Transatlantik’in yeni bölümünde Ruşen Çakır ve Gönül Tol, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Donald Trump görüşmesinin sonuçlarını, Trump ile Binyamin Netanyahu’nun, Beyaz Saray’da Gazze için açıkladıkları 20 maddelik barış planını ve Washington’da yaşanan siyasi krizi ele aldılar.
ABD Başkanı Donald Trump ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Beyaz Saray’da Gazze için hazırlanan 20 maddelik barış planını açıkladı. Plan, Hamas’ın silahsızlandırılması, rehinelerin iadesi, Gazze’nin geçici yönetimi ve yeniden inşasını içeriyor.
Donald Trump ve Netanyahu’nun duyurduğu plan, yaklaşık iki yıldır süren savaşın sonlandırılmasını ve Gazze’de yeni bir yönetim düzeninin kurulmasını hedefliyor.
Hamas’ın tamamen devre dışı bırakılmasını öngören plan hem rehine takası hem de insani yardımların kesintisiz sağlanması gibi acil başlıkları içeriyor. Aynı zamanda Gazze’nin ekonomik kalkınması için büyük çaplı yatırımlar öngörülüyor ve uzun vadede Filistin devletine kapı aralayabilecek ihtimallere işaret ediliyor.
Ateşkes nasıl sağlanacak, İsrail nasıl geri çekilecek?
Plan, rehine takası süresince İsrail’in askeri operasyonlarını durdurmasını öngörüyor: Hava saldırıları, top atışları ve kara operasyonları tamamen askıya alınacak.
İsrail kuvvetleri Gazze’den tamamen çıkmayacak ancak “rehine takasına uygun bir hat” belirlenerek bu bölgeye çekilecek.
Nihai aşamada koşullar sağlandığında İsrail’in kademeli olarak Gazze’den tamamen çekileceği belirtiliyor.
ABD’de hükümet kepenk kapatıyor
Washington’da siyasi kriz derinleşti. Cumhuriyetçiler ile Demokratlar arasındaki bütçe pazarlığı çöktü ve hükümet resmen kapandı.
Beyaz Saray Yönetim ve Bütçe Ofisi, gece yarısı yayımladığı bildiride fonların kesildiğini doğruladı. Açıklamada, “Demokratların sürdürülemez tutumları kapanmanın süresini belirsiz kılıyor” denildi.
Hükümet neden kapandı?
ABD’de yeni mali yıl 1 Ekim’de başladı ancak Kongre, hükümetin harcamalarını finanse edecek yasa tasarısını zamanında geçiremedi. Cumhuriyetçiler Kongre’nin her iki kanadını kontrol ediyor ama Senato’da gerekli 60 oyu bulamadı.
Demokratlar, özellikle sağlık harcamalarında yapılan kesintilere itiraz etti. Medicaid programındaki kısıtlamaların geri alınmasını, sağlık sigortası sübvansiyonlarının uzatılmasını ve kamu sağlığı kurumlarının bütçesinin korunmasını talep ettiler. Cumhuriyetçiler bu talepleri reddetti.
Erdoğan-Trump görüşmesi
ABD Başkanı Donald Trump ve AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Beyaz Saray’daki görüşmesinin ardından THY, Boeing’den 150’si kesin 75’i opsiyonlu uçak satın alacağını duyurdu.
THY’den KAP’a yapılan açıklamada, Boeing’den 50’si kesin sipariş, 25’i opsiyonlu olmak üzere toplam 75 adet B787-9 and B787-10 uçağı alındığı; 100’ü kesin 50’si opsiyonlu olmak üzere de 737-8/10 MAX modelleri satın alınacağı bildirildi.
Videonun deşifresi:
Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘Transatlantik’le karşınızdayız. Washington’da Gönül Tol ile birçok şey konuşacağız. Gönül merhaba.
Gönül Tol: Merhaba Ruşen.
