CHP’nin Türkiye’nin siyaset hayatındaki yeri, önemi, belirleyiciliği hatta bazı iddialara göre hegemonyası hakkında, birbirinden epey farklı sonuçlara ulaşan tartışmalar hiç bitmez. Rakipleri, ondan bir şey bekleyenler veya ondan hiçbir şey beklemeyenler ama en çok da çeşitli katmanlardaki mensupları ve mücavir alanı CHP’yi konuşmaya doyamaz. Çok partili hayatın başlamasından sonraki yaklaşık seksen yıl boyunca, hem akademik çevrelerde hem medyanın güncel siyaset başlıklarında, CHP tartışmaları hep geniş yer bulur.
“Cumhuriyetin kurucu partisi olma unvanı”, geleneksel sağ söylemde bir suçlama ve neredeyse hakaret sıfatı gibi kodlandı ve siyasetin en kuvvetli ezberi hâline getirildi. Erdoğan’ın her sorunda “bunlar hep CHP zihniyeti” diye bir soyut failden bahsetmesinin hâlâ işlevsel olması bu yüzden. Diğer yandan, bazen buruk bir nostalji, bazen ihya edilecek asıl rol bazen de tükenmez güç kaynağı olarak “kurucu parti” titrinin, yüksek övünce hatta kibre vesile olduğunu da izleriz. Aynı sıfat zıt anlamlarda oransız ve bazen mantıksız biçimde kullanıldığı için, bu karşıt iddialar birbirini besleyen -yeniden üreten- bir işlev de kazanıyor.
Türkiye siyasi tarihi ve ideolojiler üzerine yapılan çalışmalar, bağlamı zorlanarak ve biraz da çarpıtılarak kullanılan pek çok tez ve bugüne dair çıkarımlar, hâlâ CHP’nin siyasi etkisini merkeze alarak tartışılıyor. Bugün yeniden canlanan “cumhuriyetçilik”, post-Kemalizm, post-post-Kemalizm hatta “yeni milliyetçilik” tartışmaları da bu tespitlerin patikalarından ilerliyor veya gölgesinde bekleşiyor. Tartışmalara eleştirel yaklaşanlar bile klişe tespitlerden pek kopamıyor. Gündelik siyasetin başlıkları da dönüp dolaşıp CHP’nin alacağı (aldığı ya da alması gereken) pozisyonlara kilitleniyor.
“CHP nedir? Ne değildir?”
Seksen senede sekiz sene bile iktidarda kalmamış, yirmi beş senelik AKP iktidarında can acıtıcı veya zorlayıcı (tayin edici) bir muhalefet performansı göstermemiş, son yıllarda tamamen tasfiyesi yolunda ağır bir saldırı altındaki CHP, neden bu kadar gündemde? Güncel gerekçelerin en başında, Erdoğan’ın iktidar bekası stratejisinde CHP’ye biçtiği rol ve buna bağlı operasyonlar var elbette. Ayrıca CHP’nin en dinamik iç kamuoyuna sahip parti olması ve -içinden ve dışından- herkesin “ne olması gerektiği” hakkında fikir bildirmeyi hak görmesi önemli bir unsur. Muhalefetin kazanma ihtimalinin en önemli aktörü ve ikbal kapısı haline gelmesi de önemli tabii.
Ancak konunun biraz gözden uzak kalan bir tarafı daha var: CHP’nin fikri ve fiilî iktidardaki ikiyüzlü muhafazakâr (sağ) sürekliliğe ve müesses nizama itirazlar için de taşıyıcı olması hatta bazen sığınak işlevi görmesi. CHP tartışmalarına hararetle katılanların bir kısmı, ona bir seçim -kazanma- aparatından fazla bir rol biçmiyor hatta iktidar değişince varlığının lüzumsuz olacağı fikrinde. Bir diğer kısım ise CHP’nin bir “rejim denetim kurulu” olduğu için asıl misyonunun dışında bir şeye ihtiyacı olmadığını düşünüyor. Fakat ötekileştirilmiş hissedenler için -hatta bu konuda CHP’yi suçlu görenler için bile- durum pek öyle değil.
CHP’nin biraz iradesi ve istidadı hilafına üstlendiği toplumsal muhalefeti (genel itirazı) taşıma fonksiyonu, 70’li yıllarda olduğu gibi şimdi de çok kuvvetli bir ivme olarak öne çıktı. CHP, hazırlandığı veya hamle ettiği için olmasa bile -seçeneksizlikten gelen- zorlamayla (itmeyle) çeşitli zamanlarda ve şimdi, toplumsal muhalefetin veya insiyakî sol dalganın önünde kaldı. Bu durum, CHP’nin bir temsil tercihi değişikliğinden ziyade oluşan baskıdan bunalanların kendini buraya atmasıyla, görünürlüğü burada aramasıyla ilgili. Bu ilişki iki taraflı bir etkileşimin de önünü açıyor elbette.
