Onur Alp Yılmaz: “Bu komisyondan demokrasi çıkmayacağı belliydi” 

Komisyonun gündeminde demokrasi var mı? Ruşen Çakır’a konuk olan Onur Alp Yılmaz, komisyondan demokrasi çıkmayacağını ifade ederek, “Erdoğan parlamenter sisteme döneceğim dese CHP buna itiraz edebilir mi? Demokratikleşme için komisyon kurmasına hiç gerek yok” dedi.

Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu, üç haftadır farklı toplumsal kesimleri ve bürokrasiden isimleri dinliyor. DEM Parti, dünyadaki benzer süreçlerde olduğu gibi Öcalan’ın “baş müzakereci” olduğunu ve komisyonun örgüt lideriyle görüşmesi gerektiğini savunuyor. 

Komisyona girerken kırmızı çizgilerini ilan eden CHP ise bu öneriye sıcak bakmıyor ve sürecin seçilmişlerle yürütülmesi gerektiğini ifade ediyor. 

Onur Alp Yılmaz, iktidarın süreci baştan sınırlandırdığını söyledi. Yılmaz’a göre AKP ve MHP, Türkiye’yi otoriter bir rejime taşıdı ve bugün de bu zemini korumak için komisyonu araçsallaştırıyor. 

Komisyonun gündeminde demokrasi olmadığını ifade eden Yılmaz, “İktidarın perspektifinde ne Kürt sorunu var ne de Türkiye’yi demokratikleştirme niyeti. Demokrasi taleplerine tahammülsüzlükleri de bunu gösteriyor” diye konuştu. Ayrıca Yılmaz, komisyon toplantılarının terörsüz Türkiye hedefiyle sınırlı tutulduğunu vurguladı

“Hedef demokrasi değil”

CHP’nin komisyonda yer almasını eleştiren Yılmaz, “Başından beri sınırları belli olmayan bir sürecin, muhalefeti olası negatif çıktılara ortak etme riski vardı. Nitekim iktidar, CHP’nin demokratikleşme vurgusunu ‘terör sürecini sulandırmak’ diyerek yaftalıyor” diye konuştu.  

Yılmaz, Erdoğan’ın demokratikleşme hedefi olmadığını, bunun için de komisyona gerek olmadığını söyledi:

“Erdoğan parlamenter sisteme döneceğim dese CHP buna itiraz edebilir mi? Demokratikleşme için komisyon kurulmasına hiç gerek yok.” 

Toplum sürece ne kadar katılıyor?

Komisyonun demokrasi üretmeyeceğini savunan Yılmaz, muhalefetin de elitler arası müzakereye sıkışmasının hatalı olduğunu belirtti, “Bugün mesele, toplumu bu süreçlere ne kadar katabildiğinizdir. Toplumsal baskı yaratıldığında bürokraside ve iktidar blokunda çatlaklar oluşabilir” dedi.

MHP’nin iktidarlardan ayrılacağı yönündeki beklentilere de karşı çıkan Yılmaz, “Devlet Bahçeli’nin arabadan atlaması için karşıda çarpacağı bir engel olması gerekir. Bugün böyle bir zemin yok, aksine MHP’nin ayrılmasının maliyeti çok ağır olur” diye konuştu.


Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Ruşen Çakır: Onur, komisyonu gördük çarşamba ve perşembe günü. Özellikle Barolar Birliği Başkanı Sağkan, komisyonun çerçevesini adında da olduğu gibi demokrasiye taşımak istedi ama gerek MHP’den gerek AK Parti’den, nasıl söyleyeyim, ayar yedi, değil mi, yeni tabirle? Ne diyorsun?

