Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Piketty ile Graeber tartışıyor: Borçtan nasıl çıkılır?

Kamu borcu, Avrupa’nın içinden çıkmak için çabaladığı ekonomik krizin başlıca nedenlerinden biriydi. Başta Avrupa ülkeleri olmak üzere diğer ülkeleri de az veya çok etkileyen bu krizin yansımalarını hâlâ yaşıyoruz. Dolayısıyla güncelliğini koruyan bu konuya büyük katkı veren bir tartışmayı Haldun Bayrı’nın çevirisi ile sizlerle paylaşıyoruz.

Tartışmanın bir tarafında “Yirmi Birinci Yüzyılda Kapital” kitabının yazarı, Fransız ekonomist Thomas Piketty, diğer tarafındaysa “Occupy Wall Street”in teorisyeni, Amerikalı anarşist-antropolog David Graeber var. Graeber’in Paris’te bulunduğu bir sırada ikiliyi Fransa’nın önde gelen bağımsız internet platformlarından Mediapart bir araya getirdi. Joseph Confavreux ve Jade Lindgaard tarafından gerçekleştirilen tartışma 6 Ekim 2013 tarihinde yayınlandı.

Antropolog David Graeber’ın Borç, İlk 5000 Yıl’ı ve ekonomist Thomas Piketty’nin Yirmi Birinci Yüzyılda Kapital’i, son dönemin kuşkusuz en güçlü ve arıtıcı siyasî denemeleri. İnsanlar arasındaki eşitsizliğin ve borçlardaki ağırlığın dayanılmaz doruklara tırmandığı bir duruma nasıl geldiğimizin çarpıcı bir manzarasını çıkarmak için, iki yazar da uzun tarihe –Piketty’de üç yüzyıl, David Graeber’da ise 5000 yıl– müracaat ediyor.

İkisi de etkileyici bir külliyata dayanarak özgün çözümler öneriyor: Piketty’ye göre, sermayeden ve malvarlığından istisnaî, müterakkî[1] ve mümkünse dünya çapında bir vergi alınmalı; David Graeber’a göre ise, yüzyıllar boyunca çok sayıda toplumda örnekleri görüldüğü gibi, borç reddedilmeli.

Graeber’ın Paris’e gelmesi vesilesiyle iki araştırmacıyı bu yüzden görüştürmek istedik. Borçlanma ve eşitsizliklerin artması süreçlerinden ekonomik, siyasî, ama aynı zamanda zihinsel bakımdan da özgürleşmenin nasıl mümkün olduğu sorusu üzerinde yoğunlaştı görüşmeleri.

İkiniz de ekonomik ve mali sistemin tükenme noktasına geldiğini ve bu halde uzun süre dayanamayacağını söyler gibisiniz. Bunun başlıca nedenlerinin neler olduğunu her biriniz bana anlatabilir misiniz?



Thomas Piketty: Sistemin çöküşünün arifesinde olunduğundan emin değilim; en azından sâfî ekonomik bakış açısıyla. Siyasî tepkilere ve elitlerin toplumun artakalan kısmını durumun kabul edilebilir olup olmadığına ikna etme kapasitelerine çok bağlı bu. Çok etkili bir kanaat aygıtı var ise, sistemin bu halde kalmayı sürdürememesi için hiçbir sebep yok. Dolayısıyla sistemin çöküşüne sâfî ekonomik kuvvetlerin sebep olacağını sanmıyorum.

Marx kâr oranındaki düşüş eğiliminin kaçınılmaz biçimde kapitalist sistemi devireceğini düşünüyordu. Ben bir bakıma ondan daha kötümserim, çünkü ortalama yüzde 5 gibi bir sabit sermaye randımanı ve ölçülü bir büyümeyle bile, zenginlikler git gide daha fazla aynı ellerde yoğunlaşacak ve geçmiş mirasların ağırlığı daha da artacak.

