Hilmi Hacaloğlu Ruşen Çakır’a Cumhur İttifakı’nı değerlendirdi. Hacaloğlu, “Cumhur İttifakı’nda vazo kırılmadı ama çatladı” dedi.
Hilmi Hacaloğlu videoda, “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kafasındaki süreçle, sürecin kendisini ve Türkiye’yi götüreceği yerle Devlet Bahçeli’nin kafasındaki süreç arasında tam bir yüzde yüz uzlaşma olduğunu düşünmüyorum. Ve burada da hep krizler oluyor” dedi
Cumhur İttifakı’nın geleceğine ilişkin ise şu ifadeleri kullandı: “Burada bir kriz var. Bu kriz çözülemeyebilir. Yani bir şekilde çözülse bile bu aşk-nefret ilişkisi devam edecektir. Hep bir yerde bir takım sancılar, sendelemeler olacak. Bu sendelemeler olurken de bütünlük oyunun seçmen karşılığı aynı şekilde kalmayacak”
“Vazo kırılmış değil ama çatlak”
Sürecin seyrine dair öngörüsünü de paylaşan Hacaloğlu, Cumhur İttifakı’ndaki çatlağın ileride büyüyebileceğini belirten Hacaloğlu, şu ifadeleri kullandı: “Vazo kırılmış değil ama çatlak. Bu tamir edilebilir mi? Edilebilir ama edilemeyecek bir noktaya da gelebilir. Bu da bir ihtimal dahilinde. Ha bu vazo kırıldığı zaman bu Türkiye’nin bizim hepimizin özlediği adil, demokratik, özgür, eşit, müreffeh Türkiye’ye çıkar mı? Orada da bir soru işareti var”
MHP lideri Devlet Bahçeli, tutuklanan Selahattin Yılmaz’a sahip çıktı, “Ülküdaşım ve dava arkadaşımdır. Hiçbir ülkücü kiralık katil, suikastçı, hain ya da gayri meşru olarak tanımlanamaz, böyle de adlandırılamaz. Selahattin Yılmaz ismini temel alarak MHP’ye ayar verildiğini iddia etmek ise çok ağır bir bühtan, dayanaksız ve mesnetsiz bir uydurmadır” dedi.
Yılmaz, daha önce organize suç dünyasının önde gelen isimlerinden Alaattin Çakıcı ile birlikte Milliyetçi Hareket Partisi MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi ziyaret etmişti.
MHP’nin bazı isimlere sahip çıkışını da yorumlayan Hacaloğlu, Alaattin Çakıcı ve Selahattin Yılmaz üzerinden verilen mesajları hatırlattı: “MHP’nin üst düzey bir yöneticisi Alaattin Çakıcı ve Selahattin Yılmaz’ın fotoğrafını paylaştı. Bu esasında bir meydan okumadır. ‘Biz burada duruyoruz, burada durmaya devam edeceğiz ve biz arkadaşımızı alacağız’ demektir.” dedi.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Ruşen Çakır: Meslektaşımız Hilmi Hacaloğlu ile konuşacağız. Ne oluyor? Kim kimi ihbar ediyor? Hilmi, merhaba. Dün akşam Halk TV‘de, İsmail, sen ve başka konuklar Kürşat’ın yönetiminde… Elinizde sopalar yoktu ama değil mi? Bayağı şeylerin önünde ayakta bu olayı konuştunuz. Bir yığın isim var, bir yığın mafya olduğu söylenen isim, avukat olduğu söylenen isimler diyeceğim, avukatlar var. Birçok kişi var ve ortada sanki böyle, abartılıysa düzelt, kan gövdeyi götürüyor gibi bir durum var. Ne dersin?
