İmralı Suriye’de Ankara lehine devreye girer mi? Girerse ne olur? Ruşen Çakır’ın konuğu DEM Parti Diyarbakır Milletvekili Cengiz Çandar süreçteki son gelişmeleri değerlendirdi. Çandar, “Öcalan’ın Türkiye’de bu süreç üzerinden yaptığı etkiyi Suriye’de de yapma gücü var.” dedi.
Videoda Cengiz Çandar’ın T24’te yer alan yazısına da değinerek, 10 Mart’ta Şam yönetimi ve SDG arasında imzalanan anlaşmayı ve son gelişmeleri değerlendirdi.
Çandar Suriye ve “süreç”: Suriye’de ne oluyor, ne olamaz, ne olmalı… başlıklı yazısında şöyle diyor:
“Mazlum Abdi, SDG ile HTŞ yani Ahmed el-Şara’nın Şam yönetimi arasında ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi (aynı zamanda Ankara Büyükelçisi) Tom Barrack’ın da katılımıyla Paris’te yapılacak görüşmelerin iptal edilmesine ya da ertelenmesine rağmen, Fransa Dışişleri Bakanı ile görüştü.
Bir gün önce ise Amman’da Tom Barrack ile görüşmüştü ve Barrack, bu görüşmenin ardından, Suriye’de nasıl bir rejim kurulacağına Suriyelilerin karar vereceğini söyleyerek, adeta AK Parti grup toplantısında konuşur gibi sarf ettiği, daha önceki “Suriye’de tek bayrak, tek millet, tek devlet” sözlerinden belirgin biçimde geri basmıştı.
Şam ve Suriyeli Kürtler arasında taban tabana zıt pozisyonların uzlaştırılması girişimlerinin, her şeye rağmen ABD ve Fransa gözetiminde devam edeceği anlaşılıyor.
Ama Suriye’de işlerin bundan sonra çok zor yürüyeceğini de hesaplamak gerekiyor. Ankara, Ahmet el-Şara’ya kayıtsız şartsız destek sunarken, Mazlum Abdi’ye, yani SDG’ye ve Kürtlere hasmane bir tutum takınmaya devam ederse, hem Suriye’de kendini giderek etkisizleştirecek, hem ABD ve Fransa’nın gerisine düşecek ve hem de Türkiye’deki “sürecin” selametini tehlikeye sokacak.”
Çandar videoda son görüşmeleri değerlendirdi. 10 Mart 2025’te Şam’da imzalanan anlaşmaya değinen Çandar, “SDG Komutanı Mazlum Abdi ve Ahmed eş-Şara arasında anlaşma imzalandı. Abdi’yi Şam’a kim götürdü? Amerikan helikopterleri götürdü. Ve sonra geri getirdi. 10 Mart’ta imzalanan mutabakat zattı bizzat ABD’nin dahil olduğu girişimin ürünü olarak imzalandı. Ve hâlâ o belge geçerliliğini koruyor. Türkiye’deki sürecin güvencesi olarak kendisini ortaya koyan Bahçeli bile YPG konusunda gayet sert bir dil ile açıklamalar yaparken 10 Mart’ta imzalanan mutabakat zattına gönderme yapıyor, önce onun yürürlüğe konulması için. YPG’yi de ayak sürümekle eleştiriyor.” dedi.