Ama bu, başlı başına, bir ekonomik çöküş oluşacağı anlamına gelmez. Dolayısıyla benim tezim Marx’ınkinden farklı; David Graeber’ınkinden de farklı. Bilhassa ABD’de olmak üzere hepimizin gözlemlediği bir borç patlaması oluştuğu muhakkak: Fakat, aynı zamanda, borcun toplamının hayli üstünde olan kuvvetli bir sermaye artışı da var.

Dolayısıyla yaratılan net zenginlik pozitif, çünkü sermayenin büyümesi borcun yükselişinden de süratli. Bunun illâki iyi bir şey olduğunu söylemiyorum. Fakat bu hâdisenin sistem çöküşüyle eşanlamlı olmasını gerektirecek sâfî ekonomik bir sebep yok.

Ama eşitliksizlikler düzeyinin dayanılmaz hale geldiğini söylüyorsunuz, değil mi?

Piketty: Evet, ama bu noktada da, bahsedilen ülkeye göre, caydırma ya da baskı aygıtı, veya ikisinin bileşimi, böyle bir durumun sürmesine izin verebilir. Bir yüzyıl önce, sanayileşmiş ülkelerin elitleri, kamuoylarına rağmen, her tür müterakkî vergi salınmasını reddetmeyi başarmışlardı. Müterakkî gelire bir vergi getirilmesi için bir savaş gerekmişti.

David Graeber: Ama bir kişinin borçlanması zorunlu olarak başka birinin zenginliğine tekabül eder, değil mi?

Piketty: İlginç bir nokta bu. Kitabınıza hayran oldum, getireceğim tek eleştiri, sermayenin borçla özetlenmediği olurdu. Kamu borcu da olsa özel borç da olsa, daha fazla borcun başkaları için kaynaklar yarattığı doğru. Fakat borç ile sermaye arasındaki mümkün farklılıkları cepheden zikretmiyorsunuz. Sermayenin tarihiyle borcun tarihi aynıymış gibi yapıyorsunuz. Borcun şimdiye kadar tasarlanabildiğinden çok daha önemli bir rol oynadığını söylemekte haklı olduğunuzu düşünüyorum. Özellikle de, ekonomistlerin sermaye birikimi, takas, paranın yaratılması ya da para karşılığı ile mübadele üzerine anlattıkları peri masallarındakinden…

Borçlanma ilişkilerinde geçerli olan iktidar ve tahakküm ilişkileri üzerinde ısrar ederek bakışı kaydırtma tarzınız mükemmel. Ama sermaye bizatihi yararlıdır. Sermaye eşitliksizlikleri bir sorundur, ama kendi içinde sermaye bir sorun değildir. Bugün de öncekine nazaran çok daha fazla sermaye var.

Graeber: Sermayenin borçla özetlendiğini söylemek istemiyorum. Fakat herkese bunun aksi anlatılınca; bu öykünün ücretlilik tarihi, sanayi kapitalizmi ve sermayenin ilk biçimleri üzerine bıraktığı boşlukları doldurmak da bize düşüyor. Tayfı genişletmeyi deniyorum. Borcun artışı esnasında kaynakların da arttığını neden söylüyorsunuz?

Piketty: Net zenginlik, yani borcu da hesaba kattıktan sonra hesaplanabilir kaynaklar arttı.

Graeber: Önceye nazaran kişi başına daha fazla mı zenginlik var yani?

Piketty: Orası bâriz. Meskenleri ele alalım. Elli ya da yüz yıl önceye nazaran daha çok mesken olduğu gibi, bir üretim yılına oranla, öncekinden çok daha fazla “borcu düşülmüş” meskenler var. Bir yıllık GSYİH’ya eklendiğinde, bütün ekonomik faaliyetten doğan gelirler diye tanımlanan ulusal sermayeyi ölçerseniz, ülkedeki kamusal ve özel tüm aktörlerin borçlanmasını bundan çıkarırsanız, zengin ülkelerdeki oran kırk yıldır artmıştır. ABD’deki artış Avrupa ve Japonya’daki kadar göz alıcı olmamıştır, ama artmıştır. Dolayısıyla kaynaklar borçtan çok daha hızlı artıyor.