Ruşen Çakır: Ömer Taşpınar da olacaktı ama ne oldu? Hükümet kepenkleri indirince Ömer yayına katılamadı. Nedir bu? Daha önce de olmuştu bu, Transatlantik’te konuşmuştuk. Ömer yine olayın birinci derecede mağduru denebilir değil mi? Ne oluyor da hükümet kapanıyor, kepenk indiriyor?
Gönül Tol: Evet, hükümet kapanınca Ömer de Pentagon çalışanı olduğu için onlar da etkilenecek. Aslında kısmi kapanma oluyor. 750 bine yakın federal çalışan evlerine gönderiliyor ve maaşları ödenmiyor. Bu evlerine gönderilenler Non-essential worker kabul ediliyor, en son olduğunda dalga geçmiştik. Hükümet, milli güvenlik açısından görevinde kalmasının önemli olmadığını düşündüğü çalışanları evine gönderiyor. Ömer de onlardan bir tanesi. Fakat bugün gitmesinin sebebi, görev yaptığı okul Pentagon’un bir parçası. Hükümet kapalı olduğu sürece e-postalarını kontrol edemeyecekler. O nedenle imza atmaları gerekiyor, gelebilecek önemli e-postaları iletebilecek bir sistem kuruluyor okulda. Her şey çok kaotik, o yüzden Ömer bugün yayına katılamadı.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
![]()
Bu hükümet kapanması çok ilginç. Ben Amerika’ya ilk doktora öğrencisi olarak geldiğim yıllarda bunu çok ilginç buluyordum. Çünkü gerçekten dünyanın başka bir yerinde böyle bir uygulama yok. Diğer demokrasilerde bu tür bütçe görüşmeleri aslında hükümete bir güvenoyu olarak görülüyor. Fakat Amerika’da bu bütçenin kanunlaşması için hükümetin farklı kollarının onayı gerekiyor. Burada Kongre’nin olayı gerekiyor ve son 50 yıldır, yani Amerika’da hükümet kapanmaları aslında sık olan bir şey. En sonuncusunu Trump’ın birinci başkanlığı döneminde yaşamıştık. Hatta Trump’ın birinci başkanlığında üç kez hükümet kapanmıştı. En uzun olarak 2018 yılında 35 günlüğüne kapalı kalmıştı. İlk başkanlık döneminde neden kapalı kalmıştı? Trump Meksika sınırına bir duvar örmek istiyordu ve bunu bütçeye eklemişti. Demokratlar buna karşı çıkıyordu. Bugün niye kapandı? Trump, Obamacare denilen sağlık sigortası ve özellikle dar gelirli insanlara önerilen sağlık hizmetlerine erişim konusunda bütçede ciddi kısıtlamalara gitmek istiyor, Demokratlar da bunu kabul etmiyorlar. Çünkü gerçekten bu kesintilerden etkilenecek milyonlarca insan var. Bunu kabul etmedikleri için de bütçe geçmedi. Federal kurumlara Kongre’nin onayıyla verilen bu bütçe geçemediği için de kısmi olarak bir kapanma yaşandı.
Peki hangi kurumlar kapanıyor? Dediğim gibi, mesela sınır güvenliğinden sorumlu olan ya da kamu güvenliğinden sorumlu olan polis birimleri ya da hastaneler kapanmıyor. Ya da havaalanlarında pasaport kontrolü yapılıyor veya hava trafik kontrolörleri çalışmaya devam ediyor, fakat personelde indirme gidiliyor. Bunun da çok ciddi hem güvenlik hem ekonomik ve sosyal etkileri oluyor. Mesela ben seyahate çıkacağım, muhtemelen pasaport sırasında çok daha uzun bekleyeceğim. Geçen sefer, yani 2018’de, 35 günün ardından hükümet tekrar nasıl açılmıştı onu hatırlatayım. Havaalanlarında öyle bir kaos ve güvenlik boşluğu olmuştu ki. Çünkü bu hava trafiğini denetleyen kontrolörlerden çok az sayıda insan kalmıştı ve bir kısmı da bütünüyle işi terk etmekle tehdit etmişti. Böyle olunca yeniden açılmak zorunda kalındı. Bugün bu hükümetin kısmi kapanış halinin ne kadar süreceğini bilmiyoruz. Tarafların yani Trump’ın ve demokratların bir uzlaşıya varması gerekiyor. Mart ayında, Demokratlar yine Trump’la bir çatışma sırasında kendi tabanı tarafından yeterince güçlü durmamakla suçlanmıştı. O nedenle Demokratlar bu kez karşı tarafa taviz vermek istemiyorlar. Ama bir tarafın taviz vermesi gerekiyor.