“Şu anda Türkiye’deki ‘süreç’ Öcalan olmadan olamaz”
Çandar, Ruşen Çakır’ın “Öcalan Suriye meselesini çözer mi?” sorusunu videoda cevapladı. Çandar, “Şu anda Türkiye’deki ‘süreç’ Öcalan olmadan olamaz. Bahçeli, artık ‘terörist başı, bebek katili’ sıfatlarını kaldırıp ‘kurucu önder’ diyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan da ismini telaffuz etmeden İmralı diyor. Öcalan olmadan süreç olmaz. Onun çağrısı üzerine PKK kongre düzenledi. Onun talimatıyla kendisini feshetti ve silahlarını yaktı. Suriye’deki Kürt hareketinin en önemli gövdesini teşkil eden PYD ve YPG doğrudan Öcalan ideolojisine sadık ve onu lideri kabul ediyor. Nasıl Türkiye’de bu süreç Öcalan’sız mümkün olamadıysa, Öcalan’ın Suriye’ye dönerek oradaki Mazlum Abdi’ye, İlham Ahmed’e, Salih Müslim’e hitaben ‘şunu yapmalısınız, şunu yapacaksınız’ dediği zaman, buna uyulmaması düşünülemez. Türkiye’de bu süreç üzerinden yaptığı etkiyi Suriye’de de yapma gücü var.” dedi.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Ruşen Çakır: Abi merhaba.
Cengiz Çandar: Selamlar. İyi yayınlar şimdiden.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
![]()
Ruşen Çakır: Sağ ol. Arzu’yu dinledin mi son sözlerini bilmiyorum. O çok önemli bir vurgu yaptı; Suriye konusunda Amerikan Washington’da farklı perspektifler olduğunu, 10 Mart anlaşmasını. Bilmeyenler için söyleyelim, Suriye Demokratik Güçleri ile Şam’daki geçici yönetim arasında yapılan bir mutabakat zaptıydı değil mi 10 Mart’ta? Ve onun Şam tarafından yerine getirilmediği… Bugün İlham Ahmed’in Rudaw‘a verdiği röportajda da sürekli ona gönderme var, görmüşsündür. Gerçekten Suriye’de böyle bir sorun mu yaşıyoruz? Yani Amerika’nın eski tutumunu değiştirip, Tom Barrack eliyle yeni bir politika dayatmak istemesinin sancıları mı bunlar?
Cengiz Çandar: Açıkçası çok emin değilim. Yani Amerika’da bu kurumlar arası farklı pozisyonlar bir şekilde geçmiş Amerikan yönetimleri döneminde sahaya yansırdı. Sonra bir noktada bu Amerikalı kurumlar arasında serbest bırakılan farklı eğilimler bir noktada toparlanıp daha sürekli bir Amerikan politikası hâline dönüşürdü. Fakat Trump Amerika’sıyla birlikte biz bugüne kadar alıştığımız Amerika’ya ilişkin gözlemlerimizi, bakış açılarımızı toptan gözden geçirme ihtiyacındayız. Trump’la birlikte bugüne kadar bildiğimiz Amerika’dan çok farklı bir Amerika tablosu ve dolayısıyla fotoğrafı ortada. Eskisi gibi kurumlar arası farklılaşmanın özellikle Suriye sahasında yansıması var mı yok mu, bu bir miktar daha bekleyip görüp anlayabileceğimiz bir şey. Ama Trump’ı karakterize eden en önemli noktalardan biri, ki bırakın daha önceki Amerikan yönetimlerini, birinci Trump yönetiminden de farklı olarak adeta kurumları bir anlamda aşıp tamamıyla doğrudan kendi güdümünde, kendi talimatlarıyla, kendi eğilimleriyle her şeyi yönetmeye yönelik bir lider profili çiziyor. Ve buna çok uygun adamları da belli pozisyonlara getiriyor. Arzu’nun az önce söylediği CENTCOM boyutu önemliydi tabii. Yani Suriye gerçekten CENTCOM’a, Merkezi Komutanlığa terk edilmiş ve oradaki Kürtler de zaten CENTCOM’la ilişkiler üzerinden Amerikan politikasını temsil ederek işleri götüren bir yapıdaydı. Nitekim 2019’da Trump’ın telefon görüşmesinde, bir pazar günü üstelik