Graeber: Baştaki, sistemin mümkün çöküşü sorusuna dönersek, bu çeşit tarih tahminlerinin bir tuzak olduğunu düşünüyorum. Şurası kesin ki, bütün sistemlerin bir sonu var ve bunun ne zaman vuku bulacağını bilmek çok zor. Ama kapitalist sistemde bir yavaşlamanın işaretlerini görüyoruz.

Teknoloji düzeyinde, 1960 ve 1970 yıllarında olduğu gibi büyük icatlar arifesinde olduğumuz duygusunda değiliz. Siyasî görüşler anlamında, Birleşmiş Milletler’in kurulması ya da uzay programının başlatılması gibi savaş-sonrasının büyük projelerinden uzak görünüyoruz. Ekosistemimizin ve insan yaşamının sürdürülebilirliğini tehdit etmesine rağmen, iklim bozulmasına karşı bile hiç kimse bir şey yapamıyor.

Bu güçsüzlük duygusu da tam olarak, otuz yıldır caydırma ve zorlama aygıtlarının, kapitalist sistemin sürdürülebilirlik koşullarını yaratmak da dahil olmak üzere her şeyden ziyade, ideolojik savaşı kazanmak için seferber edilmiş olmalarındandır. Neo-liberalizm siyasete ve ideolojiye ekonomi karşısında öncelik tanımıştır. Strateji bakımından, kapitalizmi uzun vadede sürdürülebilir kılmak için işe koyulmaktan ziyade, kapitalizmin uzun vadede sürdürülebilir olduğuna inandırmak için yırtınmayı tercih etmiştir. Sonuç, kendini boktan işlerde bulan insanlara başka mümkün hiçbir şey olmadığını düşündürecek ölçüde etkili bir muhayyile savaşıdır.

Bu ideolojik hegemonyanın bugün sınırlarına vardığı iyice görülüyor. Sistemin çöktüğü anlamına mı gelir bu? Söylemesi zor. Ama çökmeye başlasaydı da şu gördüğümüze benzerdi. Ekonomik sistemler temel değişimler geçirebilir. Kapitalizm yakın tarihlidir, başka bir şey haline gelebileceğini tahayyül etmek mâkul.

Kapitalizm sorunun bizatihi kaynağı mı, yoksa reforma uğratılabilir mi?

Piketty: David Graeber’ın kitabında en çok takdir ettiğim noktalardan biri, kölecilikle kamu borcu arasında kurduğu devamlılık. Borcun en uç biçimi köleliktir: İlelebet bir başkasına aitsinizdir; potansiyel olarak çocuklarınız da. Genel anlamda uygarlığın ilerlemelerinden biri, kölecilikten kurtulmak olmuştur.

Oysa David Graeber’ın da bize açıkladığı gibi, borcun kuşaktan kuşağa kölecilikle yapılan aktarımı modern bir varoluş biçimine kavuşmuştur; o da kamu borcu ve onun borçlanmayı bir kuşaktan diğerine transfer etme imkânı veren artışıdır. Aşırı bir durum tahayyül edilebilir: Bir yıllık GSYİH değil de on ya da yirmi yıllık GSYİH mesâbesinde olan ve bütün üretimin, yaratılan bütün zenginliklerin borç ödemesine tahsis edildiği, köleleştirilmiş bir toplumu var etmekten ibaret, sonsuz bir kamu borcu miktarı. Bunun üzerinden herkes nüfusun içindeki bir azınlığın kölesi olurdu — ki bu da tarihimizin başına bir dönüş olur.

