslamcıların bana bunlar yapıyor üniversitede, beni sıkıştırıyorlar, ‘Niye böyle giyiniyorsun?’ filan diye. Böyle muameleye maruz kalıyorum” diyor. O zaman da Humeyni ona demiş ki: “Niye benim İslamcılarım olsunlar? Ben böyle şeyleri kabul etmiyorum zaten” filan dedi bana diyor. Bu röportaj yayınlandı İran gazetesinde. Şimdi içerideki çelişkiler sandığımızdan da çok fazla ve Muntazeri’nin o 88’de cezaevlerinde kitlesel infazlar yaşanınca, aralarında Hamaney’in de olduğu, İbrahim Reisi’nin olduğu, yani infazcılardan biri de oydu, eski cumhurbaşkanı, helikopter kazasında ölen cumhurbaşkanı, onun da olduğu bir ortamda “Tarih sizi en cani insanlar olarak kaydedecek” diye bir ünlü konuşması var, onun kasetleri de yayınlandı. Oğlunu hapse attılar, “Bu kaseti sen sızdırdın, ülkenin güvenliğini tehlikeye attın” bilmem ne diyerek. En son kale diyebileceğimiz, ki direnç noktası Muntazeri’ydi. O saf dışı edildikten sonra artık aşırılığın, radikallerin önü açılmış oldu ve İran net bir biçimde başka bir mecraya doğru aktı. Yani 89’dan itibaren ve Hamaney’in seçilmesi, işte o da şaibeli bir seçimdir aslında. Humeyni ölünce anayasa gereği üç kişilik bir komite dini liderlik pozisyonunu üstlenecekti ama Rafsancani’nin yönlendirmesiyle onu tek kişiye indirdiler. İşte Hamaney’in seçildiği oturumda Rafsancani İran meclisinde yaptığı konuşmada, “Bu geçici bir seçim” dedi. Hala var o, kayıtlarda var yani. Meclis kayıtlarında da var. “Bu geçici bir seçim, yeniden seçim yapılacak” dedi. Yeniden seçim bir daha yapılmadı. Onun için Hamaney’in seçimi şaibelidir. Yani anayasal olarak da geçersiz bir seçimdir. Tekrar seçim yapılması gerekiyor. Ama işte 2009’dan itibaren de artık tek adam, yani tamamen diktatörlüğe doğru yöneldi diyelim İran.
Ruşen Çakır: Şimdi olayın bir de şöyle bir boyutu var biliyorsun, İsrail, Netanyahu sistemli bir şekilde İran halkına mesajlar veriyor. Yani şey demeye getiriyor: “Biz bunları dövdük, sizin eliniz kuvvetlendi, hadi artık ne yapacaksanız yapın” gibi bir şey yapıyor. Tabii bu İsrail’in istemesiyle olacak bir şey değil ama muhtemelen, İran’ın içine bu kadar sızmış olan İsrail’in ve belki ABD’nin vesaire sivil toplum içerisinde de birtakım mekanizmaları vardır. Ama şöyle bir şey soracağım sana, daha böyle varsayımsal bir şey: Bu iyice zayıflamış ve güçlü olmadığı ortaya çıkmış rejime yönelik toplumsal bir hareket başlaması için bir kıvılcıma mı ihtiyaç var, yoksa insanlar şu anda ‘‘bir ulusal güvenlik meselesi var’’ deyip bundan imtina mı ederler?
Kenan Çamurcu: İran’da bu saldırıları protesto şeyleri düzenleniyor şimdi şehirlerde, görüntüleri görüyorsunuz, bir avuç insan. Yani, ‘‘İsrail’i protesto etmek üzere Tahran’da, Tahranlılar sokakta’’ diye yayın yapıyor devletin medyası. Yani sayı vermeyeyim ama bir avuç insan var yani sokakta, gösteri dedikleri onlar. Taraftarlar bile sokaklarda değiller. Onlar da bence rejimden umudunu kaybetmişler. Yani bu tür şeyler tabii bir kıvılcımla oluyor. İşte Mehsa Emini meselesi toplumu harekete geçirdi. Daha önce o işte zamlar, ekonomik sıkıntılar meselesiydi. Bir şey, bir kıvılcım toplumu hareketlendiriyor. Şimdi yeni şey ne olur bilmiyoruz. Yani 79 Devrimi de Humeyni’ye hakaret eden bir makaleyle, Keyhan gazetesinde yayınlanan bir makaleyle başlamıştı. Yani 79 Devrimi de öyle oldu. Yani bir kıvılcım olduğunda bu olacak. Ama rejimin ne kadar kötü durumda olduğuna bir örnek mesela vereyim. Telegram hesaplarında gördüm yine bu sabah; Tahran bombalanıyor veya başka şehirlerde tesisler bombalanıyor, 20 tane üst düzey komutan öldürülmüş filan, bir kadın sürücüye SMS gelmiş Emniyet Müdürlüğünden. Diyor ki: “Kum-Tahran otobanında aracınızda dört defa başınızı açtığınız tespit edildi kameralarla. Aracınız bir hafta boyunca bağlanacaktır. Belirtilen park yerine götürün. Götürmezseniz polis gelip el koyacaktır.” Yani Tahran bombalanıyor o sırada. Hamaney’i bilinmeyen bir yere kaçırmışlar, yeri belli değil, nerede olduğu bilinmiyor. Bu halde Emniyet Müdürlüğü bununla uğraşıyor. Şimdi böyle bir rejimin gerçekten şeyde… Yani IŞİD’in Şii versiyonu… Yani böyle bir rejimin var olması çok mümkün değil, gerçekten çok mümkün değil. Bu kadar geride kalmış, anakronik, tarih dışı bir rejimin var olması biraz zor yani.