telefon görüşmesinde Tayyip Erdoğan’a Suriye için “It’s yours” demesi üzerine o operasyon 2019 yılında Serekaniye’ye, yani Rasulayn’a ve Tel Abyad’a yönelik operasyon, Suriye topraklarına Türkiye’nin askeri olarak üçüncü girdiği operasyondu. ‘‘Barış Pınarı’’ yanılmıyorsam kod adı. O operasyondan hemen sonra CENTCOM devreye girip Trump’ı daha fazla Türkiye’ye Suriye’de alan açmaması yönünde ikna etmiş ve işi durdurtmuştu. Şimdi o dönemden bu döneme, ikinci Trump döneminde farklı bir Amerikan yönetim yapısı var. Birtakım adamlar, eski Amerikan Dışişleri Bakanı, eski Amerikan Savunma Bakanı, eski Dışişleri bürokrasisi ya da CENTCOM gibi ağırlık sahibi değiller. Şu anda Amerikan Savunma Bakanlığı makamında bir televizyon kanalının eski bir anchorı oturuyor. Yani nereden nereye geldik? Şu anda Ankara Büyükelçisi, Amerika Birleşik Devletleri, aynı zamanda da Suriye Özel Temsilcisi iki şapkayı birden aynı anda giyiyor. Birinci Trump seçim kampanyasının kampanya menajeri ve aynı zamanda finansörlerinden biri ve Los Angeles’li bir emlakçı. Şimdi hiçbir diplomatik arka planı olmayan, Amerikan yönetiminde siyasi birikimi ifade etmeyen, tamamıyla Trump’la kişisel ilişkileri olan ve emlakçı bakış açısıyla ve öngörülemez olan Trump’ın o öngörülemezliğini Suriye sahasına ve Türkiye ile ilişkilere yansıtmakla görevli bir, tırnak içinde, büyükelçi ve Suriye özel temsilcisi. Tamamlarsam, bugün Suriye için Amerikan politikası Trump’ın öngörülemezliği üzerinden okunmak durumunda. Şu doğru, Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi yapıp, Netanyahu’yu Beyaz Saray’da kabul ettiği sırada Trump’ın “Erdoğan benim çok iyi dostumdur. Onu çok beğeniyorum. 2000 yılında yapılmayacak şeyi yaptı. Suriye’yi aldı,” sanki 2000 yıldır Suriye’yi almak isteyen birileri var, alamadı, ‘‘2000 yıldır’’ laf da bu, yani böyle bir tarih anlayışı da var, “Erdoğan aldı, bravo ona. Aranızdaki meseleleri o beni dinleyeceği için ben hallederim Türkiye ile İsrail arasında” diye böyle bir yaklaşımla Suriye üzerinde Türkiye’nin bir nüfuz alanı sahibi olması hakkını, tırnak içinde söyleyeyim, zımnen ifade etmiş oldu Trump. Fakat aynı zamanda unutmayalım ki birinci Trump döneminden bu Trump dönemine taşınan çok önemli bir Amerikan pozisyonu Ortadoğu’ya ilişkin olarak, İsrail’i merkezine alan ve İbrahim Anlaşmaları başlığı altında İsrail’le bütün çevresinin normal ilişkilere girmesini savunan ve dolayısıyla Ortadoğu’yu da bir siyasi çatışma alanı olmaktan çıkarıp her türlü yatırıma, özellikle emlak alanında yatırımlara açık ya da finansman alanında yatırımlara açık bir Ortadoğu kurmak. Bu noktada Suriye’yi de tıpkı Birleşik Arap Emirlikleri’yle, Bahreyn’le, Fas’la, Sudan’la olduğu gibi en önemli hasmı olan, tarihî olarak coğrafi anlamda Suriye’yi de İbrahim Anlaşmaları’na dâhil etmek ve İsrail ve Suriye arasına bir tür uzlaşma sağlamak ve hatta giderek Suriye’yi de İbrahim Anlaşmaları’nın tarafı yapmak. Yani İsrail’i tanıtmak Suriye’ye ve buradan yol almak, Türkiye’nin de buna imkân verecek bir rolde bulunmasını ve bu noktada da Suriye üzerinde Türkiye ve İsrail’i uzlaştırmayı hesaplayan bir politikası var Trump’ın. Yani proje yok diyoruz ama bu açık, Trump yönetiminin bu parametrelerle Suriye’ye yaklaştığı apaçık.