Fiiliyatta henüz oraya gelmedik. Nitekim borca karşı sürülecek çok sermaye var hâlâ. Fakat şeylere bu şekilde bakmak, borçlulara suçluluk duygusunun aşılandığı, her birimizin ulusal kamu borcunda 30 ila 40 bin euro borç payımız olduğunun kafamıza kakıldığı şu tuhaf durumu anlamaya yardım ediyor. Ayrıca çılgın bir şey bu; zira, bir kez daha tekrarlayacak olursam, kolektif olarak borçlardan fazla kaynaklara sahibiz. Nüfusun büyük bir bölümü

nün çok az sermayesi var, çünkü sermaye çok yoğunlaşmış. 19. yüzyıla kadar, sermaye stokunun yüzde 90’ı nüfusun yüzde 10’una aitti. Bugün biraz farklı. ABD’de, sermaye stokunun yüzde 73’ü en zengin yüzde 10’un elinde. Bu öyle bir yoğunlaşma düzeyi ki, nüfusun yüzde 50’sinin sadece borcu var. Nüfusun bu yarısı için kişi başına kamu borcu, sahip olduklarından daha çok. Fakat nüfusun yüzde 50’sinin borçlardan fazla sermayesi var ve dolayısıyla kemer sıkma politikalarını haklı göstermek için halk kesimlerine böyle suçluluk duygusu aşılamak saçma. David Graeber’ın yazdığı gibi borcun iptali çözüm mü peki?

 Hiç karşı değilim buna. Ama malvarlığı üzerinden, en üst basamakların mükellefiyet oranları yüksek bir müterakkî vergiden daha çok yanayım. Niye? Bir gün sonranın neye benzeyeceğini bilme meselesi bu. Borcu bir iptal ettiğinizde ne yapıyorsunuz? Plan ne?

Borcu iptal etmek, son alacaklıyı, borcun son zilyetini suçlu telakki etmektir. Oysa işlediği şekliyle mali işlemler sistemi, en iri aktörlere iptalden epey önce ellerindeki kâğıtlardan kurtulma imkânı tanır. Son alacaklı, aracılık sistemi yüzünden, ille de çok zengin değildir. Borcu iptal ederseniz, bu yüzden zenginlerin para kaybedeceği kesin değil.

Graeber: Borç iptalinin tek çözüm olduğunu ileri süren yok. Benim için, bir çözümler dizisi içinde kaçınılmaz bir unsur bu. Borcun iptalinin bütün sorunlarımızı çözebileceğini sanmıyorum. Daha çok kavramsal bir kopuş bu. Açık konuşursam, borcun toptan silinmesinin her halükârda şu veya bu şekilde vuku bulacağına inanıyorum.

Benim için tartışma daha ziyade bu iptalin şekilleri üzerinde dönüyor: ya açık bir biçimde, dikey bir kararla ve mevcut yapıları koruyarak olur; ya da toplumsal hareketlerin itmesiyle olur. Konuştuğum siyasî ya da ekonomik yetkililerin çoğu borcun bir şekilde reddinin elzem olduğunu teslim ediyorlar.

Piketty: Benim sorunum da bu: Bankacılar sizinle aynı fikirde!

Graeber: Borç silindiği andan itibaren asıl mesele, sonunu iyi getirmek için bu süreci nasıl ele alacağımızı bilmek. Zira tarihte, çoğu zaman hakkaniyetsiz olan mevcut toplumsal yapıların muhafazasına hizmet etmiş çok sayıda borç silme örneği var.

Fakat borcun silinmesi bazen toplumsal değişimin oluşmasına da hizmet etmiş. Atina ve Roma anayasalarının kökenine bakalım mesela; iki durumda da bir borç krizi vardı ve bu krizi halletmenin bir şekli yapısal siyasî reformlar yapmak olmuştu. Roma cumhuriyeti ve Atina demokrasisi borç krizinden doğmuştur.

Aslında bütün büyük siyasî dönüşüm anları şu veya bu şekilde borç krizinden doğmuştur. Amerikan Devrimi sırasında Büyük Britanya nezdinde borcun reddedilmesi taleplerden biriydi. Siyasî mucitlik gerektiren benzer bir anla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Ama borç silme kendinde bir çözüm değil, çünkü tarihte bunun korkunç biçimde geriletici versiyonları var. Boston Consulting Group bu konuyla ilgili olarak “Mezopotamya’ya Dönüş” başlıklı bir raporu böyle yumurtladı; toplu borç silme durumunda neler olup biteceğini görmek için modelleri elden geçiriyorlar. Vardıkları sonuç, bunun büyük ekonomik karışıklıklar yaratacağı, fakat yapılmadığı takdirde de daha çok karışıklığın çıkacağı! Ekonominin güncel yapılarını korumak istiyorsanız, buradan geçmenizin gerekeceği. İşte borç silme önerisine tipik bir gerici cevap örneği.