Trump da taviz vermek istemiyor. Zaten Trump sosyal medya hesabından bu sorunun Demokratlar yüzünden olduğunu söyleyen bir mesaj paylaştı. Trump neden taviz vermek istemiyor? Çünkü Trump göreve geldiği günden bu yana federal iş gücünde ciddi bir kesintiye gidiyor. Şimdi hükümetin kapanmasını kullanarak daha fazla insanı işten çıkarmakla, özellikle Demokratları işten çıkarmakla tehdit ediyor. Trump, ‘’benim kaybedeceğim hiçbir şey yok. Benim tabanım beni destekliyor ve işten çıkacak olanlar da Demokratlar olacak” diyor. Dolayısıyla ara seçimlerde bunun faturası Demokratlara kesilecek. Demokrat Parti tabanında, özellikle bu sağlık sigortası, Obamacare, Medicaid gibi, yine dar gelirlilere, sağlık hizmetlerine erişimi olanaklı kılan programlar çok popüler. O nedenle o konuda sağlam durduklarını tabanlarına göstermek istiyorlar. Bu da her iki tarafında taviz vermesini engelleyen bir durum. Dolayısıyla, biz ne kadar hükümetin kapalı kalacağını bilmiyoruz. Hükümet kapalı kaldığı sürece maaşlar ödenmiyor, onu da söylemek lazım. Tabii bunun ekonomik sonucu da olacak. Ekonomistler, hükümetin kapalı kaldığı her hafta için, 0,1 oranında bir büyümeden taviz verileceğini söylüyorlar. Dolayısıyla ne kadar uzun kapalı kalırsa, bu, ekonomik olarak da o kadar sorunlu bir tablo ortaya çıkaracak.
Sosyal olarak da bu kapanma hâlinin çok çeşitli sosyal etkileri olacak. Mesela dar gelirli ailelere, kadınlara ve evli olmayan ama çocuk sahibi olan kadınlara verilen bazı sosyal destek programları kesintiye uğrayacak. Bu, özellikle işten çıkarmalar olursa gerçekten bir sosyal krize de sebep olacak bir durum. O nedenle ümit ediyorum bir an evvel çözülür.
Ruşen Çakır: Gönül, Beyaz Saray’daki Erdoğan-Trump buluşmasına gelelim. Buluşma gerçekleşmeden önce çok konuştuk, gerçekleştikten sonra de açıkçası ben bir iki yayında da şaşırdığımı belirttim. Şaşırma nedenim, Erdoğan bu buluşmayı çok pazarlamadı. Çünkü gitmek için çok çaba sarf etti, onu biliyoruz. Uzun zamandır da Beyaz Saray’a gidemiyordu. Ama gazetecilere, Erdoğan’a soracakları soruların önceden verilmesinde de sonrasında da, o çizilen ‘’dünya lideri Erdoğan’’ perspektifinin altını dolduracak “şunu aldık bunu aldık” gibi bir şey görmedim. Yapılan açıklamalarda da üç tane husus var. Boeing meselesi var, ki onu Özgür Özel zaten söylemişti. Nükleer konuda bir mutabakat var. Bir tanesi sıvılaştırılmış gaz meselesi. O anlaşma dışında Türkiye’nin beklentisi olan konularda hiç somut bir şey görmedik. Arada Heybeliada Ruhban Okulu meselesinin gündeme geldiğini gördük. Suriye meselesinde, F-16’lar, F-35’ler konusunda somut bir şey de görmedik. Sen de içeride neler olduğuna dair kaynaklarına istinaden sosyal medyada da bir şeyler paylaştın. Sonuç olarak baktığımızda Erdoğan Trump’tan istediklerini alabildi mi?