Ruşen Çakır: Şimdi güncel olana bakarsak, senin bugün T24‘te çıkan yazında da görüyoruz ki Paris’te Tom Barrack’ın şeyiyle, Paris’te Şam yönetiminin temsilcileriyle İsrail bir araya geliyor. O Dürziler üzerinden yaşanan gerilimi azaltma konusunda görüşmeler yapıyorlar ve bazı noktalarda da anlaşıyorlar anladığım kadarıyla. Sen detayları daha iyi biliyorsundur. Tam da bu söylediğin İbrahim Anlaşmaları’na Suriye’yi katabilmenin bir etabı sanki. Ama aynı anda, yani aynı zamanda yine Paris’te Şam yönetimiyle Suriye Demokratik Güçleri, yani Rojava’daki Kürt temsilcilerinin bir araya gelmesi bekleniyordu. O iptal edildi ya da ertelendi, ama tarih yok ortada. Burada bir sorun var değil mi? Yani İsrail’le Şam yönetimi görüşebiliyor; ama Şam yönetimi Kürtlerle görüşemiyor ya da görüşmüyor. Nedir buradaki işin sırrı?
Cengiz Çandar: Yani şu an itibarıyla elini yüksek açmış vaziyette taraflar, öyle diyelim. Görüşmediler. Görüşmüyorlar değil ama, görüşmediler diyelim. Çünkü az önce de sözü geçen 10 Mart 2025 tarihinde 8 maddelik bir mutabakat metni Şam’da Mazlum Abdi ile Ahmed eş-Şara arasında imzalandı. Mazlum Abdi Şam’a gitti de imzalandı. Kim götürdü Şam’a Mazlum Abdi’yi? Amerikan helikopterleri götürdü ve sonra da geri getirdi. Yani 10 Mart mutabakat zaptı bizzat Amerika Birleşik Devletleri’nin dâhil olduğu bir girişimin ürünü olarak imzalanmış oldu ve hâlâ o belge geçerliliğini koruyor. O kadar koruyor ki Türkiye’deki sürecin güvencesi olarak adeta kendini ortaya koymuş olan Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli bile YPG konusunda gayet sert bir dille açıklamalar yaparken 10 Mart mutabakatına gönderme yapıyor, bir an önce onun yürürlüğe konulması için, YPG’yi de ayak sürmekle eleştiriyor diyelim ya da suçluyor. Ama 10 Mart mutabakatının bir referans noktası olduğunu, bir meşruiyet ve yasallık konumunda bulunduğunu bizzat Devlet Bahçeli de altını çizerek ifade etmiş oluyor. O tarihten bu tarihe, 10 Mart’tan bu tarihe taraflar birkaç kez görüştüler. Esir mübadelesi, tutuklu mübadelesi anlaşması yapıldı aralarında. 10 Mart mutabakatının nasıl hayata geçirileceğine dair konuştular, yüz yüze geldiler. Bu son görüşme sadece olmadı. Son görüşmede Şam tarafı diyelim, Ahmed eş-Şara, HTŞ tarafı diyor ki: “Biz merkezi yönetimden gayrısını tartışmayız. Suriye’de merkezi yönetim olacaktır. Siz de bir an önce silahlı güçlerinizi dağıtın, gelin silahlarınızı teslim edin, orduya katılın.” Bu arada Mazlum Abdi’nin temsil ettiği Suriye Demokratik Güçleri de diyor ki: “Adem-i merkezicilik esas olmalıdır. Hele Suveyda’da cereyan eden Dürzilerle ilgili olaylardan sonra bu daha da kaçınılmaz bir zorunluluk hâline gelmiştir. Bunun nasıl olacağını ve 10 Mart mutabakatının