Kapitalizmle ilgili olarak ise, elli yıldan fazla dayanabileceğini tahayyül etmekte zorlanıyorum; özellikle de ekolojik sorun bakımından. Occupy Wall Street hareketini somut öneri dile getirmediği için kınadıkları vakit –ki getirmiştik–, biraz da kışkırtmak için, borcun iptali ve 4 saatlik işgününün getirilmesi çağrısında bulundum. Ekolojik açıdan yararlı olurdu ve çoğumuzun, büyük bir bölümü insanları meşgul tutmaktan başka hiçbir şeye yaramayan işlerde çalışmasını gerektiren çalışma zamanının aşırı büyümesine cevap verirdi.

Günümüzdeki üretim tarzı, ekonomik ilkelerden ziyade ahlâkî ilkeler üzerine kurulmuştur. Borcun, çalışma saatlerinin ve çalışma disiplininin artması; bunların hepsi atbaşı gidiyor gibi. Şayet para, hepimizin elde tuttuğumuz banknota aynı değeri verme vaadiyle oluşan bir toplumsal ilişki ise, çalışmaya bağlanma ve üretkenliğin geleceği hususunda ne tür vaatlerde bulunmayı dilediğimizi düşünmemek niye? Bunun için borcun yürürlükten kaldırılmasının kavramsal bir kopuş olduğunu söylüyorum. Demokratik biçimde tekrar müzakere edilebilir başka toplumsal sözleşme biçimlerini tahayyül etmede bize yardımcı olması için.

Thomas Piketty, size göre, borcun reddedilmesi “uygar” bir çözüm değil. Ne demek istiyorsunuz ?

Piketty: Çünkü borçların son alacaklıları ille de ödettirmek gereken kişiler değildir. Zenginlikler üzerinden bir müterakkî vergi hakkında ne düşünürsünüz David Graeber? Bu sonuca ulaşmanın daha uygar bir tarzı gibi geliyor bana.

Borcun feshedilmesinin sizin dışınızdaki en ateşli destekçilerinin, IMF ve Bundesbank’ta kullanılan deyişle “haircuts”[2] isteyenler olmasına gerçekten şaşakalmam üzerinde ısrar ediyorum. “Haircuts” sözü şuraya getirir: Kamu borçlarının zilyetleri çok risk aldılar, dolayısıyla şimdi, ödeme yapmalılar. Yunanistan’ın borcunun değerini yüzde 50 indirelim; Kıbrıs’ın borcunun da yüzde 60’ını. Bu hiç de ilerici bir çözüm değil!

Beni mazur görün ama, hedeflemek istediklerimizi daha iyi hedefleyebilmek için hangi aletle donanmamız gerektiği, hangi kolektif kurumları yaratmamız gerektiği sorununu ciddiye almamanız şaşırtıyor beni. Biz entelektüellerin rolünün bir kısmı da inşa etmek istediğimiz kolektif kurumları söylemek. Vergi de bunların biri.

Graeber: Müterakkî vergi bana “Keynesçi çağ”ın ve artık hakikaten savunulamaz görünen büyüme oranı varsayımları üzerine kurulu yeniden dağıtma mekanizmalarının tipik özelliği gibi geliyor. Bu yeniden dağıtıcı mekanizma biçimleri, tarihsel olarak yeniden dağıtıcı vergi politikalarının yerleştirilmesiyle aynı zamanda oluşan ücret artışlarına bağlı yüksek üretkenlik tahminlerine dayanıyor. Acaba bu politikalar bir düşük büyüme ortamında sürdürülebilir mi? Toplumsal sonuçları ne olur?

