Haftaya Bakış’ta Ruşen Çakır ve Kemal Can Suriye’nin geleceğini, komisyonun misyonunu, CHP’nin yargıyla verdiği sınavı değerlendirdi.
CHP’nin yargıyla sınavı
Eylül ayında CHP’nin adliye koridorlarındaki mesaisi artarak devam edecek. Ekrem İmamoğlu, diploma, bilirkişi ve Erdoğan’ın açtığı tazminat davalarıyla hakim karşısına çıkacak. İBB soruşturmasında iddianame beklenirken, CHP kurultayına yönelik “mutlak butlan” tartışmalarıyla devam eden dava da 15 Eylül’de görülecek. Parti kurmayları, 2025 yılını adliye-emniyet-cezaevi üçgeninde geçirdiklerini söylerken kurultay davasında iptal kararı çıkamayacağı görüşünde.
Yargı takviminin yanı sıra CHP’li kurmaylar, İBB’ye yönelik soruşturmalarla ilgili iddianameleri de Eylül ayında beklediklerini ifade etti. Soruşturma kapsamında birden fazla iddianame yazılabileceğini kaydeden kurmaylar, “Birden fazla soruşturma var ama iki çatı iddianame çıkacak. Biri ‘Ekrem İmamoğlu suç örgütü’ diye adlandırdıkları İBB mali dosyasının iddianamesi, diğeri de başta ‘Aziz İhsan Aktaş suç örgütü’ olup da şimdi mağdur olan Aziz İhsan Aktaş’ın iddianamesi” diye konuştu.
Suriye’nin geleceği
Suriye’de binlerce kişinin öldüğü azınlık katliamları sonrası ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’tan politika değişikliği sinyali geldi. Trump yönetiminin Suriye temsilcisi, daha önce desteklediği Ahmed eş-Şara’nın merkezi devlet vizyonuna karşı “herkesin kültürünü ve dilini koruduğu bir yapı” önerisi getirdi.
Komisyonun misyonu tartışmaları
Yeni çözüm süreci kapsamında kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu altıncı toplantısını barolarla yaptı. Komisyonun yedinci toplantısında eski Meclis Başkanları konuştu
Altıncı toplantısını geride bırakan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu, üç haftadır farklı toplumsal kesimleri ve bürokrasiden isimleri dinliyor. DEM Parti, dünyadaki benzer süreçlerde olduğu gibi Öcalan’ın “baş müzakereci” olduğunu ve komisyonun örgüt lideriyle görüşmesi gerektiğini savunuyor.
Komisyona girerken kırmızı çizgilerini ilan eden CHP ise bu öneriye sıcak bakmıyor ve sürecin seçilmişlerle yürütülmesi gerektiğini ifade ediyor.
Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘Haftaya Bakış’la karşınızdayız. Yine Kemal Can’la, haftanın öne çıkan konularını konuşacağız. Kemal, merhaba.
Kemal Can: Merhaba, Ruşen.
Ruşen Çakır: Biraz önce, Onur Alp Yılmaz ve Mümtaz’er Türköne ile ağırlıklı olarak çözüm süreci komisyonu ile ilgili bir yayın yaptım. Mümtaz’er, AK Parti’nin komisyonda süreçle ilgili su koyuvermeye başladığını söyledi. Özellikle Suriye meselesinde. Erdoğan’ın Ahlat’taki mesajları, zaten Hakan Fidan’ın da söyledikleri var. Suriye’de ilginç bir şey oluyor ve ben şöyle okuyorum açıkçası. Orada, Erdoğan ya da iktidar, Suriye konusunda Abdullah Öcalan’ı, yani SDG’yi ikna etmeye zorluyorlar. O ikna nedir? Bireysel olarak Suriye ordusuna katılma diye bir husus var, biliyorsun. Ama Öcalan bence yanaşmıyor ve Öcalan’ın bunca zaman görüştürülmemesi de bununla ilgili diye düşünüyorum. Suriye ile bir başlayalım. Suriye gerçekten hem kendisi kritik hem de Türkiye’deki süreci de bayağı zora sokan bir noktada, değil mi?