bu çerçevede nasıl yol alacağını görüşelim.” Taraflar 180 derece birbirinden ayrı pozisyonlarda, kâğıt üstünde ve dil olarak, durmuş oldukları için Paris’te, az önce senin gönderme yaptığın görüşme gerçekleşmedi. Ama ne oldu? Fransa Dışişleri Bakanı Mazlum Abdi ile görüştü ve o görüşmeye ilişkin olarak Fransız Dışişleri Bakanlığı yayınladığı açıklamada, bu görüşmenin Ahmed eş-Şara ve Mazlum Abdi arasında 10 Mart’ta imzalanmış mutabakatın hayata geçirilmesi yolunda yapılacak ilerideki görüşmeler çerçevesinde gerçekleştirildiği ifade edildi. Yani Fransa “Biz Şam ile SDG arasındaki uzlaşmanın peşindeyiz ve bu ileride yapılacaktır” demeye getirdi. Ama daha ilginci ondan hemen bir gün önce Mazlum Abdi ile Tom Barrack bir araya geldi ve Tom Barrack daha önceki dilinde bir ayarlama yaptı: “Suriye’nin nasıl bir yönetime kavuşacağını Suriyeliler belirler” dedi. Hâlbuki daha önce Tom Barrack hatırlarsak “Bir devlet, bir millet, bir bayrak” gibi açıklamalar yapıyordu. Ahmed eş-Şara arkasına Amerikan desteğini koyarken ve bu desteği de Amerika’nın ambargosunu, yaptırımlarını, Suriye üzerinden ekonomik yaptırımlarını kaldırır ve en ilginci de HTŞ’yi terör örgütleri listesinden çıkardığını ilan ederek bu desteği Şam yönetiminin arkasına koyduğu zaman Amerika Birleşik Devletleri buradan yola çıkarak “tek devlet, tek millet, tek bayrak” diyordu. Veyahut da daha da ileri gitti, dedi ki: “Biz Kürtlere bir bağımsız devlet vadetme yükümlülüğü altına girmedik Suriye toprakları içinde.” Ama hiç kimse şunu sormadı ya da hatırlatmadı — aslında Kürtler hatırlattı tabii de — Tom Barrack’a: “Kürtler ne zaman bağımsızlıktan bahsetti Suriye’de? Ne zaman ‘biz ayrı devlet kuralım’ dedi?” Özerklik ve federatif yapıdan bahsedildi, evet ve daha önemlisi Mazlum Abdi değil, Barzani yanlısı Kürtlerin ENKS adında bir ittifakla Kamışlı’da Kürt Ulusal Konferansı’nda bunca ayrılıktan sonra Mazlum Abdi taraftarlarıyla, SDG ile ortak heyet kurma kararı aldılar. Asıl onlar istiyor federasyonu. Barzani yanlısı, yani Türkiye’nin çok yakın bölgesel dostu ve adeta müttefiki olan Barzani yanlısı Suriyeli Kürtler Suriye’de federasyonu istiyor. Onun dışında Mazlum Abdi’den, hatta az önce senin adını geçirdiğin İlham Ahmed’ten “Biz federasyon istiyoruz” diye bir somut cümle duymadık ve en önemlisi ayrılık ve bağımsızlık hiçbir zaman söz konusu olmadı. Dolayısıyla Tom Barrack’ın sözleri muhaldi, yani karşılığı olmayan. Nitekim Amman’da geri bastı ondan: “Suriye’de nasıl bir yönetim olacağına Suriyeliler kendi karar verir” dedi. Dolayısıyla Fransız tutumundan ayrı olarak Amerikan tutumunun da şu anda Suriye konusunda sabit olduğunu söyleyemeyiz. Onun için biraz görüp bekleyelim nasıl gelişecek olaylar diyorum.
