Kemal Can yazdı: AKP-MHP ilişkisi

AKP ve MHP arasındaki ilişki veya “gerilim”, son günlerin siyaset gündeminde yine üst sıralara tırmandı. Bu hareketlenmenin birkaç gerekçesi var: Yargıda ve güvenlik bürokrasisi üzerinde etkili olan veya olma mücadelesi veren kimi çevre ve ekiplerin arasındaki çatışmanın açık operasyonlara, hatta aleni bir savaşa dönüşmesi. Böyle iddiaların Özgür Özel tarafından miting meydanlarında sıkça dile getirilmesi ve “içeriden” sızan bazı bilgileri aktarması. Bahçeli ve MHP sözcülerinin -muhatabının iktidar olması kuvvetle muhtemel- bazı “uyarıları” giderek daha sık dile getirmesi. Yine Özgür Özel, Ekrem İmamoğlu ve bazı DEM sözcülerinin, “çözüm” ve “19 Mart” süreçlerinde Erdoğan-Bahçeli farkına çok sık referans vermeleri, hatta dolaylı olarak “MHP’yi ‘bu tarafa’ çağırmaları”. Bu çıkışlara ve açılan tartışmalara Bahçeli’nin verdiği kışkırtıcı ve kafa karıştırıcı karşılıklar. Medya ve sosyal medya yorumcuları arasında konunun fazla popülerleşmesi, çok iddialı çıkarımlara veya abartılı suçlamalara konu edilmesi. Biraz daha gerekçe bulunabilir ama sadece bunlar bile -farklı pencerelerden- hararetli bir gündem yaratmaya yeter de artar bile.

Kemal Can yazdı: AKP-MHP ilişkisi
Kemal Can yazdı: AKP-MHP ilişkisi

Hadisenin -birbirleriyle ilişkili- farklı katmanlarda, farklı şiddetlerde, farklı aktörlerce yürütülen ve muhtemelen farklı neticeler verebilecek tarafları var. Bütün dengeyi değiştiren bir sürecin başladığını ilan etmek aceleci ya da fazla zorlama sayılabilir ama yukarıdaki gerekçelerden de anlaşılacağı üzere, olayın tamamen yapay (manipülatif) gündem olduğunu söylemek de hiç isabetli değil. Ayrıca mesele, ne sadece siyasal, ne sadece kriminal, ne de sadece teatral veya sanal. Konunun, güvenlik bürokrasisini ve suç organizasyonlarını da içeren -elbette siyasi ayakları olan- yargı içindeki güç mücadelelerine odaklanmış yönü çok daha belirgin. Fakat olayın kamuoyuna aktarılma biçimi, kuvvetli siyasi arka plana dair fikir veriyor. (Bahçeli’nin İBB davasının bir an önce bitirilmesi konusundaki ısrarlı çıkışlarını, “verin cezayı” diye yorumlamak gerektiği dile getiriliyor. Bahçeli’nin Cumhur İttifakı’na toz kondurmamasının, bu tezin haklılığını kanıtlamaya yeteceğini düşünenler, Bahçeli’nin bu uyarıları neden ikili görüşmelerde veya doğrudan teması olan yetkililere aktarmak yerine basın açıklamasına konu ettiğine bir açıklama bulması gerek.)

“Yanlış yerdeki” MHP

Aslında bu konudaki kafa karışıklığı, AKP ile MHP arasındaki ittifakı tanımlamadan başlıyor. Karikatür bir ittifak denemesi “Ekmek için Ekmelettin” vakasının hemen ardından Bahçeli -2002 erken seçim kararı veya geçen yılki “Öcalan çıkışı” kadar- şaşırtıcı (ve tayin edici) bir hamle yapmıştı. “Beka tehdidi” olarak işaret ettiği Erdoğan’ı iktidarda tutacak 2015 Kasım seçiminin önünü açan Bahçeli, “beka davası için onun desteklenmesi gerektiğine” doğru hızla ilerledi. (Bunun kimin değişimi olduğu uzun ve ayrı bir tartışma.) 15 Temmuz sonrası Yenikapı’da, 2017 “başkanlık referandumunda” ve 2018’deki ittifaklı seçimde devam eden bu tavır, ağırlıkla siyasi aritmetik hesaplara bağlanarak izah edildi. Pragmatik gerekçelere bağlı bu yorum, reel politik dile propaganda malzemesi olarak aktarılmakla kalmadı, akademik çevrelerin bile gelişigüzel kullandığı bir ezbere dönüştü. Kronolojinin tam tersini göstermesi bir yana, Bahçeli’nin siyasi geçmişine bakılınca da bu değerlendirme hâlâ yanlış iliklenmiş ilk düğme olarak yerinde duruyor. Oysa, bu ittifakın Erdoğan için kaba pragmatik nedenleriyle Bahçeli tercihini biçimleyen unsurlar arasındaki açıyı görmek, bugünü anlamaya yarayabilir.