Piketty: Düşük bir büyüme bu tipte yeniden dağıtıcı vergi araçlarını daha da arzu edilir kılar. Sadece geleneksel gelir vergisinden söz etmiyorum; düpedüz zenginliğin ve sermayenin müterakkî vergilendirilmesinden söz ediyorum. İnsanların sahip olduğu bir sermaye miktarı var, borçtan arındırılmış değer olarak. Bu sermayeye müterakkî bir mükellefiyet oranı dayatırsanız, çok aza sahip olanlar için mükellefiyet oranı negatiftir; bu da dolayısıyla borçlarının bir kısmının silinmesi anlamına gelir. Dolayısıyla Keynesçi gelir vergilendirme politikalarından çok farklı bir şey söz konusu.

Ayrıca düşük büyüme, gelir vergisini ve servet vergisini daha da arzu edilir kılıyor, zira düşük bir büyümeyle birlikte, büyüme oranıyla sermayenin randıman oranı arasındaki makas açılır. İnsanlık tarihinin büyük bölümünde büyüme neredeyse sıfır mertebesinde olmuştur; sermayenin randıman oranı ise yüzde 5 civarında. Büyüme oranı savaş sonrası Avrupa’daki gibi yüzde 5 civarında olunca, ikisi arasındaki makas dardır dolayısıyla.

Fakat büyüme oranı yüzde 1, hatta bazı Avrupa ülkelerindeki gibi negatif olduğu zaman, iki oran arasındaki makas muazzam açılıyor. Sâfî ekonomik bakış açısıyla bu bir sorun değil; ama toplumsal bir bakış açısıyla sorun; çünkü büyük servet yoğunlaşmalarına yol açıyor. Buna karşı, servetin ve malvarlığının müterakkî vergilendirilmesi yararlıdır.

Graeber: Ama sermayeye konulacak bu müterakkî verginin uluslararası olması gerekmez mi?

Piketty: Evet, elbette. Ben de sizin gibi enternasyonalistim, dolayısıyla bu noktada aramızda bir tartışma çıkacağını sanmıyorum.

Graeber: Yine de ilginç bu; zira, tarihsel olarak, kredinin güçlü olduğu bir çağa geçtiğinizde, genel olarak borçluları koruyup alacaklıların saçmalıklar yapmasını, borçlulardan yana önlemler alma pahasına engelleyen bir tür çıkıntı mekanizmanız vardır. Alacaklıların borçlular üzerinde fazla nüfuz kurmalarını engelleyen bu mekanizmalar çeşitli biçimlere bürünmüştür: Mezopotamya’da tanrısal hukuk monarşisi, Kitabı Mukaddes’te “yubil” yılı[3], Ortaçağ’da kilise hukuku, Budizm, Konfüçyüsçülük: Kısacası, o toplumlarda kredi üzerindeki denetimi elinde tutan kurumsal ve/veya manevi bir aygıt vardı.

Bugün, kredinin belirleyici olduğu bir evredeyiz, fakat işleri tersten yapıyoruz. Neo-liberalizm bir iman biçimi gibi görülebildiği ölçüde neredeyse dinî tabiatta olan çıkıntı mekanizmalarımız şimdiden var; fakat, borçluları alacaklılardan korumak yerine, tersini yapıyorlar.

Otuz yıldır, IMF, Dünya Ticaret Örgütü, Breton Woods’tan çıkan mali kurumlar, yatırım bankaları, çokuluslu şirketler ya da uluslararası sivil toplum kuruluşlarının oluşturduğu bütün, Birleşmiş Milletler’in aksine, kararlarını uygulatma olanakları bulunan dünya çapında uluslararası bir bürokratik sistem teşkil ediyor. Finansçıların ve alacaklıların çıkarlarını savunmak için bütün bu yapı göstere göstere yerleştirilmiş olduğuna göre, seferber edildiği amacın tersini yapması için o aygıtı dönüştürmek siyaseten nasıl mümkün olabilir?

Piketty: Daha fazla insanı ikna etmek gerekecek, ne diyebilirim size?! Nereye gitmek istediğimizi bilmek bile önemli. Beni endişelendiren ise, bahsettiğiniz büyük kurumlar için borcu iptal etmenin sizin düşündüğünüzden çok daha doğal olması. Şu“haircut” deyişini niye seviyorlar? Çünkü pazarın ahlâk sisteminde kalıyorsunuz. Suçlu, borcu olan. Bence risk, finans kurumlarının sizin tasvir ettiğiniz istikamette gitmeleri.

