Ruşen Çakır bu videoda Medyascope yazarı ve feminist Berrin Sönmez’in başörtüsü çıkarma kararını yorumladı. Çakır, Sönmez’in kararını “bireysel bir tercih değil, siyasi iktidar ve dini otoriteye karşı bir söz” olarak değerlendirdi.
Ruşen Çakır, Berrin Sönmez’in başörtüsü çıkarma protestosunu değerlendirdi. Sönmez’in uzun yıllardır başörtüsüyle tanınan bir isim olduğuna dikkat çeken Çakır, “Berrin Sönmez’in bu çıkışı, sadece kişisel bir tercih değil, Türkiye’de dindar kadınların içinde bulunduğu siyasi ve toplumsal baskılara karşı bir söz” dedi.
Çakır, Sönmez’in bu kararı Diyanet’in söylemlerine tepki olarak aldığını hatırlatarak, “Mesele yalnızca bireysel inanç değil, siyasi iktidar ve dini otorite ilişkileriyle doğrudan bağlantılı” ifadesini kullandı.
Başörtüsü tartışmalarında yeni bir boyut mu?
Geçmişte başörtüsü yasağına karşı verilen mücadelenin özgürlük talebi üzerinden şekillendiğini belirten Çakır, bugünkü tartışmaların farklılaştığını söyledi:
“Bugün bazı kadınlar, inançları devam etse bile başörtüsünü çıkararak başka bir özgürlük talebini dillendiriyor. Bu, tartışmayı çok başka bir yere taşıyor.”
Çakır, bu eylemin özellikle muhafazakâr çevrelerde yankı uyandıracağına dikkat çekti:
“Başörtüsünü çıkaran bir dindar kadın, bu ülkede hem muhafazakâr hem de seküler çevrelerden tepki alabilir. Ama bu tepkiyi göze alarak hareket etmek başlı başına politik bir eylemdir.”
“Tepkiyi göze almak politik bir eylemdir”
Berrin Sönmez’in protestosunun, kadınların kendi bedenleri ve sembolleri üzerindeki söz hakkını savunan bir adım olduğunu söyleyen Çakır, “Bu, sadece kişisel bir değişim değil, politik bir duruştur” dedi. Ona göre bu tür eylemler, Türkiye’deki toplumsal değişimin görünür hale gelmesinde kritik rol oynuyor.
Ruşen Çakır yayınını Konca Kuriş’e ithaf etti. Çakır, “Bir dönem, 1990’ların sonlarında çıkan çok önemli birisiydi. Mersinli, genç yaşta evlenmiş, beş çocuğu olan dindar bir kadın. Ama sonra kadın kimliğine sahip çıkan çıkışlar yapıyor, medyada görünür oldu ve kendisini evinin önünden kaçırdılar. Kendisini kaçırdılar ve ne yaptılar? Hizbullah bunu yaptı. Kendisi 16 Temmuz 1998’de kaçırılıyor, 555 gün sonra 23 Ocak 2000’de Konya’nın Meram ilçesinde bir evin bodrumunda ölü olarak bulunuyor maalesef.” dedi.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler, iyi pazarlar. Tam geçen hafta bugün, yani pazar günü Medyascope‘ta Berrin Sönmez’in bir yazısı yayınlandı. “Ey Diyanet! Fe eyne tezhebun?” Bu, “Bu gidiş nereye?” demekmiş, Kur’an’dan bir ayet. Ve Berrin Sönmez’i zaten İslami feminist pozisyonuyla yıllardır biliyoruz. Çok önemli bir yazı kaleme aldı. Çünkü Diyanet’in bir hutbesinde başörtüsü meselesine yönelik olarak imalı bir şekilde de olsa kamusal alanda başörtüsünün zorunlu olmasına işaret edildiğini düşünerek ya da saptayarak, bunu protesto etmek için kendisi şahsen başörtüsünü çıkarma kararı aldığını söyledi. Bunu bir kişisel protesto olarak tanımladı. En sonunda söylediği çok anlamlı: “Kimseden saygı ya da onay beklemiyorum. Sadece gerekli olan tepkinin uygun zamanını kaçırmak istemediğim için başörtümle vedalaşıyorum. Bir kişi bir anlam ifade etmeyebilir ama bir kişi olarak safım belli olur. Diyanet’in ve iktidarın gittiği yolu, zulmün yolunu reddediyorum. Siz zalimlerdenseniz ben sizden değilim.” Çok çarpıcı sözler bunlar. Ve kısa bir süre içerisinde bu yayıldı, tartışıldı. Saldırıya uğradı, destek gördü. Saldıranların, eleştirenlerin ezici bir çoğunluğunun erkekler olduğunu görüyoruz. Hep böyle oluyor zaten.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
![]()
Ne zaman dinde kadının yeri gibi, başörtüsü gibi konular söz konusu olsa bu konuda otorite olma iddiasıyla erkekler hep öne çıkar. Benim izlediğim son yıllardaki bütün tartışmalarda böyle oldu. Kadınlar burada hep ikinci plana itilmeye çalışılır.