Hilmi Hacaloğlu: Şöyle, şuradan başlamak lazım. Yani Türkiye’de, özellikle muhalif kamuoyunda şöyle bir şey var: ‘‘Cumhur İttifakı’nda bir kriz yok, herhangi bir şey yok. Birlikte bir süreci yürütüyorlar. Yani şu anda ‘terörsüz Türkiye’ diye konuştuğumuz bir süreç var ve burada iki taraf da, yani Cumhur İttifakı’nı oluşturan iki parti, Adalet ve Kalkınma Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi ve onun liderleri Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve MHP Lideri Devlet Bahçeli de aynı çizgide. Yani bunlar birlikte bir süreci yürütüyorlar, biri iyi polis, biri kötü polis.’’ Ve bu teze itiraz ettiğiniz zaman da sizi iktidarın yörüngesinde olmakla suçluyorlar. Fakat ortadaki somut gerçeklere, somut yaşananlara baktığımızda aslında orada bir ortak, yani ortak bir anlayış var, ama tam birliktelik olduğundan söz etmek mümkün değil. Üstelik bu yeni başlamış bir şey de değil. Yani Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kafasındaki süreçle, sürecin kendisini ve Türkiye’yi götüreceği yerle Devlet Bahçeli’nin kafasındaki süreç arasında tam bir %100 uzlaşma olduğunu ben düşünmüyorum. Ve burada da hep krizler oluyor. Yani şimdi, “Efendim, Devlet Bahçeli bunu diyor ama işte görüyorsunuz Beyoğlu Belediye Başkanı İnan Güney’i tutukladılar.” Doğrudur, tutukladılar. Ama orada başka bir rekabet, başka bir bilek güreşi yaşanıyor. Üstelik bu bilek güreşi göründüğü kadarıyla hem AKP içinde de var hem MHP-AKP içinde var. Ve bunun sonucunda tabii ki muhalefet de bunun bir parçası. Yani hem bu süreç, işte terörsüz Türkiye süreci, hem İBB ve onunla birlikte CHP’li belediyelere yapılan operasyonlar, iki ayrı şey yürümekte ve bunlar esasında şöyle bir şey gibi değil: “Efendim, hem orada CHP’yi dövüyorlar hem de süreci yürütüyorlar.” Bu böyle gitmez. Yani benim dediğim tez şu. Yani aslında dün İsmail Saymaz’a bir röportaj veren, mektupla bir röportaj veren ve birkaç kere de galiba İsmail yeni sorular göndermiş süreçte yeni gelişmeler oldukça; İmamoğlu’nun söylediği şey çok açık. İmamoğlu diyor ki: “Biz bu sürece destek veriyoruz. Türkiye’nin selameti açısından bu süreç önemlidir. Ama siz bir taraftan PKK ile barış yaparken CHP ile savaş yapamazsınız. Bu süreç bir yere gitmez” diyor. Esasında ben de açıkçası buna benzer düşünüyorum. Devlet Bahçeli’nin söylediği şey de biraz burada böyle. Yani Bahçeli bu süreçte CHP’li belediye başkanlarının derhal ve hızlı bir şekilde tutuklanmasını istiyor. Bunu kapatmak istiyor ve ondan sonra önüne bakmak istiyor. Ben bunun bu şekilde olduğunu düşünmüyorum. Mesela kent uzlaşısı hadisesi, kent uzlaşısı soruşturması Devlet Bahçeli’nin ve MHP’nin müdahaleleriyle esasında artık sönmüş bitmiş bir şey. Kent uzlaşısı soruşturması kapsamında cezaevinde bulunan Mehmet Ali Çalışkan, Şişli Belediye Başkanı Resul Emrah Şahan ve şu anda ev hapsinde olan Mahir Polat’ın derhal bırakılması gerekiyor. Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer zaten kent uzlaşısı soruşturmasında serbest bırakıldı, tahliye edildi burada. Dolayısıyla Esenyurt’un geri gerekiyor ve ben MHP’nin de böyle bir şeyinin olduğunu düşünüyorum. Çünkü burası devam ettikçe, burası sertleştikçe buradan en azından Bahçeli’nin kafasındaki Türkiye senaryosu ortaya çıkmayacak.
Ruşen Çakır: Biraz nefes al Hilmi, biraz nefes al. Dur, sakin ol.
Hilmi Hacaloğlu: Ya, koşarak geldim.
Ruşen Çakır: Medyascope ekranları uzun süredir böyle coşkulu bir konuk görmemişti diyeyim. Biraz nefes al. Şimdi sen iyi polis, kötü polis senaryosuna inanmıyorsun. Ben de inanmıyorum, ama yani burada benim görüşümden ziyade konuklarımın görüşü önemli. Ve iki ayrı süreç var: 19 Mart süreci ve terörsüz Türkiye süreci. Birisinde PKK ile barış yapılıyor, birisinde CHP ile savaş yapılıyor ve ‘‘Bunlar birlikte gitmez’’ diyorsun. Güzel. Şimdi, Bahçeli arada sırada Erdoğan’ı frene basmaya çağırıyor, diyoruz. Eyvallah. Ve de üzerine Bahçeli’ye yakın birtakım isimlere operasyonlar yapılıyor ve CHP bunu Bahçeli’ye verilmiş bir mesaj, MHP’ye verilmiş bir mesaj olarak okuyor. Bunu böyle telaffuz ediyor. Burada CHP’nin bu yorumu sence doğru mu?