Onur Alp Yılmaz: Evet Ruşen abi, aslında komisyonun işlevlerinin çok da söylendiği gibi olmadığını görmemiz noktasında son derece önemli bir gelişmeydi bence. Çünkü iktidar, bu meseleyle alakalı bir çerçeve zaten çoktan çizmişti. Bunun adının ‘‘terörsüz Türkiye’’ olduğunu defalarca ifade ettiler ve burada aslında bundan başka istedikleri herhangi bir şey olmadığını da sıklıkla vurguladılar. Çünkü iktidarın perspektifine baktığımızda, Kürt sorunu gibi bir perspektifleri yok. Kürt sorununun ne olduğuna dair bir perspektifleri yok. Kürt sorununun olduğuna dair bir düşünceleri yok benim görebildiğim kadarıyla ve dolayısıyla Türkiye’yi demokratikleştirmeye dair de herhangi bir perspektiflerinin olmasını bekleyemeyiz. Çünkü bu iki aktör, yani Milliyetçi Hareket Partisi ve Adalet ve Kalkınma Partisi iradi olarak, yani bir doğal afet sonucu değil, iradi olarak Türkiye’yi bile isteye otoriter bir rejime zaten beraber götürdüler. Dolayısıyla geldiğimiz noktada Türkiye’yi otoriter bir zeminde tutmak, Türkiye’yi benzer bir rejimle yönetmek için yeni bir çıkışa, siyaset zeminini yeniden şekillendirmeye ihtiyaçları vardı. Ve dolayısıyla, senin az önce ben geldiğimde ifade ettiğin üzere, Suriye’de yaşanan gelişmeler de buna bir zemin yaratıyordu ve iktidar aslında bu bağlamda bir eylemde bulundu. Yaşadığımız şey aslında daha ziyade bundan ibaret. Yoksa, işte hemen oraya demokratikleşme başlığını attığınız anda “Bu komisyonun kısıtı bu mu? Bu komisyonun alanını aşan bir şey bu.” şeklinde bir karşılıkla yanıt alıyorsunuz. Burada tabii şu var: Bu işin sınırlarını iktidarın belirlediği bir denklemde zaten ya da kendi sınırlarının dışına çıkan herhangi bir fikirde bu kadar sert tondan itiraz etmesi de demokrasinin ya da demokratikleşmenin hiçbir şekilde iktidarın perspektifinde yeri olmadığını bize gösteriyor. 

Ruşen Çakır: Peki, o zaman şöyle bir soru var. Şimdi CHP’nin komisyona girmesine itiraz edenler vardı, yani bunun iktidarın, kabaca, bir oyunu, aldatmacası olduğunu gerekçe tutarak. Şimdi ilk işaretler iktidarın bunu belli bir alana hapsetmek istediğini gösteriyor. Ama komisyonun adına da demokrasi konuldu biliyorsun. Aslında kardeşlik konulunca da bir anlamda Kürt sorunu da konulmuş oldu. Şimdi şunu sormak istiyorum: Bu iktidarın daraltmak istediği alanı komisyonda CHP ve diğer muhalefet partileri ve belki de DEM’i de yanlarına alarak genişletme seçenekleri hâlâ var mı sence?