Burada şöyle bir incelik var: Berrin Sönmez’in başörtüsünü çıkartması, başörtünün İslam’da olup olmadığı üzerine bir tartışmadan hareketle değil. Tam tersine, yazısından anlıyoruz ki kendisi başörtüsünü inançları gereği takan, taşıyan birisi. Hayatının bir döneminde mesleği gereği açmak zorunda kalmış ve bundan dolayı da çok üzgün olduğunu, yani bunun istemediği bir şey olduğunu da kendi yazısından anlıyoruz. Bilenler de tanıyanlar da bilir. Ama burada şöyle bir şey söylüyor: ‘‘Zamanında 12 Eylül sonrası üniversitede başörtüsü yasağı söz konusu edildiği için ben başörtüsü takmıştım.’’ Şimdi başörtüsü dayatması ihtimalini gördüğü için tekrar bu sefer başörtüsünü çıkarıyor. Bu bir siyasi duruş. Bundan çok rahatsız oldular. Çünkü bu iktidarlarını tehdit ediyor. Nasıl bir şekilde tehdit ediyor?
Yakın bir zamana kadar AK Parti iktidarı öncesinde dindar kadınlar iki iktidar arasında kalırdı. 2000 yılının başında yazdığım ‘‘Direniş ve İtaat’’ adlı kitabın alt başlığı “İki İktidar Arasında İslamcı Kadın”dı. Buradaki iktidarlardan birisi İslami hareketteki erkek iktidar, bir diğeri Türkiye’yi yöneten laiklik iddiasındaki devlet, devletin iktidarı. Bir taraf başörtüsü yasağı getirirken bir diğer taraf kadının toplumsal alanda çok da fazla görünür olmamasını, birey olarak öne çıkmamasını savunuyordu.
Şimdi AKP ile birlikte birçok şey değişti. Ne değişti? Öncelikle iktidar değişti. Ülkeyi yönetenler değişti. İslami hareket bir anlamda iktidara geldi. Tamam. Ama hâlâ iki iktidar arasında kalmış kadın olayıyla karşı karşıyayız. Bu sefer devlet eliyle kadına, dindar kadına ama genel olarak tüm kadınlara dayatılmak istenenler; öte yandan yine İslami gruplar, cemaatler tarafından, kimi zaman aileler tarafından kadınlara, genç kadınlara özellikle dayatılmak istenenler ve bunlara yönelik de çok büyük tepkiler olduğunu biliyoruz. Son dönemde özellikle kadınlarda, dindar ailelerin kızlarında başörtüsü takmama ya da başörtüsünü çıkartmanın çok yaygın olduğunu duyuyorduk, görüyorduk, tanık oluyoruz ve bu konuda yapılmış birtakım çalışmalar var, röportajlar var, haberler var. Ve tabii ki şu da var; bundan şikayet eden birtakım İslami kimlikli kurumlar ya da kişiler var. Tek tek bireylerin başörtülerini çıkartmaları tabii ki kendilerini rahatsız ediyor olabilir ama o kadar da korkutmuyor. Yani şöyle korkutmuyor, bu onların bireysel tercihi oluyor. Ama burada başka bir şey var. Berrin Sönmez’in yaptığı; bunu bir meydan okuma olarak gösteriyor ve en sonunda “Siz zalimseniz ben sizlerden değilim.” diyor ve bu aslında bireysel bir protesto ama tüm topluma, özellikle dindar kadınlara yönelen bir çağrı aslında.
