Ruşen Çakır, gündemde olan sahte diploma skandalı üzerine konuştu ve kendi üniversite deneyimini anlattı. Boğaziçi Üniversitesi’nden ayrıldıktan sonra lise mezunu olarak gazeteciliğe devam ettiğini belirten Çakır, ülkede yaşanan güven bunalımını eleştirdi.
Ruşen Çakır, Türkiye gündemini meşgul eden sahte diploma iddiaları üzerine yayın yaptı. Çakır, kendi eğitim durumunu açıklayarak üniversite diploması olmadığını belirtti.
“Boğaziçi Üniversitesi’nde okuyordum, gazeteciliğe başladıktan sonra okulu astım” diyen Çakır, askere gitmemek için eğitimini uzun süre devam ettirdiğini söyledi. Bedelli askerlik çıkınca da üniversite ile ilişkisini kestiğini belirten gazeteci, “Lise mezunu olarak karşınızdayım, bu durumdan rahatsız olmuyorum” diye konuştu.
Sahte diploma iddiaları Türkiye’yi sarıyor
Çakır, sadece sahte diploma değil, sahte akademik unvanların da tartışıldığını vurguladı. E-Devlet üzerinden dolandırıcılık yapıldığı iddialarına değinen Çakır, “Siz hiçbir şey yapmasanız bile birileri sizi uygun para karşılığında bir yerlere getirebiliyor” dedi.
Özellikle devlette etkili kişilerin yakınları için diploma ve akademik unvan aldığı iddialarının bulunduğunu belirten Çakır, bu duruma şaşırmadığını söyledi, “Ülkede birçok şeyin sarsıldığını, çöktüğünü, çürüdüğünü görüyoruz” diye konuştu.
“Devletin saygınlığı her gün azalıyor”
Çakır, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin saygınlığının her geçen gün azaldığını söyledi. Ayrıca Çakır, teknolojinin işlerin daha kolay ve denetimli yapılmasını sağlaması beklenirken tam tersinin yaşandığını belirtti.
“Bir ülkede insanların diploması tartışma konusu oluyorsa, o ülkenin temelleri çok ciddi şekilde sarsılıyor demektir” diyen Çakır, devletin vatandaşla kurması gereken güven ilişkisinin zedelendiğini vurguladı.
Ekrem İmamoğlu örneği ve çifte standart
Çakır, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptal edilmesi olayını hatırlattı, “Eğer bir kusur varsa bu kusur öğrencilerin değil, üniversite yönetiminin kusuruydu” dedi.
Hak ettikleri diplomaları ellerinden alınan insanlar varken, şimdi hak etmedikleri diplomaları para karşılığında alanların bulunduğunu söyledi. Bazılarının “paramı verdim, diplomamı vermediler” diye şikâyetçi olabildiklerini belirtti.
“Liyakat yok, para ve ilişkiler belirliyor”
Çakır, ülkede liyakatın geçerli olmadığını, para ve ilişkilerin birçok şeyi belirlediği bir sistemde yaşandığını söyledi. Çakır, “Her yerde para ve yakınlık var, şebekeler kimi zaman iktidar partisinin kademelerindeki insanları tanımak şeklinde oluyor” diye konuştu.
