Ahmet Şık anlatıyor: Kamuoyu sürece ve TBMM komisyonuna neden fazla ilgi göstermiyor? 

TBMM Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu 10’uncu toplantısında çatışma çözümü alanında çalışan akademisyenleri dinledi. Ruşen Çakır’ın konuğu TİP İstanbul Milletvekili Ahmet Şık videoda komisyonun çalışmalarını ve karşılaştıkları zorlukları değerlendirdi.

TBMM Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu 10’uncu toplantısında, çatışma çözümü alanında çalışan akademisyenleri dinledi. Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş, komisyona davet edilen isimlerin Latin Amerika’dan Asya’ya, Afrika’dan Avrupa’ya kadar farklı bölgelerdeki çatışma çözümleri ile ilgili derin araştırmaları olduğunu söyleyerek “Türkiye modelini” ortaya koymaya çalıştıklarını belirtti.

“Bu süreç desteklenmeli”

Ruşen Çakır’ın konuğu TİP İstanbul Milletvekili Ahmet Şık, videoda çözüm süreci komisyonunun çalışmalarına ve siyasi dengelere dair değerlendirmelerde bulundu. Şık, “Bu süreç sonuna kadar desteklenmeli, ama güven verici adımlar şart” dedi.

Ahmet Şık, komisyonun en değerli toplantısının akademisyenlerle yapılan toplantı olduğunu belirtti. Şık özellikle kadın akademisyenlerin katkısını vurguladı:

“Ben en verimli toplantı olduğunu düşünüyorum. Özellikle ilk oturumda söz alan dört kadın akademisyen, meseleyi birbirini tamamlayan bir bütünlük içinde çok iyi özetlediler. Umarım bu sunumlardan gerekli mesajlar alınmıştır ve kalıcı barış için adımlar atılır.”

Ahmet Şık anlatıyor: Kamuoyu sürece ve TBMM komisyonuna neden fazla ilgi göstermiyor? 
Ahmet Şık anlatıyor: Kamuoyu sürece ve TBMM komisyonuna neden fazla ilgi göstermiyor? 

“Kamuoyunun çözüm sürecine ilgisi azaldı”

Şık’a göre kamuoyunda sürece ilgi azalmış durumda. Şık, bunun nedeninin ise devletin henüz güven artırıcı hiçbir adım atmaması olduğunu söyledi ve şöyle devam etti:

“Toplumsal destek yüzde 60, güven oranı yüzde 20. Bu uçurum kapanmalı. Cumartesi Anneleri’nin alanlarını kullanmalarına izin verilmesi ya da Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanması gibi çok basit adımlar bile güven yaratır. Selahattin Demirtaş, Osman Kavala, Can Atalay ve diğer arkadaşlarımız yargının hukuka dönmesiyle serbest kalabilir ama şu ana kadar böyle bir şey görmedik.”

Ahmet Şık anlatıyor: Kamuoyu sürece ve TBMM komisyonuna neden fazla ilgi göstermiyor? 
Ahmet Şık anlatıyor: Kamuoyu sürece ve TBMM komisyonuna neden fazla ilgi göstermiyor? 

“CHP masadan kalkmamalı”

Komisyondaki partilerin rolünü değerlendiren Şık, AKP’nin kalabalık olmasına rağmen katkısının zayıf olduğunu ve Erdoğan’ın masada CHP’yi istemediğini söyledi. CHP’nin masadan kalkmaması gerektiğini vurguladı:

“AKP’li üyeler çok söz alıyor ama içerik boş. Meseleye hâkim 5-6 kişiyi zor görebiliyorum. CHP’de ise hukukçular fazla ama konuşmalar genelde kendi yaşadıkları mağduriyetlerden hareketle oluyor. Yine de CHP’nin masada olması çok önemli. Erdoğan, CHP’nin kalkmasını istiyor, çünkü pragmatizmi gereği kendisine fayda sağlamayacak bir gelişmenin yanında durmaz. Ama Özgür Özel’in tutumu çok kıymetli, CHP masadan kalkmamalı.”


Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Ruşen Çakır: Türkiye İşçi Partisi İstanbul Milletvekili ve Meclis Komisyon Üyesi Ahmet Şık’la devam ediyoruz. Ahmet, merhaba.

Ahmet Şık: Merhaba. İyi yayınlar.

