Göksel Göksu yazdı: Ekrem İmamoğlu’nun “diploma davası” | Hakimin hakimiyetine şaşırmak ve ilklere atılan imza 

CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı ve İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, üniversite diplomasının sahte olduğu iddiasıyla açılan dava kapsamında hakim karşısındaydı. Silivri Cezaevi yerleşkesinde yapılan ve adeta toplu görüş havasında geçen duruşmalara ilk günden bu yana yoğun bir katılım var. Ailesi, kendisinden “Tarih yazan bir genel başkanımız var” diyerek söz ettiği  CHP Genel Başkanı Özgür Özel ve partili kurmaylar, avukatlar ordusu, basın mensupları ile kalabalık bir izleyici topluluğundan oluşan salon hep dolu ama bu kez kelimenin tam anlamıyla tıklım tıklım dolu.

İmamoğlu salonun orta yerindeki merdivenleri bu kez, iptal edilen üniversite diplomasıyla ilgili zincirleme şekilde “resmi belgede sahtecilik” iddiasıyla yargılandığı davanın ilk duruşmasında kendisini savunmak üzere tırmandı. Önceki duruşmalarda olduğu gibi aradaki bariyerlere rağmen, olduğu yerden salonun her köşesine uzandı, gözleriyle hemen herkese dokundu, selamlaştı. Eminim o sırada yerini alan mahkeme başkanının duruşma boyunca herkesi şaşırtacağını ne İmamoğlu, ne 330 kişi kapasitesiyle İstanbul’un iki en büyük duruşma salonundan birindeki yerini alan yaklaşık 250 avukat ne izleyiciler ne de basın mensupları aklından bile geçirmemişti…

Ekrem İmamoğlu
Göksel Göksu yazdı: Ekrem İmamoğlu’nun “diploma davası” | Hakimin hakimiyetine şaşırmak ve ilklere imza atmak 

Ama 59. Asliye Ağır Ceza Hakimi Ali Doğan herkesi şaşırttı… 

Üstelik sadece ‘normal’i uygulayarak yaptı bunu… Saat 11.30 da başlayıp akşam 19.30’a kadar süren duruşma boyunca üslubu, sükuneti, etkili iletişim dili, “şimdi gerilim tırmancak” diye düşünülen anlarda sergilediği uzlaşmacı tutumla, nezaketiyle, en önemlisi de Ekrem İmamoğlu’nun tutuklu avukatı Mehmet Pehlivan’ın duruşmaya katılması talebini kabul edip, aldığı ara kararla hızla uygulamaya koymasıyla şaşırdı duruşmaya katılanlar. Salonda bulunan herkesin en az bir kere “A-aaa” dediğini söylemek abartı olmaz. Pek çok kişi sürreal bir mahkemedeymiş gibi tepki gösterdi. “Bunun altında bir çapanoğlu var” diye düşünenler oldu, “acaba arkadan ne gelecek?” diye sürprizle karşılaşmayı bekleyenler vardı, “eğer çapanoğlu yoksa, sonraki duruşmada hakim değişir” diye duruma şüpheyle yaklaşanların sayısı az değildi. Başta Ekrem İmamoğlu olmak üzere temkinli olanlar da “önemli olan mahkemeden çıkacak karar” diyordu. Duruşma arasında İmamoğlu’na da sordum mahkeme başkanının tutumu hakkında ne düşündüğünü. “Yargıç böyle olmalı, kararlar adaletli olmalı” diye cevap vererek temkinli duruşunu korudu.  

Evet, yargıç böyle olmalı… Savunma avukatları da aynı görüşteydi, “şaşırdığımız şeye bakın” diyorlardı kendi aralarında konuşanlar, “Bir hakimin, görevini layıkıyla yapması karşısındaki şaşkınlık içinden geçilen süreci açıklamaya yetmiyor mu?” diyordu bir başka savunma avukatı…  

Ekrem İmamoğlu’nun diploma iptalinin ardından açılan davanın ilk duruşması bu yanıyla, uzun meslek yaşamım boyunca izlediğim en ilginç duruşmalardan biri oldu.  

Duruşma salonu uzun süre inleten alkış sesi, sık sık atılan “Cumhurbaşkanı İmamoğlu”, “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz” sloganları eşliğinde başladı. Buraya kadar farklı bir şey yoktu. 