Kemal Can: Evet, aslında senin dün yaptığın Sarkis Kassargian yayını da alandan bir gözlem ve değerlendirme almak açısından çok ufuk açıcıydı. Suriye meselesinin hem buradaki süreçle bağı hem Suriye meselesinin güncel ve kritik yönleri, birtakım sonuçları itibariyle Türkiye’de konuşuluyor. Yani birtakım demeçler, birtakım tepkiler, birtakım varsayımlar… aAma olup biten hakkında serinkanlı, enformasyona dayalı bölgedeki dengeleri analiz eden tartışmalar, hatta haberler bile fazla yok. Bu aslında bilinçli bir kapatmanın ürünü diye düşünüyorum ben. Çünkü orada bir süredir bu süreçle paralel olarak yürüyen pazarlık, müzakere, adına ne denilirse, onun tarafları, meselenin açık bir tartışma halinde devamından çok, birtakım hamleleriyle birbirlerini zorlayarak sonuç almaya çalışıyorlar. Burada tabii senin de demin çerçevesini çizdiğin gibi, Türkiye’nin, son aylarda, son haftalarda iyice yoğunlaşan ciddi bir tavır değişikliği var ve senin özetlediğin yoruma katılırım. Evet, Erdoğan ve Fidan üzerinden verilen mesajlar, tıpkı silah bırakma meselesinde konuşulduğu gibi, öyle ‘’önü sonu yok. Biz bir şey yapalım, siz de bir şey yapın’’ değil, ‘’siz doğrudan bizim istediğimizi yapın. Sonra biz duruma bakarız’’ gibi bir yaklaşımla ele alınıyor. Erdoğan Ahlat’ta gayet yüksek perdeden, hatta ‘’sonu iyi olmaz’’ imasını içeren bir konuşma yaptı. Hakan Fidan zaten bir süredir düzenli olarak böyle birkaç çıkış yapmıştı. Çünkü hatırlarsan, süreç başladıktan sonra, ilk önce Hakan Fidan buna benzer çıkışlar yapmıştı, ama Öcalan devreye girip açıklamayı yapıp silah bırakma seremonisi gerçekleştikten sonra kısa bir suskunluk dönemi geçmişti. Senin söylediğin ve açıklamalardan anlaşıldığı gibi, Türkiye, SDG üzerinde büyük ihtimalle Öcalan’ın yaptırım gücüyle sonuç almaya çalıştığı ve alanda da onu ilişkisiz bırakarak ya da eş-Şara’yla veya Suriye’deki başka unsurlarla bağımsız ilişkiler kurmasının önünü keserek yahut da böyle ilişkiler kurulmasını tehdit olarak algıladığını açıkça beyan ederek bir pozisyon alıyor. Hatırlarsan SDG diğer gruplarla da, onları dâhil ederek bir toplantı düzenledi ve Türkiye buna yüksek bir reaksiyon verdi.
Dün Sarkis Kassargian’ın anlattıklarından anlaşılan, bölgedeki dengeler açısından da ilginç bir tablo var. Türkiye’den Suriye’ye bakış doğal olarak Türkiye merkezli. Ama Suriye’nin bir de bir sürü başka faktörle, başka aktörle işleyen dinamikleri var; Aleviler bir unsur, Dürzîler bir unsur. Dolayısıyla burada önemli bir kırılmanın eşiğinde. Çünkü yine dünkü Kassargian yayınından anladığımız kadarıyla, henüz bir organize askeri güçleri olmamasına rağmen, Aleviler de bir bağımsız bir komite oluşturarak, birazcık diğer azınlık unsurlarının yaptığı gibi bir bağımsız kimlik üretmek ve bu kimliğin varlığı üzerinden müzakere etmek, ama müzakereyi de Şara’yla yapmamak gibi bir zemine doğru ilerliyorlar. Zaten Dürzîlerle ilişki, Süveyda olayından sonra iyice bozuldu. Şimdi SDG ile de gerilim, Türkiye’nin baskısı yüzünden, Şara üzerinden artıyor. Dolayısıyla, Suriye’nin bütünlüğünü sağlama iddiasındaki Türkiye ve Şara ekseni, aslında bir itme gücüyle tarafları dışarıya doğru itiyor. Benim yine o yayından anladığım, diğer azınlık grupların çoğu, Kürtlerin hem müzakere biçiminden hem mücadele biçiminden ilham alıyorlar. Yani kuzeydoğu Suriye’deki gelişme, onlarda, ‘’biz de benzer bir durumda olabiliriz’’ ya da ‘’benzer bir durumu talep edebiliriz’’ hevesi yaratmış. Yani bütün bir rol model gibi davranıyorlar. Bu yüzden, Türkiye’nin SDG’yi sadece kendi talepleriyle sıkıştırması, Suriye’nin bütünü için yürütülecek politikayı da zora sokuyor aslında. Yani Şara’yı orada ülkenin bütünlüğünü sağlayabilecek bir merkezi odak gibi konumlamayı zorlaştırıyor. Çünkü öbür gruplar, Şara’yı zaten meşru muhatap kabul etmiyor.