Ruşen Çakır: Şimdi bir haftalık aradan sonra tekrar toplandınız. Biz biraz önce çarşamba günü yapılan akademisyenler ağırlıklı toplantı ile ilgili kısa bir haber verdik. Onu sana önce sormak istiyorum. Sen bu konulara, çatışma çözümü konularına, siyasetten önce de gazeteci olarak ilgili birisiydin ve tahmin ediyorum ki katılanların büyük bir kısmını da biliyorsun, tanıyorsun. Nasıl oldu? Verimli oldu mu? Orada çatışma çözümü uzmanlarının yaptığı şeyler komisyonun hedefine yardımcı oldu mu?

Ahmet Şık: Yani eğer hocaların, akademisyenlerin, uzmanların yaptığı sunumdan bir ders alındıysa ya da bu süreci yürütenler faydalanmak isterse bence çok verimli bir toplantı oldu. Her bir toplantı kendi içerisinde kıymetli ama ben mevzunun derinliğini gözeterek söyleyeceğim. Ben en verimli toplantı olduğunu düşünüyorum. Belki biraz meslek deformasyonuyla konuşuyorum ama çok faydalıydı. Bu arada özellikle ilk oturumda söz alan dört kadın akademisyen de bu meseleye bakışa dair kadın farkını da gerçekten iyi ortaya koydu. Tahmin ediyorum ki öncesinde birbirleriyle konuşarak ve her birisi bir diğerinin eksiğini tamamlayan bir bütünlük içerisinde konu başlıkları birbirinin ardı sıra gelerek mevzuyu çok iyi özetlediler. Umarım birileri, yani bu süreci yürüten veya karar vericileri, burada anlatılanlardan yola çıkarak bu sürecin pozitif bir barış sağlayacak, kalıcı barış sağlayacak bir yere evrilmesi için gerekli mesajları almıştır diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Şimdi Ahmet, komisyonun ilk kuruluşu biraz tartışmalı oldu ve biraz bir bekleyiş vardı ama sonra sanki — dışarıdan birisi olarak benim gözlemim bu, sen içeriden birisin — kamuoyu çok fazla artık komisyonu merak etmiyor gibi bir durum mu var?

