Önder Özden yazdı – Şüphe çağında yaşamak: Paranoyanın siyasi ufku

Paranoya: Çağın ruhunu belirleyen müzik

Paranoya bugün yalnızca bireysel psikolojiye dair bir mesele değil. Herhangi bir bireyin ruhsal yapısının bir sorunu olmaktan çıkıp, toplumsal bir ruh haline, bir duygulanımsal atmosfere dönüşüyor. İnsan ilişkilerine, davranışlarımıza, siyasal yönelimlerimize sızıyor. Dünyanın bize nasıl açıldığını, onu nasıl kavradığımızı önemli ölçüde etkiliyor.

Kanımca bu atmosfer, siyasal ufkumuzu şekillendiren önemli unsurlardan biri haline geldi. Bir tür arka fon müziği gibi: Filmlerde doğrudan görünmeyen ama sürekli var olan, duygularımızı ve tepkilerimizi yönlendiren müzik gibi. Paranoya, işte tam da böyle bir soundtrack haline gelmiş durumda.

Paranoyadan ne anlıyoruz?

Elbette paranoya farklı biçimlerde tanımlanabilir. Psikoloji ve psikanaliz uzun süredir paranoya tanımıyla boğuşuyor. Fakat teknik tanımlara girmeden, paranoya, kabaca, başkalarına yönelik yaygın bir güvensizlik ve onların kötü niyetli olduğuna dair sürekli bir kuşku hali olarak tanımlayabiliriz.

Bu tanım özellikle iki noktayı öne çıkarıyor: Şüphe ve güvensizlik. Ve bunların yöneldiği yer, yani öteki. Paranoyanın siyasal atmosferine sızmasının kökü tam da burada yeşeriyor ve bu bakımdan yalnızca bireysel deneyimi değil, daha geniş kültürel ve siyasal yönelimleri de yapılandırma kapasitesi taşıyor.

“Şüphe ediyorum, öyleyse varım”

Paranoya aslında bütünüyle yeni değil. Hatta modern felsefenin doğuşunun bizzat paranoya ile başladığını söylemek de mümkün. Elbette, akla gelen ilk isim doğal olarak Descartes. Kesin bilgiye ulaşmak için her şeyden şüphe etmeye başladığında ünlü formülüne ulaştığını biliyoruz: “Düşünüyorum, öyleyse varım.” Ama bunu şöyle de okuyabiliriz, bir bakıma: Şüphe ediyorum, öyleyse varım. Çünkü Fransız filozofa göre dünya üzerinde hiçbir şeyin kesin olarak var olduğundan, kötücül bir cin tarafından aldatıldığımızdan emin olamayız. Elimizde kalan ise kendi düşüncesine, şüphesine sıkışıp kalan bir varoluş.

Descartes, kendini dış dünyadan ayırırken hakikatin ipliklerini kendi düşüncesiyle örüyordu. Ortaya çıkan şey, kendi kendine kapanan bir kesinlik ağıydı. Fakat bu hareket aynı zamanda paranoyayı da radikal bir şekilde modern insana kaydediyordu. Şüpheyi merkeze alan bir düşünme biçiminin kuruluşu paranoyanın serpilip yeşereceği verimli toprağı da yaratmış oluyordu bir ölçüde.

Kriz çağında artan şüphecilik

Günümüzde ise pek çok kriz bu şüphe atmosferini besliyor. Birbirini izleyen ekonomik krizler, toplumsal eşitsizlikler, ekolojik felaketler, pandemiler… Tüm bunlar varoluşumuzu zayıflatan bir istikrarsızlık duygusu yaratıyor.

Bu yüzden “kırmızı hap” gibi fikirlerin yankı bulması şaşırtıcı değil. Bilindiği üzere Matrix filminden esinlenerek bazı çevrelerde popülerleşen bu düşünce, “manosphere” olarak bilinen çevrelerde özellikle erkekler üzerinde etkili; gerçekliğin sahte olduğu, erkekleri zayıflatmak için tasarlandığı ve ancak kırmızı hapı alarak “uyanılabileceği” iddiasını taşır.