Dolayısıyla aslında Türkiye, SDG’yi sıkıştırmak ve sadece kendi taleplerini yerine getirmekle sınırlamak baskısıyla, Suriye’nin bütünüyle ilgili yapılan planlamayı da biraz riske sokuyor. Aslında Şara’nın işini de biraz bence zorlaştırıyor. Böyle bir açmazı var. Tabii bu, Türkiye’deki süreci de doğrudan etkiliyor. Çünkü zaten bu konuda nedense iktidarın bir kanadı, yani AKP kanadı, konuyu biraz iç dinamikler sınırında tutmak istiyor. Zaten adı ‘’Terörsüz Türkiye’’ süreci olduğu için, Türkiye sınırlarıyla ilgili ve Türkiye’nin tehdit algısıyla ilgili bir sınıra çekmeye çalışıyor ve dolayısıyla Suriye’yi sanki gündem dışındaymış ya da Türkiye gündeminin sadece bir uzantısıymış gibi konuşmak istiyor. Fakat orada bambaşka bir ülke var ve bambaşka bir dinamik işliyor. Bu hakikati bir tür perdeleme çabası var AKP kanadında, Erdoğan’da. Bu yüzden de Türkiye’de iç dinamikler üzerine yürüyen tartışmada, herkes Suriye’ye birtakım referanslar veriyor. Bu sürecin bir emperyalist plan olduğunu söyleyenler de, bu konuda iyimser düşünenler de Suriye’nin önemli, gerekçe olarak da belirleyici ve aynı zamanda da anahtar bir konumda olduğunu kabul ediyorlar. Ama nedense Suriye bağlamı çok geniş ve katmanlı olarak tartışılmıyor. Hatta birazcık üstü örtülmeye çalışılıyor. Böyle bir boşluk var. Tabii burada medya eksiğimiz çok belirleyici. Çünkü alandan sıhhatli ve angaje olmayan bilgi akmıyor. Oradaki bağımsız gazetecilerden enformasyon alabiliyoruz.
Ruşen Çakır: Sen de izledin, olaya çok hâkim olmadığınız için Sarkis’in yayınında beni bir şey çok şaşırttı açıkçası. Aslında şu anda var olan azınlık gruplar içerisinde, Şam’ı muhatap alan belki de yegâne güç Kürtler. Sarkis gerek Dürzîlerin gerekse Alevilerin, Şam’ı muhatap almayıp, Birleşmiş Milletler başta olmak üzere uluslararası güçleri muhatap almak istediklerini söyledi. Yani şu anda aslında Şam’ın ve dolayısıyla Ankara’nın en kolay iş yapabileceği yer, SDG yapılanması.
Kemal Can: Evet, Suriye’deki herkesle konuşabilen aktör durumunda şu anda. Bir tek Türkiye ile konuşamıyor.
Ruşen Çakır: Aslında Türkiye ile konuşuyor.
Kemal Can: Tabii ama resmi olarak bir şey yok.
Ruşen Çakır: Evet, kapalı görüşmeler olduğunu biliyoruz ama mesela eş-Şara’yla ya da onun Dışişleri Bakanı’yla verilen görüntüleri, fotoğrafları vermiyor Türk yetkililer. Burada bir sorun var. Bir de, eğer Kürtlerle anlaşabilirse, diğer gruplarla anlaşması da çok kolaylaşacak.
Kemal Can: İşte onu diyorum. Yani Suriye’nin bütünü için yürütülen strateji için, Kürtleri sıkıştırmaktan daha geniş bir perspektifle bakmaya ihtiyacı var, ama öyle bakıyor gibi davranmıyor Türkiye.
Ruşen Çakır: Şimdi istersen biraz komisyona geçelim. Orada da aslında Mümtaz’er ikisini birbirine bağladı. Esas ana motivasyonun Suriye olduğunu düşünüyor, ki bence çok anlaşılır bir şey. Türkiye Barolar Birliği Başkanı Erinç Sağkan, gayet sakin, ondan beklenen bir konuşma yaptı. Anayasaya sadık kalmak, demokrasi, ifade özgürlüğü vesaire. MHP’den ve AK Parti’den hemen, ‘’bizim işimiz bu değil’’ açıklamaları geldi. Şimdi orada klasik hikâye şu: Mehmet Uçum’un uzun yazıları oluyor, ayar veriyor. O ne diyordu? Bu komisyonun görevi PKK’nın feshi ve silah bırakmasının hukuki zeminini hazırlamaktır. Nokta.’’ Böyle bir alan çiziyor. Hatta CHP’liler, ‘’sana ne oluyor, sen kimsin?’’ diye tepki gösterdiler biliyorsun. Yani ‘’Meclise bir gündem mi dayatıyorsun?’’ dediler. Ama sonuçta gelinen noktada, bu komisyon konuşmalarında ilk ciddi tartışmalar başladığı anda, görüyoruz ki iktidar bunu orada sınırlamak istiyor. Tabii ki onun bir önemi var. Onun yapılması lazım, ama bunun ötesinde beklenti var. Çünkü komisyona ‘’kardeşlik’’ demişsin. Kardeşlik bence esas olarak Kürt sorununu ima ediyor. ‘’Demokrasi’’ demişsin. Demokrasi bir şeyi ima etmiyor. Demokrasi demokrasiyi söylüyor zaten. Yani o oraya konuldu. Böyle bir komisyona ‘’o olmaz, bu olmaz, şunu konuşmayın, bunu konuşmayalım’’ diyemezsin. Tamam, tarım işçilerinin sorunlarını konuşmasınlar, onu anladım ama ifade özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, anadilde konuşma gibi meseleleri konuşmayacaksa, bu komisyon neyi konuşacak? Böyle bir olay var.