Onur Alp Yılmaz: Şimdi orada senin söylediğin ya da sorduğun şeye benim kategorik bir itirazım var. Bence böyle ikiliklere indirgemememiz lazım; yani komisyona katılmasını isteyenler, yok işte komisyona katılmamasını isteyenler. Bir de arada başka bir grup daha vardı bence benim de içinde olduğum: Bu komisyona kategorik olarak karşı olanlar, bu meselenin bir komisyonla tartışılmamasını isteyenler değil de komisyonun amacının belli olmadığını, komisyonun ne yapacağının belli olmadığını, yani diğer komisyonlar gibi amaç, yöntem ve nasıl bir sonuç beklediğine dair bir perspektif iktidarın çizmediğini ve bu bağlamda aslında bu süreci araçsallaştıracağı ya da buradan çıkacak negatif çıktılara muhalefeti de ortak edeceği bir zemin yarattığına, yaratabileceğine dair kaygıları olan insanlar vardı. Şimdi Cumhuriyet Halk Partisi burada istediğini yapsın. Biz şunu görüyoruz ki yoğun bir şekilde farklılaşan bir gündem var komisyonda. Yani Cumhuriyet Halk Partisi demokratikleşme diyor. DEM Parti gördüğüm kadarıyla Abdullah Öcalan’ın taleplerini burada gündeme getirip Abdullah Öcalan’ın daha büyük bir meşruiyet zeminine sahip olması gerektiğini düşünüyor ve bunu arzuluyor. İşte AK Parti terörsüz Türkiye süreciyle alakalı bir irade ortaya koymaya çalışıyor ve burada başka bir perspektif geliştiriyor filan. Ama günün sonunda burada baktı ki Erdoğan istediği çıkmıyor ve Suriye’deki gelişmeler de kendisinin istediği denklemin dışında gerçekleşiyor, bu komisyonun bütün negatif çıktısını Cumhuriyet Halk Partisi ve DEM Parti’nin üstüne yıkıp, kendisi “Bakın bizim teklif ettiğimiz şeyler bunlar, bunlardır” diye başka bir teklifle ortaya çıkıp parlamentoya bunu göndermeyeceğinin bir garantisi yok. Sen de gayet iyi biliyorsun, Sayın Cumhurbaşkanı zaten bunu açıkça şöyle ifade etmişti: “10 arkadaşımız yeni bir anayasa taslağı üzerinde çalışıyor.” demişti. Yani bir de aslında ilerleyen paralel süreç var. Orada 10 arkadaşınız çalışıyorsa burada komisyon ne yapıyor? Bu komisyonun işlevi ne? Bu komisyonun Abdullah Öcalan’ı meşrulaştırmaktan ve diğer taraftan sizin olası bir zararınıza ortak olmaktan başka bir işlevi varsa siz burada insanların tartışmasına neden engel olmaya çalışıyorsunuz? Bunu öngörmek çok zor değildi. Daha komisyon kurulurken Numan Kurtulmuş “İş zaten çok uzun