Gönül Tol: Erdoğan’ın bu buluşmayı pazarlamadığını söyledin Ruşen. Çünkü aslında çok büyük bir başarı yok ortada bence. Erdoğan’ın Beyaz Sarayda görüşmeyi neden bu kadar çok istediğine bir bakalım. Her şeyden önce, Amerikan Başkanı’yla o resmi vermek Erdoğan açısından çok önemli. Amerikan Başkanı’nın demokrasi konusundaki tutumu belli ama sonuçta dünyanın en büyük, en önemli demokrasisinin başkanı. Özellikle kamuoyu yoklamalarına baktığımızda Türk toplumunun büyük bir kesimi Erdoğan’ı dış politikada başarılı buluyor. Bu başarı aslında Erdoğan’ın içerideki başarısızlıklarını kısmen kompanse eden bir şey. O nedenle dış politikada güçlü bir imaj, bütün dünya liderleriyle konuşan dünyanın en önemli güçlerinden biri olarak Türkiye’yi lanse etmek, Erdoğan’ın iç siyasette de son derece etkili bir şekilde kullandığı bir araç. Dolayısıyla, özellikle de içeride, kalan o demokrasi kırıntılarının altını bu kadar oyduğu, Ekrem İmamoğlu’nu tutukladığı, CHP’yi bu kadar cendereye aldığı bir dönemde Trump’la bu resmi vermek, Erdoğan için çok önemliydi. İçeriye “Siz istediğinizi yapın, her gün sokaklara çıkın, nihayetinde dünyanın umurunda değil” mesajını vermek istiyordu. Bu mesajı verdi mi? Kısmen verdiğini düşünüyorum. Oval Ofis’teki o kısacık toplantıyı hatırlayalım. Birincisi, Türk tarafı, basının olmasını hiç istemiyordu. Nitekim bence zaten içeri girenlerin çok da başarılı basın mensupları olduğunu söyleyemeyeceğim. O soru soranlara gazeteci demek çok zor, çünkü Türk heyeti tarafından ellerine verilmiş sorular okundu. Bu, gazetecilik değil. Ama e bu bile Türk tarafının istediği bir durum değildi ve son dakikaya kadar da net değildi. Önce buluşmanın basına kapalı olduğu açıklandı. Fakat Trump son anda o basın mensuplarını içeri aldı. Basın mensupları da ellerine verilen soruları okudular. Ama o kısacık anda dahi Trump o kadar çok gaf yaptı ki, o resmin getireceği rüzgâr gölgelenmiş oldu. Mesela “Seçim çalmayı en iyi Erdoğan bilir” dedi. “Rusya’dan petrol almayı kesmesini istiyorum” dedi. Bu söylemleri içeride muhalefet de çok etkin bir şekilde kullandı bence. Sadece muhalefet değil, Batı medyası da bunları kullandı. Dolayısıyla gölge düşürdü. Ondan önce de Büyükelçi Tom Barrack’ın söylemiş olduğu bir açıklama vardı: “Trump şuna karar verdi, Erdoğan’a en çok ihtiyaç duyduğu şeyi verecek. Ben ona ne olduğunu sordum, ‘’meşruiyet’’ dedi.” Tom Barrack’ın bu söyledikleri ve Trump’ın o kısa Oval Ofis görüşmesinde basına söyledikleri, bence bu resmin getirdiği avantajları biraz kısıtlamış oldu.