Anladığım kadarıyla şöyle bir husus var: Devletin ilgili birimleri tarafından bir çalışma yapıldı. O çalışma, PKK’nın silah bırakması ve feshi konusunda yapılması gereken hukuki düzenlemeler üzerine. Bu çalışma bir şekilde komisyona verilecek ve onun geçmesinin sağlanması istenilecek gibi geliyor. Bunun ötesine giren şeylere çok fazla girilmeyecek. Ya da, birileri geliyor konuşuyor, ama o konuşmalarının ne işe yarayacağını şu anda bilmiyoruz. Çünkü sadece ve sadece silah bırakmak ve fesih, bunların ne olacağı üzerine konuşmada, mesela Cumartesi Anneleri’nin, şunların bunların ne anlamı var? Çok da şart değil yani.
Kemal Can: Adalet Komisyonunda konuşulabilir bir şeydi zaten. Bunun için ayrı komisyon kurmaya ihtiyaç yoktu.
Ruşen Çakır: Evet. Tam da o. O meseleyi ben bugünkü yayında Mümtaz’er’le ve Onur Alp Yılmaz’la konuştum. Onur Alp Yılmaz, zaten bu komisyondan demokrasi çıkmayacağını, iktidardan, yani Cumhur İttifakı’ndan böyle bir şey çıkmayacağını savunan bir görüşte ve bir anlamda haklı çıktıklarını, bu yaşananların bunu gösterdiğini söylüyor. Ama henüz daha yolun başındayız. Bir şeyler değişebilir sanki. Ama şu başlangıç, açıkçası beni rahatsız etti. Sonuçta insanlar bir şey söyler, dinlersin, ama gereğini yapmazsın. Hemen buna bir tepki verilip, ‘’bunlar komisyonunun mahiyetini, komisyonun misyonunu anlamamışlar’’ gibi çıkış yapmak rahatsız edici. Pekâlâ, ‘’Tamam, güzel, ağzınıza sağlık’’ deyip sonra kulak arkasına atabilirlerdi. Ama baştan böyle tepki vermek, sanki hakikaten işi biraz yokuşa sürmek gibi geliyor, ne dersin?
Kemal Can: Evet. Senin bu sorduğuna cevap vereceğim, ama önce şunu söyleyeyim. Ben de bu süreç başladığı andan itibaren, hatta 22 Ekim’de Bahçeli’nin çizdiği çerçevenin de bir demokrasi, bir yumuşama, demokratikleşme programı olduğu fikrine katılmadım. Hâlâ katılmıyorum. Zaten böyle sunulmadı, çerçeve böyle konulmadı. Hatta o kardeşlik meselesinin de bir demokrasi programı olmak dışında tarif edilen bir zemini var. Bahçeli’nin verdiği o tarihsel referanslar filan. İşin niyet tarafında, ben demokrasi meselesinde bir dönüş olduğunu düşünmüyorum. Zaten başından itibaren böyle bir şey yok. Burada, senin de dâhil olduğun iyimser yorumculara kısmen hak verdiğim taraf, bu konunun konuşulmaya başlanması ve bu sürecin işlemeye başlaması. Hatta böyle bir niyet olması ya da olmamasından bağımsız olarak, CHP’nin komisyona girmesini de bu yüzden doğru buldum. Bunun konuşulmasını, her meselenin siyasi zeminde ve açık biçimde konuşuluyor olmasının, dolaylı olarak demokratikleşme talebine bir faydası olacağını, eğer samimi olarak birtakım sonuçlar alınmak isteniliyorsa, ki Bahçeli’nin ittirmeye çalıştığı yer de orası, ‘’bazı şeyleri artık zorlamaktan vazgeçmeye mecbur kalabilir’’ yorumlarını, kısmen ‘’evet böyle bir ihtimal var ama bu çok güçlü bir ihtimal değil’’ deme kaydını düşerek, anlayışla karşıladım. Ama niyet açısından bence zaten böyle bir problem yoktu. Şimdi seni rahatsız eden şey şu: bu niyetin açık bir eylemlilik hâline, zaten olmayan niyetin uygulama alanına da yansımasını izliyoruz bence.