Burada ilginç olan şey, komplonun içeriğinden çok, açığa çıkan düşünce yapısı: Paranoya hem şüphe hem de kesinliktir. Bir yandan dışarıya yönelen kuşku, her şeyin kötü niyetli bir planın parçası olduğuna inanır. Diğer yandan da belli sembollere, kelimelere ya da anlatılara sarılarak kesinlik kazanır. Şüpheden, kendi kurduğu ağa kapanıp kalan varlık…

Kusursuz planın paranoyası

Bu olgu, modern paranoyanın ikili doğasını ortaya koyar. Bir yandan, aktif olarak düşmanca olduğu düşünülen bir dış dünyaya karşı derin bir şüphe vardır. Öte yandan, belirli fikirlere veya anahtar terimlere dayanan yeni bir kesinlik, alternatif bir hakikat arayışı vardır. Kırmızı hapın cazibesi de budur: yaşamın tüm talihsizliklerini açıklayan gizli bir planı, büyük bir komployu ortaya çıkarmayı vaat eder. Paranoyak zihin, kazaların olmadığını, yalnızca aldatmak için titizlikle hazırlanmış bir planın olduğunu düşünür. Bu nedenle çözüm, “gerçek” gerçekliğe uyanmak için sadece “doğru” hapı —bu durumda kırmızı hapı— almaktır.

Bu yüzden, “arka sahne” bilgilerine, söylentilere, gizli bağlantılara olan merak sürekli canlı kalır. Kim kiminle bağlantılı? Perdenin arkasında ne var? Paranoya, her şeyin kopmaz bir zincirin parçası olduğuna dair inançla beslenir.

Devlet aklının gölgesi

Türkiye’de paranoya kendine özgü biçimler aldığını söylemek mümkün. Devlet aklı kavramı burada özel bir rol oynuyor. Bir tür kırmızı hap gibi işliyor: Hem kuşkuyu artırıyor hem de kesinlik sunuyor.

Bir yanda her daim varlığımızı elimizden almak isteyen gizli bir plan olduğu varsayılıyor. Diğer yanda, devletin aklına ya da onu temsil eden lidere bağlı kalarak bu istikrarsız dünyada bir dayanak bulunabileceği söyleniyor. Sanki, iktidarda bulunanların siyasal stratejilerden bağımsız hepimizi aşan üst bir aklın ürettiği plan, mümkün olabilirmiş gibi.

Fiiliyatta ise bu düşünceler, halktan gücü alıp onu planı bildiğini iddia edenlerin ellerinde yoğunlaştırıyor. Bize, krizlerle dolu bir dünyada yalnızca en tepede olanların ya da belirli uzman akademisyenlerin, klişeleşmiş fikirleri tekrarlayarak örüntüleri okuyabileceği ve güvenliği sağlayabileceği söyleniyor.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Beri yandan, özellikle muhalifleri kuşatan başka tür bir paranoya söz konusu: belli muhalif kişilerin en başından itibaren iktidar için çalıştıkları ya da gizli olarak iktidarla ilişki içinde oldukları. Elbette söz konusu durum gerçek olabilir, belli aktörler farklı nedenlerle bilerek iktidarın planının parçası olmayı tercih etmiş olabilir. Fakat paranoyak us, söz konusu ilişkinin belli ölçüde tesadüfi olarak kurulmuş olabileceğini, birbirleriyle temas içinde olmayanların aynı amaç için kendilerini aynı yolda bulabileceklerini kabul etmekte zorlanır, ihanet örüntülerinin peşine düşer. İktidarın bütüncül, bir saat gibi kusursuz işleyen planı, muhalefetin içindeki ihanet odaklarının da imzacısıdır.