Trump’la buluşmaya gelirken Erdoğan’ın aklındaki ikinci amaç, CAATSA yaptırımlarını kaldırmaktı. Biz çok uzun zaman önce, yine buradaki kaynaklarımıza dayanarak, Türkiye’nin artık F-16 almak istemediğini, özellikle Selçuk Bayraktar’ın buna karşı çıktığı, zaten paramızın olmadığı, F-16 almak yerine, o parayı KAAN savaş uçaklarına yatırmak gerektiğine karar verdiklerini, dolayısıyla Türk tarafının bundan vaz geçtiğini, ama bunun Kongre üyelerini çok öfkelendirdiğini söylemiştik. Bu arada, F-16 için kısmen bir ödeme yapıldı, 1,4 milyar dolar ödendi. Buraya gelirken Erdoğan’ın bir amacı da CAATSA yaptırımlarının kaldırılmasıydı. Çünkü Türk tarafı F-35’i almanın çok güç olduğunu görüyor. ABD’de, Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasası (NDAA) denilen ikinci bir Amerikan yasası var. O yasa 2020’de Kongre’den geçmişti ve Trump, Kongre’nin onayı olmadan o yasayı kaldıramıyor. NDAA içerisindeki dile bir bakmak lazım. Orada “Türkiye S-400’lere sahip olduğu sürece, Amerika Türkiye’ye F-35 veremez” diyor. Bu dili Trump tek başına değiştiremez. Dolayısıyla F-35’i almanın önünde, çok önemli, onu neredeyse imkânsız kılan engeller var. Fakat Türk tarafı Trump’ın CAATSA yaptırımlarını kaldırabileceğini düşünüyor. Çünkü Amerikan Başkanı’nın, CAATSA’daki muafiyet hükümlerini kullanarak kısa süreli muafiyet getirme yetkisi var. Trump, ‘’Türkiye önemli bir müttefik, dolayısıyla ben kısa süreliğine ihtiyaç duyduğu parçaları Türkiye’ye satacağım’’ kararını alabilir. Türk tarafı, Trump’ın bunu yapabileceğini bildiği için, CAATSA’yı kaldırma konusunda kendisine baskı yapıyordu. Türk tarafının istediği, motorları ve Türkiye’nin kendi savunma sektöründe kritik olan parçaları alabilmek için bu yaptırımların kaldırılmasıydı. Trump basın açıklaması sırasında “Ben istersem CAATSA’yı hemen bugün kaldırırım. Ama Türkiye bana istediklerimi verecek mi bir bakalım” dedi.
Benim anladığım kadarıyla birçok şart var. Bunlardan bir tanesi, Türkiye’nin Rusya’dan petrol almayı kesmesi. Bu, Türkiye’nin karşılayabileceği bir şart değil. Çünkü 2022’de Ukrayna’nın işgalinden bu yana, Türkiye’nin Rusya’ya enerji bağımlılığı korkunç bir şekilde artmış durumda. Bunu hemen bugünden yarına kesmenin imkânı yok. Türkiye uğraşıyor. LNG alımı da Türkiye’nin Rusya’ya bağımlılığını azaltma çabalarının bir parçası, ama bunu hemen yapmanın imkânı yok. Sonra zaten gördük, Hakan Fidan’ın “CAATSA kaldırılmıyor” dediğini de hatırlayalım. Trump kaldıracağını söyledi ama belli ki orada da bir şey elde edilemedi. Çünkü Hakan Fidan, KAAN uçaklarının üretiminin durduğunu, KAAN için tedarik edilecek motorların lisanslarının ABD Kongresi tarafından bekletildiğini açıklamıştı. Yani iki numaralı gündem olan CAATSA’da da istedikleri yerde değiller.
Bunun dışında, Halkbank mevzusu var. Halkbank, özellikle Erdoğan ve ailesi açısından önemli. Çünkü Halkbank iddianamesinde Erdoğan ve ailesinin adı geçiyor. O yüzden Halkbank konusunun halledilmesi gerekiyor ve anladığım kadarıyla, Halkbank konusunda elde edilen tek somut işlerden bir tanesi, davanın uzlaşma yoluyla çözülmesi için ABD’ye 100 milyon dolar ödeneceği, ki bu miktar beklenilenin çok altında. O anlamda Erdoğan için bu bir başarı. Uzlaşma için 100 milyon dolar ödeyecek, fakat kendisine isnat edilen suçları kabul etmeyecek. Bu ikinci kısmı önemli. Çünkü suçu kabul ederse, o zaman, Halkbank iddianamesinde Erdoğan ve ailesinin adı olduğu için, gelecekte onlara soruşturma açmanın önü açılabilir. O nedenle suçu kabul etmeyecek. Erdoğan açısından o konuda kısmi bir başarıdan söz edebiliriz.