sürmeyecek.” demişti. Bu ne demek? “Ben bunun sınırını çizeceğim, kendi siyasi gündemimle çelişen gündemler masaya gelmesi durumunda da bunları marjinalize edeceğim.” demekti. Aslında yapılan uyarılar ya da en azından benim yaptığım uyarılar daha ziyade bu paraleldeydi. Ve diğer taraftan, bir diğer yönden de aslında sizi bu kadar siyaset sisteminin dışına atmaya çalışan bir aktörle masaya oturmanızın, hiçbir şey almadan masaya oturmanızın rasyonel bir şey olmadığını düşünüyordum. Şimdi Cumhuriyet Halk Partisi tersinden yapmaya çalışıyor bunu. Masada bunları gündeme getiriyor. Ama gördüğünüz gibi ya da görüldüğü gibi tam da aslında bu noktada terörsüz Türkiye sürecini sulandırmakla suçlanıyor Cumhuriyet Halk Partisi. Bugün iktidara yakın medyayı okuduğumuzda tam olarak bunları görüyorduk aslında. Baştan bunlar konuşulabilirdi. Baştan bu işin sınırlarının daha geniş ya da daha dar olabileceğine dair tartışma kamuoyunun önünde yapılabilirdi. Ve daha da kötü bir durum var Ruşen abi burada, Türkiye’de uzun bir süredir konuştuğumuz bir şey biliyorsun, Altılı Masa sürecinde de en çok konuştuğumuz şeylerden biriydi: Türkiye’de siyaset, toplumun siyasetten ne beklediğine dair ya da toplumun taleplerinin ne olduğuna dair düşüncelere sahip olmaktan ya da buna dönük bir çaba sarf etmekten vazgeçti. Siyasi elitlerin arasında bir uzlaşma, siyasi elitlerin arasında bir müzakere, siyasi elitlerin arasındaki bir mücadele üzerinden cereyan ediyor. Sürekli onlar arasındaki müzakerelerle bir siyaset zemini var. Yani Türkiye’de Kürt sorununun çözümüne dair sanki bir tek Abdullah Öcalan’ın fikri varmış gibi bir perspektifin benimsendiği, bu meseleye nereden itiraz ettiğinin hiçbir önemi olmadan, metodolojik itirazlarının dahi “Sen analar ağlasın mı istiyorsun?” gibi ahlaki bir yerden değerlendirildiği, toplumun bu konuda ne düşündüğünün hiç önemsenmediği, Türk toplumunun, Kürt toplumunun ne söylediğinin hiç önemsenmediği garip bir süreçle karşı karşıyayız. Zaten bu kadar elitler arasına indirgenmiş bir siyaset tam da AK Parti’nin tercih edeceği ve hatta bunda el yükseltip bugün parlamenter temsilin dışında kalan başka elitleri süreçlerin içine katıp Türkiye’yi Putinvari bir rejime götürebileceği bir sürece de gebe olabilir. O yüzden benim sürece itirazım biraz da bu noktada.

