Artık benzin istasyonlarında yüksek model dört çekerli arabaları yalnızca genç, orta yaşlı, İtalyan gözlüklü yeni zengin başörtülü kardeşlerimizde değil; mütevazı Anadolu aksanlı, tüccar, müteşebbis ve mütedeyyin çiftlerde de görebilmekteyiz. Eskiden bu görünüm, yüksek çözünürlüklü beyaz Türklerin, İtalyan gözlükleriyle seküler bayanları veya çiftlerinde daha yaygındı. Zaten bundan otuz yıl önce başörtülü bir bayanı direksiyonda bile pek hayal edemezdiniz. O zamanlar başörtülü veya sakallı figürlere Türk sineması ve dizi sektörü, ancak ikinci sınıf vatandaş rollerini uygun görmekteydi.
Bugün Bağdat Caddesi, Florya veya Ankara Gaziosmanpaşa gibi yerlerde seküler sınıfın görünürlüğü ve lüks tüketim mekânları, alışkanlıkları ve kültürü devam etmekte. Mahalleli yeni yüksek sınıf ise Galataport veya zengin Arap Körfezlilerin takıldığı AVM’lerde görünür hale gelmekte. Tatil kültürü veya yeni gelişen deniz ürünleri yeme alışkanlığı da aynı paralelde ilerlemekte. Ben buna “mahalle zenginlerinin körfezleşme süreci” diyorum.

Tüm sorun ve eleştirilerimize rağmen, merhum Durmuş Hocaoğlu’nun kavramsallaştırdığı “entelektüelsiz, düşük şiddetli Anadolu Devrimi”ni AK Parti iktidarı tarafından gerçekleştirilmiş gözüküyor. Buna yoksul mahalleli; “olsun artık sermaye ve statü yer değiştirdi” demekte. Buradaki önemli detay, kamu kaynakları ve siyaset yoluyla zengin olup sınıf değiştirenler yanında, içeride ve dışarıda önü açılan Anadolu üreticilerinin de üst sınıf olarak ön plana çıkmasıdır. Kısa tarih bize, kamu kaynaklarıyla çabuk zengin olanların iktidar değişimlerinde çabuk tasfiye olduklarını göstermiştir. Ancak özellikle savunma sanayi ve orta ölçekli üretim ile ihracatçı Anadolu sermayesi sınıfında geri dönülmez, sağlıklı bir güçlenme olduğu da açıktır.
Sıkça ifade edildiği gibi, düşük şiddetli entelektüelsiz gerçekleşen Anadolu devrimi hiçbir zaman kültürel iktidarını kuramadı. Nitelikli eğitim kurumları, sanat, siyaset veya edebiyat tartışmaları yalnızca bu duruma birkaç örnek. İşin acı tarafı, bunları üreten kurumların veya yetişen insanların eksikliği, mahalle dediğimiz bu camiada bir rahatsızlık da yaratmamakta. Seküler, beyaz Türk üretici sınıf ise bugün dahi kültür, sanat ve nitelikte tartışılmaz üstünlüğünü sürdürmektedir. Tarihsel aristokrat bir geleneğe sahipler; dil ve dış dünya ile ilişki kurma konularında çok daha rahatlar.
Yazılarımda bu durumu sıkça, “görgü paydasında dönüşemeyen kasabalılık – bastırılmış gizli köylülük” dikotomisi içinde tanımlamaya çalışmaktayım.

Bu yazımda da bu kavram ve süreçlerle doğrudan ilişkili olan tüketim ve artı parayı harcama kültüründen bahsetmek istiyorum.
Örnek olarak köylü yakınlarımız, ilk evlendiğimiz yıllarda bırakın yurt dışına çıkmayı, Kıbrıs veya Asos’ta tatil yapmamızı bile garipserlerdi. Köyde, en az elli milyon dolarlık yatırım kapasiteli tekne sahiplerinin evlerini dahi yenilemekte isteksiz olduklarına şahit olmuşumdur. Köy zaten ilçe olmuştu. İlçeye mübadeleden bu yana Rumlar arabalarla gelir, anılarını paylaşırdı. Eşimle dedelerinin Selanik’teki ata toprağı köylerine gitmemiz, tarih ve gezi notlarımız dahi kimsenin ilgisini çekmemişti. Köylülük ve görgü tartışmalarına bu durum basit bir örnektir.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Öncelikle ülkede yeni sermaye sahiplerinin kasaba bakışlarını terk edip biraz da dışarıyı merak etmesi gerekiyor. Sıkça gördüğümüz lüks umreler, beton yığınları içinde tatil ve tüketim mekânlarında kadınların kıyafetleri ve markalarıyla rekabet ettikleri manzaralar, olsa olsa gelişmiş bir görgüsüzlüğün tezahürüdür. Bu tip para harcamanın kişi ve ülke için pozitif katma değeri olamaz.
Yakından tanıdığım bazı mütedeyyin, yeni zengin kuşak genç holding sahiplerine tatilleri için Floransa’ya gidip Medici ailesinin zenginliği sanata, bilime, mimariye nasıl dönüştürdüğünü anlamalarını tavsiye ederim. Fakat genellikle yanıt da alamam. Çünkü bu kesimde tatil kültürü anlamaya değil, göstermeye; bazen de gözden uzak kaçamak yapmaya dayanmakta.
Mahallenin yeni statü atlayan zenginlerinin, esnaf mantıklı din anlayışı ve öteki dünya yatırım perspektiflerini gözden geçirmeleri gerekmekte. Mahalleli belki de aslında kendileri lehine değişenin kalıcı nitelikli sermayenin değil, sadece geçici siyasi statünün olduğunu görmesi gerekiyor. Nitelikli sermayeye sahip olmanın yolu, tüketim kültürünü nitelikli hale getirmekten geçmekte.
Parayı kazanmak refah yaratır; fakat onu harcamayı bilmek, bir nitelikli kültürün inşasıdır. Gerçekte zenginlik, sadece kazanmakta değil, nasıl harcandığında gizlidir. Medici’ler kendi servetleriyle Rönesans’ı inşa etti; biz ise hâlâ bazen parayı saklamayı erdem, düşünceye, sanat ve kültüre harcamayı israf sanıyoruz.