Hilmi Hacaloğlu: Allah aşkına Ruşen, sen bu işi, bu süreci, MHP’yi, Türkiye’deki sağ siyasetleri, MHP’yi ve Refah Partisi’ni, Milli Görüş geleneğini ve ülkücü geleneği benden çok daha uzun süredir takip ediyorsun. Ve dün, yani biz yayındayken MHP’nin üst düzey bir yöneticisi Alaattin Çakıcı ve Selahattin Yılmaz’ın fotoğrafını paylaştı. Yani bu esasında bir meydan okumadır: “Biz burada duruyoruz, biz burada durmaya devam edeceğiz ve biz arkadaşımızı alacağız” demektir. Yani şimdi ben Selahattin Yılmaz’ı bu vesileyle tanıdım ve sonra geriye dönük baktım. Alaattin Çakıcı ile ilişkisini gördüm. Efendim, İsmailağa’dan Cübbeli Ahmet Hoca’yla yaptıkları görüşmeyi gördüm. Yani MHP’nin içinde bu tür adamlar her zaman var. Yani 70’lerden beri, 80’lerde, 90’larda birçok isim sayabiliriz. Yani ‘‘yeraltı dünyası’’ dediğimiz, ‘‘kabadayı’’ dediğimiz işte birtakım isimlerle MHP arasında inorganik, organik çeşitli ilişki biçimleri var ve bu kişinin de onlardan bir tanesi olduğu açık. Şimdi yani Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, evet Özgür Özel’e ve Ekrem İmamoğlu’na sert sözler söyleyen iki gün önceki açıklaması var ama açıklamada iki defa bu kişi hakkında “ülküdaşım” diyor, “davadaşım” diyor, “dava arkadaşım” diyor. Şimdi açık bir şekilde sahipleniyor. MHP Lideri bu kişinin tutuklanmasına karşı yüksek bir perdeden bu açıklıkla sahip çıktığında, ‘‘Yok esasında ya, burada bir Karagöz Hacivat oyunu var, o onu şey yapıyor, işte iyi polis, kötü polis’’ filan, bunların hepsi bence bir şey. Herkes kendi tezine iman ettiği için oradan çıkamıyor. Şimdi diyeceksin ki: “Ya sen de kendi tezine iman ettiğin için bir şey buldun ve buradan bunu söylüyorsun.” Hayır, böyle bir şey yok. Eğer bu yanlışlanırsa, yanlışlandığı gün ben kendi yanlışlarımı söylerim. Yani zaten biz büyücü değiliz. Yani biz Olimpos Dağı’ndaki geleceği gören kâhinler değiliz. Birtakım somut veriler var. O somut verileri, hakikatleri analiz ederek bildiğimiz kadarıyla ortaya bir analiz koymaya çalışıyoruz. Bu analiz yanlış da olabilir. Yeni başka gelişmeler olduğunda bu analiz yanlışa düşebilir. Ama şu anda görünen o ki, şimdi bu operasyonun nasıl geldiğini düşündüğümüzde şunu göreceğiz; MHP Lideri bir an evvel, özellikle adli tatilin bitimiyle birlikte bu soruşturmaların artık iddianameye dönüşmesini istiyor mu? İstiyor. Peki bunun iddianameye dönüşmesi için bu operasyonların son bulması gerekmez mi? Aslında gerekir. Peki son buluyor mu? Bulmuyor. Neden son bulmuyor? Çünkü bu süreçle birlikte iktidarın bir bloğu CHP’yi dövmeye, felç etmeye devam etmeye çalışıyor. Ve esasında bu, bir miktar buna yarıyor. Çünkü işte Çerçioğlu’nun CHP’den AKP’ye geçmesi, işte bu tür operasyonların devam etmesi, cezaevinde 16 belediye başkanının olması aslında bir taraftan da seçmen nezdinde şöyle bir algı oluşturabilir, bir kısımda en azından: “Bu devletle, AKP’nin kontrol ettiği devletle mücadele etmek mümkün değil. Dolayısıyla bakın üstümüze geliyorlar. Bize iktidarı vermeyecekler.” Hatta bu şuraya doğru bile gidiyor: “AKP Türkiye’de seçim yapmayacak.” Kardeşim, böyle bir şey olmaz. Türkiye lalettayin bir ülke değil. Türkiye’de hem seçim olacak hem de buna karşı, mevcut iktidara karşı muhalefet devam edecek. Dün Üsküdar’da, işte biliyorsun, Fener’in maçı vardı.