Hatırlarsan bu komisyon kurulurken tartışmalar oldu: Katılma, katılmama, neyi meşrulaştırma, ‘’bu komisyon ne için kuruluyor?’’ tartışmaları bitti. Şimdi içerik ve görev tartışmaları başladı. Ama bunları muhalefet… Muhalefet derken, muhalefetin, sürece muhalif olan kesimleri değil, doğrudan iktidarın bir kanadı çok daha açık yapmaya başladı. Ben bir iktidar sözcüsü saymam ama bazı medya yorumcularının, son günlerde bu konuda çok yoğun değerlendirme yazıları yazdığını görüyorum. Yani bu senin dediğin reaksiyonu biraz oralardan da veriyorlar. Resmi sözcüler de söylüyor, ama iktidar medyasının yorumlarında ‘’Bu iş teknik bir mesele. Suç işlememişleri ne yapacağız? Öbürünü ne yapacağız? İnfaz yasasını ne yapacağız? Bunların bir çerçevesini çizin. Görevinizi tamamlayın. Bunu da havale edin, Meclisin ilgili komisyonları yapmaya başlasın. Sizin de fonksiyonunuz bu kadar zaten’’ lafları çok dillendirilmeye başlandı. Hatta senin söylediğin gibi, bu, biraz başka tür eğilimlere baraj gibi kullanılmaya başlandı. Bence, önce, CHP’nin komisyona girmemesi için bir tazyik yapıldı. Zaten girmemesini istedi AKP. Girdikten sonra da, ‘’girip burayı böyle bir demokratikleşme tartışması zeminine çevirmeye kalkmayın. Bunu akıl etmeyin. Bunu aklınızdan çıkarın ‘’demeye getiren bir baraj oluşturmaya çalışıyorlar. Burada bir problem oluşuyor. Zaten bu konuda hep tartışıyoruz, iktidar bloku arasında da bir açı var.
İkincisi, daha önceki haftalarda olan böyle spekülatif, manipülatif haberler. Bazıları gayet iyi niyetli şeyler. Yani ‘’oradan hangi yasa çıkacak, orada nasıl bir hazırlık yapılıyor, aslında ne yapılacak?’’ gibi birtakım kulis bilgileri aksediyor. O da birdenbire, ‘’bu komisyon tamamen araçsal bir şey. Zaten bir PR çalışması ya da bir rıza üretimi yahut da meşruiyet temini için veya kamuoyunu ikna için kurulmuş’’ iddialarını güçlendiren bir efekt yaratıyor. Yani görevini yapıp, kilidini asıp gidecek bir işlev tarif ediliyor. Bu da buna hizmet ediyor.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
![]()
Numan Kurtulmuş, bugün yılbaşı için tarih verdi. Sonra ‘’belki iki aylık sürelerle uzatırız’’ dedi. Ama mesela şimdi kulislerde ekim ayında bazı somut şeyler çıkması beklentisi çok fazla konuşuluyor. Ekim dediğin şurada bir ay sonra. Yani toplumun bütün kesimlerini dinleyip, onların görüşlerini derleyip oradan bir şey süzerek Ekim’de somut sonuçlar çıkması, ancak senin dediğin gibi, zaten hazırlanmış bir şeyi, ‘Bir vadede biraz dinledik. Tamam, yeterlilik önergesi veriyoruz. Yeterince dinledik. Hadi şimdi işimize bakalım. Dosyalar hazır, yasa hazır. Bunu yapalım’ hâline getirip, birdenbire komisyonu işlevsiz hâle, yani artık görevini tamamlamış hâle getirme riskini yaratıyor. Bu da tabii senin söylediğin anlamda sürecin devamını sıkıntıya sokan bir şey.
DEM kanadında ise, yoğun biçimde, Öcalan’ın da talep ettiği gibi, komisyonun onu muhatap alarak, komisyonu Öcalan’la temas kuran siyasi organ hâline dönüştürme konusunda özel bir gayret görüyoruz. Öcalan aslında özet olarak, “Ben devletle zaten görüşüyorum, bana bir de siyasi muhatap getirin” demişti. Orada da bir ayrışma var. Evet, tabii ki demokratikleşme konularına DEM de temas ediyor, ama DEM’in dikkati ve konsantrasyonu birdenbire Öcalan’ın bu ihtiyacına kaymış durumda. ‘’Devlet de zaten görüşüyor. Bir de ona siyasi muhatap yaratalım.’’ Çünkü bütün bu sürecin içerisinde, aslında bu AKP’nin ayak diremesinin arkasında, Erdoğan’ın bir türlü bu sürecin içine kendisini yerleştirememesi var. Yani bu süreçten nasıl faydalanacak? Bu sürecin içerisinde nerede olacak? Bu sürecin neresinde? Bu süreç ona nasıl hizmet edecek konusunu neticelendirememiş olması. Yani Erdoğan’ın bu süreçle ilgisi, her türlü AKP sözcüsünün, süreçle ilgili lafa başlarken, “Erdoğan’ın büyük desteği ve iradesiyle…” cümlesinden başka bir şey içermiyor. Ama Erdoğan bunun içerisinde neresinde? Yani Erdoğan lütfuyla her şeyin olduğu bir düzenin içerisinde, bu süreçte Erdoğan en flu aktör durumunda. Bu değişmiş değil. Bu da çok rahatsız edici. Hem bu biraz önce konuştuğunuz gibi, Suriye’de, “Uzatmayın, dediğimizi yapın, burada da lazım olan şeyleri yapın, gerisine karışmayın, buradaki asıl belirleyici aktör zaten bellidir” yaklaşımının bir uzantısı var. Bu sıkıntı her aşamasında görünüyor.