Ahmet Şık: Bence öyle. Çok uzun zamandır aslında böyle. Şu nedenle söylüyorum; sonuçta süreç bu komisyondan önce başladı, daha doğrusu ne zaman başladığını kimse kestiremiyor ama çeşitli iddialar var. İşte 2023 seçiminden kısa bir süre sonra deniyor, yerel seçim sonrası deniyor, şu bu ama önemli değil. Yaklaşık bir yıl olacak. Birkaç hafta sonra bu sürecin başlaması tam bir yılını dolduracak. Sonuçta bir yıl önce biz buna tanık olduk. En başta biraz heyecan yarattı. Geniş kesimlerde heyecan yarattı konunun tarafları dışında. Ama zaman içerisinde bunun bir düşme eğiliminde olduğunu ben de gözlemliyorum. Yani alınmasın arkadaşlar ama komisyona gelen gazeteci arkadaşların yaklaşımında bile bunu görüyorum. Çünkü onlar da sonuçta buradaki bir ilgiyi sezerek, bilerek, ondan doğru hareketle işlerini yapmaya çalışıyorlar. Çok fazla kamuoyunda yansıması yok. Ama bunun biraz şununla da ilgili olduğundan eminim; süreç çok ağır aksak ilerliyor, şu ana kadarki kısmı. Belki bunun haklı nedenleri olabilir ama burada bir kere kimse hiçbir şey bilmiyor, bir. İki, sürekli konunun taraflarından birisi olan PKK’nin attığı adımlara tanık oluyoruz. Bunların her birini sürecin tamamlanması açısından kendi içerisinde çok kıymetli buluyorum. Ancak daha devlet tarafından atılmış herhangi bir adıma tanık olmadık şu komisyonun çalışması dışında. Bu da şunu ortaya koyuyor, yapılan birtakım araştırmaları okuyorum, bahsediliyor vesaire. Bu sürece dair desteğin toplumsal olarak %60 olduğu ama güven seviyesinin %20 olduğu. Bu aradaki uçurumu ortadan kaldıracak, güven ve destek oranlarını eşitleyecek, devlet tarafından atılması gereken güven verici birtakım adımlara ihtiyaç var. Ben bunu mesela AKP kanadından ve MHP kanadından bazı arkadaşlarla konuşuyorum ve ikili konuşmalarda şeyi söyledim; bakın, Cumartesi Anneleri geldi mesela komisyona ve gerçekten meseleyi özetleyen, dertlerinin ne olduğunu, sorunlarının ne olduğunu anlatan çok iyi bütünlüklü bir sunum yaptılar. Mevzuya hiç dâhil olmayan, bugüne kadar dâhil olmayan, konuyu bilmeyen insanların bile çok yüreğinin parçalandığını gözlemledim oradaki insanların konuşmalarından, tavırlarından vesaire. Ama bakın, şimdi Cumartesi Anneleri 30 yıldır bir mücadele yürütüyor ve bu mücadele içerisinde defalarca devlet zulmüne maruz kaldılar. O zulüm bir şekilde devam ediyor. ‘‘Nedir?’’ derseniz, işte her zaman kullandıkları, bir yas mekânı olarak kullandıkları bir alanda oturmalarına dahi izin verilmiyor şu anda. İşte her hafta 10 kişiyle sınırlı bir grup basın açıklaması yapıp dağılıyor, ki ondan öncesinde yaklaşık 5 ay boyunca her hafta bu insanlar gözaltı muamelesiyle karşılaştı. Şimdi ben AKP’li yönetici konumundaki arkadaşlara dedim ki: “Yani bakın, şu insanların orada oturması için o güvenceyi sağlamak bile sürecin desteklenmesi açısından güven verici bir adım olabilir.” Ya da işte Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanmasına dönük bir adım. Bunun için bir yasal düzenlemeye ihtiyaç yok ki. İlki için polis teşkilatına talimat vereceksiniz ve “bu alan kullanılabilir” diyeceksiniz. İkincisi için de yargıya, talimatla iş yapan yargıya hukuka dönme talimatı vereceksiniz. Ne olur öyle olunca? Yasal düzenlemeye ihtiyacı olmadan gasp edilmiş özgürlüklerine kavuşmasını düşündüğümüz arkadaşlarımız Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, Osman Kavala, Can Atalay ve en son listeye Tayfun Kahraman da eklendi Anayasa Mahkemesi kararıyla, bu beş arkadaşımız yargının hukuka dönüşü üzerinden serbest kalabilir. Bakın bu iki uygulama bile sürece desteği arttırabilir. Ama şu ana kadar hiç böyle bir şey görmedik. Çünkü sızdırılan haberlere bakarak bir yol yürütülmeye çalışıldığını gözlemliyorum. O da dar bir çerçeveden bu işi kotarmak. Ama bu böyle devam edemez. Bazı şeyleri söylemek için de erken aslında. Dinleme kısmı bittikten sonra biz de göreceğiz. İktidarın neyi planladığı ve biz onu ne kadar esnetebiliriz ve domuzdan ne kadar kıl koparabiliriz diye bakacağız.  

Ruşen Çakır: Ahmet, şunu sorayım. Bu anlamda çok önemli bir eşik de Öcalan’la komisyonun ya da komisyondan bir heyetin görüşmesi. Milliyetçi Hareket Partisi bu konuda bir öneri getirdi Feti Yıldız tarafından ve o önerinin benimsendiği söylendi. Ama henüz ortada somut bir şey yok. Sen anladığım kadarıyla bu olayın takipçiliğini de yaptın. Orada ne durumdasınız komisyon olarak? Gerçekten komisyondan bir heyet oluşacak, Öcalan’la görüşecek, görüşme İmralı’ya giderek mi olacak yoksa telekonferans şeklinde mi olacak? Bu konuda herhangi bir somut gelişme var mı?