Muhalefet cephesinde -özellikle CHP çevrelerinde- iktidar değişikliği için karşı blokun -taban ve tavanda- çatlaması gereğinden bahsetmek de hiç yeni değil. (Aslında, kazanmak için karşı mahalleye bağımlılık ezberinin zorunlu devamı.) Bu çerçevede, “milliyetçilerin yeri” meselesi de hep cazip başlık. MHP’nin olması gereken yerde durmadığına dair inanç, AKP’nin ilk yıllarında revaçta olan -şimdi yeniden popülerleşen- “BOP eş başkanlığı” anlatısı, AB’ye (Batı’ya) fazla taviz verilmesi, “göç sorunu”, laiklik (Cumhuriyetçilik-Atatürkçülük) ve “çözüm süreci” gibi milliyetçiliği kaşıyan konjonktürel ve reaksiyoner pozisyonlara özel önem atfetmekten geliyor. Otobüs üstünden bozkurt işareti yapılmasıyla başlayan, İYİ Parti’nin CHP’ye doğal (hatta eşit) müttefik olarak sunulmasına, Özdağ ile protokol yapılmasına kadar pek çok tercih bu paltodan çıktı. MHP’nin AKP ile yol arkadaşlığı, “koltuk değneği”, “sığınma” gibi kışkırtıcı aşağılamalarla tanımlanırken; herkese asıl yerini hatırlatanlar, Cumhur İttifakı için de hep “bitiş uyarıları” yaptı. Sadece MHP’yi pek tanımayanlar değil, içinde büyümüş olanlar da böyle söyledi. (Tuğrul Türkeş, 2018’de “Cumhur İttifakı seçimden sonra devam etmez” demişti.)

Kemal Can yazdı: AKP-MHP ilişkisi
Kemal Can yazdı: AKP-MHP ilişkisi

Çatlak nedir, neye denir?

Güncel tartışmalarda ve özellikle “süreç” meselesindeki rol paylaşımı konularında, Bahçeli’nin Cumhur İttifakı’na bağlılık belirten -abartılı- söz ve davranışları kanıt gösterilerek herhangi bir “sorun” olmadığı sık dile getiriliyor. Ancak Bahçeli’nin “süreç” veya “ittifaka” yüklediği misyonun kuvveti, Erdoğan’ın ortak misyona gösterdiği bağlılık ve hizmetten bağımsız değil. Yani Bahçeli’nin, Erdoğan’ı iktidarda tutmakla Erdoğan’ı “çizgide tutmak” arasında bir tercihe zorlanmasına nasıl tepki vereceğini kestirmek kolay değil. Yine güncel tartışmalarda iktidar ortakları arasında amaç birliği, uyum -hatta efektif bir rol paylaşımı- olduğuna vurgu yapılarak, “çatlak yok” sonucuna varılıyor. Fakat eğer ittifak ortakları arasında bir “amaç ayrışması” olsaydı zaten buna çatlak denmez, “çanak çömlek patladı” veya ittifak bitti denirdi. Çatlak ve gerilimler, aynı amaca yürüdüklerini düşünen, en azından iddia edenler arasında -öncelikler, yöntemler ve aktörler bakımından- pekâlâ yaşanabilir. Bunun somut örneği, CHP içinde en yakası açılmadık suçlamalara konu olan tartışmalar. (Üstelik kapalı otoriter rejimlerde bu gerilimler çok daha sert olur.)