Ruşen Çakır: Evet, ama senin yazında da bahsettiğin gibi Türkiye’den, Ankara’dan gelen açıklamalarda, ne denir, Suriye’nin toprak bütünlüğüne çok ciddi vurgu var ve “fırsattan istifade etmeye kalkacaklara” uyarı var, “Bu Türkiye’ye yönelik bir güvenlik sorunudur” diye. Burada esas olarak hedefin Kürtler olduğu anlaşılıyor. Ama mesela, demin de bahsettik, İlham Ahmed’in röportajında da Ankara’yla düzenli bir şekilde görüştüklerini söylüyor. Tam açıklamıyor kimlerle, nasıl görüştüklerini ama bir diyaloğun olduğunu söylüyor. Yani sonuçta ulaşılmayacak bir yerde değiller. Ankara’yla SDG arasında bir temas da var. Ama şu anda sanki Türkiye bir Suriye alarmı vermiş gibi. Yani Hakan Fidan’ın açıklamalarından, en son Devlet Bahçeli’nin açıklamalarından… Ve sen de diyorsun ki, ‘‘Bu, Türkiye’deki süreci de tehlikeye atabilir.’’
Cengiz Çandar: Yani şöyle de bakmak mümkün, yani suyun dolu ve boş tarafları tespit edilirken sen şimdi boş kısmına vurgu yaparak soruyu yönelttin; ben de dolu tarafından giderek, sürahinin tümünü görmeyi deneyelim. Dediğin doğru, yani yaptığın göndermelerdeki o vurgular doğrudan doğruya Kürtleri ima eden, Suriye Kürtlerini ima eden açıklamalar. Yani sanki Suriye’nin ulusal birliği ve bütünlüğü Kürtlerin tavrı yüzünden tehlikedeymiş gibi bir anlam çıkacak ve Türkiye’nin de kendi güvenliğine bunun zarar vereceği imasıyla, imasından öteye hatta yapılan açıklamalar Hakan Fidan’dan özellikle geldi ve daha kuvvetli bir dille de, az önce sözünü ettik, Devlet Bahçeli’den geldi. Fakat şu da var: Hakan Fidan’ın bundan önceki aynı konudaki cümleleriyle son bir iki kez bu konuya ilişkin yaptığı açıklamada kullandığı, telaffuz ettiği cümleleri yan yana getirirsek ciddi bir esnekliğe doğru, dildeki esnekliğe doğru gidişi müşahede etmemiz de pek mümkün. Daha önemlisi bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan ağzını açtığı zaman bundan birkaç ay önce hatırlarsak “PKK, YPG, PYD, FETÖ, DHKP-C terör örgütü” diyor, dört tane böyle harfi yan yana getirerek hiç eksik olmadan sıralardı. Şimdi bütün bu harfleri bir arada telaffuz etmediği gibi SDG’den bahsediyor ve SDG’ye de nispeten yani ‘‘biraz aklınızı başınıza alarak davranırsanız iyi olur’’ gibilerinden, uyarıdan öteye tavsiye niteliğinde bir dil kullandığını Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gözleyebiliyoruz. Yani bu nereden kaynaklanıyor? Bir yanıyla 27 Nisan Öcalan çağrısı ve arkasından işte 6-8 Mayıs tarihleri arasında PKK’nin 12. kongresi, 12 Mayıs’ta yayınlanan kararlar ve en önemlisi 11 Temmuz’da o sembolik silah yakma olayı ve asıl önemlisi kongre kararıyla PKK’nin feshedilmesinden sonraki gelişmeler. Tabii