Tanıl Bora 2023’te Ahmet Kardam’ın 1976’da yazdığı “CHP nedir ne değildir?” kitabını hatırlattığı makalede, solun CHP’ye ilişkin beklenti ve hayal kırıklıklarını ele almıştı. Tanıl, CHP’nin sol tazyikten uzak kaldığı zamanlardaki ataleti ve “Güven Partisi” ile sembolize olan muhafazakârlaşmayı da anımsatıyordu: “İçinden ve/veya dışından sol tazyik olmadığında, ‘kendi haline’ kaldığında, CHP’nin iliği kemiği, Güven Partisi’dir.” Ancak şimdi olduğu gibi, sol tazyikin ihtimalinin ve ihtiyacının zayıflamadığı, aksine arttığı zamanlarda da, CHP için teyakkuza geçen sağ damarlardan bahsedilebilir.
Toplumsal muhalefet ve CHP
2024 seçimleri sonrasındaki hızlı tırmanış ve oy coğrafyasındaki dramatik genişlemeyle birinci parti olan CHP, 19 Mart operasyonlarını takip eden günlerde –özellikle Özgür Özel’in performansıyla– çeşitli gerekçelerle çeşitli köşelerde biriken toplumsal muhalefetin ana taşıyıcısı haline geldi. Bu amorf itiraz potansiyelinin içinde, kaçınılmaz olarak çeşitli tercihler, talepler ve eğilimler var. Saraçhane eylemleri “korku duvarının yıkılması” özgüvenine, yapılan onlarca miting ise toplumsal muhalefetin gösteri sahnesine dönüştü. Fakat bu ilişki örgütlü bir pratikle buluşmadığı için, kendi yordamını, aktörlerini ve temas yollarını üretebilen sağlıklı bir entegrasyon gibi durmuyor.
Ayrıca bu potansiyel, bu havzada birikip başka kanallara doğru da taşmıyor ve kendini göstermekten gücünü göstermeye evrilemiyor. Sorunun bir kısmı CHP’nin örgütsel yapısından ve seçim odaklı siyaset algısından kaynaklanıyor olabilir ama daha belirleyici kısmı, toplumsal muhalefetin otantik temsil zafiyetinde. Bu itiraz toplamının içindeki kümelerin görünürlükleri ve konuşulmaları da hacimleriyle orantılı değil. Bu yüzden CHP ile toplumsal muhalefet ilişkisi dolaysız ama aynı zamanda hukuksuz ve hâlâ konjonktürel.
CHP, Avrupa sosyal demokrat partileri gibi sınıf örgütleriyle organik bir ilişki geçmişine sahip değil. Merkez sol parti sayılıp sayılmayacağı bile yıllardır kapanmayan bir tartışma. Dolayısıyla CHP’nin asli rolü ve temsil etmesi gerekenler konusunda –biraz da özellikle öyle tutulan– geniş bir gri alan söz konusu. Bu belirsiz alan, herkesin dahil olmasına imkân veren potansiyel giriş kapısı da olabiliyor, herkese farklı bir “biz” tarif ederek sınırlar çizmesine fırsat da veriyor.
Bir taraftan, 1976’da Ahmet Kardam’ın söylediği gibi, “umudunu CHP’ye bağlamış (geniş) emekçi kesimler”, “uğradıkları azgın saldırılar karşısında parti üzerinde etkilerini de artırabilir” hale geliyor. Diğer taraftan, CHP’nin içinde ve çevresinde bulunan –gücünün üzerinde gürültü kabiliyeti olan– reaktif çevreler, bu belirsizlikten değişmez misyonlar veya tarihî ihanetler çıkarabiliyor. Solun sık yaşadığı CHP hayal kırıklığı da, kültürel-siyasal eksenler söz konusu olduğunda ve başkalarının (Erdoğan’ın) çizdiği sınıra göre pozisyon alınca kafa karışıklıkları yaratabiliyor.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Seçim ve ideoloji mühendisliği
Erdoğan’ın iktidarda kalma stratejisinin önemli ayaklarından birinin CHP olduğuna ve giderek bunun daha önemli hale geldiğine kuşku yok. 2019’dan itibaren esas olarak muhalefeti biçimlendirmeye yönelen iktidar hamlelerinin merkezinde CHP var. Ancak iktidar bu mühendislik faaliyetini sadece baskı araçlarıyla yürütmüyor. CHP’nin içine ve CHP’nin içinden veya ittifak çevresinden müdahalelerle sürdürüyor. Elbette başkanlık sistemiyle gelen ittifak siyasetini ve yapısal sorunları tartışmadan hızla sonuç almaya yönelen kestirmeci karşı stratejileri de kolaylaştırıcı olarak saymak gerekir.
