Yargıtay Başkanı’nın sözleri yürütme erkine karşı bir meydan okumaydı. Bu meydan okumanın, Türkiye için hayati önemde olan çözüm sürecinin ana merkezi olan Diyarbakır’da yapılması, ayrıca üzerinde durulmayı hak eden bir boyut.
Yargıtay Başkanı, yargıyı sopa olarak kullanan iktidara AYM’yi işaret ederek had bildiriyor. Bu had bildirmenin arkasında, hukuk devletinin en temel ilkelerinin sarsıntılar geçirdiği Can Atalay davası var. AYM, dört başı mamur hak ihlali kararı vermiş, 3. Ceza Dairesi AYM üyelerini “terör örgütü” olarak niteleyip suç duyurusunda bulunmuştu. Bu suç duyurusunu yapan yüksek hâkim, Yargıtay Başkanı Ömer Kerkez “AYM’nin verdiği hak ihlali kararlarına tüm kurumlar uymalı” derken tam karşısında oturuyordu.
Yargıda, ülkenin bütün kurumsal dengelerini yeniden kuran değişimler, gelişmeler yaşanıyor. Yargıtay Başkanı Ömer Kerkez, AYM’ye omuz vererek bu değişimi gözümüze sokuyor.
Hukuk demokrasinin neresinde?
Kavramları şablon veya siyasî kimlikler olarak tekrarlarken içerdikleri gerçeklikten uzaklaşıyoruz.
Demokrasi ile hukuk farklı dünyalarda hayat bulur. Birbirlerini tamamladıkları, ideal bir toplum adına doğru bir hükümdür. Ancak ikisi bazen birbiriyle çelişir, hatta çatışır.
Bütün çağların en büyük cinayeti olan Sokrates’in idamına, demokratik usullerle oluşturulmuş 501 üyeli Atina Mahkemesi karar vermiştir. Bugün Türkiye’de adalet ve hukuk arayışının sebebi olarak, gücünü sandıktan yani demokratik seçimden alan bir iktidarın yargı üzerinde kurduğu tahakkümün gösterilmesi aynı çelişkinin canlı örneği değil mi?
Çoğunluğun kararı, çoğunluğun çıkarını yansıtır; tek başına doğru ve haklı olduğunu göstermez. Yönetme hakkını çoğunluğa vermemizin sebebi ise çok basit: Azınlığa vermekten daha mantıklı olması.
Demokratik bir yönetime haddini bildirip, hak-hukuk-adalet ölçüleri içinde kalmasını sağlayan çoğunluğun değil, halkın tamamının ortak çıkarını temsil eden Yargı erkidir. Yönetimde temsil edilmeyen azınlığın haklarını korumak için başka bir yol ve yöntem yoktur. Bu yüzden modern demokrasiler, hak ve özgürlüklerin anayasal güvencelerle yargının teminatı altına girdiği “Anayasal demokrasi” olarak hüküm sürer. Bunun püf noktası da, Yargıtay Başkanı’nın bir hukuk adamı olarak sahip çıktığı AYM eliyle temsil edilen anayasa hükümleridir. AYM ve AİHM kararlarını, iktidar uzantısı yargı eliyle uygulamayarak sistemimiz bir çoğunluk diktatörlüğüne dönmüştü. Yargıtay Başkanı, temsil ettiği yargı kurumu ve yargıçlar adına değil hukuk devleti ve Anayasal demokrasi adına AYM’nin kritik rolünün altını kalın hatlarla çizmiş oldu.
Hukuk-demokrasi ikileminde çözüm süreci
Burak Bilgehan Özpek gibi aklı başında nesnel yorumcular, haklı olarak demokrasi adına bir gelişme kaydedilmemesini, sürecin akıbeti adına karanlık bir gösterge olarak yorumluyorlar.
Demokrasi adına bir ilerleme olmadığı doğru, peki hukuk devleti adına bir ilerleme var mı?
Lafı dolandırmadan cevabı verelim: Var.
Yargıtay Başkanı’nın Diyarbakır’da yaptığı manifesto gibi açıklama, bu ilerlemenin işareti olarak yorumlanmalı. Şu cümleler doğrudan çözüm sürecine göndermede bulunuyor: “Toplumun refahı, güvenliği ve iç barışı ancak adaletle mümkündür. Adaletin zedelendiği yerde toplumsal barışın, güvenin ve refahın da yara alacağı açıktır.”