Barış Akademisyenleri çelişkisi
Çakır, üniversitelerin en çok zarar gören kurumlardan biri olduğunu belirterek Barış Akademisyenleri örneğini verdi, “Ülkede barış istedikleri için imza atan yüzlerce kişiyi işlerinden ettiler” dedi.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Bu kişilerin hepsinin haklarıyla o pozisyonlara geldiğini vurgulayan Çakır, aynı devletin daha sonra Abdullah Öcalan ile barış görüşmeleri yapabildiğini hatırlattı.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler, iyi sabahlar. Evet, başlıktaki gibi bereket üniversite mezunu değilim, diplomam yok. Kısaca söyleyeyim; Boğaziçi Üniversitesi’nde okuyordum, gazeteciliğe bir süre sonra başladım. Sonra okulu astım ama askere gitmemek için uzatıp durdum. Sonunda bedelli askerlik çıkınca bedelli yapıp ondan sonra Boğaziçi ile ilişkimi kestim ve gazeteciliğe devam ettim. Yani bir lise mezunu olarak karşınızdayım. ‘‘Boğaziçi Üniversitesi’nden atılmak zordur’’ derler ama ben atılabilmiş isimlerden birisiyim. Şimdi ne alaka? Çok alaka. Çünkü Türkiye’de bir sahte diploma meselesi konuşuluyor, daha çok konuşulacağa benziyor. Sadece sahte diploma değil, bunun aslında öteden beri yaşanan değişik versiyonları vardı. Yıllardan beri yaşanan değişik versiyonları vardı. Sahte diploma ya da tam denk olmayan yerlerden edinilmiş diplomalar gibi. Ama şimdi yaşadığımız olay hem sahte diploma hem sahte akademik titr, yani doçent, doktor, profesör. Siz hiçbir şey yapmasanız bile pekâlâ birileri sizi bir yerlere getirebiliyorlar, tabii ki uygun para karşılığında. İddia bu ve özellikle e-devlet üzerinden birtakım şeylerin düzenlendiği söyleniyor. e-devlet herhâlde devletin, yeni dönem devletin en önemli ayaklarından birisi ve buralarda sahtecilik, dolandırıcılık yapıldığı iddiası var. Çok ciddi iddialar. Buralardan ne çıkacak? Soruşturmalardan ne çıkacak? Açıkçası çok umutlu değilim. Şimdiden mesela İletişim Başkanlığı olayın soyut iddialar olduğunu söyledi. Ama herkes bu vesileyle tanık olduğu, duyduğu birçok örneği anlatmaya başladı. Muhalefet partileri, başta CHP olmak üzere, bu konunun üzerine gidiyorlar ve birçok kişinin, devlette etkili olan kişilerin sadece kendileri için değil yakınları için de birtakım diplomaları ya da akademik titrleri aldığı yolunda iddialar var ve bunlara şaşırmıyoruz. Çünkü gerçekten ülkede birçok şeyin sarsıldığını, çöktüğünü, çürüdüğünü görüyoruz.
Bu sadece bir diploma olayı değil. Çocuklarla ilgili doğum meselesinde yaşadığımız skandal var. Birçok alanda birbirinden farklı… En son LGS sınavları için ortaya atılan iddialar var. Bütün bu iddialara karşı yapılan kuru açıklamalar var. Hiçbir şeyi kanıtlamayan açıklamalar var, geçiştiren açıklamalar var. Ve kamuoyunun bütün bunlara, bu iddialara bir şekilde ‘‘herhâlde doğrudur’’ diye inanması var. Çünkü artık Türkiye’de bir süredir bir şeyler koptu. Devletin kurumsallığı konusunda çok ciddi sorunlar ve sorular var. Başkanlık Sistemi tam bunun aksi iddiasıyla Türkiye’nin gündemine getirilmişti ve o sistemin ardından bu tür iddiaların, yolsuzluk iddialarının, dolandırıcılık iddialarının, kayırmacılık iddialarının alıp başını gittiğini görüyoruz. Mesela mülakat meselesi, devlette personel alımında yapılan mülakat meselesi başlı başına bir kayırmacılık olayı olarak inşa edilmiş durumda. Yargıda çok ciddi yolsuzluk iddiaları var. Her yerde, her değişik konuda, siyasi konularda da… Mesela biliyorsunuz bir FETÖ borsası vardı. Bu Fethullahçılıkla ilişkisi olduğu düşünülen ya da düşünülmeyen, hiç önemli değil, birtakım zenginlere yönelik, iş insanlarına yönelik içinde gazetecilerin de olduğu, yargı mensuplarının da olduğu şebekelerin çok iyi para kaldırdıklarını duyduk, biliyoruz. Ya da biliyorsunuz telefonla yapılan, SMS üzerinden ya da WhatsApp üzerinden yapılan dolandırıcılıkların büyük bir kısmında kişilerin kendilerini devlette, özellikle güvenlik birimlerinde çalışan kişiler olarak tanıttıklarını görüyoruz. Yani ülkede bir taraftan devlete karşı vatandaşın duyduğu büyük bir saygıyla karışık korku var; ama diğer taraftan vatandaşın bu durumunu suistimal eden yapılar var. Ve bunlardan birileri yakalansa bile bir başkası devam ediyor. Ve şu hâliyle bakıldığı zaman Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin saygınlığı her geçen gün çok ciddi ve bariz bir şekilde azalıyor. Teknoloji işin içine girdikten sonra, teknoloji merkeze geldikten sonra birtakım işlerin daha kolay ve daha denetimli yapılabileceğini düşünürken tam tersine verilen açıklarla, özellikle hackerların ya da başka kişilerin, dolandırıcıların bu teknolojik imkânlara ulaşmaları, birtakım şifrelere, sırlara çok da zorlanmadan ulaşmaları üzerine yaşadığımız her gün yeni bir skandalla karşı karşıyayız. Bir ülkede insanların diploması tartışma konusu oluyorsa o ülkenin temelleri çok ciddi bir şekilde sarsılıyor demektir.