Şimdi bu eski Meclis Başkanları konuşmalarında da iki kanat da var. Yani bir taraftan hem AKP’lilerin eleştirdiği, “Bu hukuk meselelerini, anayasayı niye konuşuyoruz? Burası yeri mi?’’ lafına karşılık gelebilecek, Arınç ya da birkaç kişinin daha söylediği “Önce anayasayı uygulamak lazım” lafları da var, “Bir an önce somut işlere geçelim. Bu dinlemeler fazla uzuyor” diyen Cemil Çiçek gibi ya da Mehmet Ali Şahin gibi isimler de var. Dolayısıyla burada da AKP içerisindeki şu anda aktif siyasette olmasa bile çeşitli kanatları temsil eden tarafların pozisyonlarını biraz anlayabiliyoruz. Ama Öcalan’ın son DEM heyetinin ziyareti sonrasındaki açıklaması çok muğlâk. Aslında hiçbir şey söylemiyor gibi durmakla birlikte, bir iki noktanın altı çiziliyor. Yani bir yandan bu entegrasyon vurgusuyla, aslında kendisinin hem Suriye’de bekleneni hem Türkiye’de beklenenini hâlâ yapabilir ana aktör olduğunu konusunu hatırlatıyor. Ama bir yandan da, bu barış ve demokratik toplum meselesi adım atılması gereken bir alandır diye de bunun koşullarını da çiziyor çok basit olarak. Böyle okumak mümkün. Geçiştirilmiş bir şey gibi de düşünebiliriz, ama bana daha çok bu vurgu öne çıkıyormuş gibi geldi.
Ruşen Çakır: Mümtaz’er’le yayında onu da konuştuk. Murat Yetkin de Yetkin Report’taki yazısında yazmış. O kısa açıklamanın hiçbir yerinde komisyon lafı geçmiyor. Normalde biliyorsun Öcalan komisyona çok büyük önem atfediyordu.
Kemal Can: Çünkü komisyon Öcalan’ın beklediği fonksiyondan uzağa çekiliyor şu anda. Öyle görünüyor.
Ruşen Çakır: En azından şu aşamada.
Kemal Can: Hem CHP’nin buna bir rezervi olduğu için hem de aslında AKP’nin bir rezervi olduğu için.
Ruşen Çakır: Şimdi biraz CHP’yi konuşalım. Yine geçen Çarşamba Üsküdar’daki mitingi izlemiştim. Beyoğlu’nu özel olarak izledim. Biliyorsun, Beyoğlu, Galatasaray Lisesi’nde okumuş olduğum için benim ikinci vatanım gibidir. Bu sabahki yayında da söyledim. CHP Beyoğlu’nu 30 yıl sonra aldı. Çok önemli o; aynı zamanda Kasımpaşa’dan hareketle Erdoğan’ın memleketi olması. Biliyorsun 89’da Erdoğan adaydı Beyoğlu’nda. O mitingde şunu gördüm: İnsanlar hâlâ dinamik, geliyorlar. Devlet engellemeye çalışıyor. Metro çıkışlarını kapatıyor, şu oluyor, bu oluyor, ama insanlar inatla geliyorlar. Biliyorsun Beyoğlu Belediye’sinde 16’ya 14 oyla CHP’li vekil atandı. Özgür Özel, konuşma yaptığı otobüsün üzerine Beyoğlu Belediyesi Meclis üyelerini ve Manavgat Belediyesi Meclis üyelerini çıkarttı. Bu çok anlamlıydı. Şundan dolayı bana anlamlı geldi: İktidar çengel atmaya çalışıyor ya. Biliyorsun, belediye Meclis oylamasında, belediye başkan vekili seçim oylaması gizli oyla yapılıyor, el kaldırmayla değil. Belli ki AK Partili birisini Beyoğlu Belediyesi Başkan vekili yapmak için çalışılmış. Gaziosmanpaşa Belediyesi’nde Meclis çoğunluğu olduğu için yaptılar biliyorsun. CHP’de belediyelere baskının, hatta bir ölçüde de milletvekillerini CHP’den kopartma çabasının çok olduğunu duyuyorum. Bir ara bayağı da çıktı biliyorsun ve başkanlar peş peşe, ‘’ hayır, ben yokum, bu iddialar asılsız ‘’dediler. Bir yönüyle bu. İkinci yönü, tabii ki davalar. Eylül ayında bir yığın dava var.