Ruşen Çakır: Peki, şunu söyleyeyim, İran aynı zamanda bir etnik mozaik aslında. Etnik olarak mesela bu istikrarsızlıkta etnik birtakım şeyler, mesela ilk akla gelen Kürtler, Beluçlar, Azerbaycanlılar gibi değişik şeyler var, Araplar da var. Buralarda da bir şeyler olabilir mi? Böyle bir ihtimal olur mu, yoksa İran’ın o bütünlüğü muhafaza edilir mi?
Kenan Çamurcu: Bunu çok kestirmek mümkün değil. Yani Kürtler ve Beluçlar konusunda çok emin değilim. Beluçlar çünkü duygusal kopuş yaşamış bir toplum, Afganistan tarafı. Kürtler de keza öyle. Onlarda da duygusal kopuş çok güçlü. Yani Araplar, Huzistan, onlar nereye gidecekler? Zaten Irak’ta da kendi muadilleri var filan. Yani Irak’a bağlanacak halleri yok ama Araplar, Farslar, Azerbaycanlılar da kendini ev sahibi gördüğü için orada çok mümkün görmüyorum ben ayrılmalarını ama Beluçlarla Kürtler konusunda farklı düşünmek gerekir. Onların duygusal kopuşları çok kuvvetli. Yani İran’da şu anda bütün kesimlerde İran’ın bir arada durması yönünde çok güçlü bir irade var. Ben Avrupa’daki gösterilere bakıyorum, şah yanlıları bile yani gösteri filan düzenlerken bütün İran şeyine özellikle vurgu yapıyorlar. Bazı gösterilere kendi bayraklarıyla gelenler oluyor etnik gruplarda, mesela onları dışlıyorlar yurt dışındaki gösterilerde, Amerika’da bu yaşandı mesela. Bu son Mehsa Emini protestolarında binlerce insanın katıldığı gösterilerde böyle bir iki etnik bayrak filan geldiğinde hemen — onlarla ilgili görüntüleri, videoları izledim ben — dışladılar. İran’ın tabii kendine ait bir geleneği var, kültürel geleneği var. İran’ın parçalanması, ayrı ayrı etnik uluslara bölünmesi çok taraftar bulacak bir akım değil. Ondan ziyade rejimin değişmesi ve zaten fiilen de biraz öyledir İran’da, yani üniter bir şey kurmaya çalışıyordu Hamaney kendi tek adam rejiminin bir parçası olarak ama İran’da geleneksel ve tarihsel olarak yerel şeyler çok güçlüdür. İran tarihsel olarak bütün bir coğrafya, İslam’ın yeni dünyası aslında, yani İslam medeniyetini orada kurdu. Hem İslami dönemden hem önceki dönemden hiçbir zaman böyle parçalara ayrılmamış, etnik parçalara bölünmemiş, öyle bir temeli yok. Ben ona çok ihtimal vermiyorum. Ama bu rejimin değişmesi ve demokratik bir İran kurulması artık çok beklenen bir şeydir. Bu 2009 hileli seçimlerinde — ona ‘‘Sipah’ın kara darbesi’’ diyorlar Yeşil Hareketin mensupları — 16 senedir hapiste tutulan eski Başbakan Mir Hüseyin Musevi’nin danışmanı Erdeşir Ercumend’in sitesinde mesela şey yazıldı: “İran artık İslam Cumhuriyetinin ötesine geçmek zorunda, onu aşmak zorunda.” Yani bu İslam Cumhuriyetinin döneminin kapandığını herkes kabul ediyor, dindarlar dahil, yani muhalif dindarlar dahil. İslam Cumhuriyeti dönemi artık kapandı. Seküler, laik bir İran olacak. Yani bundan sonraki rejim böyle olacak. Mollalar kendi alanlarına çekilecekler. Başka türlü de İran huzur bulmaz diye bunları çok açık yazıyorlar. İslamcılar da yazıyor bunu, yani söylüyorlar, çok net biçimde söylüyorlar.