Fark, mahkeme başkanının salondakilerle kurduğu dolaylı iletişimle kendini hissettirdi. Davaları takip edenler bilir, özellikle siyasi davalara katılım yüksek olur ve pek çok davada mahkeme başkanları genellikle izleyicileri mahkeme nizamını bozmamaları konusunda uyarır, kimi zaman duruşmalara ara verilir, kimi zaman izleyiciler salondan çıkarılır… Bir kargaşa baş gösterir vs. 

Bu duruşmada ise böyle bir gerilim hiç yaşanmadı. İmamoğlu’nun 2 saati aşan savunması sırasında sıkça atılan sloganlar ve alkışlamalar sırasında bu mahkemenin başkanı da müdahale etti ama yöntemi hissedilir şekilde farklıydı. Tansiyonu hiç yükselmeden, nezaketi elden bırakmadan salondaki uğultu nedeniyle ses kaydının sağlıklı alınamadığını ve İmamoğlu’nun savunmasının tutanaklara kelimesi kelimesine geçebilmesi için salondaki sessizliğin önemini anlattı. Kimse gerilmedi, kimse tepki göstermedi, her uyarı sonrası salon sessizleşti. 

Demek ki oluyormuş!

İmamoğlu’na kimlik tespiti sırasında tahsili soruldu, o diploması iptal edilmiş olmasına karşın “Yüksek lisans” cevabını verdi, salon alkıştan inledi. Salondaki hava yine değişmedi…

Demek ki savunmasını yaparken avukat Hasan Fehmi Demir’in “45 yıl önceki faşist darbenin gölgesinin düştüğü 2025 Eylül’ü” diye tarif ettiği duruşma salonu, herkesin sinirlerinin yay gibi gergin olduğu bir ortamda hiçbir gerginliğe mahal vermeden yönetilebiliyormuş. 

Oysa duruşmanın yapıldığı 12 Eylül tarihi, hem darbenin yıldönümüne denk geliyor, hem de İmamoğlu’nun davaya konu olan KKTC’deki Girne Amerikan Üniversitesi İngilizce İşletme Bölümü’nden, yatay geçişle İstanbul Üniversitesi’ne kabulünün onaylandığı tarihe. Bu nedenle de duruşma gününün 12 Eylül olması salondakilerin kafasında soru işareti uyandırmaya yetmişti. Kafalarda “Duruşma 11 Eylül’de yapılacakken bilerek ve isteyerek mi 12 Eylül’e kaydırıldı?” sorusu dolaşıyordu.

Hakim de fark etti bu durumu ve “Algıyı öngörerek izaha ihtiyaç doğduğunu fark ettim” diyerek  duruşmanın Salı ve Perşembe günleri mahkemelerin yoğun olması nedeniyle Cuma gününe alındığını tane tane anlattı, avukatlar da cevap olarak gerçekten bir imada bulunmadıklarını, sadece tesadüfe dikkat çektiklerini söyledi ve konu kapandı.  

Demek ki meseleler konuşulabiliyor ve çözülebiliyormuş!

Ekrem İmamoğlu
Göksel Göksu yazdı: Ekrem İmamoğlu’nun “diploma davası” | Hakimin hakimiyetine şaşırmak ve ilklere imza atmak 

Ekrem İmamoğlu savunması sırasında hakimden müsade isteyip, tıpkı iptal edilen 2019 yerel seçimleri sonrasında İstanbul’u ikinci kez kazandığında Beylikdüzü’nde yapılan coşkulu mitingde halka seslenirken yaptığı gibi ceketini çıkartıp kollarını sıvadığında da hakimden, alışılagelmiş bir şekilde “şimdi sert bir uyarı gelecek ve şu ana kadar sergilenen hava tersine dönecek” diye düşünmedim desem yalan olur. Öyle bir alkış tufanı koptu ki salonda, böyle düşünmemek neredeyse mümkün değildi ama sükunet sağlandı ve duruşmaya kalınan yerden devam edildi… 