Tipik bir biçimde, Kıbrıs Krizi sırasında, sermayelere müterakkî bir vergi tasarısı tartışılmış olmasına rağmen, biraz terakkiyle, IMF ile Avrupa Merkez Bankası, sonunda herkese eşit bir dolaylı vergi tercihinde bulunarak “haircuts” usûlüne gitme kararı aldılar. Fransa’da, 1945-46’da, muazzam bir kamu borcu vardı. İki araç kullanıldı. Önce bolca enflasyon –ki tarihte borçtan kurtulmanın başlıca usûlüdür–, fakat insanların elindeki azı da azalttı o; mesela yoksul yaşlı kimseler herşeylerini kaybettiler. Bunun sonucunda, herşeylerini kaybetmiş bu emeklilere asgari bir gelir biçimi, bir yaşlılık yardımı yaratılması için 1956’da ulusal mutabakat sağlandı. Zenginler bu enflasyon yüzünden hiçbir şey kaybetmediler. Enflasyon onların servetlerini azaltmıyor, çünkü sağlama yatırıyorlar, bu da servetlerini koruyor.

Onlara asıl para kaybettiren şey, o sırada yerleşen bir başka mekanizma: 1945’te getirilen bir müterakkî ve istisnaî vergi. Oysa 70 yıl sonra IMF, sermaye üzerinden bir tedrici müterakkî vergi getirmenin teknik açıdan imkânsız olduğuna inandırmaya çalışıyor bizi. Şu bahsettiğiniz kurumların “haircuts”ı tercihinde güçlü ideolojik nedenler olmasından korkuyorum gerçekten.

Bir vergi kaçışı riski yok mu? Sermaye sahiplerinin borçtan kurtulmaları, borcun iptalinin etkilerinden kurtulmalarından daha kolay değil mi?

Piketty: Hayır, borç reddinin etkilerinden de, enflasyonun etkilerinden de kurtulmak çok kolay. İri portföyler borç kâğıtlarını tutmazlar ve temiz sermayelerden oluşurlar. Vergi kaçışına karşı mücadele etmek mümkün mü? Evet, istenirse yapılabilir. Modern hükûmetler kararlarına saygı gösterilmesini istedikleri zaman bunu becerirler.

Batılı hükûmetler Kuveyt petrolüne Irak el koymasın diye Kuveyt’e bir milyon asker göndermek istedikleri zaman, yapıyorlar bunu. Irak’tan korkmuyorlarsa, Bahamalar’dan ya da Jersey’den korkmaları için bir sebep yok; ciddi olalım! Servet ve sermaye üzerinden müterakkî bir vergi getirmek teknik sorunlar çıkarmıyor. Siyasî irade sorunu bu.

David Graeber’ın Türkçe’ye çevrilen kitapları:

Anarşist Bir Antropolojiden Parçalar”, çev: Bengü Kurtege-Sefer, Boğaziçi Üniv. Yayınları, 2012.

Tersine Devrimler – Siyaset, Şiddet, Sanat ve Hayalgücü Üzerine Denemeler”, çev: Aslı Esen, Everest Yay, 2014

Borç – İlk 5000 Yıl“, çev. Muammer Pehlivan, Everest Yay, 2015

Thomas Piketty’nin Türkçe’ye çevrilen kitapları:

“Yirmi Birinci Yüzyılda Kapital”, çev: Hande Koçak, İş Bankası Kültür Yayınları, 2015.

[1] Oranı matrahın çokluğu ile yükselen vergi (ç.n.).

[2] Haircut: Kesinti, tıraşlama, teminatın değer kaybetme ihtimaline karşılık borç verenin mağdur olmaması için ödenen risk primi (ç.n.).

[3] Elli yılda bir gelen azatlık ve meserret yılı (ç.n.).

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.