Kemal Can: Evet, iki tanesi çok kritik. Bir tanesi Kurultay davası 15 Eylül’de. Bir diğeri de Ekrem İmamoğlu’nun diploma davası.
Ruşen Çakır: Evet. Soruşturmalardan, birden fazla iddianame çıkacağı söyleniliyor biliyorsun.
Kemal Can: Bir de şimdi İstanbul Kongresi iddianamesi çıktı.
Ruşen Çakır: Evet. En az dört, hatta belki beş iddianame çıkacağı söyleniliyor ve bunların en az birinin de Eylül’de başlaması bekleniliyor. Şimdi şunu biliyorum ki, Özgür Özel, Kurultay davasına katılmıyor ama diğer önemli, kritik davalara, Ekrem İmamoğlu davalarına geliyor. Çarşamba günü İstanbul’da miting, hafta sonu bir ilde miting, mahkemeler, yeni operasyonlar olursa, yine Vatan Emniyet’in önünde ya da Çağlayan Adliyesi’nin önünde buluşmalar filan… CHP’nin gündemi hâlâ ister istemez bu oluyor. Ama bir taraftan da bir program çalışması var. Eylül ayında o da olacak.
Kemal Can: Bir de kongre süreci işliyor.
Ruşen Çakır: Evet, Kongre süreci işliyor. Yani hakikaten ne denir? Allah CHP’ye kolaylık versin. Bu mecburen yapmak zorunda olduğu işlerden siyaset yapmaya… Bu mitinglerde siyaset üretiyor, ama bu sefer de insanlar, “Mitingler yetmez. Tamam, miting yapıyorsunuz da ne oluyor? ‘’demeye başladılar. Mitinglerin gerçekten iktidarı rahatsız ettiğine eminim Kemal. Gerçekten rahatsız ediyor. Tek başına değil ama, Özgür Özel ‘’biz istediğimiz sonucu aldık. Artık mitinglere ara veriyoruz’’ dese, herhalde Erdoğan bayram edecek. Sen ne düşünüyorsun?
Kemal Can: Evet. Bence mitingler rahatsız ediyor, ama şu çerçevede rahatsız ediyor diye düşünüyorum ben: Yani ‘’bu iş yavaş yavaş sönümlenir. O itiraz ya da CHP’nin arkasında toplanmış muhalefet enerjisi yahut CHP teşkilatlarının kısmen dinamik hâle gelmesi bir süre sonra tavsar, gevşer. Mitingler aynı etkiyi yaratmamaya başlar. Hatta kalabalıklar azalmaya başlar’’ umudu çıkmadı iktidarın. Bundan dolayı, yani itirazın ve direncin beklediğinden çok kuvvetli çıkması karşısında bir rahatsızlık duyduğu kesin. Ama şöyle bir açmaz da var tabii. Tuhaf bir denge durumu da oluştu bir yandan. Evet, alanlar boşalmıyor. İnsanlar hâlâ alanları dolduruyorlar ve kararlılıkla itirazlarını sürdürüyorlar. Bu, çok dikkate alınması gereken, ciddiye alınması gereken bir şey. Ama öbür taraftan da senin söylediğin gibi, operasyonlar, davalar, şunlar bunlar, bir de tabii bu kurultay davası gibi CHP’nin içini karıştıran, o 19 Mart operasyonlarıyla bir karşı dış saldırı dışında, bir de içeride de çeşitli türbülanslara yol açan pek çok faktör, bir yandan devam ediyor. Dolayısıyla şimdi bu bir tuhaf denge hâline gelmiş durumda. İktidar yapacağından vazgeçmiyor, muhalefet itirazından ve direncinden vazgeçmiyor. Tamam. İktidar yapacaklarıyla ekstra bir sonuç alamıyor, ama muhalefet de direncini kararlılıkla sürdürmekle, yeni bir durum, yeni bir denge ya da yeni bir baskı oluşturamıyor. Yani muhalefetin direnci, sadece kuvvetli bir gövdeyi gösteriyor. O gövde, iktidarı itecek, iktidarı zorlayacak, senin dediğin gibi, sıkıntıya soktuğuna katılırım ama onu başka bir şey yapmaya zorlayacak bir tazyik seviyesine gelmiş değil. Bunu zorlayacak daha kampanyatif bir şeyler bulunması gerekiyor. Yani mesela imza kampanyası öyle bir şey için düşünülmüştü. Pek etkili olmadı ya da başka şeyler araya girdi, yavaşladı.
Ruşen Çakır: Bekleneni bulamadılar.