En büyük şaşkınlık da Ekrem İmamoğlu’nun Çorlu Cezaevi’ndeki tutuklu avukatı Mehmet Pehlivan’ın duruşmaya katılması talebinin kabul edilmesi sırasında yaşandı. İmamoğlu, savunmasının sonuna geldiğinde, birden bire hakim araya girdi. Diğer savunma avukatları Fikret İlkiz, Tora Pekin ve Hasan Fehmi Demir’in duruşma öncesi Pehlivan’ın da duruşmaya katılmasını talep ettikleri bir dilekçe olduğunu -dilekçe sonradan fark edilmiş olmalı- açıklayıp, imamoğlu’na Pehlivan’ın savunma avukatı olmasını isteyip istemediğini sordu. İmamoğlu da “Tabi istiyorum, o benim evladım gibi” deyince  mahkeme salonu ile Çorlu Cezaevi arasında süratle telefon trafiği başladı. Konuşmalara salondaki herkes ağzı açık halde tanıklık etti. Hakim Pehlivan’ın SEGBİS üzerinden duruşmaya katılımının sağlanmasını istedi, karşıdaki görevli kararı yazılı olarak istedi. Karar UYAP sistemi üzerinden hızla Çorlu Cezaevi yetkililerinin eline ulaştı, bir de baktık ki Mehmet Pehlivan kapıdan girip, en çok iki metrekarelik bir alandaki masaya oturdu. 

O da şaşkındı muhtemelen. 15-20 dakika içinde karar çıkmış, o da hücresinden çıkarılıp, savunma avukatı sandalyesine oturtulmuştu. Önce Pehlivan’ın savunma yapmasına karar verildi, Pehlivan’ı karşısında gören herkes sus pus olup, ağzından dökülecek sözlere kulak kesildi. Konuşmasına “Yargı bugün bambaşka bir ilke imza attı” diyerek başladı… Hakikaten tutuklu ama hüküm giymemiş bir avukatın, üstelik de cezaevinden duruşmaya katılıp savunma yapması bir ilkti… Pehlivan savunmanın “yüz yüze” ilkesini hatırlattı, müvekkiliyle yüz yüze görüşme talep etti, üzerinde cübbe olmadığını, kendisinin salonda bulunmadığını söyleyerek bir sonraki duruşmada savunma yapacağını söyledi.

Mahkeme ara kararında Pehlivan’ın sonraki duruşmaya da SEGBİS sistemi üzerinden katılmasına hükmetse de o sırada bu bilinmiyordu ve “Gündüz vakti fenerle hukuk arıyorsunuz” diyen Fikret İlkiz Mehmet Pehlivan ile ilgili yaşananları birkaç cümleyle şöyle özetledi: Mehmet Pehlivan avukat kimliğiyle savunma için mahkemeye getirilecek olsa -sanık sandalyelerini göstererek- orada oturacak, İmamoğlu gibi onun da etrafında jandarmalar olacak. O koşullarda müdafaa yapacak. İşte yarattığınız sistem bu.”

Mahkeme başkanı savunmayı dikkatle dinledi, söylenenler zabıt altına alındı ama mahkeme olağan akışına devam etti. 

Duruşmaya ara verildiğinde SEGBİS aracılığıyla duruşmaya katılan Pehlivan’ın mahkeme salonundakilerle “Orada olmayı isterdim” diyerek sohbet etmesi, arkadaşlarının “Sonraki duruşmaya çıkarsın” sözlerine “Biz çıkarız elbette ama önce başkan” cevabı vermesi, bu sözlere İmamoğlu’nun espriyle “Bak hala vekilliğime oynuyor” demesi, Pehlivan’ın ziyaretine gelecek ilk kişiden cübbesini istemesi… Mahkeme salonu her bakımdan ‘ilk’lere ev sahipliği yaptı.

İddialar okunurken de, savunma yapılırken de, Mehmet Pehlivan SEGBİS ile duruşmaya katıldığında da, alkışlar sırasında da, sloganlar yankılanırken de, duruşmaya ara verildiğinde Ekrem İmamoğlu çevresindekilerle uzaktan sohbet ederken ya da eşi Dilek İmamoğlu’nun eline uzaktan dokunurken de, “benim her şeyim gerçek” diyerek çocukluğunu gençliğini anlatırken baba Hasan İmamoğlu göz yaşlarını tutamadığında da, savunması sırasında hakimin yüzüne bakarak “Biz önünüzde ceketimizi ilikleriz ama sizin önünde ceket ilikleyeceğiniz kimse yok” derken de salonda aynı hava hakimdi.

Demek ki oluyormuş!

Mahkeme başkanı uzun yıllar sonra verdiği kararlarla, üslubuyla, saygın tutumuyla, herkesi şaşırttı.

Kimseye saygıda kusur etmedi.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Yaklaşık sekiz saat süren duruşma sırasında sükuneti elden bırakmadı,

kimseyi kırmadı, incitmedi; hatta incittiğini düşündüğü anlarda parantezi genişletip neyi neden istediğini anlatıp kafalarda oluşan olası soru işaretlerini gidermek için çaba sarfetti. 