bu arada da muhtemeldir ki Amerika’nın telkinleri de söz konusu. Bu konuda bir dil değişikliği Suriye’deki SDG’ye ilişkin var. YPG’den, PYD’den fazla söz edilmez oldu, SDG’den de daha dikkatli bir dille söz edildiğini görüyoruz. Bu arada şunu da unutmayalım, bugün itibarıyla, altını çizerek söylüyorum, bugün itibarıyla Rakka ve Deyrizor’daki altı büyük Arap aşiretinin SDG’ye bağlılığını ifade eden bir açıklama yayınlandı. Üç aşiretin lideri bir tarafta, üç diğer aşiretin lideri öbür tarafta, ortada Mazlum Abdi, bir fotoğraf karesi yayınladılar ve aynı zamanlamayla da bu arada Eylül ayında bir parlamento seçimine gidileceği ve 150 kişilik, ‘‘sözde’’ diyorum, Suriye parlamentosunun Baas zamanındaki sayısının, Beşar Esad yönetimi zamanında 150 olan parlamento sayısının Suriye’de 210’a çıkacağı ve bunun da 70 tanesi yani üçte birinin bizzat Ahmed eş-Şara tarafından atanacağı, bu parlamento da yeni bir anayasa yapımı ve seçimler yapılana kadar görevde kalacak. Ama bu da atanacak olan 70 üyesi dışındakilerde seçim bölgelerinde seçimle belirlenecek. Bu seçim bölgeleri nasıl olacak? Alevi bölgelerinde, Dürzî bölge Süveyda’da, kuzey ve kuzeydoğu özerk yönetiminin bulunduğu SDG’nin hükmettiği alanlarda nasıl bütün bunlar yapılacak? Eylül ayında, tarih de belli, 15-20 Eylül civarında olduğu söyleniyor, öyle açıklandı daha doğrusu. Bütün bunlar büyük soru işaretleri olarak önümüzde duruyor. Yani şunu söyleyeyim son olarak; Suriye’de SDG ile Ahmed eş-Şara arasında bir mutabakat ya da 10 Mart mutabakatının harekete geçmesi sağlanamazsa, yeni Suriye bu eksen üzerine oturmazsa Suriye’de dikişler tutmaz. Suriye’de dikişler tutmazsa konular iç içe geçtiği için ister istemez, hatta kaçınılmaz olarak Türkiye’deki süreci de mutlaka bu etkiler. Tıpkı 2013-2015 sürecinin Suriye nedeniyle bozulduğu nasıl söyleniyorsa şimdi de öyle bir illiyet rabıtası Suriye’deki gelişmelerle Türkiye’deki süreç arasında hâliyle var.
Ruşen Çakır: Burada şunu son olarak sormak istiyorum. Cumhurbaşkanı Erdoğan Kıbrıs dönüşü uçakta yaptığı konuşmada Suriye meselesine değinirken Öcalan’a ‘‘İmralı’’ diyor biliyorsun, ‘‘Öcalan’’ demiyor asla, ‘‘İmralı’’ diyor, İmralı’ya referans veriyor ve ona olumlu referans veriyor ve bir anlamda Suriye meselesini ona ihale etmiş gibi bir şey çıkarttım ben. Çok kısa bir iki cümle ama ‘‘Çok pozitif şeyler oluyor. Türkiye’de de olacak’’ falan diyor. İşte Suriye’de de SDG’den bahsederken İmralı’dan bahsediyor. Yine bu İlham Ahmed röportajında da Öcalan kısmı çok geniş var ve çok pozitif şeyler söylüyor kendisi, SDG’nin dış ilişkiler sorumlusu. Öcalan hakikaten Suriye meselesini çözecek kişi midir? Çözebilir mi?