Ruşen Çakır: Şeyi sormak istiyorum şimdi, daha doğrusu hatırlatma için. Şimdi Selahattin Yılmaz denen kişi Alaattin Çakıcı’nın arkadaşı, Devlet Bahçeli’nin “ülküdaşım” diye sahip çıktığı birisi ve bu kişi şu an tutuklu ve üzerine atılan iddialardan birisi de CHP’den içeride tutuklu bulunan birisinin ona…
Hilmi Hacaloğlu: Fatih Keleş’le…
Ruşen Çakır: Evet, Fatih Keleş… Onu bir anlatır mısın?
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
![]()
Hilmi Hacaloğlu: Konuşmuşsunuzdur ya. Ben tabii programın neresinde geldiğimi bilmiyorum. Şimdi buradaki iddia şu: “Fatih Keleş, Selahattin Yılmaz’a, bu özellikle İBB soruşturması değil ama Beşiktaş Belediyesi, Gaziosmanpaşa Belediyesi, Esenyurt Belediyesi ile ilgili soruşturmaların ana aktörü olan Aziz İhsan Aktaş’ın öldürülmesi yolunda, susturulması yolunda bir talimat verdi.” Şimdi iddia bu. Bu iddia nasıl ortaya çıkıyor? İki kişi Fatih Keleş’le görüşmeye gidiyor. Fatih Keleş’e diyor ki: “Ya, siz böyle böyle bir şey yapmışsınız. Efendim, buradan bu şekilde çıkmanız mümkün değil” diyor vesaire, bunları söylüyor. O da diyor ki: “Ben böyle bir şey demedim. Ben böyle bir talimat vermem. Benimle onun arasında herhangi bir şey yok. Herhangi bir husumet ilişkisi yok. Benim burada olmamla Aziz İhsan Aktaş’ın orada olması arasında bir ilişki yok.” Ben programda İsmail Saymaz’a da şunu sordum: “Aziz İhsan Aktaş’la İBB soruşturması arasında güçlü bir ilişki var mı?” “Vallahi, birkaç şeyde ifadesi geçiyor” dedi İsmail. Hangi ifadesinde bunu gördü? Ben görmedim açıkçası. O yüzden hani korunaklı bir alanda hakikati bükmemek için bu şerhi düşmek istiyorum. Ama İBB soruşturmasında Aziz İhsan Aktaş’ın güçlü bir etkisi yok. Yani oradaki soruşturma ağında böyle bir şey yok. Aziz İhsan Aktaş’la mesela Murat Ongun arasında bir ilişki olduğuna dair herhangi bir şey ben görmedim. Bu İBB soruşturmasının ana taşıyıcılarından biri Murat Ongun çerçevesinde devam ediyor. Yani orada öyle bir şey yok. Neyse, şuraya gelmeye çalışıyorum: Bunu söyleyen avukatlarla ilgili bir savcılığın başlattığı soruşturmada bu avukatların ifadesine yer verilmiyor, bu avukatların ifadesi alınmıyor. Eğer böyle bir şey varsa bunların ifadesi niye alınmıyor? Dolayısıyla burada bir açmaz ve şaşırtmacı bir durum var. O iki avukattan, yani işte bir örgüt kurmakla ilgili olarak Selahattin Yılmaz ve iki tane, bir kadın avukat, bir de erkek avukat… Kadın avukatın zaten hukuk danışmanı olduğunu söyledi dün İsmail programda. Çünkü 2011’de galiba ya da 2015’te AKP Şanlıurfa adayı, o zaman başörtülü, şimdi başörtüsünü çıkarmış. Orada “hukuk danışmanı” diye yazıyor. Yaşı da o dönem hukuk fakültesini bitirmeye elverişli bir yaş. Tam onu bilmiyoruz. Yani bu gerçekten avukat mı, hukuk danışmanı mı? Hukuk danışmanı demek şu demek: Birtakım siyasi bağlantılarla iş bitirme kapasitesine ve etkisine sahip bir kişi demek. Öteki kişi, işte Ahmet Hakan’la da fotoğrafı olan kişi. Kadının da, Semra Ilık’tı galiba ismi, onun da Cem Küçük’le bir fotoğrafı çıktı. Yani bu insanlar bir de gazetecilere, iktidara yakın olan gazetecilere yakın durmaya çalışan isimler. Çünkü o onlara birtakım işte koruma vesaire güç getirmiş oluyor. Fakat şöyle bir şey var, buradaki problem şu: Selahattin Yılmaz’la o erkek olan avukatın, Cem Duman olması lazım