Kemal Can: Ama iktidarı sıkıştırmaya dönük bu kararlı muhalefet blokunu biraz daha aktive edecek ve iktidarı mevcut rahatsızlığından daha fazla sıkıntıya sokacak bir şeyler yapmaya ihtiyaç var. Bu, işin bir tarafı. İkincisi, senin dediğin gibi, CHP, yakın vadede, en başta bu kurultay davası olmak üzere pek çok davalarla, yine kendi işini, kendi meselelerini konuşmak zorunda kalacağı bir hareketliliğin içine girecek Eylül boyunca, belki Ekim ayına kadar. Bu önümüzdeki birkaç ay böyle geçecek. Şimdi kurultayda nasıl olacak? Özgür Özel, ‘’kurultay davasından bir şey çıkmayacak’’ dedi. Bir şey çıkmayacak olsa bile ya da şimdi yeniden ısıtılmaya başlanılan birtakım haberlerde olduğu gibi, iktidar yeniden bu kartı aktif kullanmaya kalkacak olsa bile, her durumda bir çalkalanma yaratacak. Hatta şimdi küçük küçük ‘’Kılıçdaroğlu yakınına şunu dedi, orası böyle oldu. O mu olacak, bu mu olacak?’’ haberleri düşmeye başladı. Sadece bu kulisler bile yeterince bulandırmaya, CHP’yi kendisini konuşmaktan başka bir şey konuşamaz hâle getirmeye iten çok sayıda faktör devrede. Bununla baş etmesi gerekiyor CHP’nin. Burada çok fazla spekülasyon var ve açıkçası bunları ortadan kaldıracak hamleyi yapmak konusunda, Kılıçdaroğlu’nun daha önce yapmadığını şimdi yapacağına ilişkin de bir işaret yok. Onun için de bu spekülasyonlar, ‘’ben onu dedim, demedim, benim yakınım yok’’ gibi yalanlamalarla çok fazla yatışmıyor. Şimdi bir yandan da kongre süreci işliyor. Kongre sürecini bütün teşkilatı hareketlendirecek bir canlılığa çevirmek mümkün. Ama bu, demin dediğim davalar ve o spekülasyonlu haberler dolayısıyla, manipülatif birtakım hamleler karşısında o kongre süreci CHP’nin kendini toparlamasına, canlanmasına dönüşecek mi? Onu sağlamaya yetecek mi? O konu hâlâ belirsiz.
Ruşen Çakır: Kemal, herhalde daha çok, bu program meselesine ve programda neleri öne çıkartacaklarına bakacağız. Tabii şöyle bir şey var. Ben hep o örneği veriyorum. Altılı Masa çalıştı, çalıştı, çalıştı. Bir şeyler hazırladı ama hiçbir işe yaramıyor. Yani sonuçta kampanyada da yaramadı, Şimdi CHP’nin bir program çıkartması önemli. Ama aynı zamanda o programı aktarabilmesi, kamuoyunda karşılık bulması, ona uygun sloganlar ve kadrolar belirlemesi gerekiyor.
Kemal Can: Evet. Mesela o ön seçim sırasında, üye yazım kampanyası da başlamıştı. O ne kadar derinleşebildi bilmiyorum. Ama mesela kongre süreci çok sayıda yeni üyeyle bir parti tazelenmesine mi dönüşüyor, yoksa yine eski dengeler üzerinden bir rekabet mi gelişiyor, o detayları ilçe kongreleri başladığı zaman göreceğiz. Şimdi mahalle kongreleri seviyesinde bir şey var ama, şu anda CHP içerisindeki o yenileşme tartışmaları da daha çok, aslında pek de CHP’nin içinde olmayan, dışarıdan konuşan ya da CHP’nin içinde olup da çok angaje olan çevrelerin, ‘’onlar gitsin, bunlar çıksın’’ gibi daha ekip tartışmalarıyla sınırlı. Yani o senin dediğin gibi bir çizgi, bir program, bir iddia üretmekten çok, daha elitler arası bir mücadele şeklinde cereyan ediyor. O yüzden bu kongre sürecinin, belki programla da buluşturularak, böyle bir canlanmanın, hareketlenmenin, biraz önce konuştuğumuz diğer iki başlıkta da o davalar sürecinin, mitinglerin birbiriyle entegre biçimde, birdenbire ana muhalefet partisinin ‘’biz iktidara yürüyoruz ve bu iktidarı sıkıştırıyoruz’’ iddiasını büyütecek bir dalgaya çevrilme ihtiyacı var. Bu ne kadar olabilecek, göreceğiz.
Ruşen Çakır: Evet, Kemal, noktayı koyalım.
Kemal Can: Koyalım.
Ruşen Çakır: Haftayı böyle tamamlayalım. Bir dahaki hafta tekrar görüşmek üzere diyelim. İzleyicilerimize çok teşekkür edelim. İyi günler.
Kemal Can: Teşekkürler ve iyi günler.