Cengiz Çandar: Yani şu anda Türkiye’de var olduğu söylenen ve menzile varması çok arzulanan, tırnak içinde, süreç. Sen ‘‘çözüm süreci’’ diyorsun inatla ve ısrarla buna. Kimisi başka bir şey söylüyor. Ben de hep ‘‘süreç’’ diyorum, tırnak içine alıp süreç diyorum. Bütün bunların arasında belli nüanslar var elbette ki, bu tercihlerin, bu telaffuz tercihlerinin. Senin gözündeki, zihnindeki çözüm süreci, benim dilimdeki süreç Abdullah Öcalan olmadan olamaz, herhâlde bunu herkes kabul ediyor. O kadar ki Devlet Bahçeli artık “terörist başı, bebek katili” filan bu sıfatları terk edip “kurucu önder” diyor, kurucu önderlikten bahsediyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan da tıpkı senin şimdi işaret ettiğin gibi o sıfatları kullanmadan, ismini de telaffuz etmeden ‘‘İmralı’’ diyor. Herkes de anlıyor ne olduğunu. Şimdi ‘‘İmralı, Abdullah Öcalan, kurucu önderlik’’, ismini, sıfatını ne olarak ifade ederseniz ya da telaffuz ederseniz edin o olmadan şu anda Türkiye’de içinde bulunduğumuz süreç olamazdı. Çünkü onun çağrısı üzerine PKK toplandı, kongre yaptı ve onun talebi üzerine ve onun hatta talimatı üzerine kendisini feshetti ve silahlarını yaktı. Yani ‘‘Türkiye’ye karşı biz artık silahları bıraktık’’ ilanında bulundu. Şimdi Suriye’ye etkisi olur mu derseniz, Suriye’deki Kürt hareketinin en önemli gövdesini teşkil eden PYD ve YPG doğrudan doğruya Öcalan ideolojisine bağlı ve ona sadık. Onu kendi ideolojik referans kaynağı ve bir anlamda lideri kabul ediyor. Dolayısıyla nasıl Türkiye’de bu süreç Öcalan’sız mümkün olamadıysa Öcalan’ın Suriye’ye dönerek Mazlum Abdi’ye, İlham Ahmed’e, Salih Müslim’e, Eldar Halil’e, aklınıza kim geliyorsa onlara hitaben “Şunu yapmalısınız, şunu yapacaksınız” dediği takdirde buna Suriye’deki SDG, YPG, PYD, hangi unsurlardan söz edeceksek, uymaması bence düşünülemez. Yani Türkiye’de bu süreç üzerinde yaptığı etkiyi Suriye’deki gidişat üzerinde de Kürtler üzerinden Öcalan’ın yapma gücü var ve böyle bir ihtimal de var. Yapar mı? Ne yapması istendiğine bağlı. Yani şimdi PKK’nin Türkiye’ye dönük silahları vardı. Silahları Türkiye’de, Türkiye devletine karşı zaten eline almıştı PKK. Onu bitirdi. “Artık Türkiye’de silahlı mücadeleye ihtiyaç yoktur. Bu örgütü ben kurdum, silahlı mücadeleyi ben başlattım. Şu şu şu şartlar altında, şu şu şu etkiler altında bunu yaptım. Şimdi o şartlar yoktur, o etkiler söz konusu değildir ve artık silahlı mücadeleye gerek de yoktur. Dolayısıyla silahlı mücadeleyi yürütmek için kurduğum örgüte de gerek yoktur” dedi ve PKK’nin feshini ve silahların susturulmasını mümkün kıldı. Şimdi Suriye’de ayrı bir durum vardı. Abdullah Öcalan hem Türkiye’deki Kürt hareketinin silahlı örgütü, kendi kurduğu örgütü üzerinde son söz sahibiydi, aynı şekilde Suriye’de de büyük etkisi var, Suriye’deki Kürt hareketi üzerinde ama Suriye’nin içinde bulunduğu şu anki durum Türkiye’nin şu anda içinde bulunduğu durumla aynı şey değil. Dolayısıyla SDG’ye “Kendinizi feshedin, silahlarınızı da getirin Şam yönetimine teslim edin” diyeceğini hiç zannetmiyorum Abdullah Öcalan’ın. Ama herhangi bir şey söyleyebilir Suriye’deki Kürt güçlerine hitaben ve onlar da yerine getirilir. Onu söyleyebilirim.
Ruşen Çakır: Çok teşekkürler Cengiz Çandar. Çok sağ ol.