AKP ve MHP ilişkisinin mevcudiyeti ve muhtemel geleceği konusundaki yorumlar, daha önce aktardığım aşırı pragmatik ve aritmetiğe fazla yaslanmış siyaset okumalarının etkisi altında. İddiaya göre, bu ortaklar arasındaki mecburiyet hiyerarşisi MHP aleyhine. Bu tezi güçlendirecek bir faktör olarak da AKP’nin elinde MHP’yi zora sokacak “dosyalar” olduğu söyleniyor. (Sinan Ateş davası için bir zamanlar neredeyse MHP’nin tasfiye operasyonu yakıştırmaları yapılmıştı. Şimdiki çatlak iddialarına fazla şüpheci yaklaşıp çok agresif tepki verenler, AKP’nin MHP’yle meselesi olması fikrine gayet sıcak yaklaşıyorlardı. Süreç işi değiştirdi.) Cumhur İttifakı’nın mecburiyet hiyerarşisi, bu ortaklığın başından itibaren ve kurulma gerekçesiyle paralel olarak hep Erdoğan aleyhineydi, hâlâ da öyle. Erdoğan’ın bu ortaklıktan sağladıkları siyasi aritmetikle sınırlı olmadığı gibi, bu rasyonalite penceresinden bakıldığında bile “çoktan çok, azdan az” prensibinin işleyeceğini görmek mümkün. MHP’nin mecburiyetine referans verenlerin çok kullandığı argüman “MHP’nin artık barajın altına itildiği” bir hakikatse, Bahçeli’nin kaybedeceği pek bir şey kalmamış demektir.

Kemal Can yazdı: AKP-MHP ilişkisi
Kemal Can yazdı: AKP-MHP ilişkisi

Bahçeli’nin rolü

Son yıllarda siyasi analiz “piyasasında”, her şeyi uçlaştırmak veya karşı tezleri karikatürize etmek çok başvurulan yöntemler. Bahçeli konusunda da, “Bilge lider” ile “Erdoğan’ın dublörü” arasındaki geniş alan bu yüzden pek görülemiyor. Bahçeli’yi belirli bir konjonktürde yaptıkları, hele hele güncel çıkışlarıyla yorumlayınca, baktığınız yere göre gizemli bir aktör veya irrasyonel saçmalıklar yekûnu görmek mümkün. Ancak yarım yüzyılı geçen siyasi ömründeki sürekliliklere bakınca tablo biraz değişiyor. Bahçeli, bütün sürprizli hamlelerine rağmen hiç de “maceracı” bir siyasi lider sayılmaz. Ülkenin gidişatıyla birlikte partisini de etkileyen hamleleri, teşkilata, parti kurmaylarına danışma alışkanlığı olmadığı biliniyor. (2002 yılındaki seçim kararını da çoğu parti yöneticisi medyadan öğrenmişti.) Fakat Bahçeli’nin böylesi kararları tamamen kendi başına veya sabah öyle uyandığı için verdiğini iddia etmek de mümkün değil. MHP içinde yıllardır açık veya kapalı biçimde dedikodu mevzuu olan, bazı rivayetlerde Alparslan Türkeş’in bile işaret ettiği iddia edilen, ismiyle ilgili benzetmelere konu olan bir “istişare çemberi”nden bahsedilir ve bunun kapalılığından şikâyet edilir.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