Ahmet Şık: Açıkçası ne kulis bilgisi olarak ne de somut bilgi olarak böyle bir şey bilmiyorum. Çünkü sorduğumda da bir yanıt alamıyorum açıkçası. Sonuçta bir şeyler pişiyor, evet. Bir görüşme olanağı olacakmış gibi bir hava var. Ama işte en son sanırım Cumhuriyet gazetesinde bir kulis haberi vardı ama kulisin kaynağı kim onu da bilmiyorum. DEM Parti’li arkadaşlara sorduğumda içeriğin doğru olmadığını söylediler, ki orada sadece komisyondan tespit edilen 5 kişinin gideceği söyleniyordu. Ben otomatik olarak grubu olan 5 partiye kontenjan ayrıldığını düşündüm. Zaten onun dışında grubu olmayan 6 parti temsilcisi var, içlerinde benim de olduğum. Eğer o haber doğruysa belli ki sadece grubu olan partilerin gitmesi gibi bir eğilim var. Ama ben bunun çok eksiklik yaratacağını düşünüyorum, çok açık söyleyeyim. Sonuçta hepimiz komisyonun, bu sürecin ne aşamada olduğu, nasıl bir içerikte yürütüldüğü ve neye varacağı konusunda hem merakını gidermek hem toplumsal olarak toplumun tüm kesimlerini katarak, kimsenin onurunu rencide etmeden kalıcı, pozitif bir barışın sağlanmasının yolunu nasıl açarız diye oradayız. Bu bağlamda baktığımızda konunun iki tarafı var. Sonuçta bir yerinde devlet var, ki devlet adına MİT yapıyor bütün bu sürecin mimarlığını ve yürütücülüğünü. Öteki tarafta Kürt hareketi var ve o Kürt hareketinin başındaki kişi de Abdullah Öcalan. Özneler doğru tayin edilmiş. Ama burada şimdi çok basit bir şey soracağım, sen de gazetecisin, ben de gazeteciyim. Biz bu konuya dair bilgiyi nereden öğreniyoruz? İşte iktidar medyasına sızdırılan devlet kaynaklı haberlerden, bir de doğru olup olmadığı kimi zaman tartışmalı olduğu iddia edilen Abdullah Öcalan’la yapılan görüşmelerin tutanakları, ki hepi topu üç tane tutanak yansıdı dışarıya. Fakat ne haber olarak sızdırılan bilginin doğruluğundan eminiz ne de DEM Parti çevresinin sürekli yalanlamasından yola çıkarak baktığımızda o tutanaklardaki konuşma konularının ne kadar doğru olduğunu biliyoruz. Ben mesela çok basit bir gazeteci refleksiyle ve bu komisyonun bir üyesi olarak da şimdi İbrahim Kalın sunum yaptığında ona sorularımızı sorduk. Verebileceği yanıtları söyledi. Şimdi konunun diğer tarafı var: Abdullah Öcalan. Abdullah Öcalan’a da soru sormamız gerekiyor. Anlatabiliyor muyum? Sonuçta burada bütün toplumu ilgilendiren, bütün bir ülkeyi ilgilendiren ve uluslararası ilişkilerin de çok girift bir biçimde dâhil olduğu bir meselede ne kadar yol alabileceğimizi teyit etme mekanizmalarından birisi Abdullah Öcalan. Dolayısıyla hani bazı partilerden “gidilmesin” ya da “gitmeyeceğiz” yollu açıklamalar var ve ben bunun da hatalı olduğunu düşünüyorum. Buyurun kardeşim, muhatabımız karşımızda. En azından bilgilerin doğru olup olmadığını teyit mekanizması olarak bile oraya gitmek gerekiyor yani.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Ruşen Çakır: Son olarak şunu sormak istiyorum. Şimdi süreçle ilgili hep baştan beri gözlediğimiz bir olay var. Devlet Bahçeli daha aktif, Erdoğan daha pasif. Birisi yükleniyor, yani birisinin ayağı gazda, birisinin frende. Belki çok kaba bir benzetme olabilir ama bunu da söyleyebiliriz. Ben şeyi sormak istiyorum, komisyonu sormak istiyorum. Komisyonda en kalabalık olan parti AK Parti, değil mi?

Ahmet Şık: Evet.

Ruşen Çakır: Ama şu ana kadar komisyondaki AK Partililerin, Hüseyin Yayman’ın bir baro başkanına yönelik çıkışını saymazsak… Bir açıklama yapmıştı.

Ahmet Şık: O da yanlış bir çıkıştı.

Ruşen Çakır: Evet. Onun dışında AK Parti sanki komisyonda kalabalık ama çok da fazla yokmuş gibi bir hava mı var? Ben mi abartıyorum? Sen içeride birisi olarak komisyon faaliyetlerinde mesela Feti Yıldız’ı sürekli duyuyoruz bir şekilde, MHP’yi duyuyoruz. Kim ne yapıyor? CHP mesela. CHP’nin komisyonda olması çok önemli diye birçok kişi söylüyor. CHP hakikaten mesela komisyonda etkili oluyor mu? AK Parti etkili oluyor mu? Yoksa daha az milletvekili olan partiler mi bu olayı sırtlanmış durumda?