Bir diğer istenilen şey Suriye. Suriye’de taraflar aşağı yukarı aynı noktadalar. SDG’nin silahlandırması konusunda Trump benzer şeyler düşünüyor ama zaten bunu sürekli söylüyorlar fakat bir şey olamıyor. Orada da, Erdoğan’ın “Bakın başardık” diyebileceği bir şey yok. Bir diğer konu Gazze konusuydu. Hatırlayalım, New York’ta bir Gazze toplantısı vardı. Türkiye’de bu çok olay oldu. Erdoğan ve Trump masanın başında oturdukları için, özellikle Erdoğan’a yakın medya bundan çok büyük bir bölge liderliği çıkarımı yaptı, “Bakın işte bütün bölge ülkeleri ve Müslüman ülkeler var, ama biz Trump’la masanın başında oturuyoruz. Çünkü Trump bizi Müslüman dünyanın lideri olarak görüyor” dediler. Halbuki asıl olan şey neydi? New York’taki Gazze toplantısını Türkiye organize etti. O anlamda aslında ev sahibi Türkiye’ydi. Fakat New York’ta olduğu için Trump Erdoğan’ın yanına oturmuş oldu. Peki orada başarı sağlandı mı? Birazdan konuşacağız, biliyorsun Gazze konusunda Trump planını açıkladı ama orada da muğlaklık var. O planı Hamas kabul edecek mi, bilmiyoruz. Netanyahu planı kabul ettiğini söyledi ama ne olacağını bilemiyoruz. O yüzden orada da Erdoğan’ın çıkıp “Bakın ben bir araya getirdim Trump’la Müslüman dünyayı ve başardım” diyebileceği bir şey yok. Geriye ne kalıyor? Nükleer konusunda bir anlaşma imzalanmadı bu arada, LNG konusunda bir işbirliği niyet beyanında bulunmuş oldu.
Sonuç olarak, Erdoğan çok yüklü bir ajandayla gitti ve milyarlarca dolar para ödedi. LNG anlaşmasının 43 milyar dolar olduğu söyleniyor. 225 tane Boeing alınıyor. Bu arada ben Boeing ile ilgili bilgileri paylaştım. Biliyordun Boeing çok kaza yapan bir uçak. Amerikan Kongresi’nde Boeing etrafında dönen çok büyük tartışmalar var ve ben bunu çok ilginç buluyordum. Çünkü insanların hayatına mal olan yanlış atılan adımlar nedeniyle Amerikan Kongresi Boeing gibi bir şirketi cezalandıracak mı, bu beni entelektüel olarak ilgilendirmişti, o yüzden çok takip ettim. Bütün bunlar olurken, Türkiye’nin 225 tane Boeing almaya karar verdi. Bu arada bu Boeing’lerin alınması şimdi verilmiş bir karar değil, çok önceden alınmıştı. Fakat hazır Trump’a gelmişken, bu, anons edilmiş oldu, ona da milyarlarca dolar para veriliyor. Sonra, içeride bizim F-16’ya verdiğimiz 1,4 milyar dolarımız var, onu da geri alamıyoruz. F-16’yı almak istemiyorsak o para da içeride kalacak. Sonuç olarak Erdoğan geldi, o fotoğrafı çektirdi ve çok da elle tutulur, büyük bir başarı elde edemedi, milyarlarca dolar harcayıp gitti. O nedenle de onu pazarlamak güç diye düşünüyorum.