Ruşen Çakır: Peki, şunu sormak istiyorum. Şu aşamada şimdi bu hafta komisyon toplanmayacak. Daha sonra emek örgütleriyle toplanacaklarmış ve sonraki aşamada da artık birtakım şeyleri yapmaya başlayacaklarmış. Şu hâliyle komisyonun artık iktidarın çizdiği alanı genişletme imkanı yoktur ve dolayısıyla fonksiyonu, yani demokratikleşme anlamında bir fonksiyonu olamaz mı diyorsun? Yoksa hâlâ CHP’nin ve başkalarının burada komisyonu bir şekilde dönüştürme, iktidarın sınırlarını aşabilme imkanı var mı sence?

Onur Alp Yılmaz: İçinde Adalet ve Kalkınma Partisi’nin olduğu hiçbir denklemden demokratikleşme çıkma şansı yoktur, diyorum ben. Çok açık, daha epistemolojik bir şey söylüyorum. Bu iktidar öyle kazara Türkiye’yi otoriterleştirmedi. İradi olarak yaptıkları bir şeydi ve aynı rejimle Türkiye’yi yönetmek istiyorlar. Bunun için kurmaya çalıştıkları iç ve dış ittifaklar var. Trump’ın Amerika’da başkan olmasının ardından Ortadoğu’da ortaya koymaya çalıştığı, Güney Kafkasya’da ortaya koymaya çalıştığı, alternatif projesini ortaya koymaya çalıştığı plana aslında bir aktör olarak dâhil olan Erdoğan, bu vasıtayla içerideki iktidarını korumaya ve buradan yeni bir ittifak modeli çıkartmaya, kendisini iktidarda tutacak ittifak modelini genişletmeye çalışıyor. Gördüğümüz şey bu. Erdoğan’ın demokratikleşmek gibi bir hedefi olsa bunun için komisyon kurmasına hiç gerek yok. Hiç gerek yok komisyon kurmasına. Zaten bunu komisyon kurmaksızın Türkiye’de örneğin Erdoğan “Ben parlamenter rejime geçiyorum.” dediği anda Cumhuriyet Halk Partisi buna itiraz mı edecek? Edebilir mi yani? Buna itiraz eden zaten marjinal bir konumda kalır. Dolayısıyla geldiğimiz noktada meselenin demokratikleşmeyle hiçbir ilgisi yok. En başından beri yoktu. Yani bunların tamamı, bu tür ahlaki kavramların tamamı iktidar açısından bir ahlaki zırh olmaktan başka bir şey değil. Demokrasiden ne anlıyor iktidar Allah aşkına? Demokrasiden ne anlıyor iktidar? Demokrasiden anlayışı evrensel standartlarda bir demokrasi olan, örneğin hukukun üstünlüğü olan, örneğin sivil toplum ağlarının gelişmesi ve genişletilmesi olan, örneğin örgütlenme haklarının tanınması olan, örneğin çok basitinden sandıktan çıkan sonucu değiştirmeksizin tanımak olan bir iktidar bu kadar Cumhuriyet Halk Partili siyasetçiyi, hiçbir suçları henüz ispatlanmamışken, ispatlanmış hiçbir suçları yokken hapiste tutabiliyor olabilir mi? Yani sanki o süreci başka biri yürütüyormuş gibi konuşmanın hiçbir anlamı yok Türkiye’de geldiğimiz zeminde. Bugün şu çok açık bir tespit ve yapılmalı: Bugün iktidarın yürüttüğü bu terörsüz Türkiye süreciyle Suriye’de yaşananlar nasıl bir paralellik arz ediyorsa Cumhuriyet Halk Partili siyasetçilerin başına gelenler de benzer bir biçimde paralellik arz ediyor. İktidar bu üç süreci birlikte yönetiyor, birlikte yürütüyor. Çünkü günün sonunda buradan varmak istedikleri yer tonu daha da kararmış, daha da karartılmış bir otoriterleşme. Varmaya çalıştığı iktidarın bu. Karşısında istediği, kontrollü, dizayn edilmiş bir muhalefet var. Böyle bir muhalefetle devam etmek istiyor iktidar. Bunu da ilk defa yapmıyor. DEM Parti’ye 2015’ten sonra ne yaptıysa, onu hukuk yoluyla nasıl marjinalize ettiyse, onu hukuk yoluyla nasıl sistemin dışına attıysa ve yine başta 15 Temmuz olmak üzere birçok süreci nasıl araçsallaştırıp muhalefeti yanında hizaladıysa, FETÖ kapsamına ya da FETÖ söyleminin içine bir anda işte paralel devletle mücadele artı terörle mücadele, PKK ile mücadeleyi nasıl katıp Cumhuriyet Halk Partisi ve diğer aktörleri, İYİ Parti’yi ve benzeri partileri yanında hizaladıysa, bugün de yolsuzlukla mücadele kapsamında, yolsuzlukla mücadele söyleminin içinde aslında benzer bir şeyi yapıp Cumhuriyet Halk Partisi’ni siyaset zemininin dışına atıyor. Ama bunu yaparken de Cumhuriyet Halk Partisi’ni susturacak, yanında tutacak ahlaki bir kavram bulup “terörsüz Türkiye” diye bir kavram ortaya atıyor. Bunun arkasından gelen şey aslında çok açık: Demokrasisiz ve cumhuriyetsiz bir Türkiye projesi aslında bu.