Ahmet Şık: Şimdi AKP ile ilgili kısmını söyleyeyim. Evet, en kalabalıklar. Tabii ki söz alma hakkı üzerinden baktığımızda ya da söz kullanmak üzerinden baktığımızda niceliksel kalabalık nedeniyle, çoğunluk nedeniyle, çok fazla söz kullanmış olabiliyorlar. Ama hani içerik anlamında ne yapılıyor ve sürece katkı ne olacak derseniz o kısmının biraz boşluk içerdiğini düşünüyorum. Çok fazla da dahil olmamaya çalıştıkları gibi bir gözlem bende de var. Ama bu şununla da ilgili olabilir: Nihayetinde bu komisyonda genel kurul çalışmalarına ve mevcut Meclis’teki ihtisas komisyonlarının çalışmaları ve karar alma mekanizması üzerinden işletileceği gibi bir yaklaşımla da böyle yapıyor olabilirler. Yani şunu söylemeye çalışıyorum: İş gelecek ve parmak hesabına dayanacak. Eğer öyleyse zaten çok hatalı bir yaklaşım. Şimdi arkadaşları küçümsemek için söylemiyorum ama AKP’nin komisyondaki üyelerinin dağılımına baktığında daha çok, nasıl söyleyeyim, Türkiye’yi temsil eden bir bölgesel ve il bazlı bir tercihte bulunduklarını görüyorum. Hemen hemen Türkiye’nin her tarafından bir temsiliyet gözükmesine özen vermişler gibi. Ama şimdi bu meseleye vakıf olmayı da getirecek ve olması gereken bir koşul olarak söylüyorum, meseleye vakıf insanlardan oluşması gerekiyordu. Şimdi bakıyorum, kimseyi küçümsemek için söylemiyorum ama zorluyorum zorluyorum, 5-6 kişiyi görebiliyorum mesele hakkında gerçekten yapıcı, çözüm odaklı, kendi bulundukları siyasal pozisyonu da gözetmelerine rağmen yol almamızı sağlayabilecek, konuşulabilecek veya birlikte bir ortak payda yaratabileceğimiz kişi sayısı olarak. Lütfen kimse yanlış anlamasın, kimseyi küçümsemeye çalışmıyorum. CHP açısından baktığımızda en büyük ortak özelliği içinde çok fazla hukukçu olması. Evet, konuşuyorlar ama şimdi buradan bir dostane eleştiri olarak da söyleyeyim bunu; sürekli bir genel demokratikleşme vurgusu var ama doğal olarak herkes canı acıdığı yerden konuşuyor. Mevzuyu CHP’ye dönük yolsuzluk gerekçeli siyasi operasyonlara getireceğim. Konuşmalar da hep bu çerçevede gidiyor. Yani öyle bir hâl var ki, tabii ki arkadaşlarımız bu niyetle söylemiyorlardır ama konuşmaların bütününe baktığımızda ve tavıra baktığımızda, sadece ‘‘benim canımın yandığı kısım, yaramdan doğru konuşuyorum’’ değil, ‘‘onu gözeterek bir demokratikleşme perspektifi sunuyorum’’ gibi bir algının oluşmasına izin veriliyor. Ben bunu çok hatalı buluyorum. Meseleye vakıf arkadaşlarımız var içlerinde ve onların daha çok söz alması gerektiğini düşünüyorum. Ama tabii şimdi şöyle bir handikapı da var CHP’nin, çok açık söylüyorum; bu iktidarın, AKP kanadının CHP’yi komisyon masasından kalkmaya zorladığını düşünüyorum. Bütün bu operasyonların bu kadar gaddarca, zalimce…

Ruşen Çakır: Bunu bir araya girip sorayım. Benim düşüncem şu: Erdoğan CHP’nin komisyonda olmasını tercih etmiyor diye bir düşüncem var. Sen de benzer bir şey mi düşünüyorsun?