Çifte keskinlik: Şüphe ve kesinlik

Ortaya çıkan şey bir paradoks. Paranoya bitmek bilmez bir kuşku üretirken, aynı zamanda insanları daha sıkı bağlayan kesinlikler yaratıyor. Gizli planları ortaya çıkarmaya çalışan bakış, bir yandan da liderlerin, hakikati bilen akil akademisyenlerin sunduğu anlatılara bağımlı hale geliyor.

Oysa siyasi planlar, defaatle hayat tarafından kanıtlandığı üzere, asla kusursuz değil. Kazalarla, boşluklarla, tesadüflerle doludur. Siyasetçiler stratejiler tasarlar, hedefler koyar ama sürekli beklenmedik olaylara uyum sağlamak zorunda kalırlar. “Kusursuz plan” bir yanılgının ötesine geçemez, hayatın ritmi onu her adımda sakatlar.

Tesadüflerin izini sürmek

Madem paranoya içinde yaşadığımız atmosfer, burada onunla nasıl başa çıkacağımız önem kazanır. Paranoyayı tümüyle reddetmek belki de doğru bir yaklaşım değil. Aksine, ona ihtiyacımız olabilir. Siyasi planlara ve eylemlere karşı sağlıklı bir kuşku gerekli. Bu, bizi iktidara ve manipülasyona karşı uyanık tutar.

Ama bu paranoya aynı zamanda farklı bir farkındalık yaratmalı: Hiçbir plan bütünüyle kusursuz değil. Her planda boşluklar, eksikler, tesadüfler bulunur. Hayatın bize devamlı öğrettiği gibi, dünya tesadüfler ve kazalar kadar stratejilerle de şekillenir.

Nitekim kimi zaman tesadüfler ya da halkın iradesi, örneğin 19 Mart’ta deneyimlendiği gibi iktidarın girişimlerini boşa çıkarır. Bu anlarda planların delik deşik olduğu görünür hale gelir. Gücün asla mutlak olmadığını, kesinliğin her zaman kırılgan olduğunu hatırlatır.

Kesinliğin boşlukları

İhtiyacımız olan şey, bizi kusursuz bir gizli düzene hapseden paranoya değil. Planların eksikliğini fark eden başka bir paranoya türü. Hem kuşkulu hem de mütevazı olan bir paranoya.

Siyasetçilerin eylemleri, büyük anlatılar dikkatle incelenmeli elbette. Ama aynı zamanda kusursuz komploların ya da tasarımların cazibesi de tesadüfün paranoyasında görkemini yitirmeli.

Dünyanın gerçekliği krizlerle, rastlantılarla, tesadüflerle dolu. Böylesi bir bakış, huzursuz edici olabilir ama aynı zamanda ufuk açıcıdır kuşkusuz. Çünkü bizi harekete geçmeye, müdahale etmeye, kesinliğin çöktüğü boşluklarda umut bulmaya çağırır.

Başka bir paranoya

Paranoya bugün yalnızca bireysel bir rahatsızlık değil, tüm yaşamımızı ve siyaseti şekillendiren yaygın bir atmosfer yaratıyor. Çağımızın arka fon müziği. Ama onunla yaşayacaksak, bizi sahte kesinliklere hapseden paranoya ile iktidarın kırılganlığını görmemizi sağlayan paranoya arasındaki farkı ayırt etmemiz gerekir.

Asıl mesele, ikinciyi geliştirmenin yolunu bulmaktır: Tetikte kalmak, ama aynı zamanda dünyanın kusursuz planlarla yönetilmediğini bilmek. Her zaman çatlakların olduğunu, tesadüflerin rol oynadığını görmek. Ve özgürlüğün olasılığının tam da bu açıklıklarda yattığını fark etmek.

Yani söz konusu olan, yeni bir kesinlik aramayan, ancak sürekli bir ihtiyat, gerçekliğin dağınık, öngörülemeyen doğasının kabulü ve olayların akışını değiştirme konusunda kolektif eylemin gücüne sarsılmaz bir inanç arayan bir paranoyadır.