Ruşen Çakır: Gönül, Erdoğan için burada en önemli husus Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı konuşma ağırlıkla Gazze üzerineydi. Zaten bir süredir verdiği mesajların en merkezinde Gazze yer alıyor ve Trump’la da önce Müslüman ülkeler temsilcileri olarak bir araya geldiler. Ardından da Oval Ofis’te Gazze’yi de konuştular ve hemen ardından, Trump’ın 20 maddelik Gazze planı devreye girdi ve Netanyahu da bunu onayladı. Türkiye de bu planın onaylanması için çalışıyor anladığım kadarıyla. MİT Başkanı İbrahim Kalın Katar’a gitti. Söylenene göre Hamas’ı ikna etmeye gittiği söyleniyor. Ama gördüğüm kadarıyla bu plan, Erdoğan’ın şu ana kadar dile getirdiği Gazze, Filistin perspektifine çok da fazla uyan bir plan değil. Her şeyden önce, Hamas’ı bir şekilde feshetmeye, en azından etkisizleştirmeye yönelik bir plan. Bir de birçok konuda İsrail’in oradaki varlığı kısa vadede sonlanmıyor. Zaten şöyle bir şey var, hep onu söylüyorum: Trump’ın hazırladığı ve Netanyahu’nun da tam içine sinmese de onayladığı bir plandan, Filistinlilerin hayrına ne çıkar, açıkçası çok şüpheliyim. Ama şu anda Arap ülkeleri, Körfez ülkeleri, Mısır ve Türkiye buna angaje olmak durumunda sanki. Burada ciddi sorunlar olmayacak mı?
Gönül Tol: Olacak bence. Şimdi herkes “Bravo” diyor. Filistin yönetimi dedi bunu. Türkiye ve bütün ülkeler “Harika, Trump’a çok güveniyoruz” diyorlar. Çünkü hiç kimse Trump’ı kızdırmak ve onun, ileri sürdüğü ve çok uğraştığı “Bu medeniyetin gördüğü en büyük barış planıdır” dediği o plana ‘’hayır’’ diyen taraf olmak istemiyor. Bu taktiksel olarak anlaşılır bir şey. Fakat daha derin bir problem var burada. Birincisi, plan çalakalem yazılmış bir şey, çok önemli detaylar yok orada. Tam da dediğin gibi, plana göre asıl sorumluluk Hamas’ta. “İsrail kademeli olarak çekilecek” diyor, tam olarak ne zaman çekileceğini bilmiyoruz, planda öyle bir takvim yok. Bu arada Netanyahu ‘’planı kabul ediyorum’’ dedikten sonra, Trump’la yan yana otururken, çıktı gazetecilere “Biz sonsuza kadar Gazze’de kalacağız” dedi. İsrail kademeli olarak çekilecek. Bu arada Hamas elindeki bütün rehineleri bırakacak. Hamas’ın zaten tek kullanabileceği kozu rehineler kaldı. Elindeki rehineleri bırakacak, silahlarını bırakacak, Gazze’den çıkacak, kendini feshedecek. Amerika ve İsrail bütünüyle Hamas’tan teslim olmasını istiyor. Karşılığında, eğer şartlar uygun olursa, Filistin yönetimi de rehabilite edilirse, belki bir Filistin devleti kurulur. Bu şartlar Hamas’ın kabul edebileceği şartlar değil bence ve Netanyahu da bunu görüyor. İdeal bir dünyada Netanyahu orada Filistin devletine herhangi bir vurgu yapılsın istemezdi, ama Trump yaptı. Fakat Netanyahu bunun Hamas’ın kabul edeceği, evet diyebileceği bir plan olmadığını görüyor. O yüzden Trump’ı öfkelendirmemek için kendisi “Evet” diyor ve Hamas buna karşı çıksın diye bekliyor. Çünkü Trump “Netanyahu benim planımı kabul etti, şimdi sıra Hamas’ta. Eğer Hamas bu planı reddederse, o zaman ne yapmak istiyorsa yapması için İsrail’e yeşil ışık yakıyorum” dedi. O yüzden, bölge ülkelerinin bunu bu kadar şevkle kabul etmesi bana çok gerçekçi ve çok anlaşılır gelmiyor. Mesela “Filistinlilerden oluşan bir teknokratlar hükümeti olacak, onun başında bir yönetim olacak ve onun başında da Trump olacak” diyor. Filistinlilerin çıkarlarına hizmet eden, kabul edilebilir bir plan değil bu. Ama Netanyahu da “Evet” demiş oldu. O yüzden eğer şimdi Hamas “Hayır” derse, bu, çok daha büyük kan gölünün, İsrail’in çok daha şiddetli askeri operasyonlarının önünü açabilir. Benim endişe duyduğum şey o.