Daha yeni yaşadığımız bir Ekrem İmamoğlu olayı var. Ekrem İmamoğlu’nun elinden diplomasını göstere göstere almış bir devlet var. Yargı sistemi diyeceğim ama esas olarak devlet var. Hem üniversite diplomasını hem de yüksek lisans diplomasını iptal ettiler siyasi gerekçelerle. Ama bu arada orada çok açık bir olay vardı. Eğer bir kusur varsa bu kusur İmamoğlu ve onun gibi olan öğrencilerin değil, üniversite yönetiminin kusuruydu. Üniversite yönetimine hiçbir şey yapılmayıp burada insanlar mağdur edildiler. Hak ettikleri diplomaları ellerinden alındı. Şimdi duyuyoruz ki insanlar hak etmedikleri birtakım diplomaları para vererek alıyorlar. Hatta bazıları çok yüzsüz bir şekilde, ‘‘Ben paramı verdim, benim diplomamı vermediler’’ diye bunları şikâyet bile edebiliyorlar. İşin ciddiyeti çok ciddi bir şekilde kaçmış durumda ve devletin bu konuda vatandaşını ikna edecek, şüpheleri giderecek herhangi bir açıklama yaptığına tanık olmuyoruz. Yapılan açıklamaların, geçiştirilen açıklamaların toplumda pek bir karşılığı olduğunu görmüyoruz. Öyle ki iktidarı destekleyenler bile bunlara inanamıyorlar. Sonuçta devletin vatandaşla kurması gereken güven ilişkisi çok ciddi bir şekilde tahrip olmuş durumda ve her yerde para ve yakınlık, yani şebekeler etkili olabiliyor. Bu şebekeler kimi zaman iktidar partisinin değişik kademelerindeki insanları tanıyor olmak şeklinde olabiliyor, kimi zaman birtakım devlet yöneticilerine ulaşabilmek şeklinde oluyor. Ama liyakatin geçerli olmadığı, paranın ve ilişkilerin birçok şeyi belirlediği bir sistemde yaşıyoruz ve burada en çok zarar gören kurumlardan birisinin üniversiteler olduğunu da biliyoruz. Düşünün, Barış Akademisyenleri olayında gözünü kırpmadan bu devlet, yargı kurumları onlarca, yüzlerce kişiyi ülkede barış istedikleri için, bir bildiriye imza attıkları için işlerinden ettiler ve bu kişilerin hepsi oralara hak ederek gelmişlerdi. Aradan geçen zaman içerisinde o kişileri mahkûm eden, işlerinden eden devlet, Abdullah Öcalan’la barış görüşmeleri yapabiliyor.
Neyse, çok uzatmayayım. Benim diplomam yok. Onun için vallahi billahi kimseden bir şey almadım. Ben bir lise mezunuyum. Bundan da çok rahatsız olmuyorum. Ve bu yayını mezun olduğum lisenin önemli bir ismine, müdürümüz rahmetli Şükrü Sarı’ya ithaf etmek istiyorum. Gerçekten tam bir cumhuriyet aydınıydı. Ben lisede okurken, lisenin son yıllarında o müdürken benden çok memnun değildi, çünkü biz ortalığı karıştıran insanlardandık. Ama sonra ben cezaevinden çıktıktan sonra Galatasaray Lisesi’nden mezun olabilmemi Şükrü Hoca’ya borçluyum. Bunu bir ‘‘Gomaşinen’’de anlatmıştım, bir daha uzun uzun anlatmak istemiyorum. Fakat orada yapılan bir kötülüğü risk alarak telafi etmişti Şükrü Hoca. Zamanında öğrenciliğimde ona çok çektirmiş olmama rağmen hakkımı bana iade etmiş ve Galatasaray Lisesi’nden mezun olmamı mümkün kılmıştı. Tabii ki sınavlara girip o dersleri veren bendim ama onun zeminini yaratan Şükrü Hoca’ydı. 1995 yılında kendisini kaybettik. Kendisine tekrar rahmet diliyorum ve şükranlarımı iletiyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.