Hiç kabalaşmadan, nezaket sınırları içinde tamamladı duruşmayı. 

Gelelim bu tutumun yarattığı şaşkınlığın yankılarına…

Fikret İlkiz hâlâ temkinli olanlardandı. Savunmasının sonunda o herkesi şaşırtan tutumun nereye evrilebileceğine üstü kapalı bir göndermede bulundu “Umarım yeniden karşılaşma olanağı olur, umarım aynı davada buluşma olanağımız olur” diyerek. 

Anlamı şu eğer 59. Asliye Ağır Ceza Hakimi Ali Doğan’ın tutumu sadece kendinden menkul ise sonraki duruşmada İmamoğlu ve savunma avukatları karşılarında yeni bir hakim görebilirler…

Bir kesim de yaşadığı şaşkınlığa rağmen yukarıda da tarif ettiğim gibi “temkin”i elden bırakmıyor, ne kadar nazik davranırsa davransın aslolanın vereceği karar olduğunu söylüyordu. 

Bana göre ise meselenin üzerinde düşünülmesi gereken bir başka boyutu daha var. O da son hafta peş peşe yaşananlar ve gelinen nokta… 

Şöyle ki; 

2 Eylül’de İstanbul 45. Asliye Hukuk Mahkemesi CHP İstanbul 38. Olağan İl Kongresi’nin iptali için açılan davada, İl Başkanı Özgür Çelik ve mevcut yönetimin görevden uzaklaştırılması ve yerlerine Gürsel Tekin, Zeki Şen, Hasan Babacan, Müjdat Gürbüz ve Erkan Narsap’tan oluşan bir heyet kayyum olarak atandı. 

2 Eylül bu yanıyla siyasi bir darbe olarak nitelendi. 

gürsel_tekin
Göksel Göksu yazdı: Ekrem İmamoğlu’nun “diploma davası” | Hakimin hakimiyetine şaşırmak ve ilklere imza atmak 

Ancak tesadüfe bakın ki o sırada Ankara’da bir trafik baş gösterdi. Eski Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) lideri ve Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanı Hikmet Çetin, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi ziyaret etti. 

Trafik devam ederken İstanbul el yükseltti ve 7 Eylül akşamı il binası polis ablukasına alındı, valilik kararıyla 6 ilçeye gösteri ve yürüyüş yasağı geldi. 

Dahası 8 Eylül’de Gürsel Tekin görevi kabul eden 2 kayyumla birlikte biber gazı ve polis eşliğinde il binasına girdi. 

Bir gün sonra Hikmet Çetin, bu defa Bahçeli’nin adres gösterdiği MHP Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız’la görüştü. 

Görüşmeden iki gün sonra, 11 Eylül’de Ankara Üçüncü Asliye Hukuk Mahkemesi, CHP İstanbul İl Kongresi’nin iptal davasını esastan reddetti. 

Henüz yargı aşaması sürüyor olmakla birlikte, yapılan başvurular sonrası bu karar gereği, Gürsel Tekin binadan geldiği gibi ayrılmak zorunda kalacak. 

Gelişmeler alt alta koyulduğunda, Ekrem İmamoğlu’nun yargılandığı davadaki atmosfer şaşırtıcı olmaktan ziyade rasyonel bir zemine oturuyor. Yine de bu sözleri söylemek için çok erken. Bütün bunlar bir tesadüften mi ibaret yoksa Ankara’da CHP ile iktidar ortağı MHP arasında yürümekte olan bir müzakere süreci var ve süreç meyve vermeye mi başladı?

İmamoğlu’nun duruşması sırasında Devlet Bahçeli’nin cep telefonlarımıza düşen  mesajını bir de bu gözle okumakta yarar var. 

Bir yandan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın bir kez daha aday olması gerektiğine vurgu yapılan o mesajda Bahçeli ne diyor:  “Eğer yolsuzluk ya da hukuksuzluk varsa elbette cezası verilmelidir. Ancak geçmişteki siyasi görüşler başka bir konudur. Barış sürecine katkı sağlanacaksa bu isimlerin yeniden görevlerine kavuşması, kardeşlik duygusunu güçlendirecektir.” 

Müzakerenin meyve verip vermediği ise çok değil,15 Eylül Pazartesi günü az çok görülecek; CHP ana davasında “mutlak butlan” kararı çıkacak mı, çıkmayacak mı? 

Bütün mesele bu.