ismi, arasındaki ilişkide bir problem var. Avukat Cem’in açtığı kafeye Selahattin Yılmaz oğlunu ortak ediyor. Burada bu istemediği hâlde oluyor filan. Orada öyle bir anlaşmazlık ve karşıtlık var. Sonra öteki ortağı da Semra Ilık’ı şey için tutuyor. Bu anlaşmazlıkta kendisi olarak tutuyor. Yani dolayısıyla bunların üçü arasında karşılıklı çıkar çatışması var. Çıkar çatışması olan üç kişi bu dosyada ortak bir suç örgütünün üyeleri gibi gözüküyor. Şimdi bunların hepsi tuhaf şeyler. Sonra mesela Sabah Gazetesi‘nin manşetinde bu suikast iddiası varken, ifadede bu sorulmuyor. Suikast iddiası sorulmuyor. Hatırla, Rezan Epözdemir’de de böyle bir şey yaşandı. Rezan Epözdemir de avukat. Onun hakkında ilk haberler çıktığında işte “askeri casusluk, siyasi casusluk” deniyordu. Sonra ifadeye baktık, ifadede Rezan Epözdemir’e böyle bir şey sorulmuyor. Dolayısıyla şunu anlatmaya çalışıyorum: medya aracılığıyla bu operasyon biraz araçsallaştırılıyor. Kamuoyunu ikna etmek için büyütülüyor. Sonra bir yerde daraltılıyor ve başka bir şeyden devam ediyor. En azından biz şu aşamada Fatih Keleş’in suikast şeyiyle ilgili olarak burada bir şey görmedik. Zaten Fatih Keleş’in de ifadesi alınmadı diye biliyorum. Hani burada hakikaten acayip bir şey var yani. Ne oluyor? Olan şey şu işte: İBB soruşturmasındaki “günah keçileri”, tırnak içinde söylüyorum, “olağan şüpheliler”, tırnak içinde söylüyorum, bunlar üzerinden iktidar cenahında bir kavga yürütülüyor. Yani sanki bunlar oradaki sürecin ortaklarıymış gibi, içeride esasında iktidar tarafından MHP’ye yönelik ben bir mesaj ve bir el yükseltme çabası olarak yorumluyorum.
Ruşen Çakır: Şöyle bir şey hatırlıyorum, sen de görmüş olabilirsin. Türkgün değil mi, MHP’nin gazetesi?
Hilmi Hacaloğlu: Evet.
Ruşen Çakır: Oranın başyazarı Yıldıray…
Hilmi Hacaloğlu: Yıldıray Çiçek. Okudum o yazıyı.
Ruşen Çakır: Yıldıray, evet. Aynı zamanda Devlet Bahçeli’nin basın danışmanı. Orada birisinin adını veriyor. Eskiden Fethullahçı olup şimdi AK Parti yanlısı gibi gözüken birisi açık açık, “MHP’li avukatlar çeteleşti. Ben o çeteyi dağıtırım” diye laf etmiş.
Hilmi Hacaloğlu: Bir gazeteci…
Ruşen Çakır: Evet, hatırlıyorsun. Ama bu gazetenin baş yazısında bu saldırının şey olması, yani ad verilerek ve olduğu gibi tırnak içine alınıp verilmesinin aslında bir anlamı var, değil mi? Çünkü böyle birtakım iddialar çıkar, görmezden gelirsin ya da görmezden geldiğin zaman aslında ‘‘o saldırıyı gördüm ve cevabını veriyorum’’ anlamına gelir. Orada da doğrudan bir tetikçi tarafından “MHP’li avukatlar çetesi” vesaire diye bir şey tarif ediyorsa, o da belli ki bir yerlerden besleniyor. Yani buna benzer çok olay var. Rezan Epözdemir olayında da bunun lafı çok edildi biliyorsun. İşte “O şuna yakın, buna yakın, şunlarla ilişkisi var. Ona vurarak aslında şuraya mesaj veriliyor” filan. Şunu sormak istiyorum, başa dönecek olursak tekrar. Hani ‘‘Cumhur İttifakı’nda çatlak var mı, yok mu?’’ meselesinde sen var olduğunu düşünüyorsun benim gibi. Ama bir diğer soru da şu: “Varsa ne olacak?” sorusu. Bu yayına da başlık verdim. Yani özellikle muhalefetin içerisinde birileri diyor ki, biliyorsun, “Olabilir. İyi polis, kötü polis olmayabilir, tamam, aralarında sorun da olur. Ama eninde sonunda onlar anlaşır. Buradan CHP’ye ekmek çıkmaz.” Ne dersin?