Ruşen Çakır: Peki sen ne düşünüyorsun?
Kenan Çamurcu: Yani tabii biz de İslamcı tecrübeden geliyoruz. İşte 64 yaşındayım ve benim hayatımın büyük bölümü bu işlerde geçti. Kendi dönemine ait şeyler var tabii, zamanın ruhu denen şey. Zamanında benim kişisel olarak böyle hep tek başıma kaldığım çok zamanlar oldu. Yani ben hiçbir zaman, işte İsrail aleyhinde şeyler konuştuğum zamanlarda bile orada bir masumun ölmesini hiçbir zaman kabul etmedim. İhvancılığı hiçbir zaman kabul edemedim mesela. İran’ın işte Rushdie’nin irtidadı, ne bileyim, dinden dönmenin ölümle cezalandırılması, Rushdie fetvasını vesaire filan bunları hiç kabul etmedim, edemedim yani. Dünyam almıyor böyle şeyleri. Ama şimdi geldiğimiz noktada özgürleştik artık. Ben de özgürleştim. Benim gibi çok insan var gördüğüm kadarıyla. Din kişisel bir şey, kişinin mükemmelleşmesiyle, manevi mükemmelleşme arayışıyla alakalı bir şey. Dolayısıyla onu bir sisteme dönüştürüp, müesseseye dönüştürüp başkalarına da böyle bir hayat tarzı dayatmak… Ya olacak işler değil bunlar. Seküler ve laik bir rejim olmalı. Türkiye’de de böyle olmalı. Şimdi Türkiye’de biz niye şikayet ediyoruz mevcut muhafazakarlardan? Aynı şeyi yapmaya çalışıyorlar. İşte İran’da yapılanı, yaşanan tecrübeyi, onun kravatlısını veya işte daha güçlü tabii dinamikler var burada, fazla öteye gidemiyorlar, sınırlarını biliyorlar. Sağdan soldan sıkıştırmalarla biraz hayatı zehretmeye çalışıyorlar. Ya bunlar olmaz, olamaz yani. Bu, İslam’a da uygun bir şey değil. Peygamber böyle bir şey yapmadı. Yani ben şimdi şeye yoğunlaştım, işte Medyascope‘ta da yazıyorum, yazmaya çalışıyorum, araştırmalarımı yayınlıyorum. Yani tarih okumalarımızda peygamberin böyle bir düzen kurmadığını görüyoruz. Gönüllü işidir yani, inanç gönüllü işidir. Bir siyasi rejim işi değildir. Yani siyasi rejim işi değil İslam. Herkesin kendisiyle ilgili bir şey. Bunu sekülerler zamanında söylüyordu diyebilirsin; yani bireyseldir dini inanç, insanın Allah’la kendi arasında bir şeydir, kimse kimseye bir şey dayatmamalıdır, doğrudur. Fakat onlar da bunu bir ideolojik söylemle dayatmaya dönüştürdükleri için maraza çıktı işin doğrusu. Türkiye’de işler maalesef böyle oluyor. Yani gücü eline geçiren başkasına dünyayı dar ediyor filan. Böyle olmaması temennisiyle artık bu tecrübeleri yaşamış, çokça yaşamış insanların hala böyle şeyleri savunmaması icap ettiğini düşünüyorum ben. İşte Avrupa’da görüyoruz, Avrupa’da şeriat gösterileri düzenliyorlar. Bu benim asabımı bozuyor. Ya kardeşim adamlar 500 senedir bunun mücadelesini vermişler. Bir noktaya gelmiş hayat standardı; insan hakları, hayvan hakları bir standarda gelmiş. Afganistan mı olacak yani, Avrupa başkentlerinde şeriat gösterileri düzenliyorlar. Yani ben Avrupalıların yerinde olsam ve onlar hukuk kurallarına çok bağlılar; hepsini gönderin yani, çok özledikleri şeriat ülkelerine göndersinler. Niye tutuyorlar ki orada anlamıyorum yani. Yani böyle garip garip şeyler oluyor maalesef.
Ruşen Çakır: Evet Kenan, çok teşekkürler.
Kenan Çamurcu: İyi yayınlar olsun.
Ruşen Çakır: Çok güzel bir yayın oldu. ‘‘İran rejiminin bir geleceği var mı?’’ sorusunu Kenan Çamurcu’yla cevaplamaya çalıştık. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.