Ahmet Şık: Kesinlikle. Yani başta da CHP’nin bu konuda pazarlık yaptığı iddiaları ortaya atıldı vesaire filan ama bakın, geçen yayında da söylemiştim, Özgür Özel gerçekten çok doğru bir tutumla başladı ve öyle devam ediyor. Ama Özgür Özel’in, CHP Genel Başkanı’nın, bu meseleye yaklaşımdaki tutumuyla birlikte düşündüğümüzde biraz yalnız kaldığını düşünüyorum açıkçası. Mesela CHP parti yönetiminin buna bir çözüm bulması gerekiyor ve sadece genel başkanla yürütülebilecek bir şey değil. Buna bir çözüm bulunmazsa da AKP’nin bu gaddarlığı, hukuksuz operasyonları devam edecek ve CHP’nin masadan kalkmasının Erdoğan açısından istenen koşul olduğu gibi bir gözlemim var benim de. Çünkü bakın, Erdoğan pragmatizmi üzerinden değerlendirdiğimizde Cumhurbaşkanı menfaat elde edemeyeceği hiçbir olumlu gelişmenin yanında durmaz, çok açık söyleyeyim. Bu süreç de onlardan birisi. Kuvvetle muhtemel siyaseten bulunduğu pozisyon açısından kendisine ne menfaat sağlayıp sağlayamayacağı üzerinden birtakım soru işaretleri var. O yüzden de biraz geride durduğunu düşünüyorum MHP’ye kıyasla. CHP’nin masadan kalkması o talep ettiği menfaatlerin karşılanmasını sağlayacaktır diye düşünüyorum. O yüzden de onları zorluyorlar. Mevzu ne? Zaten bu iş tahmin ediyorum, hocaların yaptığı sunumda da bu vardı, güvenlik bürokrasisinin sunumunda da, uluslararası literatür incelemesine bakarak iki yıldan önce çok fazla mesafe alınmasının söz konusu olmayacağı bir süreç olarak değerlendiriliyor. Biz iki yıl sonra Türkiye’de seçim konuşuyor olacağız. Masadan kalkmış bir CHP’nin olduğu komisyonda örgüt de silah bıraktığını ilan etmişken ‘‘terörsüz Türkiye’’ gibi bir yetersiz kavramın altında gidilecek bir seçimde, kavram bizim için yetersiz ama daha geniş bir demokratikleştirme perspektifi istediğimiz için siyaset meydanında, seçim meydanlarında bunun iş göreceğini düşünen pragmatik bir Erdoğan var. Ama Özgür Özel gerçekten son operasyonlarda bile “Biz bu tuzağa düşmeyeceğiz” yollu bir açıklama yaptı, ki Tuncer Bakırhan da kendisine teşekkür etti öte yandan bu açıklama için. İki liderin tutumu da çok iyiydi. Dediğim gibi, CHP masadan kalkmamalı şu aşamada. Elbette belki kalkmayı gerektirecek şeyler de yaşanabilir, ki o zaman hep birlikte bir karar vermek gerekir zaten. Ama şu aşamada CHP masada oturmaya devam etmeli ama bir yandan da Özgür Özel’in tutumunu beyan eden bir pozisyonu daha da güçlendirmek zorundadır diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Ahmet, son olarak şunu sormak istiyorum. Şimdi siz komisyonda insanları dinlediniz. Biraz daha dinleyeceksiniz anladığım kadarıyla bir iki oturum daha.

Ahmet Şık: Söylentiye göre, Ekim başında Meclis açılana kadar sürecek dendi, bu dinleme işleri. Ne kadar doğru bilmiyorum. Ondan sonra da komisyon kendi içerisinde toplantı yapmaya ve tartışmaya başlayacak herhalde bu dinlediklerimizden yola çıkarak.

Ruşen Çakır: Orada ne olacak? Sonuçta oturup bu yasal düzenleme üzerine aranızda tartışıp… Senden önce Mehmet Emin Ekmen’le konuştuğumuzda, Emin Ekmen dedi ki: “Muhtemelen devletin ilgili birimleriyle Öcalan ve örgüt arasında birtakım şeyler geliştirilmiştir. Onları bilip onların üzerinden konuşmamız söz konusu olacak herhalde.” dedi. Herhâlde bir şeyler daha önceden pişirilmiş olacak. Yoksa sizin sıfırdan bir olayı yapmanız söz konusu olmayacak herhâlde.