Söylemek istediğim ikinci şeyle kapatayım. Trump, Oval Ofis’te Netanyahu yanında otururken telefonu Netanyahu’ya verdi. Netanyahu Katar emirini arayıp “Kusura bakma ülkenizi bombaladık” diye özür diledi. O resim çok komikti ama sonra Katar’a, Amerika’nın daha önce hiçbir Arap ülkesine vermediği bir imtiyaz verdi. Bir kanun hükmünde kararname ile “Katar’a neredeyse NATO’nun 5. maddesi gibi bir güvenlik garantisi veriyorum” dedi. Aslında bu çok önemli bir şey. Türk medyasında görmedim, belki gözümden kaçtı ama bu çok önemli bir şey. Suudiler yıllardır bunu istiyor mesela. Amerika’nın Katar’a 5. madde gücünde bir güvenlik garantisi vermesi ne anlama geliyor? Eğer herhangi birisi Katar’a saldırırsa, Amerika, ekonomik olarak, politik olarak ve hatta askeri olarak Katar’ı savunacak demek oluyor. Bu, önemli bir şey. Trump’ın Filistin Devleti’ni ucundan da olsa koymuş olması, bana Netanyahu’ya öfkelendiğini düşündürtüyor. Bu çok orijinal bir argüman değil ama Trump’ın her an her şeyi yapabileceğini gösteriyor. Mesela bu kadar zaman Putin’in yanında durdu, şimdi birden Putin’i cezalandırmaktan bahsediyor. Netanyahu’nun yanında durdu, birden Netanyahu’yu cezalandırmaya doğru gidiyor. Bütün bunlar bana şunu düşündürüyor: Trump kazananları seviyor. Mesela Putin Ukrayna’da askerî olarak Rus ordusu başarılı iken destekledi. Netanyahu İran’a saldırdığında başarılı bir operasyon olduğu için destekledi. Fakat şimdi İsrail’in Gazze’deki askerî operasyonları bir çamura saplanmış durumda. Dolayısıyla ‘’loser’’ diyor bu şeylere, çok önemsiyor bunu. Dolayısıyla, Trump kaybeden tarafta olmak istemiyor. Herkesin ve kameraların önünde Netanyahu’yu utandırmasının sebeplerinden bir tanesi bu. Netanyahu’nun kaybettiğini düşünüyor ve kaybeden tarafta olmak istemiyor.
İkincisi de kendi MAGA tabanında çok ciddi bir tepki var. Cumhuriyetçilerin yine büyük çoğunluğu İsrail’i ve Netanyahu’nun askerî operasyonlarını destekliyor fakat MAGA tabanında, özellikle genç kesimde Netanyahu’ya ve genel olarak İsrail’e karşı çok ciddi bir tepki var ve “Biz neden İsrail’in güvenliği için bu kadar para ödüyoruz, neden biz İsrail’in başlattığı savaşların bir parçası, finansörü olmak zorundayız?” diye bir sorgulama var. Bütün bunlar da Trump’ı Netanyahu ile bu noktaya getirdi. Şimdi ‘’bundan sonra ne olur?’’ sorusu önemli. Onu anlamak için de Hamas’ın ne diyeceğine bakmak lazım. Eğer Hamas net bir şekilde ‘’hayır’’ derse, ki seçeneklerinden birisi de o. Bir diğer seçenek de süreci yavaşlatmak. Ama Hamas net bir şekilde ‘’hayır’’ derse, o zaman Gazze’de daha büyük bir kan gölü görmek mümkün maalesef.
Ruşen Çakır: Çok teşekkürler Gönül. Ömer’e de kolay gelsin diyelim artık. Orada bu kepenk kapatmalar ilginç. O zaman izleyicilerimize de teşekkür edelim. Haftaya tekrar buluşmak üzere, iyi günler.