7 Haziran 2015 itibarıyla Bahçeli tercihini farklı kullanmış olsa, Türkiye’de siyaset başka türlü biçimlenirdi. Ancak olaylar, “yanlış yerde durma” tezine göre de ilerlemedi. MHP iddia edildiği gibi “dükkanı kapatmadı”, aksine siyaseten daha güçlü bir pozisyon elde etti. AKP, MHP’yi yutarak büyümedi ve tek başına sağın patronu olamadı. “Siyasal İslamcı bir rejim” inşa edildiği düşüncesi, hayli önceden başlayan İslamcılığın krizini perdeledi belki ama ideolojik kriz derinleşmeye devam etti. Bahçeli, -eğer varsa- devlet aklının ve sağ siyaset ortalamasının kadim arzusu, dindar muhafazakârlığı “çizgide” tutma ve araçsallaştırma tecrübesine, 70’lerdeki MC’lerden sonra tekrar fiili iktidar koalisyonunu ekledi. (İslamcılık ve milliyetçilik, hem kaynakları hem yolculukları hem de referansları ve kadroları bakımından çok yakın sayılmaz. Ancak “ötekiler” karşısında ve “kutsal devlet” parantezinde çok kolay buluşabilirler, hızla benzeşebilirler. MC’ler, 12 Eylül’ün ideolojik kaidesi Türk-İslam Sentezi ve Cumhur İttifakı örnekler.) Bahçeli, bu ittifak kurulduğu andan itibaren “ötekilere” yapılacak muamele konusunda hep belirleyici oldu. Şimdiki pozisyonu da farklı değil.

Bu iş nereye varır?

Bahçeli 1 Ekim’de, sürprizli bütün adımları için kullandığı “beka davası” gerekçesini yine ileri sürdü. “Beka davasına” hiç hayırlı bir anlam yüklemediğim için, “Bahçeli’nin yaptığını olumlama” etiketinden korkmadan -kendi zaviyesinden- samimi olduğunu da söyleyebilirim. (On bir aydır devam eden süreç ve -içeride, dışarıda- yaşanan acayip gelişmelerden sonra, artık kimse Meclis’teki DEM’lileri kandırmak için kurgulanmış basit oyundan bahsetmiyordur herhalde.) Bahçeli’nin önceliği -ister inandırıcı bulunsun, ister demagojik sayılsın- Erdoğan’ın iktidarda kalma arzusunu dolaylı bir sonuç haline getiriyordu. Ancak Erdoğan için iktidarda kalma hedefinin ikinci sırada olmaya bile tahammülü olamazdı. Bu fark, “neticede ikisi de aynı şeyi istiyor ve bu otoriter yönetim konusunda bir ayrılıkları yok” denilecek kadar önemsiz değil. Çünkü bu mesele, iktidarı “beka davası” ipinin üzerinde tutmanın yordamını oluşturacağı için son derece kritik. Ayrıca bu durum, zorlanan ve devamı için bir “değişim” geçirmesi gereken iktidar blokunu, zamanında kendisi için ürettiği keyfilik alanında türeyen güç ve çıkar mücadelelerine daha açık hale getiriyor. Çatlağın patlatılmasına izin vermeden testiyi koruma gayretlerini izliyoruz.

Elbette “süreç” önceliğinin zorunlu bir demokratikleşmeye kapı açmasının kaçınılmazlığı da ileri sürülemez. Blok içi çelişkilerin ve mücadelenin kendiliğinden iktidarın sonunu getireceği de söylenemez. Zaten Bahçeli’nin “yeni” pozisyonunun böyle bir sonuç doğuracağını ileri sürenlerin kahir ekseriyeti de, bunu bir niyet okuması olarak söylemiyordur herhalde. “Durun bir şey yapmayın Bahçeli gelecek” diyeni, en azından ben duymadım. Kendilerince bir öncelik hiyerarşisi kurarak, ortaya çıkan çelişkinin dolaylı olarak bu sonucu üretebileceği öngörüsünden bahsediliyor olmalı. Ancak “İmamoğlu hapisteyken Öcalan’la barış, CHP’yi döverken Kürtlerle kardeşlik olmaz” diye özetlenen ve ilk bakışta akla yakın görünen bu varsayım da hayli sorunlu. En azından “olması gereken veya beklenen” ihtimalin, bir sürü başka faktöre ve aktöre bağlı olması bile, böyle düz mantıksal bir kronolojiyi zorlaştırıyor. Neticede, iktidar ortakları birbirlerine “vekiller üzerinden” çemkirdiklerinde; “durun siz kardeşsiniz” demek ne kadar saçmaysa, iktidar ortakları iman tazelediğinde; “boşa numara yapmayın, birbirinizin altını oyuyorsunuz” demek de o kadar lüzumsuz. Hele bu gerilimi muhalefet içi rekabetin konusu haline getirmek ise iyice anlamsız.