Eşzamanlı olarak AYM Başkanı Kadir Özkaya’nın vurgularını da buraya yerleştirmemiz lâzım. Özkaya, yanlış işleyen bir yargı sisteminin kalın konturları olan resmini çiziyor. Bireysel başvuru hakkının tanındığı 2012 yılından bu yana 700 binin üzerinde başvuru olmuş. Bu başvurulardan 531 bini, şu veya bu sebepten incelemeye elverişli bulunmadığı için reddedilmiş, yani içeriklerine hiç bakılmamış. Yargılama konusu yapılan geri kalan 180 bin başvurunun 81 bini hakkında ihlal kararı verilmiş. Karara bağlanmamış, sırada bekleyen dosyaların bu yükünün dışında olup olmadığına dair bir bilgi yok.
Kısaca AYM’ye, “Adli yargıda hakkımda verilen karar yanlıştır, hakkım ihlal edilmiştir” diyen yaklaşık olarak her iki kişiden biri hakkında AYM’nin hak ihlali kararı verdiği anlaşılıyor.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
AYM’ye, bütün yargı süreçleri tamamlandıktan, mahkeme kararları kesinleştikten sonra hak ihlali müracaatı yapılıyor. Müracaatın kendisi de zor ve zahmetli bir süreç. Takibi ise her babayiğidin harcı değil. Başımda olduğu için biliyorum. İki dosyam AYM’de tam sekiz yıldır bekliyor.
Biz asıl meseleye bakalım. Sonuç dehşet verici:
Her iki müracaattan birine hak ihlali kararı verilmesi ve bu kararların 80’bini aşması Türkiye’de yargı sisteminin işlemediğini göstermek için yeterli.
Soru şu:
Demokrasiyi paranteze alabilirsiniz. Peki yargının işlemediği bir ülkede çözüm süreci mümkün mü?
Yargı titreyip kendine dönüyor
CHP kurmaylarının ısrarla tekrarladığı, kamuoyuna yerleşmiş kanaatle uyum arz eden tablo, İktidarın uzantısı olan bir yargı cephesinin, iktidar adayı olarak yükselen CHP’nin kolunu kanadını kırmak ve ortadan kaldırmak için var gücüyle çalıştıklarını gösteriyor. Aynı şekilde, yine yargı içinden daha güçlü ve yargıçları temsil etme kapasitesi çok daha yüksek bir cephe siyasileşen yargıya engel olmak ve hukuku yeniden egemen kılmak adına cesur çıkışlar yapıyor. İstanbul 45. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin yargıcı ile YSK arasında CHP İstanbul teşkilatına kayyum atama konusunda son olarak üçüncüsü gerçekleşen bilek güreşi ve Ankara yargısının, İstanbul’un tam tersi kararlar vermesi bu çıkışların işareti olmalı.
Bu cesur çıkışların mantıklı açıklaması oldukça basit. Yargıç, varlık sebebini, meslek onurunu koruyor. Vicdanı dışında otorite tanımaması gereken ve mesleğine değer veren bir yargıç, iktidar partisinin fanatik taraftarı olsa bile döner dolaşır hukuka uygun karar verir. Her biri AK Parti iktidarınca seçilerek atanan AYM üyelerinin, anayasa ve hukuka sadakatleri başka türlü açıklanamaz. Yargıtay Başkanı’nın yargıçları hedef alan “AYM kararlarına uyun” ihtarı da öyle.
AYM’nin son olarak verdiği Tayfun Kahraman kararı karşısında İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin maşeri vicdanda bu sefer daha açık bir şekilde düştüğü ikilem tam olarak bu durumu yansıtıyor. Yargıdaki siyasî baskıların yoğun olduğu, özenle seçilmiş yargıçların siyasî davalarda karar verdiği dönem geride kaldı. Şimdi yargıç karar verecek. AYM kararının şekline değil ruhuna, yani adaletle emredilmesi buyruğuna uyarak tutuksuz yargılama yoluna gidecek; ya da siyasî iradenin Türkiye’de kurduğu baskı rejimini sürdürme görevini takip ederek tutuklu yargılamaya devam edecek. AYM’nin kapı gibi kararından sonra tutuklu yargılamakta ısrarın başka bir açıklaması var mı?
Yargı erkinde, genele yayılan kabarma hukuk devletine dönüş sinyalleri veriyor. Selahattin Demirtaş’ın serbest kalması demokrasi değil hukuk sorunu. CHP’yi tasfiye davalarının akıbeti yine bir yargı sorunu. İkilem çok canlı: Yargı erki demokrasiyi sona erdirecek mi? Bu soruya vereceğiniz “evet” cevabı aynı zamanda “yargı kendisini sona erdirecek” anlamına geliyor. Böyle bir intihar eylemi akla zarar. Yargıtay ve AYM başkanı bize özlü bir şekilde bunu söylüyor.
Yargının bağımsız iş göremediği bir düzende demokrasi zaten yaşamaz. Yargının bağımsız iş görmeye girişmesi, sesinin yükselmesi ise otokrasinin zayıflamaya başladığını gösterir.