Ahmet Şık: Elbette. Ama bakın, ben şöyle değerlendiriyorum. Bu sürecin başından beri devletin bir planı projesi oldu. Bu komisyonun önermesini istedikleri çerçevesinin dar da tutulmak istendiği bir yasanın bile hazır olduğunu düşünüyorum. Bu benim kişisel kanaatim, biraz komplocu bakışım. Önümüze o gelecek. Yüksekten açacaklar kozu ve onu ne kadar daraltıp dar tutmak ya da genişletmek oradaki yürüyecek tartışmalarla gözükecek. Ama şimdi sürece dair hiçbir şey bilmiyoruz ve komisyonun şu ana kadarki işlevi — gelen konuklar açısından demiyorum, yaptığımız dinlemeler açısından — sanki sadece toplumsal rızayı üretmek üzere kurgulanmış gibi görünüyor ve ben bunun çok hatalı bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum. Senin biraz önce sorduğun ve kamuoyunun ilgisinin ve dolayısıyla basının ilgisinin de düşüklüğünün bununla ilgili olduğuna dair bir kanaatim var. Bunu da besleyen işte dediğim gibi güven verici adım yok. Komisyon sadece dinleme yapıyor, dağılıyor. Peki ne yapacağız? Yani bir yol haritası çıkarmak bu işte bir mecburiyet. Bakın, akademisyen sunumları da, ki her birisi dünyanın çeşitli bölgelerindeki çatışma çözümlerini yerinde izlemiş. Buna dair raporlar yazmış. Kimileri heyetlerde bulunmuş bu çözümün içerisindeki. Orada ortak tespitleri şuydu ki, bir zamanlamayla ilgili bir takvimleme yapılmasının zorunluluğu. Şimdi eğer devlet katında ya da örgüt katında böyle bir takvimleme var da kamuoyu bunu bilmiyorsa elbette ki bu düşük güven oranını yükseltmemiz çok söz konusu olamaz. Herkesin gözü de bu komisyonun ya da bu sürecin olumlu sonuçlanacağı en önemli adres olan Suriye’deki gelişmelere bakarak, işte körün fil tarif etmesi gibi birtakım tarifler yapıyoruz. Devletin oradaki veya iktidar kanadının oraya dair yaklaşımları, açıklamaları da hiç yapıcı bir yerde durmuyor. Peki, siz Suriye işin içinde olmadan bu sorunu nasıl çözeceksiniz? Ya da oradaki sorunun, tırnak içindeki sorunun, bizim Türkiye’de çözüm aradığımız sorunla hiç bağı yok mu? Farklı bir yerde mi duruyor? Şimdi bunların hepsini birlikte değerlendiren bir bakış açısına ihtiyaç var ve bunun da her iki taraftaki sorunun çözümü ve toplamda da Kürt meselesinin çözümünde bize mesafe katettirecek en önemli şey genel bir demokratikleşme perspektifi. Ama şu ana kadar ne iktidar kanadından böyle bir yaklaşım ve adım var ne de böyle yapacağına dair bir emare var. Bunları biraz, biraz değil bir hayli sıkıntılı buluyorum. Bakalım işte dediğim gibi, domuzdan kıl koparma mücadelesi ya bu. Bize çok dar bir çerçevede bir yasa önerisi gelir. Biz onu beş santimetre genişletirsek birkaç bin kişinin özgürlüğünün ya da yargı tacizinden kurtulmasının yolunu açmış oluruz. Ben böyle bakıyorum mevzuya ve herkesin de bu çerçeveden, kendi bulundukları pozisyon üzerinden, olabildiğince geniş perspektifte bir çözüm olanağı, bir modeli sunmasının gerekli olduğunu düşünüyorum. Ama şunu da belirtmeden geçmeyeceğim: Bakın, çok fazla şey konuşuyoruz; demokratikleşme, Kürt sorununun çözümü, toplumsal cinsiyet eşitliği, şu bu, imar talanı, o kadar çok sorunlu alanların içerisinde boğuşuyoruz ki, ama bu komisyonun Türkiye’nin bütün cumhuriyet tarihi boyunca oluşmuş, imparatorluk bakiyesi bir cumhuriyet olarak oluşmuş sorunların tamamını çözmek gibi ne bir gayesi var ne de onu çözebilecek kapasitesi var. Böyle bir beklentiye girmek açıkçası gerçekçi değil. Bir kere herkesin buradan pozisyon alması gerekiyor. Ama Türkiye’nin demokratikleşmesinin önündeki en önemli engel olan Kürt meselesinin çözümünde atılacak olumlu bir adım, bize o demokratikleşmenin kapısını ardına kadar aralayabilir. Burada da yapılacak olan şey, herkesin talebini doğru bir