Hilmi Hacaloğlu: Şimdi ben siyaseti böyle okuyamıyorum. Şimdi bir kere şunu hatırlamamız lazım: Türkiye 2002’de başka bir yöne giderken bu sürecin mimarı Devlet Bahçeli’ydi. Yani bir anda üçlü koalisyonu bozdu. Genç izleyicilerimiz bunları çok bilmiyor. Bunun için ayrı ayrı programlar yapmak lazım. “AKP Türkiye’sinin inşasında mimar kim?” diye bakarsan bence ne Abdullah Gül, ne Tayyip Erdoğan, ne Bülent Arınç, ne Abdüllatif Şener, ne Hüseyin, ne o ne bu. Bence oradaki ana aktör Devlet Bahçeli. O hükümet bir buçuk sene daha gidebilirdi ve bir buçuk senede ekonomik sorunlar biraz daha düzelebilirdi ve o zaman yapılacak seçimlerde de parlamentoya 2 değil belki 4 parti girerdi ve bambaşka bir tablo oluşurdu. Tamam mı? Yani orada ayrıca 1 Mart tezkeresi krizleri filan, bir sürü şey var. Şimdi dönüyorum 2015 Türkiye’sine. 7 Haziran 2015’te Türkiye’de AKP yenildi. Kılıçdaroğlu Bahçeli’ye başbakanlık teklif etti. Bahçeli bunu kabul etmedi. İstikşafi görüşmeler sonucunda 7 Haziran bizi 1 Kasım’a, 1 Kasım da büyük bir AKP zaferine, o sonrasında — işte içeride saldırılar, bombalar, onlar bunlar — 15 Temmuz’a götürdü ve 15 Temmuz’da da başkanlık sistemi gene Bahçeli’nin açılımıyla açıldı. Yani dolayısıyla Bahçeli büyük oyunu oynayabiliyor. Kim ne derse desin. Bugün de bir büyük oyun oynayabilir mi? ‘‘Oynayamaz’’ diyemez kimse. Ama bunun uluslararası boyutta da bir etkisi olması gerekiyor. Şu anda AKP’nin dış politikada izlediği siyaset yani Washington’la, Londra’yla, Berlin’le, Paris’le karşı karşıya değil. O çizgiye yakın bir çizgi. Suriye’de de, Irak’ta da, İran’da da Türkiye’nin çizgisi üç aşağı beş yukarı Batı’nın çizgisiyle örtüşüyor. Dolayısıyla burada birtakım krizler olması… Mesela dün Yaşar Güler açıklama yaptı. SDG’yi kastederek “PKK’nın bütün unsurları silah bırakmalı” dedi. Şu anda PKK tarafında SDG’de böyle bir hava yok. Zaten nasıl olsun? Dürzilere bunca saldırı yapıldıktan sonra, Alevilere saldırı yapıldıktan sonra SDG “Ya tamam, alın kardeşim silahları, biz burada dımdızlak kalacağız” diyebilir mi? Diyemez. Dolayısıyla bu oyunun başka başka parametreleri var. Ama bu parametreleri görmezden gelmeyerek içeriye de baktığımız zaman burada bu vazo kırılmış değil ama çatlak. Yani bu tamir edilebilir mi? Edilebilir, ama edilemeyecek bir noktaya da gelebilir. Bu da bir ihtimal dâhilinde. Ha, bu vazo kırıldığı zaman bizim hepimizin özlediği adil, demokratik, özgür, eşit, müreffeh Türkiye’ye çıkar mı? Orada da bir soru işareti var. Yani burada “Efendim, MHP oradan çıktı, CHP ile beraber iş birliği yaptı, yeni Türkiye kuruldu, burası çok iyi olacak,” o da öyle olmayabilir. Ama biz buradan baktığımız zaman, dediğim gibi, yani geleceğe dönük kâhinlik yapmak değil ama olanı tarif etmeye çalışıyoruz. Ben burada şunu söylemeye çalışıyorum: Burada bir kriz var, bu kriz çözülemeyebilir. Yani bir şekilde çözülse bile bu krizli şey, hani aşk-nefret ilişkisi devam edecektir. Yani hep bir yerde birtakım sancılar, sendelemeler olacak. Bu sendelemeler olurken de buradaki bütünlük, oy bütünlüğü, seçmen karşılığı da aynı şekilde kalmayacak. Bütün bunlar olurken seçmende de biraz biraz seyrelmeler oluyor. Bunu da dikkate almak gerekir deyip böyle ortadan bir yorum yapayım.