Küresel örnekleri de ciddi biçimde çuvallayan “otoriterleri durdurmak için kolay seçim kazanma” formülleri, şimdiye kadar “başarısızlığa neden olan suçlular” bularak yapısal problemleri ve kendilerini tartışmadan uzak tutabildiler. Şimdi de hâlâ “doğru ittifak” (yanlış ilişki) akılları üreterek siyasi aktörlere yön tayin etmeye çalışıyorlar. Bu mesnetsiz küstahlığı, sözlerinin dinlenmemesini ihanet sayacak kadar da ilerlettiler. Oysa her şeyi kazanılan seçimin sonrasına -pek de değişiklik içermeden- süpürmek, ne seçim kazanma menziline ulaştırıyor ne de toplumsal motivasyonunu değiştirme enerjisine taşıyor.
Siyasi alanın uğradığı ağır tahribat ve anti-siyaset imkânlarından faydalanan iki farklı (sağ) kanat, son günlerde iyice aktifleşmiş durumda: Bir tanesi “Güven Partisi” hareketinden itibaren “gideriz ha” tehdidi hep boş çıkmasına rağmen hiç tükenmeyen ve “kurucu ayarlarının” bekçiliğine soyunan cumhuriyetçi (ulusalcı) muhafazakârlık. Diğeri ise çeşitli zamanlarda farklı versiyonları üretilen ve “Türkiye sosyolojisi” ezberine yaslanan ve -hiç sonuç alamamış olmasına rağmen- hâlâ “karşı mahalleden getirme” formülü üretebilen liberal sağ.
Aslında ayrı yönlere çeken bu iki vektör, son zamanlarda laiklik, cumhuriyetçilik, milliyetçilik ve hatta Atatürkçülük üzerinden irtibatlanmış hatta uygun açıyla ortak bir vektör yaratmış durumda. (Aslında bu iki kanadın daimi ortak özelliği, müesses nizamın -farklı yüzlerine dikkat kesilerek- fazla hasar görmemesi ve korunması.) Bu iki kanat, sık sık -meşrebine göre “sonuç alma üstadı” agresif yorumcuları referans gösteriyor, ortak “kullanıyor”.
CHP tartışmanın cazibesi
Son günlerin gündem başlıklarında yine CHP üst sıralarda ve yine CHP içinde veya CHP üzerinden hayli sert bir mücadelenin başladığı anlaşılıyor. Aslında işin özeti, uzunca bir süredir hemen hemen bütün siyasi aktörlerin CHP’ye yaptırabildikleri ya da CHP’deki etkileri üzerinden güçlerini test ediyor olmaları.
Pek çok muhalefet dinamiğiyle -biraz kendiliğinden- ilişkilenmiş ve gözlerin çevrildiği bir aktör olarak CHP’yi etkilemek, çok önemli siyasi performans kriteri. Mücadele başlıkları, CHP’yi etkilemek, olmuyorsa korkutmak, hiç olmuyorsa başkalarının etkilemesini önlemek. Barikatları devirirken, korku eşiğini yıkarken, meydanları canlandırırken takdir edilenler, isteklerinin de dikkate alınması ihtimaline karşı, ithal danışmanların sloganlarının arkasına itiliyor.
Erdoğan zaten çok uzun süredir olduğu gibi CHP’yi yönlendirme, mümkünse siyasi alanda iyice izole etme peşinde. CHP’nin kurumsal veya bireysel bütün ittifak ortakları üç seçimdir gayet açıkça gördüğümüz operasyonların parçası oldu, şimdi de CHP’deki “vekilleri” aracılığıyla baskı kurma arayışında. Akademisyeni, gazetecisi, eski -ve çoğu blok değiştirmiş- siyasetçiler, CHP’ye verdikleri akıllar üzerinden yeni kariyer inşası çabasında. Siyasetçi, siyasi danışman, siyasi iletişimci, siyaset bilimci, yorumcu ve angaje gazeteci şeklinde katmanlı bir sektör haline gelen yeni siyaset esnafı heveslileri de stajı CHP’de yapıyor.
Süreç tartışmaları, kurultay çalkantısı, 19 Mart sonrasındaki gelişmeler, Özel’in performansı, İmamoğlu’nun durumu ve son olarak da komisyon meselesi gibi güncel gelişmeler, CHP üzerinden yürütülen mücadelenin minderi haline geldi. “Seçmenin büyük çoğunluğunun” veya CHP’nin yüzde 80’inin öyle düşündüğünü iddia ederek, yapılması gerekenler veya yapılmaması zorunlu şeyler listeleniyor. İddia sağlamlaşsın diye böyle düşünmeyen veya böyle davranmayanların ya ihanet içinde olduklarını ya “bilinmeyen” bir nedenle bu tercihi yaptıkları ya da önlerini göremeyecek kadar saf veya art niyetli oldukları söyleniyor. Üstelik bu kararların hepsi son derece kritik, dönüşsüz eşik veya son çıkış hatta belki de uçurumdan atlayış. Birileri “savunulması (yapılması) gerekenleri” kullanarak “değiştirilmesi gerekenleri” gündemden uzaklaştırıyor.