yerden, ortak bir seste yükseltmesi ve hükümeti güven verici adım atmaya zorlayacak birtakım uygulamaların içine sokmaya çalışmak. Biz eğer bunu yapmaz isek, dar bir çerçevede gelen bir yasa sadece belli bir grubu niteler ve öyle yol almaya çalışırsa, ki bu bile bir kazançtır, ama kamusal meşruiyet oluşturmakta, toplumsal rıza üretmekte zorlanırız ve başka sorunlarla boğuşmaya da devam etmek zorunda kalırız. Buna buradan bakmak gerekiyor. Tam da buradan şunu da belirtmiş olayım: Kamusal alanda, bakın komisyon dün onuncu toplantısını yaptı, çok farklı farklı alanlardan insanlar, gruplar geldi. Fakat dün de bir tartışma oldu ama medyanın biraz gazetecilik şehvetiyle yaklaşmasıyla çok büyütülmeye çalışıldı. Bunun bir kere hatalı olduğunu düşünüyorum ama büyütülmeye çalışılan olayın da doğru bir yaklaşım içermediğini de söylemek gerekiyor. Mesela geçen haftaki toplantıda ‘‘Güneydoğu’da çalışan STK’ler gelecek’’ diye duyuru yaptı Komisyon Başkanı Numan Bey. Fakat gelen STK’lere baktığımda, umarım bunlarla sınırlı kalmaz. Kalmayacağını umut ediyorum. Eğer böyleyse hiçbir çözüm perspektifi çıkacağını düşünmüyorum. Bakın, korucuları temsilen iki grup vardı. Birisi de örtülü olarak “siz koruculuğu kaldıramazsınız” demeye getirdi, çok açık söylüyorum, bir tehdit ifadesi vardı. Bir diğer korucu güya çözüm önerisi sıraladı. Ki Süleyman Soylu’nun kurdurttuğu, 15 Temmuz’dan sonra kurdurttuğu, Jandarma Teşkilatının o dönemde başındaki kişiyle birlikte yön verdiği bir yapıdır bu. İçinde 23 ayrı aşiret de var, tuhaf bir yapılanma açıkçası. O da dedi ki, “Terörle mücadele kanunu yerinde kalsın, feodalizm devam etsin.” Bakın, mealen söylüyorum önerilerini. “Ve din istismarı devam etsin” dedi. Zaten bu saydığınız şeyler hem Kürt meselesinin hem de Türkiye’deki bütün demokratikleşmenin önündeki sorunları yaratan en önemli başlıklar ve siz bunların devamından yana görüş beyan ediyorsunuz. Şimdi kökü Hizbullah’a dayanan derneğin temsilcisi, ifadeleri çok problemliydi ama mesela ben bir gazeteci olarak Hizbullah’ın cesaretini bilen birisiyim ve aynı cesareti komisyonda da devam ettireceğinden emindim, ki öyle oldu. Ama şimdi o üslupla konuşmanız çok büyük bir problem. Herkes farklı farklı görüşlerde vesaire, slogan da atabilirsiniz bilmem ne filan ama kalkıp da “Sosyalistler, solcular namussuzdur,” “PKK din düşmanıdır, Müslüman katleder, gayrimüslimleri öldürmez ama bizi öldürür” ya da “Kemalizm ahlaksızlıktır” gibi tanımlamalar doğal olarak insanları rahatsız etti ve eder. Buna dikkat etmek lazım. Komisyon Başkanı Numan Bey’e de buradan da çağrı yapmış olayım: En azından çağrılacak kişilerin, kurumları temsil eden kişilerin, daha yapıcı, çözüm odaklı bir yaklaşım üzerinden kendilerini ifade etmelerine özen göstermesi gerektiğini düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Ahmet, istersen yavaş yavaş toparlayalım. Şimdi senden sonra Saadet Partisi’nden Bülent Kaya ile devam edeceğiz. Son olarak söyleyeceğin bir şey varsa söyle ve teşekkür edelim sana.

Ahmet Şık: Peki. Yani bakın, çok eksiği gediği var elbette. Hepimizin de çabası o eksiği gediği tamamlamak üzere. Çok değişik bir süreç yaşıyoruz. Daha önceki uluslararası deneyimleri takip edenlerin bilgilerinden yola çıkarak baktığımızda beklentimiz ya da olmasını istediğimiz şey çok mükemmeliyetçi bir yerde olabilir. Ama bunca eksiğine rağmen, bunca şeffaf olmayan — bu arada her şeyi de açıklayacak değiller elbette ama kamuoyundaki güven oranını yükseltecek derecede bir şeffaflığa ihtiyaç olduğunu, bir iletişim stratejisine ihtiyaç olduğunu düşünüyorum — bunca negatif unsuruna rağmen bu süreç sonuna kadar desteklenmeli. Bundan yana kimsenin kuşkusu olmasın.