Ruşen Çakır: Peki, son olarak şunu sorayım. Esas olarak 19 Mart sürecini ağırlıkla konuştuk ama başından itibaren de “terörsüz Türkiye” ile bağlantısını da konuştuk. Bütün bunlar, yani AKP ile… Söylediğin şey çok güzel. “Vazo kırılmadı ama çatlak” dedin. Bu çatlak sana göre süreci olumsuz etkiler mi, sürecin gidişatını?
Hilmi Hacaloğlu: Yani dürüstçe konuşmam gerekirse hele dünkü ortamla ilgili olarak ben Ahmet Şık’la da yazıştım, konuştum. Ben orada birtakım sıkıntıların olacağını düşünüyorum. Yani bu süreç içinde komisyon sürecinin böyle dört başı mamur bir şekilde ilerleyemeyeceği kanaatindeyim. DEM Parti bu komisyonun ayakta kalması için türlü tavizlere açık. Burayı görüyorum. CHP’yi de dövdükleri hâlde — birçok cumhuriyetçi seçmen işte daha milliyetçi tarafta olanlar CHP’ye masaya oturmaması ve şimdi de kalkması yönünde baskılar, çağrılar yapıyor — CHP de orada kalmak istiyor. Bir, sürecin dışında kalmamak için, iki, büyükşehirlerdeki Kürt seçmen ağırlıklı olarak CHP’ye bakıyor. Dolayısıyla onların da kalbini kırmadan ama cumhuriyetçi seçmenin de hassasiyetini gözeterek bir rota tutturmak zorunda Cumhuriyet Halk Partisi. Dolayısıyla buradan bakıldığında tüm bunlara rağmen Sayın Cumhurbaşkanı’nın kafasındaki şey, kendi iktidarına bir miktar daha devam etmek, 2028’de seçimde aday olmak ve en azından 2031’e, 2032’ye kadar da iktidarda kalmak. Onun kafasındaki ana oyun planı bu. Ama o ana oyun planını nasıl uygulayacak? MHP burada nereye kadar destek verecek? Mesela bir ara şey demişti hatırlarsan Cumhurbaşkanı: “Benim iktidarda kalmak gibi bir duygum filan yok.” Böyle birtakım cümleler kurmuştu bir uçakta bir yerden dönerken. Cumhurbaşkanının bu sözleri üzerine Bahçeli, “Hayır, sen burada kalacaksın. Türkiye sana muhtaç — ya da — sen bu sürece mecbursun” gibi bir açıklama yaparak Cumhurbaşkanının orada kalması yönünde çok istekli, arzulu olduğunu ortaya koydu. Tamam mı? Bütün bunlar bu şekilde olduğu hâlde an geldiğinde esas masadan kalkan Bahçeli olabilir. Bu ihtimali ben boşlamıyorum. Mümkünsüz görmüyorum. Ama bakacağız. Yani bu operasyonlar, bu bilek güreşleri, bu işte hani güreşte bir deyim var, tek dalma, bu tek dalmalar devam ederse orada sonuçta ittifak kündeye gelebilir deyip güreş terimiyle noktalayayım.
Ruşen Çakır: Evet, Hilmi, çok sağ ol. Çok teşekkürler. Dolu dolu bir yayın oldu. Formundasın, maşallah. Dün geceden sonra hâlâ formunda olmanı takdir ettiğimi söylemeliyim.
Hilmi Hacaloğlu: Teşekkür ederim.
Ruşen Çakır: Çok sağ ol.