Ruşen Çakır: Evet. O zaman diyorsun ki, ‘‘Komisyonun zaten bir şey yapma ihtimali yoktu ve bu son yaşananlarda da bu erken bir şekilde kendini gösterdi.’’ O zaman CHP başta olmak üzere muhalefetin komisyonda kalmasının anlamsız olduğunu mu savunuyorsun? Son olarak bunu sorayım.

Onur Alp Yılmaz: Bir kere şunu söyleyeyim Ruşen abi: Sayın Cumhurbaşkanı için, bugün Berk Hoca da benzer bir şey söylemiş, Sayın Cumhurbaşkanı için komisyon falan böyle şeylerin hiçbir anlamı yok. Bu tarzda bir siyaset yapmıyor Erdoğan. Erdoğan’ın siyaseti yumuşamaya, normalleşmeye, demokratikleşmeye açık bir siyaset değil. Hatta şuradan sorayım sana Ruşen abi. 15 Temmuz sonrasında bir komisyon toplandı, değil mi? Oraya da böyle bir sürü kişi geldi, görüş verdi, vesaire. 15 Temmuz komisyonunun sonuç raporu nerede Ruşen abi? Nerede 15 Temmuz’un sonuç raporu? Mecliste bile yok. Meclisten raporu kaçırdı bu iktidar. Dolayısıyla Erdoğan tarzı siyasetin ne olduğunu artık bir anlayalım lütfen. Ve ben şunu söylüyorum: Bugün böyle bir iktidara karşı, her gün o sertleşen yapısını senin yüzüne daha çok vuran iktidara karşı muhalefet, elitlerarası müzakereyi kategorik olarak reddetmeli. Bu iktidara karşı mesela hep, ‘‘Milliyetçi Hareket Partisi ile AK Parti arasında bir ayrılma mı var, bir ayrışma mı var, yok kavga mı var…’’ filan, geçin, kategorik olarak bu tartışmayı reddedin ve şunu yapın: Milliyetçi Hareket Partisi’nin eğer ki siz iktidarla ayrışabileceği bir zemin arıyorsanız, her ne yaparlarsa yapsınlar, rejimi ne kadar kuvvetlendirirlerse kuvvetlendirsinler, bu iktidarın mutlaka gitmek zorunda olduğunu yaratacağınız toplumsal baskıyla ve her gün oyunuzu arttırarak ona gösterin ki bak o zaman arada bir kavga çıkıyor mu çıkmıyor mu hep beraber izleriz. Ama mevcut siyaset zemininin içinde siz bile o elitlerle müzakere zeminini arıyorken ya da onların kurdukları müzakerelerin zeminine dâhil oluyorken MHP niye o zaten kendisinin kurduğu müzakere zemininden, kendisinin ortak olduğu rejimdeki arabadan atlasın ki? Yani böyle bir şeyin mantığı yok. Bugün mesele şu: Sen toplumu bu süreçlerin içine ne kadar katıyorsun? Toplumu ne kadar caydırıcı bir pozisyona getiriyorsun? Ve bu iktidarın her şekilde gidip gitmeyeceğini onlara gösterebiliyor musun? Bürokrasinin içinde yarılma yaşanmasının, işte ittifakın içinde bir çatlak oluşmasının, yani aslında rejimin çatırdamasının yöntemi bu. Çok uzağa gitmeyelim Ruşen abi. 2023 seçimlerinden önce iktidarın değişeceği düşünüldüğü için bürokrasinin içinde çatlaklar yaşandığını, kaç yıllık gazetecisin, görmedin mi? Görmedik mi bunu? Yani bu daha bir ihtimal sadece. O yüzden en önemli koşul, sizin bu iktidarın sandıkla değişeceğini göstermenizdir. Yani bu şekilde yaratabilirsiniz çatlakları. Yoksa bu kadar hızlı giden bir Formula arabasından Devlet Bahçeli kopilot olarak neden atlasın? Arada bir el frenini çekiyor. Araba yoldan çıkacağı zaman onu yola sokuyor. Ama şu an öyle bir acil durum, koltuğunu fırlatmasına gerek yok. Bunu fırlatmasının yolu, karşısında çarpacağı bir engel olduğunu görmektir. O zaman fırlatabilir bu koltuğu. Ama şu an bunun için ortada öyle bir zemin yok. Hatta aksine Milliyetçi Hareket Partisi’nin bunu yapmasının maliyeti MHP açısından çok ağır, çok ağır olabilir. Bugün biliyorsun “devlet aklı” diye bir imaj inşa ettiler Devlet Bahçeli’nin üzerinde. Kalkıp Erdoğan şunu da söyleyebilir: “Biz böyle bir süreç yürütüyorduk. Bu kalktı, işte Öcalan’ı da işin içine dâhil etti. İşi sulandırdı.” deyip bir anda Devlet Bahçeli’yi tam tersi bir konumda da konumlandırabilir ve hem kendi seçmeninin nezdinde bunu yapabilir hem de diğer taraftan Milliyetçi Hareket Partisi’ne ağır bedeller ödetebilir. Daha önce FETÖ’ye yaptığını yapabilir. Daha önce sol liberallere yaptığını yapabilir. O yüzden tüm bunları iyi değerlendirip düşünmekte, artık toplumu siyaset sahnesinin içine dâhil etmekte fayda var. Sizi Ankara içinde müzakerelere istemeden de olsa sıkıştırıyor olabilirler. Siz bunu istemeseniz de sıkıştırıyor olabilirler. O yüzden bu tartışmaları kategorik olarak reddedip, iktidarın bugüne kadar yaptığı şeyin bundan sonra yapacaklarının bir göstergesi olduğunu görüp buna göre siyaset yapmanın daha faydalı olduğunu düşünüyorum.