Ve nitekim onun ardından değişik yerlerden destek veren kişiler duyduk, benzer pozisyon alan kadınlar duyuldu. Ama şunu da unutmamak lazım: Çok ciddi bir mahalle baskısı var. Özellikle belli bir yaşta ve belli bir meslek sahibi olan kadınların, devlet memuru olanların mesela bu konuda çok da özgür olmadığını duyuyoruz. Eskiden devlet memuru olan kadınların başörtüsü takması diye bir sorun vardı. Şimdi de başörtülü bir devlet memuru kadının diyelim ki kendi kişisel tercihiyle şu ya da bu nedenle ya da Berrin Sönmez gibi bir protesto amacıyla bunu çıkartması o kadar kolay olacağa benzemiyor.
Dolayısıyla bu bireysel çıkış, çok ciddi bir toplumsal karşılığı olan bir çıkış. Onun için bakıyorsunuz birtakım kanallarda bu işlerden hiç anlamayan, aslında bu işler çok da umurlarında olmayan erkekler, bir tanesinde gördüm, iki tane tescilli iktidar destekçisi ve bunu bir tehlike olarak görüyorlar. Evet, tehlike. Kimin için tehlike? Siyasi iktidar için tehlike.
Çünkü başörtüsü üzerinden yine bir şeyleri örtme çabasını bertaraf etme çıkışı ve bu anlamda Berrin Sönmez’in yaptığının çok takdire şayan olduğunu, gelen tepkilerin çok anlamlı olduğunu, gelen desteklerin de anlamlı olduğunu ve bu tür bireysel çıkışların aslında çok ciddi bir toplumsal meseleye parmak bastığını düşünüyorum. Buradaki temel ayrım, geçmişteki başörtüsü tartışmalarından en büyük farkı, bunu bir “İslam’da başörtüsü var mı yok mu?” meselesi olarak ele almaması. Yok işte, “Nisa Suresi şunu diyormuş, burada böyle oluyormuş, Hazreti Peygamber’in zamanında şu olmuş” falan, böyle bir tartışma yok. Burada başka bir şey var. Başörtüsü diyelim ki İslam’ın gereği. İnsanlar inançları gereği başörtüsü takıyorlar. Fakat ‘‘Bu, devletin karışabileceği bir şey değil.’’ çıkışı önemli. Yazıda vurguladığı edep ve haya üzerine söyledikleri de ayrıca çok önemli. O da Türkiye’deki dini kurumların edep ve haya gibi kavramlara esas olarak ve belki de yalnızca cinsellik üzerinden yaklaşıyor olmalarının vahametini çok isabetli bir şekilde gözler önüne sermiş.
Evet, bu yaptığı cesur çıkış nedeniyle kendisini tebrik ediyorum ve bu yayını yine zamanında çok cesur çıkışlar yapmış olan bir kadına, Türkiye’de İslami feminizm denince ilk akla gelen isimlerden Konca Kuriş’e ithaf etmek istiyorum. Bir dönem, 1990’ların sonlarında çıkan çok önemli birisiydi. Mersinli, genç yaşta evlenmiş, beş çocuğu olan dindar bir kadın. Ama sonra kadın kimliğine sahip çıkan çıkışlar yapıyor, medyada görünür oldu ve kendisini evinin önünden kaçırdılar. Kendisini kaçırdılar ve ne yaptılar? Hizbullah bunu yaptı. Konca Kuriş’i işkenceyle öldürdüler maalesef yıllar sonra, kaçırıldıktan yaklaşık iki yıl sonra. Tam olarak tarihini söyleyeyim. Kendisi 16 Temmuz 1998’de kaçırılıyor, 555 gün sonra 23 Ocak 2000’de Konya’nın Meram ilçesinde bir evin bodrumunda ölü olarak bulunuyor maalesef. Ve kendisine yapılan işkenceli sorgunun kasetleri de bulundu. Konca Kuriş hayatını kaybetti. Bir kadın olarak, dindar bir kadın olarak bir duruş sergilediği için, cesur bir duruş sergilediği için Hizbullah, Türkiye Hizbullah’ı tarafından katledildi. Konca Kuriş’i kadınlar hatırlıyor. Türkiye Hizbullah’ını unutmamızı istiyorlar ama Türkiye Hizbullah’ı varlığını sürdürüyor, yasal alanlarda daha çok sürdürüyor. Ama Konca Kuriş’in ve diğer katledilen bütün insanların katillerinin hak ettikleri gibi cezalandırılmadığı bir ülke olduğumuzu da özellikle vurgulamak istiyorum. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.